O kolyenin gümüşünü
Nereden çıkardılar?
Kaç kölenin ümüğünü
Söküp de kopardılar?
8 milyon siyah, yerli,
Daha az sıcak olan,
Yakabilir mi daha çok sıcak olanı...
Bu yüzden hedef bilmiştik kendimize,
O yanardağ ağzını...
Ovalara ateş getirmiş ellerimizle,
Sıcak kumlara alışmış çıplak ayaklarımızla, modernleşme çöllerinde...
Güneş, yavrum, bir güneşten fazlası...
Sen bakıp da yalnız güneşi mi gördün, iyi bakmalısın.
Orada yavrum, kaynağı var yaşamın,
Bitkileri doğrultan güç, ağaçları ayaklandıran.
En çok çocukları sever güneş, yavrucuğum,
Kent gürültülerinin uzmanı oldum,
Uzman gürültübilimci ben,
Biliyorum şimdi Vietnam’ın rüzgarları,
Ne yönden gelir, ner’den nereye eser...
Sabah altıda çalışmaya başlar işçiler,
Ellerimizle yüzümüzü kapatmışız
Ve eski haline dönmesini umuyoruz herşeyin,
Açtığımızda yüzümüzü.
Ama öyle olmuyor işte, olmuyor işte, olmuyor.
Kulakta minik bir küpe, eksik dişlerimizle,
Hanoy’un kaplumbağası
Bir 120 yıl daha yaşayasıydı
Ecel ömre engel olmasaydı.
Bir göl vardır Hanoy’un göbeğinde
Sularda yaşayıp duracaktı sessizce
Hatırlar mısınız,
Bacaklar yorgun,
Arşınlamakta idiydik ıslak sokakları....
Pencere önlerinde zarif saksılar?...
Çiçek Pasajı henüz açıktı....
Muhasebe yaptığım yerlerdir genellikle,
Her ülkede havaalanları.
Bir bitişi ve başlangıcı imler onlar çünkü.
“Ne yaptık ve bu yol nereye doğru?”
Dedirtir havaalanında bekleme salonu.
Hayat, bir süzgeç, arkadaşlıklar için.
Nice yakın arkadaşla ayırdık yolları,
İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler için,
Ama kimi doldururdu gerçekten, bakınca ayrıntısına işin.
Arkadaşla iş kurmayacaksın, bu bir.
Kırmızı potinlerinden tanıdım seni,
Beyaz şapkandan, yeşil şalından.
Uzaktan, çok uzaktan tanıdım seni.
Geriye baktığında yakın denecek kadar uzak,
Ama geride bıraktık herşeyi, hep ileriye bakarak.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!