Ne zaman yerde kurumuş bir yaprak görsem,
Sen gelirsin aklıma…
Ne atlarım üzerinden,
Ne de basarım.
Elime alır,
Ekmek misali öper,
Engeller çıksa da önüme,
Vazgeçmem bu sevdadan,
Namus misali baş koymuşum,
Canımı alsa yaratan...
Hayat oynasın oyununu,
*ötenazi: Tıp dilinde, isteyerek yaşama hakkına son verme hali.(intihardan, ayrı tutmak gerekir.)
Bana, bir zamanlar can damarım kadar yakın,
Şimdi ise,dünyanın kuzey kutbu misali uzaktaki sevgili,
Gittiğin günden beri yalnızlıkları oynuyorum.
Nerdeyim?
Hangi dönemecindeyim yolun…
Yitik göklerin, bitik denizlerinde mi?
Mecnun’dan kalma ıssız çöllerinde mi?
Bir varmışım,bir yokmuşum…
Kim tutuşturdu, bu yanan çırayı?
Ben varoşların semtinde doğmuşum.
Var olmuşum, ama yok olmayı becerememişim…
Ankara’nın üç katlı eski Yenimahalle evlerinde,
İki odalı bir fakirhanede geçti çocukluğum.
Bir lokma ekmeğe muhtaç olduğumuz günleri asla unutamam.
Borçlarımız nedeniyle, malulen emekliye ayrılmak zorunda kalan,
Bilindiği üzere her yıl 18 Mart’ta yurdumuzda Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü etkinlikleri kapsamında törenler yapılmaktadır.
18 Mart Şehitler Günü ve 19 Eylül Gaziler Günü'nde Yapılacak Törenler Hakkında Yönetmelik 24.08.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, 18 Mart’ta Şehitler Günü, 19 Eylül’de de Gaziler Günü adıyla anma törenleri düzenlenmektedir.
O halde şehit ve gazi kelimelerinin anlamları üzerinde durmakta fayda vardır:
Takıntılı aşk konusuna geçmeden önce aşkın tanımı üzerinde durmakta fayda var. Aşk, aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi anlamına gelir. "Bu akşam ölürüm, ya benimsin ya toprağın, ölümüne sevda, esirin oldum" benzeri cümlelerle şarkılarda sıkça geçen kara sevdalar yoksa birer hastalık mıdır? Mecnun bu devirde yaşasaydı yine Leyla için çöllere düşer miydi? Ya da çağın aşıklarına uyup sürekli Leyla’nın çevresinde dolaşır, radyolardan onun için şarkı ister ve duvarlara “Seni seviyorum Leylaaa!” diye yazar mıydı? Ferhat, Şirin için dağları deler miydi? Yoksa Şirin’in derdine Boğaz Köprüsü’ne çıkıp “Şirin gelmezse kendimi atarım” naraları atar mıydı?
İnsan aşık olduğu kişinin onu istememesine hatta yanına yaklaşmaması için mahkeme kararı çıkartmasına rağmen sevmeye nasıl devam eder? Her türlü hakarete rağmen neden onun çevresinde dolaşır, telefonlar açar, yollarına güller döker. Hatta aşkı için ölür ya da sevdiğini öldürür. Uzmanlar bu duruma takıntılı aşk adını veriyorlar ve takıntılı aşkları hastalık olarak değerlendiriyorlar. Sadece takıntılı aşklar değil, literatüre geçen birçok aşk hastalığı var ve aşk hastalıkları o kadar çok yaygınlaştı ki artık liselerde bile aşk cinayetleri işleniyor. Aşk vakaları ve cinayetleri gazetelerin üçüncü sayfalarından manşetlere taşınıyor.
Uzmanlar anlatılan bir duygu da olsa aşkın, beynin fizyolojik, yapısal, işlevsel durumuna bağlı gelişen bir olgu olduğunu söylüyorlar. Kişinin kopamadığı karşısındaki kişi değil, kendi zihninde idealize ettiği kişidir. Kopamama nedeni de sevgi ihtiyacı, yalnız kalma endişesidir. Günümüzde diziler, şarkılar, filmler hep aşktan söz ediyor. Hatta liseliler arasında aşık olmayan ya da aşkı olmayanlar dışlanıyor. Bunun nedeni ise, gençlerin ailede görmediği sevgiyi dışarıda aramasıdır.
Şaire şiir yazdırır, ressama resim çizdirir,
Ferhat’a dağlar deldirir, Mecnun’a çöller gezdirir,
Başını belaya sokar, adamı ipe dizdirir,
Mavzer, kurşun gibi yakar, üzüm karası gözlerin.
Bakmaya doyamaz kimse, görenin dili tutulur,
rüzgar ıslık çaldı
yâri diledi
dalga geçti heral
gönül eyledi
son kuşlar da terk-i diyar eyledi
hadi güzel canlar
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!