Ben sana kalbimi verdim
Sen "aklımda" diyemedin!
Ne yani! ben mi kazandım?
Yazık! Masum bir kemiği,
Bi de buna alet ettin!
Hadi ordan arkadaşım,
Sen bana yalanlar fısıldasan,
Ben de dinlesem masal niyetine.
Sonra öylece ufka dalsam
Ve Herşeyi unutsam mavide
Ölümü bile..
Gülümsedin "nasılsın? "derken bana
Gülümsedim güneşin sıcaklığına
Ne zamandır bozuktu aramız oysa
Ben gölgeme saklanmıştım,
O bulutların arkasına.
Bir şarkı duydum sonra,
Ucu yanık mektuplara üzülürken yürek,
Şiirler su gibi akardı,
Peki Şimdi, aşk "mesaj okundu"lara nasıl sığardı?
Ne zamandır evde oturduğumu kendimi dış dünyaya kapattığımı hatırlamıyorum. İzne ayrıldığımdan beri bütün günümü evde kanepede uzanmış televizyonun kanalları arasında gezinerek ve sokaktan gelen sesleri dinleyerek geçiriyorum. Ara sıra pencereden dışarıyı seyretmeye kalktığımda da tam karşıda birini bekler gibi boş gözlerle bakan köhne binayı görüyorum.
Tüm sıvaları dökülmüş bu tek katlı metruk bina her zamanki gibi sessiz sedasız etrafını seyrediyor; hani öyle düşüncelere dalıp gitmiş ve hayatın artık şaşırtamadığı yalnız bir kadın gibi. Ona bakanları fark etmeyecek kadar dalgın, kendini çevresine kapatmış bir kadın. Sırtındaki yükü taşıyamadığı için çöken duvarlarına sarılmış sarmaşıkları bile hissetmeyen, havanın kararmasıyla ışıklandırılan binaların arasında kaybolmuş bir kadın. Tıpkı benim gibi.
Ben de pencereden etrafı seyrederken bir süredir sadece onu ve ilişkimizi düşünüyorum. Başta pek sevmediğim yönlerini düşünerek onu kendime kötülemeye çalıştım. Örneğin çok bencil bir insandı. Esprili konuşmaları ve sıcak gülümsemesiyle sevimli geliyordu ve ilgi çekiyordu ama aslında kimseyi sevmiyordu. Onu ne kadar tanıdığımı bilmiyordum. Ama geriye dönük düşündüğümde onun bencil, acımasız, düşüncesiz hatta kaba, yorgun olduğunda sinirli olduğunu görüyordum.
Onu arkadaşlarıma anlatırken kızıyorum, küfrediyorum. Giderek daha kızgın olmamdan kendime zarar vermemden korkuyorlardı. Oysa şimdi bir insana beni sevmediği için kızamayacağımı biliyorum ya da benimle ilgili heyecanları yok diye.
Peki, neden kızıyorum o halde? Bilmiyorum. Belki de kızdığım o değil. Kızdığım ne? Aslında kızgın değilim ki kırgınım. Benim onu koyduğum o yerde durmadığı için kırgınım. Hayallerimi öksüz (doğru kelime mi?) bıraktığı için kırgınım. Ama bu suç mu? Onu oraya koyan benim, orada olmak istememesi doğal değil mi? Bir insana zorla aşk kabul ettirilebilir mi? Ya da onun hayallerine müdahale edilebilir mi? Şairin dediği gibi elmayı seviyorsunuz diye o da sizi sevmek zorunda mı? Elbette hayır.
Dürüst olmalıyım hakikaten kızgın değilim. Kırgın belki. Ama kızgın değilim. Acı bana o kadar çok şey öğretmişti ki onu bağışlamıştım. Hatta ona acıyor, onu küçük görüyordum. Benim ne istediğimi, ne beklediğimi anlamadığı için acıyordum; melankolik, bilgiç bir tebessümle etrafını izleyen o metruk ev gibi bilge olduğumu düşünüyordum.
Mutluluk,
Onu arıyoruz her yerde
Çok uzağa gerek yok gitmeye
Aslında sadece bir "AN"
Farketmeden yaşanan!
Yalnızlığım
Şiltemin altında bir nohut tanesi
uykularımı bölen
O gün!
Tek bir ağaç için,
Koca bir orman ayağa kalktı!
Ve
Yalnız değilsin diye seslendi!
Saklama artık düşlerini!
Haberini ansızın aldığım ölüm,
Uzak bir anının unutulmuş parçasıydı,
Bir saniyesine bile hakim değilken yaşananların
Aşk için üzülmek ne büyük yalandı!
15 olduğumda
Ne zorlanmıştım?
Büyüdüm diyordum,
Kimse inanmıyordu.
Sonra 25 oldum,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!