Her şey yıpranıyor işte, doğum ve ölüm arasındaki rüyada. Birileri giderken başkaları geliyor bu kazan dipli dünyaya. Hepsi birbirinden farklı, tüm benzerliklerine rağmen. Yıpratıyor bu iki durak arasındaki yol son durağa yaklaştıkça. Yıpratıyor işte zaman üzerimizden geçtikçe kaybediyorsun yavaş yavaş tüm güzel şeyleri. Buradan anlıyorum bittiğimizi, buradan anlıyorum bitmez dediğimiz sevgimizin yıpranmış bir duygu gibi içimizde kaldığını. Sevinçler sözler şiirler heyecan ve hevesler hepsinin ortak adı hayaller, hepsi zaman onlara dokununcaya kadar var. zaman üstünden ezip geçene kadar saklı güzellikleri. Akan çılgınlığım duruldu, kendi halinde unutulmuş bir göl, bir su birikintisi gibiyim. Ay ışığının vurduğu ıssız dağlarının koynunda saklanmış ve yalnızlığı sevgisi kadar yıpratmış.
Hayat geçip giderken bir şeyler de onunla beraber gider. Değişir yavaş yavaş mevsimler yıllar, eşyalar, insanlar. Bazıları keskin değişim geçirse de bazıları sessiz sedasız bir değişim geçirir. Sen değiştiğini söylesen de hiç değişmedin. Suspus gelip gidişlerini izlerken bizi kırık bir mızrap gibi kenarda bırakan sert uçlarını bileyip bilemediğini merak ederdim. Bir adım atıp yolunu kesmek vardı, üzgün duran yüzünün anlattıklarını gözlerine sormak vardı ama beni tutan bir şeyler de vardı. Bilirsin aceleci adımlardan kaçmışımdır, suskunluğu giyinip beklemek daha bir ben yapar beni. Sabrımı sabrınızla ölçmek çok bilinçlice olmasa da o arada geçen süreyi anlamlandırır aslında. Bu süre yaşadıklarımızı, ömrümüzü törpüleyip geçenleri ne kadar süzdüğümüzün bir göstergesi. Çok üzüldük, üzüntüler yıprattı içimizde tutunmaya çalıştığımız umutlarımızı. Kırılgan merdivenlerden tırmanmaya çalışıyorduk umutların olduğu bulutlara. Tırmanmaya çalışıyorduk ve bastığımız her basamak parçalanıyordu ayaklarımız altında. Geri dönüşü olmayan kayıpların adıydı bunlar. Tutunduğumuz ağaçta ellerimizde kalınca uçurumun içinde yüzer bulduk kendimizi. Şimdi geçmiş geri gelmeyeceği gibi gelecekte artık elimizde değil. Hala en çok düşündüğümsün. Binlerce pişmanlıkla ördüğünü, duygularınla sıkıca bağladığını, söylediğin bir köprü atmaya çalışıyorsun düştüğüm uçuruma. Çıkmam ve yeniden tırmanmam için. Öylesi yüksekti düştüğüm yer bağladığın hiçbir düğüm yetişmiyor, hiçbir basamak sağlam gelmiyor. Garip bir his bu, hani şu anlatmayı beceremediklerimden. Usul usul soluk alırken kalbimin konuşmasını bekliyorum aslında. Şimdilik duyduklarım ayağa kaldırmıyor beni. Anlaşılması zor birisin. Kalbin kötü değil bunu biliyorum ama içindeki o haylazla hala baş edemiyorsun. İçindeki sen dört nala koşuyor hala, benliğine dur durak yok henüz. Sen kalbinin sesine özgürlük tanımamışken çığlık atmayı içindeki diğer yarına bırakmışken değiştim diyemezsin. Söylemek kadar kolay değil yaşamak. Bu düşüşten hissettiğin acım olsaydı içindeki atlar su içmek için bir nehrin kenarında dinleniyor olurlardı. Sen değişmedin, değişemezsin de. Bu dünyada en yavaş değişimi insanlar yaşarmış. Fark etmekten geçiyor bu işin sonuç bulması. Yaşadıkların yüreğini titrettiğinde artık hayat farklı bir melodiden şarkını söylemeye başlıyor. İşte değişim bu. Nedenini bilemediğim bir üzüntü, içinden geçen. Ama asla seni değiştirecek kadar derin değil. Sağlam bir duruş seninki, hiç taviz vermeyen ve bunun adına hala aynı yanlışları yapmaya devam eden. Başka yolu yok ki, öylemi. Değiştin anladın öyle mi. Hayır sen beni tanımadığın sürece hiçbir şeyi anlayamayacaksın ve hala beni tanımaktan çok uzaksın. Yada ben bulunduğun dünyadan çok uzak. Uçurumlar serin rüzgarların esişleriyle dolu ve yüreğimi ruhumu sarıp sarmalayan onların elleri. Artık çok geç, bir biz daha çıkmaz bu uçurumdan ama isterdim ki atların soluklansın. İsterdim ki yelelerin rüzgarın ellerindeyken başın dik durabilsin. Aşk sana bunu yaşatabilsin. İsterdim ki yeni çayırlıklarda dört nala giderken dizginlerini yüreğin tutabilsin. Bir dua gibi isterdim.
Aramızda duran kırgınlığı görmezden geliyorum son günlerde. O silinince düşüncelerimden her şey ne kadar güzel…di. Bazen zaman bir kapı açar geçmişte ne varsa en taze haliyle o içine işleyen kokusuyla gelir bir daha yaşarsın o anları o dokunuşları o gülüşleri ayaklarını kesen o rüzgarı. Zaman zaman anılarımız beni ziyaret eder oldu. Gülüşler tekrar takılıyorsa dudaklarıma bu tek sebebi. Görmek istiyorum, o hiç yaşamasaydık dediğim anı anları unutabilecek mi kalbim. Anıların sayfalarını koparmak mümkün mü. Arada bir mektupların geliyor içinden çıkmak tahmin edebildiğin gibi zor, o kargacık burgacık yazınla dolu sayfalarda seni okuyorum. Her zamanki gibisin biraz benim gibi yani. Med cezir e yakalanmış deniz gibiyiz. İçimize sığmayan kelimelerin firarı bu, ulaşmaya ve kavuşmaya çalışıyor bir cümlenin bir parçası olup anlamlı bir yer bulmak istiyor. Yüreğimizin savurduğu kelimeler bu med cezirlere kapılıyor ve en az denizin çaresizliği kadar çaresiz denizin çoşkunluğu kadar hırçın. Dalgalar ayın gölgesine ulaşmaya çalışsa da hiç dokunabildi mi onun o apaydınlık saçlarına. Bir ışık demetinden farklı değil sevdamız. Ayla deniz gibiyiz. İmkansızlık bu sevdanın kaderi. Adını koyduğumuz aşklar çizdi beklide bu sevdanın resmini. Şimdi gidiyorum diyorsun ve ben yine seni yolcu ediyorum bilmem bir daha yolun düşer mi buralara. Gerçe ben sana hiç kal diyemedim ki hiç yine gel dönerim dersen beklerim diyemedim ki. Denizler sığdı içime denizler çırpındı içimde salıveremedim bir damla suyu dur gitme diye. Aramızdaki kırgınlığı gözümden uzak raflara kaldırsam da yaşanmıyor olan bir hayatın eteklerinde tutamazdım seni. bu yüzden affettim gel demedim sana. Senin olduğun her yerden sağanaklardan kaçar gibi kaçıyordum med cezirler çağırdı da beni geldim saçlarının değdiği topraklara.. şimdi yine içinin içimin çığlıklarını duya duya gitme kal diyemiyorum sana. Sahi gitme desem döner miydin yolundan. Bırakırmıydın varlığını hayatımda. Söndürür müydün yaşam ışığını. Bunu senden istemem henüz çok gençsin yaşamadan öl diyemem. Şimdi bir yumruk sıkılı boğazımda ve titriyor gözlerim öylece ufukta kayboluşunu izlemek galiba benim kaderim. Koca bir boşluk senden kalan. Yüreğimi Sen istemesen de elimde olmadan bir melek gibi bırakıyorum ardına. Keşke sana kal diyebilecek nolur gitme diyebilecek bir hayatım olsaydı. Ben hep dürüsttüm inan hiç aldatmadım seni. bir gün neden kanatlarım kırıldı neden uçamadım yanına neden zamanda yaşanacak bir günüm yoktu hepsini öğretecek hayat sana. Bu bir beddua değil bir küçük sıcak nefes dokununca yanağına benim anlatamadığım ne varsa hissedeceksin işte o gece beni affedeceksin. O ana kadar af dilemeyeceğim senden. Benim ki azgın denizlerin elindeki bir sandalın çaresizliği, fırtına diner deme bana fırtınalar zalim olur darmadağın eder geçtiği yerleri. O yüzden sevdalarım hayata atılan tüm çığlıklarım saklı kalbimde. Şimdi sana sakladığım ne varsa başkalarında bulursun inşallah diyorsam bu sana olan sevgimin nişanesidir son kez inan bana. Şimdi gidiyorsun ve yolun açık olsun demek düşüyorsa bana kaderi suçladığım kadar bir suçu da kaldırdığım raflara sakladım bunu da hiç unutma. Bir yanlış anlamadan öteydi yada öyleyse söyleyecek sözlerin olmalıydı ama sen hep sessizliği seçtin. Sessizliğin yeterince şeyi fısıldamıştı keşke bu kadar hoyrat el arasında seninkileri gözlerim görmeseydi. Giderayak kapı arasında bu sitemi de söyledin ya deme, temize çekmek istiyorum seni böyle bir anı kalmasın tozlu raflarda ama sen her zaman ki gibi sessizliğin pelerinine sarılıp şimdi bilinmez bir yolculuğa gözlerini bırakmışsın. Benim bedenen varolduğum topraklarda bir yaşam olsaydı esirgemezdim onu senden şimdi ardına bakmadan git. beraber ektiğimiz sarmaşıklar benim bu dünyadaki yaşamımda tek yoldaşım tek dayanağım ve her şeye rağmen en güzel varlığım olacaklar.
Yumuşacık bir umuttu tutunduğum. Dokunduğumda tüm ruhumun mutluluk neşe kelimelerinin bile tarif edemeyeceği duygularla dolu bir hayatta nefes almasını sağlayan. Hayatta kazandığım benim dediğim ve şuana kadar yaşamımın kazancı olarak görünen ne varsa kaybetmiş olmama rağmen bir ateş vardı umut adında yanan ve beni kaybettiklerime rağmen hep bir gün kazanacağım hayaliyle ayakta tutan. Pek çok insanın sahip olamayacağı beklide sahip olmak için hep çabaladığı hayatımda kazanabileceklerimin çoğunun avuçlarımda olduğu hayat ivmemin artarak o günlere geldiği yerden tam bir dibe vuruştu yaşadığım. Yavaş yavaş kazandığım ne varsa şimdi hiçbiri yoktu hayatımda. Tam bir kaybediş hikayesi. İşte o en dipteyken varlığın umudumdu. İçimde yaşamaya başlayan sen varlığını inanılmaz bir hızla çoğaltıyordun. Bir kıvılcım bir orman yangınıydı artık ve ben o yangında ne varsa kaybediyordum. Yinede ateşin her şeyi arıttığına inanırdım ateş bir başlangıçtı. O yüzden hiç söndürmeye çalışmadım. Oysa şimdi anlıyorum ki ateş bana yakıp yıkan ve geçtiği her yeri yok eden yüzüyle gülümsemiş. Onun o yakıcı elleri alasındaki kalbim sonsuzluğu kazanmayı beklerken bir kül yığınına dönmüş. Artık bir kalbim bile kalmadı, beraberinde onun içinde yaşayan her şeyi de ellerimden aldı. Bir umuttur insanı ayakta tutan ve insana ilk yaratıldığında bir parçacıkta olsa armağan bırakılan. Şimdi sadece bir kızgınlık nefrete dönüşmesi için beslediğim öfkem var ve ben bugün nefes alıyorsam ve hayatıma devam edip hala kazanmak için savaşıyorsam bil ki bu öfkedir tutunduğum. Tutunduğum her an ellerimi gözlerimi içimi yaksa da artık ruhumun tek besin kaynağı. Bir gün sizin gibilere yenilmediğimi, ardınız sıra yerlerde sürünmediğimi, hayatta kaybettiklerime rağmen de bir şeylerin kazanç sayılabileceğini göstereceğim. Bir fırtına bir deli buhran bir tufan, adı neyse yaşayıp ta içinden geçtiğimin, eminim bana bıraktığı iyi şeyler de var. Her şeyimi elimden almış ve ardında darmadağın yıkık bir harabe bırakmış olsa da bu harabenin yıkıntıları altında bana ayağa kalkmam ve tekrar yeni yollar yeni çatılar yapmam için bir hazine bıraktığından eminim. Şimdilik bunun adını öfke koydum ve etrafımı bununla ördüm. Bu kalede yanan tek ateş bu olacak ve ben dışarı çıkacak güçe gelene dek bu kaleye başka ateş başka kıvılcım ulaşamayacak. Kendini kendinle yakıp madem kül etmeyi seçtin, ben de küllerini dün gece rüzgarın ellerine serpip sana geri gönderdim. O kızıl ateşten kalkanın altında şimdi koca bir boşluk var. Canımı söküp alevlerinle kül ettiğin yer şimdi kapkaranlık. Bir gün yeterince güçlendiğimde bedenimin hayat tohumuna kavuştuğumda göz yaşlarımla ateşimi söndüreceğim ve ben o tohumla tekrar yeni yaşamlar yeni çatılar inşa edeceğim. Hiçbir pişmanlık kıvılcımının da üzerime sıçramasına izin vermiyorum. Pişmanlık kıvılcımlarını gözlerimdeki yaşlarla öldürüyorum. Yüreğime akıttığım damlalar bir gün orayı tekrar yaşanabilir bir yer yapıncaya kadar vücudumu, ruhumu yakan bu ateşin canımı acıtmasına izin veriyorum. Göz yaşlarımı acınla besliyorum. Bir gün yeniden o damlalar duru bir göl olacak ve tekrar o topraklarda tohumlar filiz sürüp mavi gökyüzüne göz kırpacak. Dedim ya umut bizim hamurumuzda var. Farklı dokulara bürünse de, hayatımıza farklı yüzlerde girse de o hep var. İpeksi dokusunu giderken hayatımdan almış olsan da, geriye bıraktığın kan değmiş dikenlikler olsa da, bil ki onun varlığını ruhumdan tamamen söküp alamadın. Ve bu; beraber oynadığımız son sahnede benim hayatımla oynayanlardan intikamım olacak.
Bir kitabın sayfalarında rastgele dolaşırken seni ve beni okuyordum. Adını koymayı bilemediğimiz ama varlığını hep hissettiğimiz gerçekleri ve duyguları. Satırlarda geçtikçe zaman, seni daha çok özlediğimi hissettim. Gözlerim aşiyan ziyaretlerinle buğulanırken bir acıydı hissettiğim burnumun direği sızladı resmen, beynimin içine kadar işleyen bir acıyla. Ölümden geri sayıp, doğumumdan sonraki çocukluğuma geri sayan adımlarla yürürken çaresizlik duygusuydu içime oturan ve aylardır oturduğu yerden kımıldayan. Her kıpırdayışında zehir uçlu dikenler gibi ruhuma batan. Kitapta dizilmiş satırlar “kimseye zarar vermeyen kendimi yaşadığım bir hayat”ı anlatırken ömrümü çepeçevre örmüş hayatın verdiklerine karşılık benden aldıklarıyla hatta hiç vermedikleriyle yüzleştim. Özgür gibi yaşadığımız bu dünyada bir kafesteyiz, ölmeyecek kadar beslendiğimiz ama asla güçlenmediğimiz. Hayatımın üzerinde çizdiğim resimleri adsızlıktan ve griden sen çekip aldın yıllar sonra ve sen şimdi ne kadar uzaksın bana. Her an ruhumdaki akış gibi, ciğerlerimdeki soluk gibi yaşıyorum seni, beynimden geçen her düşüncede, içimde hiç dinmeyen fırtınalarda hep izlerin, hücrelerin var. böylesi bir yakınlığa rağmen uzaklığın, çaresizliğimin adı. Uzaklığın. Ben de hep yarım kalan, asla tamamlanamayan, hep için için yanan rengini, sıcaklığını, varlığını gri küllerin altında saklayan duygularımın adısın sen. Seninle içilmemiş bir fincan kahvenin, yürünememiş yolların, sabaha varmış karanlıkların, çıtır buğusu üzerinde bir ekmekle kapımı çalamadığın günlerin ahı var sessizliğimde. Seni anlattığım, senden korkmadan bahsettiğim seni canım diye çağırdığım günlerin hayali hala içimde yaşıyor. Kaderin, kadersizliği pay biçtiği ömrümde her geçen gün kan kaybetse de çaresizlik bir kaya gibi üzerinde onu ezse de henüz hala yok olmadı. Garip bir duygu bu. Ömrü biçilmiş bir hastanın ümitsizliğinde ölüme yakınlığını hissetmesi kadar gerçek ama ona rağmen korkuları kadar ayakta, dimdik. Tüm anlamsızlara varlığınla anlam getiren sen, çaresizliğin adı olan sen, kendimle buluşmalarımın ve kayıplarımın sebebi sen.
Korkuyorum içimden geçenlere dönüp bakmaktan. Geleceksen hemen gelmelisin cevapların elinde ve inancın kalbinde karalılığın düşüncelerinde. Zaman geçmeden çok geç olmadan vakit. Senden vazgeçmeden gelmelisin. Korkuyorum anlıyor musun. kendime küstüm sırt çevirdim tüm içimden düşüncemden akanlara, kendimden kaçak yaşıyorum. Bir kez dönüp bana bağırdıklarına bakarsam baktığım yerde kalırım sevgili. Bir kez duyarsam bana anlattıklarını bir kez hesaba çekilirsem sana olan sürgünümden azat ederim kendimi. Vakit geç olmadan bildirmelisin içinden geçenleri yoksa vakit hareket saatini geçiyor olabilir. Derin bir ıslığın geceyi deldiği gibi deliyor sessizliğin içimi. Sessizliğin neye gebe hangi kararsızlıkların hangi düş kırıklıklarının tortusu bu. Sana sessizliği öğreten ben sessizliğinde geberiyorum, sen bilmiyorsun. Ani oldu habersiz gidişin ne bir veda ne de bir çift söz. Suskunluğu giyinip kaybolamazsın yok hiçbir aşk kanununda bu hak. Hazırım tüm duyacaklarıma. Sen yeter ki cesaret giyinde çık karşıma. İçimde dolaşan karanlık kınından çekmek üzere kılıçını.
Aldırmaz tavırların suretinde aldırdığımız şeylerin soğuk izleri. Yabancılaşmaya başlayan beraberliklerin sakladığı eski yüzleri asılıydı yine gecenin aynasında. Uzaklaştığımız ama yakın kalmaya çabaladığımız bir biz var ortada. İçimdeyse kırık dökük birkaç mısra. Sana yakın durduğum her an bir soğuk duvar senden uzaklaştığım her an yakılan ilk yardım çağrısı sahil ateşleri. Gel-gitler kadar yorucu ve en az onlar kadar yalnız. Bize neler oluyor cümlesi gezinirken aklımın üçra köşelerinde attığımız adımların bozulmuş uyumlarını görüyoruz baktığımızda kendimize. Bir yerlerde aksıyor hayat ve aksayan yanı aksatıyor adımlarımızı. Aynı yolda aynı anda yürünmüyor yollar ve önce adım atan bakmıyor arkasına aklı orada olsa da. Ya geride kalan seslenebiliyor mu sanki bekle neden bu acelen diye. Aksayan ve aksaklığı gözüme battıkça canımı açıtan yanlış adımlar var hayatımızda. Bazen birbirmizi beklediğimizi kendimize bile söylemek istemediğimiz ama birbirimizi bekleyip sonra da görmezden geldiğimiz bir yabancılık var aramızda. Neden ve ne zaman girdi aramıza bilmiyorum. Sen eski sen değilsin ben de eski ben olamıyorum. Bir soğuk savaş içimde kendimle, baş edemiyorum. Ne seninle ne sensiz yürüyemez oldum, aksıyorum. Başını sert bir yere çarpınca hissettiğin acı dolu sersemlik hissine bürünmüş hislerim, sadece acısını hissediyorum acıyanı değil. Bir başıboş umursamazlık örtünmüş üzerime, içimi üşüten ve karanlığı yüreğime seren. Bir sen var içimde tüm üzüntülerinde gözlerimi açıp yüreğimde gördüğüm ve sonra başka bir senle karşılaşınca yani zarfa koyup yüreğimin sayfalarına gömdüğüm. Tüm acım bundan güç alıyor, bir soluk lazım bize. İçimize çektiğimiz havanın dinginliğine muhtaç yüreklerimiz. Bir yeni başlangıç lazım sabah uyandığımızda ama asla eskisi gibi olmadığımız. Sen tüm senliğinle ben tüm benliğimle, maskesiz. Bir yeni gün lazım bu beraberliğe, eskinin tozlarını silkinmiş. Güneşin kendisi kadar gerçek bir biz lazım bize, içimizdeki soğuk duvarlarımızı erittiğimiz ve yeniden bize dair bir umut büyütebilecek bir inanç lazım. Birbirimize ilk tanıştığımız gün kadar heyecan verebilecek bir inanç. Suçlu ve suçsuz yargısından uzak bir gün lazım bize. Yoruldum seni suçlu saymaktan ve affetmeye çalışmaktan. Her gün seni bir önceki gibi karşımda bulmaktan. Bir çizik çekmek istiyorum ya da katlayıp yırtmak son bir yılı. Yaşanmamış saymak. Kendin olarak çıkmalısın bu sabah karşıma anlıyorum ki o zaman affedebileceğim seni. kendini bir peçenin arkasından gösterir gibi keyfi geliş gidişlerin tüketti beni. Koca bir yalnızlık bıraktın bana ikimizden, üstelik hala beraberken. Adımlarının ardından iz sürmek ve adımlarını karıştırmadan başkalarıyla tanımak zor değil de beni hep ardında bırakman zor geliyor ve belki de bırakacağını bilmek. Belki de bu yüzden sahillerinden çektim eteklerimi, kendime saklandım onca çokluğumla kendime bile sığamazken gömüldüm sularıma. Yalnız yaşanan bir ilişkinin tuzağında bu kadar inançsızsak kapandan kurtulup yeniden yollara açılacağımıza beraber kelimesinin bizimle anılmasına gerek var mı diyorum. Özgür bırakmalıyız birbirimizi, bir kurt kapanında kanatıp azaltmamalıyız yarınlarını. Yarınlarımız sözü kalkmışsa lugatımızdan geçip gitmelisin, gönüllü olmadığımı ve bunları söylemenin senden vazgeçmek olmadığını bilerek. Yokluğunda yokluk çekmek bu kadar ağır değil sevgili, varlığında yokluk çekmek kadar ağır değil hiçbir sensizlik. Yokluğun ve varlığın hiç azaltmıyor ki seni, çoğalansa bana inat verdiğin yalnızlığım. Kendimle yaşamaya alışmış ben, varlığında yalpalıyor. Varlığını yalnızlığımla yaşamak işte bana bu ağır geliyor. Ya bölüşebilmelisin yalnızlığımı yada bırak bende çoğalsın yokluğunda. Onlarla baş edebiliyorum da varlığının yokluğunda kalkamıyorum altından. Her gün bir dalımın daha kırılmasını istemiyorum. Biz kelimesi varsa ikimize dair söylenebilecek benimle olduğunu hissettirmelisin bana her türlü çıkmaza rağmen ben seninleyim duygusunu yaşatabilmelisin bana. Sana ihtiyacım olduğunu bilmelisin ve bana ihtiyacın olmalı güne başlamak için. Aksi halde çekip hayatımdan gitmelisin. Bir adanmışlık istiyorum tüm olmazlara karşı duran, bir inanç istiyorum sevgiden gücünü alan. Bizi istiyorum aksi halde alıp kendini çıkmanı hayatımdan.
Bir kez daha gecenin üzerine kapattım kapılarımı. Sendin yine o an aklımdan geçen. Seni de dışarıda bırakabilseydim milyarlarca insana yaptığım gibi. Hiçbir mahkumun sahip olamayacağı kadar lüks bir koğuştayım işte. Sensizliğe giydiğim hüküm müebbed verilmiş olsa da burada en azından anılarıma ve rüyalarıma yasak koyamıyorlar. O demir kapı üzerime kapansa da devrilen kilitler beni yaşadığın dünyanın dışında bıraksa da resmini içimden silebilir mi. Bu senli sensizliğin soluğunu kesebilir mi. Sen benden bi haber yaşarken bu, bende süren bir çınar olmana engel olabilir mi. Bir bebeğin gülüşünün güzelliğini, onun süt kokan beyaz teninin sıcaklığını benden söküp alabilir mi.
Bembeyaz bir tuvaldin gönlüme asıp ta adını yazıp, yüzünü boyadığım.Bir karakalemin attığı çiziklerden ibaretken, gözlerinden akıp gelen ışık, göz yaşlarımla rengarenk bir gökkuşağı açmıştı içimde. Ona bandırıp fırçamı, bir dünya çizdim sana. Bir tablodan ibaret değildi. Bir filmin kareleri gibi her gün en güzel renkler can buldu suretinle, düşlerimi süsledin. Sol yanına yerleşip bir düşe hayat veriyordu yüreğim. Gözlerinin ışığı silmişti, yüreğimden taşınmıştı tüm karanlıklar. Oturup beyaz bulutlara bizi izlerdim. Rüyalar bile bu kadar güzel olamazdı. Tüm romanlarda, tüm filmlerde tüm acılara, aksiliklere ve 3.kişilere rağmen son; mutluluk yazardı. Başka bir sonda zaten güzel yüreklere yakıştırılamaz, kader iyilerden yana olmaz mıydı. Düşlerin pırıl pırıl yaşayan renkleri gözümü kamaştırmıştı, başka şeyler düşleyemiyordu yüreğim. Fırçam uzakken kötü olan her şeyden, ihanetini beklemiyordu kalbim. Hazırlıksız yakalandığım bir tufandı bu. Bir çift sözün soğukluğu eritti bulutları, artık ateşlere katığım. O kadar keskin ki sözlerin, tam ortasından yırttın düşler perdesini. Makinist filmi oynatmaya devam etse ne yazar artık, karanlık yutar ne varsa ona dokunan, ışığı yansıtmayı bilmez ki. Şimdi yırtık düşler perdesinde ihanetinin karanlık yüzü çizili.
Bugün tanışma yıldönümümüz. Kısa bir süre öncesi ise ayrılığın yıldönümüydü. Başlayan her şeyin bir sonunun olduğu gerçeğine çok uygundu yaşananlar. Doğum ve ölüm gibi. Doğan güneş batıyor, açan çiçekler soluyor, Geçen zamana bakıyorum da hem çok uzun hem çok kısa. Senli günler çok uzundu. Sensiz geçenlerse kısa. Tezat görünüyor ama öyle değil. Senin varlığın yanımda olmamana rağmen güneşin doğma sebebiyken senin geleceğin günü beklemek aydınlıkla karanlığın arasını an be an büyütürdü. Döktüğüm yaşlarsa umutlarımı. Bulunduğum her mekan her an kurduğumuz dünyada yaşadıklarımın izleriyle anlamlanırdı. Ne zaman aynı yollarda yürüsem, bir camın ardından izlesem bıraktığımız anılara çarpıyorum. Kendimi bir acıyla, kol kola girmiş dünle bugünün koynunda buluyorum. Bugünlerimi kaybettim. Dünü aramaksa kayıp bir şehrin peşinden gitmek gibi. Yarın mı; bugün yoksa o doğabilir mi. Senin geleceğin günü beklemek çocukluğumun en güzel duygularını astığım o yemiş ağacının meyvesiydi ve ben sabırsızlıkla mevsimlerin değişmesini beklerdim. O zaman çok küçüktüm beklemek sabırsızlığımı büyütürdü. Oysa şimdi beklediğim hiçbir şey yok. Gelen ya da gelecek olan sabah ışığını içimde açmıyor ki gün geceyi özlesin. Senin geleceğin gün umutlarımı terk ettiğinden beri umutlarım soluk almıyor, yaşamayan bir şey için zaman kavramı kalmıyor. Geniş, başını ve sonunu göremediğin kocaman bir boşlukta yerçekimsiz geziniyorum, yüreğimse hatıraların açtıkları resimlerde kalan rengi solmaya başlamış bir gül. Gün ve gece iç içe. Takvim sayfalarını koparmıyorum artık, geleceğin gün kayıpken ayın kaçı sene kaç günün adı ne yok benim için artık bunların anlamı. Yaşıyorum, nefes alıyor, az çok yiyor içiyor, çok zaman kendimle kalmak için insanlarla üçü beşi çekmeyen yaşadığımı gösteren zoraki sohbetler yapıyor, evden çıkmamak için bahaneler üretiyorum. Elbiselerimi koyulduğu yerde duruyor, bir kot bir tişört yetiyor, saçlarımsa bembeyaz ne gerek var ki, genç görünmek için yaşlandığımı saklamaya. İnsanlar arkamdan konuşuyorlar, bin bir maske yakıştırıyorlar bana. Umurumda değil. Omuz silkiyorum tüm duyduklarıma. Bana koyan bunlar değil, yarın kelimesinin içi boşaldı ya beni yarınsız bıraktın ya o yüzden bu serseriliğim. Hayatımın görünen tüm çizgilerini değiştirip düzeltebilirim. İnsanları yine kendime hayran bırakıp, güçümü kıskanmalarını, belki de bana gıptayla bakmalarını bile sağlayabilirim. Gündüzle geceler dışardan iyi görünen bir tablo sergileyebilir, bu var ya inan hiç zor değil. Artık durulduğumu yine kendimle buluştuğumu sanabilir insanlar, öyle ya yaşam işten güçten paradan ve mekanlardan ibaret. Bu kadar dolu görünen bir dünyanın içinde yanan ateşten kim haberdar. Dünya dağlarıyla ovaları köyleri şehirleri binlerce mahsulüyle açmış herkese kapılarını ama üzerinde gezinen milyarların haberi var mı dünyanın bağrında saklı olandan. Dünya kadar büyük bir yürek taşıyabilseydim bende hepsini yapabilirdim. Şimdi kendimleysem, kapatmışsam kapılarımı hepinize içimdeki ateşi hiçe saydığınızdandır. Onu büyütecek yarınlarımı çaldığınızdandır. Bir umudum vardı adını kırmızı koymuştum. İçin için yanardı içimde, yarınları beklemek seni beklemek tek katığıydı onun. Sen şimdi zamanın geniş kolları arasında kayıpken takvimlerin sonsuzluğa açılan sayfalarında bize ait bir gün yokken, dünü gösteren tarih bugünün altında kaybolmuşken beni yaşıyor zannetme. Maddi göstergelerden ibaret bir yaşamsa yaşamak evet ibreler hala bir şeyleri işaret etmekte, ama benim yaşamaktan anladığım bu değil. Bu yüzden insanları pek sevemedim ben, pek çok zaman kaçtım bedenlerinden. İnandıklarımı korumak adına, bir gün hayat suyunda yıkanabilmek ve bir toprakta kök atabilmek umuduyla. İnandığım ne varsa sende bulmuştum, buna o kadar çok inanmıştım ki, sen benim yarınlara ertelediğim hep beklediğim hayal ettiğim her şeyin ortak adıydın. Adını kırmızı koymuştum. Bitmeyecek bir şeydin benim için, ben hep seni öyle görmeyi istedim. Bitmeyecektin tükenmeyecektin günler gibi, aylar gibi, yıllar gibi. İçimde yanan kaç kıvılcım varsa hepsinin birleştiği bir ateştin sen ve ben her şeyimi seninle yakmıştım. Oysa her şeyin bir sonu varmış, sonsuzluk bizim gibilere yasakmış. Şimdi yüreğim kalk ayağa diyor diren ona. Ne varsa bulmak istediğin git ara, ama bulduklarım ki bulabilirsem eksik kalacak hiçbirinde senin kokun olmayacak. Dünyanın tüm misafirlerine ayak direyip, yaşıyor görünebilirim ama benim istediğim sensin. Tüm isteğime rağmen biliyorum ki sen gerçek değilsin ve günleri solduran hayalin olsa da yarınlarımda ki hayallerden de öte bir şey değilsin. Hayallerse bir rüya kadar uzak dünyadan ve zamanın su üzerinde küçük bir yansıması minik bir dansı. Sonunda anladım ki sen hiç varolamamış bir kentin kayıp insanısın. Benim bir ara gördüğüm düşün kahramanısın. Yaşamı erteliyorsam o henüz gerçek olmadığı için.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!