Öyküleriyle gittiler onlar, şiirleriyle,
Şarkılarla türkülerle gittiler, düşünceleriyle.
“Nereye uçar turnalar?” diye sordu biri.
Yandı “küçük bir pervane” gibi bir diğeri.
Önce gözleri yandı bu kentin, bu ülkenin,
Pagodalarla mağaralar arasında,
Bir tepe var bakabileceğimiz hayatımıza.
Şöyle uzaktan, başkasıymışız gibi,
Şöyle derinden, hiç doğmamışız gibi.
Barajlar su çektiği zamanlar Paprika,
Kavuştuğum anlardır sana.
Hepsinde seni teşhis ederim, tüm kemiklerde,
Çünkü sen Yugoslavya’sın aslında,
Yugoslavya, Yugoslavya.
Kuruluyor pazarlar, dolup taşıyorlar amma,
Boşalacak buralar kalmadan akşamına....
Yok işte yeni bir şey, peynirci cephesinde....
Dil peynirim var benim, dile benzer, kayar dilde....
Dertlileri cezbedecek tatlı dilim de,
Postane’deki memuriyetim?...
Evet efendim, çok eskidendi,
Postane’deki memuriyetim....
Çok söz bulamıyorum söyleyebilecek,
Memur yaşamıydı bizdeki işte,
Yazık ama gerçek bu, siliniyor bende yüzün....
Gün geçtikçe....
Buğulanıyor pencerenin dışındaki tüm dünya,
İnanır mısın?...
Daha çok uzaklaşıyoruz dünden, -bu gerçek-
Gün geçtikçe....
Gözlerimin önünde binlerce saat kulesi…
Çan kulelerinden bozma, ner’deyse hepsi…
Dün ne idiyse çın çan, ahali için; o, şimdi, tik tak tik tak tik tak…
Bir düzen gelsin diye mi karınca yuvası kentlere,
Çünkü, değil mi, toplanmaz onca taş boş yere…
Kimi zamanlar canım sıkılır,
Boşuna okuyup boşuna yazıyoruz diye.
Kim okuyor ki bir kere?!
Sen ben bizim oğlan.
Artmış sayısı yayınevlerinin.
Sen bir sessin yalnızca, benim için, artık.
Ve herşeyi sesinden anlamalı şimdi...
Üzüldün mü? Sevindin mi?
Geçiştirirken konuyu
Evlenip evlenmediğini sorduğumda,
Konuşmak mı istemedin,
Hangi çubuk bırakmış o izi, belli değil başlangıcı bitişi.
Bir deniz canlısı da kuma takılmış, bir deniz anası,
Adımlarımız arasında, belki de, iyiden iyiye yaralı.
Artık derisi çatlamış, karaya vurmuş yavru yunusun.
Donmuş kalmış yüzünde, o güleç bakışı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!