Hadi bir yudum daha çek. Yoğun bir duman daha çıkar. Sonra bir elvedaya sarılı kefenle kon toprağa. Hoşçakal bile olmasın bu köhne dünyaya. Umursanmayacağın aşikar. Bu günün elbet yarınıda var.
Kaydoldum.
Sensizliğin dibine vurdum.
Yeri geldi dost oldum sana.
Koynunda ağladım, sırdaş oldum.
Uyandım ve bittim.
Ben senin sevginde, kaybolup gittim.
Sen aklıma düştükçe canım yanıyor.
Ve geçer dediğim hiçbir acım geçmiyor.
Maziyi hatırladıkça kor oluyor yüreğim.
Aklıma getirdikçe seni
Ölüp ölüp diriliyorum.
Yüreğimin incitmediği can parem iken, dilimin lütufsuz bıraktığı ıstırabım oldun.
Göğsünde yatarken kurduğumuz hayallerin, narin çiçeğiydin oysa.
Sokak lambalarının altında gözlerinin ahengiyle tuttuğun ellerim, tutunamıyor artık yaşamaya.
Kör kurşuna gelmiş bedenim, dört duvar arasında özleminde hapis.
Ne kadar anlatsam da sana kendimi, artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Ve artık hiç kimse, senin beni sevdiğin gibi sarılıp dokunamayacak.
Saymayı yeni öğrenen çocuk gibiyiz her birimiz.
Bir o kadar meraklı.
Bir o kadar heyecanlı.
Bir o kadar sevdalı.
Hayata hep sıfırdan başlayan,
Sevdiğin insana kötülükte inat etme.
Seviyorsan dik dur ve hissettir.
Seven arasındaki inat, kuru gürültüden başka bir şey değildir.
Bil ki hayat kısa.
Demedi deme
Bugün senin doğum günün.
Açtın o güzel gözlerini yeni bir nefes oldun dünyaya.
Benimde can bulduğum, ilk defa ben olduğum yeni bir hayata merhaba dedin.
Bugün senin doğum günün.
Biraz buruk, biraz tebessüm edercesine yaşıyoruz birlikte.
Hadi bir sabah vakti,
Ezanlar okunurken duam ol,
Duamda ol.
Bedduamdan uzak,
Her daim yüreğimde ol.
Hiç tereddüt etme gel gönlüme,
Rüzgarla savrulan, kâğıt parçalarına yazılan bir şiirin aşk hikayesi.
Hayatı tarumar eden bir elveda.
Uzunca bir yolculuk vakti, zaman kısa.
Bilet sadece gidişlik.
Çıkışı olmayan bir şehir kapısı.
Şu yaşamaya değmez dünyada, bir gün görmeyecek miyim? Hep ağlayacak, hiç gülmeyecek miyim? Dert üstüne dert. Bilmiyorum, yaşamaya mı geldim, yoksa sürünmeye mi ? Suçum ne idi ki, hayat bana karşı bu kadar zalim davranıyordu. Suçumu anladım. Suçum, şu yaşamaya değmez dünyada yaşamak. Her şeyi paradan fakat bir taşı bile beş kuruş etmeyen dünyada yaşamak.
Dert üstüne dert dedim ya; sevmek istedim kalbim sevdi fakat karşımdaki beni sevmedi, gülmek istediysem de yüzümü güldürmediler. Sanki bana verilen, gülmesini bilmeyen mübarek bir yüz, bir de sevilmeye layık görülmeyen bir kalp.
Daha çekeceğim kim bilir ne dertler var. Gurbet ellerde sürünmekten tut, kuru bir ekmek , birde kireçli suya talim gibi. İsyan değildir bu kelimeler, yalnızca sitem.
Haddime mi düşmüş birini sevmek ve ona kendimi sevdirmek. Zaten sevgi, bir pantolon, bir ayakkabı ve paradan ibaret. Kaderimiz böyle yazılmış arkadaş çile hamurunda yoğrulmak. Olacak tabi bunu yaradan yazmış kim bozacak.
Herkes sevincinden sevgisini, dağa - taşa, duvara - ağaca yazar olmuş. Kaderim ya bu benim, bu kader benim bir anlıma yazılmış birde kalbime. Yaşamak için iki çift elbisem bir de hücrem var. Hani atalarımız demiş ya ! ‘’DAMLAYA DAMLAYA GÖL OLUR.’’ Dertler de aynı şekilde damlamış, daha açıkçası damlamaya başlamış üstüme. Birikip derya olmuş. Bense kalmışım içinde yüzmesini biliyormuşum gibi. Nereden bilirdim beni boğacağını, elimi uzattım kurtulmak için ama nafile, şeklen el uzatan çok fakat tut diyen yok. Etrafıma baktım bir ben değilmişim bu dert deryasının içinde, yüzlerce binlerce insanca yaşamak isteyen benim gibi garibanlar. Bir de insanca yaşamanın hayali…
Dedim ya ! Daha çekeceğim kim bilir ne dertler var. Olacak tabi, dert olmasaydı anlaşılır mıydı sevincin değeri.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!