Ölmek senin içinse, ölümden öte ne var?
Şu yalancı dünyada, sevgiden öte ne var? ..
Sen, içimde çağlayan; tertemiz bir ırmaksın..
Kaynayan sularına denizden öte ne var! ..
Gözlerimde rakseden ışığın kaynağı O..
Belki Güneş; kendinden, gözlerimden habersiz! ..
Ben,güneşten ne kadar; uzak, küçük, zavallı..
Kâinatı zikreder, titrerim sessiz sessiz!
Bir cenazeymiş Alem, bir kafirin gözünde
Yürüyen bir mezarlık, şu görünen insanlar! ..
‘‘Dün ölmüş, bugün ölmüş, yarın ölmüş..’’ bu cinnet!
Oysa İman’da hayat, bir nurlu Kainat var...
ERZURUM'a sonbahar çok erken geldi... Akasya yapraklarına, saçlarına ilk aklar düsen kişilerin ürkek halleri gibi; bir bir sarı lekeler düşmeye başladı... Mehmetçik Manevraları’na katılmak için Aziziye Kışlası’ndan çıktık. Elimizi uzatsak, üzerinde göklere değeceğini zannettiğimiz dağları aşarak, Horasan’da; dallar arasına sıkışmış, Kâzım Karabekir Paşa’nın karargâhını kurduğu zirve eteklerinde SANAMlR köyüne gittik.
Yavaş yavaş sararmaya başlamış söğüt ağaçları altıında; yemyeşil çayırları, dağlardan çağlayarak vadiye inen çayları ve değirmenleri; Sanamir'e gömülmüş bir kutlu kişi Hacı Ahmet Baba'nın kerametlerini dinleyerek seyrettik… Köyün gürbüz ve mahcup çocuklarını sevdik. Muzaffer Albay’ın emriyle köyde hasta baktık; çocuklara hurma ikram ettik... Ve çocuklar, ellerini kanatarak topladıkları, yeşil sert yumru yumru dağ armutlarım, gözlerinde bir sevinç halesiyle bizlere ikram ettiler...
Dağların ve dikenli dalların doruğundan
Yeşil, sert, yumru yumru getirilmiş bir elmas...
Kan sızan ellerinde, bir yürek pınarından
Çocuk gönlümün trenleri geçerdi, içinden
Tahta bavullara sinmiş, gurbet kokusu..
Bir Selçuklu Lalesi’nin rengiydi..
Ve Erciyes kokan soğuk,duru su!
Otogar kokusu..tüllenen hüzün
Bir gün, toprağa; yeşil yağmurlar yağacak göklerden..
Ve ardından, Güneş’in gözyaşları akacak göklerden..
Eller,bir cehennemin sıcağıyla kavrulacak..
Günahlar, yağmurlar gibi savrulacak göklerden! ..
Denize açılan çamlıkta, yollar..
Bir rüzgâr sesiyle, gönlüme dolar
Adanın aşk kokan, gecelerinde..
Şarkılar kıskanır... seni, şarkılar.! ..
Altından ırmaklar akan,tahtlardır
Anılan,Darende Günpınar’da..Can! ..
Sevincinden sular, toz olur; kalkar..
Öper gökyüzünü..dalda, heyacan..
Bir yeşil buhurdur,Huzur; semadan
Köylüler “Daş Memed” derler: bir gönül ehli, çoban kişi... Değneğini duvara dayadı, oturdu. Hal hatır sorduktan sonra; iki eliyle tuttuğu ve kırıntıları asla dökülmesin diye titrediği bir ekmek parçasını ağzına götürüyormuş gibi iki elini ağzına doğru götürdü. Kimseler duymasın diye yavaş yavaş, bir rüyaya dalar gibi anlatmaya başladı:
Çocukluğunda fırında çalıştığı ve fırında uyuduğu günlerde sabah namazına sevinçle koştuğunu, Toroslar’ın zirvelerinde koyun güttüğünü, Afgan Mücahitleri’nin kuşatıldığını duyduğunda iki gece dua ettiğini, ağladığına kadar anlattı. Sonra, bir nurlu gecede; bir sadık rüyada gördüğü Hz. İbrahim’i... Toroslar’ın zirvelerinde, elini uzatsa tutacağını sandığı gökyüzünün ötelerini..
Daş Memed, bir Avşar Çobanı; belli..
Sağ omzunu Toroslar’a yaslamış..
Kabe'nin etrafına, yıkanmış buğdaylar serpilmiş de; bembeyaz güvercinler üşüşmüş gibi beyaz elbiseler içinde mümine hanımlar el ele, ürkek ve gözlerinde ışık ışık bir sevinçle Kabe'yi tavaf ederler... Bu nur yüzlü kadınlar, birbirlerini kolaylıkla tanısınlar, kaybolduklarında kolaylıkla bulunsunlar diye kar beyaz tülbentlerine çengelli iğnelerle çeşitli renklerde kadife, yün ip veya ipek kumaş iliştirirler.. Osmanlı Revakları'nın gölgesine çekilip Kabe'nin etrafında dönen insan seline nazar ettiğinizde; rüzgarın rengarenk kır çiçeklerini bir tatlı esintiyle savurup durduğu hissine kapılırsınız...
Gelincikler, papatya, mavi kır çiçekleri
Bir bahar yağmuruyla ince ince yıkanmış
Durulanmış, Güneş'le; pırıl pırıl bir rüya...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!