Olanca kulluğumla selamladıktan sonra serin sularını boğazın,
Çürümüş akasya yaprakları boyunca,
Diri gül mevsimini müjdeleyen
Polisi bol otobanların sırasınca
İçerilerine koştum ey İstanbul’um.
İmgeler çorbam,
Olanca yakamozuyla
Los Angelos'a, bolca kırmızı neonlu,
İzbe bir otel odasına,
Taze kesilmiş bilekten,
Özgürlüğe delilercesine akan,
su meraklıdır, dinlemeyi sever....
-neyin var?
-bilmem...arıyorum herhal...
köylü otudur ayrık, bilmez süslü konuşmasını, hani örste demiri döver gibi konuşur, ara ara, külçe gibi ağır...
Olacak her şey
Olmasın dünyadaki
Yerlerine olmayacaklar olsun.
Aşık ol bana
Sevme sevdiğini
Ölmesin insanlar
Beyazlı bir vapurun bacasına kazınmış,
tomurcuğa durmuş güldür hasretin….
Gözlerinle ezilmiş
Bir avuç dokudur bu yürek,
silisyumun
kibirli pırıltısı
can buluyor
çekiç seslerinin
puslu tınısında...
sıkıntı;
İlk gördüğümde seni,
Yüzünde sevgiler uçuşuyordu.
Gülüyordun belki, belki mutluydun.
Sevmiştim bende seni.
İlk ağladığında ise,
karanlıkları yırtıpta gelen
bir hüzme ışık gibi
doğuyorsun gönlüme.
içimde biryerlerdesin,
görmesemde hissettiğim.
bilmesemde sevdiğim.
Giz dolu bir sokaktan
Düşüncelerle geçiyordum ki
Bir eskiciye rastladım.
Eski hatıralar, eski zamanlar alıp,
Ümitlerle takas ediyordu.
O geçtikçe, her sokak lambası
...t1 ve t2 zaman aralığında, çiğ olup günüme süzülen, sülük misali yapışıp düşlerime, kızıl umutlarım içen, tek yarime, o tanrısal efsunlu karanlığa, maviş cellatıma...
-.-Nadim Nida-.-
Ey elmas kadar varsıl,
Kömür karasından ketum gökler!
Ölüm meleğinin
Kelime terbiyecisi dostum...
bu ismi tarih
unutulmayanlara yazacak...