Gözlerini gördüm bugün. Gecerken yanından sakladığım gözlerim, ellerimden kaçıverdi. Gözlerin gözlerimin izini nasılda hemen buluverdi. Nasıl özlemişim. Biliyorum çok kısa ziyaretin, yarın gideceksin, bende yine bin bir iz bırakıp yine beni darmadağın ederek. O birkaç saniye zaman ölçeğinde çoktan geride kalmış olsa da ben de o saniyelerin içinde kaldım sanki, gözlerin gözlerimden hiç gitmedi.
Serme üstüme o aklımı çalan gülüşlerinin pembe rengini. Serip de takma aklımın yürümeye çalışan ayaklarına yüreğimin çelmeğini. Serpme kirpiklerime o bal gözlerindeki menevişlerin koyu rengini. Çek ellerini rüyalarımdan, topla tüm gülüşlerini, tüm sözlerini, beni zamanlı zamansız benden alan sana ait her şeyi, topla ve kilitle yalanlara uşak olmuş yüreğine. Gönderme kalbinin çizdiği resimleri, oturulup düşünülerek kurgulanmış düşlerini. Geçtiğimi bildiğin her yola sendelemem için bir kuyu açma her kuyu dibine saklanıp yine kucağına düşeceğim avuntu sözleri diline dolayıp bekleme. Sinme gecelerime, oturup seni uzaklarda andığım her noktadan çıkıp gelme. Silkinme günlerime bahar kokunu, güneş sıcaklığını bırakmasın, çık bulandığın kahve kızıl topraktan ayaklarıma onlarda dokunmasın. Karıştığın her şey gibi sigaramdaki zehir olup dolma ciğerlerime. Gönlümün zehiriyken bir de bedenime girip sinsice varlığını çoğaltma. Kendimden kaçmak için yolları arşınladığımda sendin kaçtığım, dalgaların arasına karışıp yollarımın sonundaki sahilde beni karşılama, kendimi dağlara vurduğumda yamaçlardaki yankılardan topluyorum içimi delik deşik eden sesini. Sus Allah aşkına sus, artık tek kelime etme, duymak istemiyorum yüreğinin o yalandanda yalan sözlerini. Sana en son aldığım o kırmızı hırkayı da giyme; giyip de günün bittiği yerde gözlerimi kana bulama gecenin ızdırabında ben varım ve yine kan çanağı gözlerindeki kanım dercesine yüreğimin sana duyduğu aşkı pervasızca yüzüme vurma. Kalbimin kapısı sana ait ne varsa toplayıp gitmen için sonuna kadar açıkken, gururunu kalkan yapıp ısrarcılığına inadı katıp, her an yaramı derinleştirmek için çabalayıp durma. Kendini kendinle çoğaltmaya çalışma. Sen ne yaranı sarabilirsin, ne olanı silebilirsin. hiçbir sevimli tebessüm, hiçbir bahar yeşili bakış yüreğinden çıkmamış hiçbir söz yüreğime indirdiğin darbeyi tamir edemez. Felç inmiş kalbime artık senden gelen hiçbir şey nüfuz edemez.
İçimde dolaşıp duran harfler var. Kelimeler ve cümleler var yakalayamadığım. Bir türlü bir araya gelemeyen, ama var olduğunu hep bildiğim...
susmak...
ruhun kendi içindeki fırtınasının elbisesi. bazen ıssız, bazen yakıp yıkan. boğuştuğum o büyük dalgaları yenme çabamın adı. suskun yine kelimeler. yaşadığım yarattığın fırtınalarda yolunu kaybeden düşüncelerim.
şimdi fırtınanın dinmesini bekleme zamanı. beklemeyi öğrenmiş yüreğimin daha yorgun çıktığı sabahlarda daha büyük aklını alıp götüren dalgalar. korkuyorum korkularım dağ gibi. fırtınalar bile dağıtmaya yetmiyor dağ başındaki güvensizliğimi. sadece bekliyorum bir gece vakti belki uyanırda bulurum fırtınanın her nereye bırakacaksa atıp fırlattığı beni.
Kırmızı bir şal atıp gecenin üzerine
Karanlıklardan çalıp gözlerimin rengini
Yürüyorum sana doğru
Yıldızdan yıldıza adım oluyor
Ayın saçlarına tutunup köprüler kuruyorum
Gecenin içine yürüyorum
Kalbimin sağanağına yakalanıyorum. Çılgınca koşarak sığınacak bir yer arıyorum. Hiçbir çatı üzerimi örtmüyor. Sel akan sokaklarda, nehir gibi akan yağmurun altında kalıyorum. Kaçtığımsın, sığınmak isteyip de sığınamadığımsın. Her damlayla toprağımda binlerce filiz verip çoğalansın. Oysa hayat bulmayasın toprağın kalbinde öylece solasın diye nicedir tarlaları çoraklığa kuraklığa kiraya vermiştim. Sürüp, bakmadığım topraklar erozyona uğrar, kayalara taşlara sırtını dayar zannetmiştim. Oysa bu suskunluk, nadastaki tarlalarının bereketini, yağmur olup getirdi. Altın rengi başakların boyun büken taneleri gibi boynum bükük kalıyordu yağmurlara. Her içimden geliş geçişlerin bir hayalden öte ruhumun dokunacağı kadar gerçek yapıyordu seni. Yanımda olan insanların dokunamadığı yerlere sızıyordun bir yağmur damlasının yerle buluşmak için gösterdiği telaşın çabukluğunda. İşlediğin hücrelerimi dolduruyor sığmıyor taşıyordun. Yağmurun bulutlara sığamayıp kendini yeniden bulutla buluşturmak için çıktığı dolambaçlı yollarda karşılaşıyordum seninle. Ayın büyüsüne kapılmış denizin onun peşine takılıp sınırlarını aşması sahili özlemle koynuna alıp sarılışı gibiydi haberin olmadan yaşadığım özlem dolu buluşmalar.
Ayın ışığını gölgesine alan gri bulutlar çıkar gelirdi özlem dalgaları kalbimin duvarlarını okşadığında, içini içime döker gibi bir sağanak başlardı, en küçük kelimelerle konuşur buluta olan aşkını anlatırdı. Kavuşmalarında ve ayrılıklarında çoşan duygularının ifadesiydi yeryüzüne topraklara dağlara taşlara derelere denizlere çiçeklere böceklere karışan su zerreleri. Kimi zaman sadece saçlarımı ıslatan kimi zaman sırılsıklam tüm varlıkları kollarına alan sağanaklar geçiyor kalbimin üzerinden. Kalbimin her hücresinde sen. Ruhum bi mecal kalıyor içimden sen gelip geçerken, sağanaklar ayaklarımı kesiyor, ben sığınacak bir çatı arıyorken. Arayıp ta her arayışta kendimi gri bulutlarla baş başa buluyorken. Yağmurun minik elleri tutuyor ellerimi, dokunduğu bedenimden sızıp ruhuma en sessiz kelimeleriyle, unutmak diye ayrılık diye bir şey yok bu bizim yalanımız mısralarını fısıldıyor, tüm şarkılar ayrılığımızı belgelerken yağmurun sesi yüreğimin bulutlarda yankı bulmuş haykırışları, yalanlıyor tüm şarkıları tüm mektupları tüm kırgın mısraları. Sen görünmez bir bedenle bedenime dolanmışken ruhunun yansımaları halen ruhumda suret bulurken yüreğim hala yüreğine bıraktığım parçası için böyle ağlarken ayrılık kelimesi bir yalan oluyor biz cümlesinin sonuna eklenmiş. Hayat eteklerini sürüyüp giderken en gerçek haliyle, senden kalan tek gerçek oluyor bende kalan yağmur yüklü bulutlar.
Hüzün yağıyor güneşin her zerre ışığının ucundan. Sıcaklığıyla sarmaladığı kadar yalnızım oysa. Yollarda kalabalık arasında gözlerimin yaşlarını saklayarak dolandım tüm gün dudağımda eskilerden kalma bir türkü. Yararak geçerken insan yığınlarını çarptığım her hayat üzerimde iz bıraktı. Tüm tanıdıklığa rağmen hepsi ayrı bir koku. Ne çoklar ne kadar çokluklara inat yalnızlar ben de işte onlar gibi sıradan bir yaşam o kalabalık arasında kaybolan. Her şeyi paylaştım da seninle bir yalnızlığımı paylaşamadım tüm yakınlığına rağmen kalbimin o çiçeğini seninle açtıramadım. Sana bize dair söylenebilecek her söz geçti içimden de hüznümün sebebini anlatmaya yetmedi hissetmekten uzaktı kalbindeki alıcılar. Her defasında dağlardaki yankılar gibi kendi anlattıklarımı kendimle paylaştım sana duymak istemediğin içindi belki de duyuramayışım. Gelecek diyor dudaklarım gelecek…. Ardına hiçbir mutluluk kelimesini koyamadığım. Seninle yada sensiz taşınan bir sevgi kefeni bu sırtıma atıp ta yıllardır aşındığım. Ne varlığın çoğaltıyor ne yokluğun azaltıyor. Anlıyorum yavaş yavaş kelimelerle örülen düşler kalbimin rüyalarının karşılığı değil. Bir gün varlığınla yokluğunun belli belirsiz olduğu bu sevda tamamen sessizlik giyinecek. Bil ki uzaklığından azalmıyorum ama yeni filizler verip çoğalamıyorum da. Belki de büyüyebileceği geniş toprakları yok kalbime ektiğim çınarın. Nefes bile alamadığım niçe günler geceler aşıyorum sense bahara uyanmış bir papatya edasıyla hayata gülümsüyorsun. Aşk arsız arsız yanlızlığımı besliyor, mevsimler değişse de benim için yağan hep hüzün oluyor. İçimdeki çocuk küçük ellerinin şefkatinden mahrum. Neden bir yabancısın ve neden gözlerindeki ışıltılar bir yangının harından sıçrayan kıvılcım değil. Bu sevda masalını ben yazıyorum sen sadece oynuyorsun. Çok inandığın iyi bir işe baş koymuş hayatına iyi diye imza atabileceğin bir fırsat gözüyle ve tabi sevgime duyduğun güven hissiyle. Bu yüzden ben yazıyorum ya, yaşadığımı yazıp yazdığımı yaşıyorum. Oysa senin yazacağın o masala ben sığmıyorum. Bu yüzden adı belki de aşk ben de soluk bulanın ve o yüzden sonu hüsran can alıcı tüm diyalogların. İçime girmiş olabilirsin içimde yaşıyor olabilirsin ama bil ki kalbimi ellerinle tutabilecek kadar yalnızlığımı yarmış ve onu aşmış değilsin. Bir duygu bu seni bende yaşatan sadece bir duygu. Görülmedik yaşanmadık sevgiliye duyulan bir özlem bu. Kimi zaman aşkın hüzne kimi zamanda hüznün aşka yağdığı bir döngü bu.
Öyle kocaman ve öylesine doyumsuz tadı olan. Sen gerçek olup ta dokunamıyorsun uzaklığından. Bir gün uyanırsan benim duygularımdan örülmüş bir sabahla o zaman anlarsın yalnızlığın koynundaki aşkın nasıl içini yakıp canı acıttığını. Tek başına yaşayan bir ağaçın sessizliği sonsuzlukla paylaşmasının hazin hikayesini yazarsın o sabah uyandıktan sonra dallarında oynayan çocukların yokluğuna ve onların seslerine duyduğu özlemi anlarsın. Neden gövdesinde hiç çizik olmadığını sorarsın, ağaçlar tüm dünyayı duyabilir ama onu sadece onun gövdesi altında oturanlar hissedebilir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!