İçim toparlamış ne varsa beni terdecek dışımsa sakin hiç bir şey olmamış olağanmış gibi sakin. gel-git lerin içinde yıkanmış ve yıpranmış bir aşk bizimkisi. daha kaç kere gideceksin ve daha kaç kere döneceksin. ben de biliyorum sonu yok da yine de seni kaybetmek istemiyorum tüm haylazlığına rağmen. ne şeytan ne de melek diyebiliyorum sana. hırçınlığına yenilen bir kalp ve kırılgan bir ruh taşıdığın. bana bıraktıklarından ziyade benden neler çaldığını bir bilseydin. elimde değil işte yine de seviyorum seni. şimdi sadece kızgınım sana. hem de çok kızgın. keşke biraz cesaretin olsaydı en başında ellerimi tutmaya. çok birşey değildi isteklerim öyle başedilemez arzular içinde değildim. sadece seven bir yürekle seslendim ve ses bulmasıydı tüm dileğim. neyse artık ne farkeder ki.yine yoksun. zor tutuyorum kendimi sabret diyorum su akar yatağını bulur ve her zaman inandığım kader elbet ellerimi tutar ve ben de ona tutunurum. güle güle dinle bakalım kendini duyabilirsen kalbini dediğim gibi dikkat et sadece kalbini dinle tutkularını özlemlerini değil kalbini. biliyorum sen tutkularınla sevdin beni bense kalbimle herşeyimle. neyse hadi sana iyi yolculuklar olsun ama bil ki söz veremem belki dönersen ben burada olmayabilirm. o kadar çok kırdın ki ümitlerimi sırf bu yüzden bir daha seni görmek istemeyebilirim. uğurlar olsun ve yolun açık.
içim sıkılıyor boğulacak gibiyim ama sen bilme.
_________________
sana gitme demeyeceğim
yine de sen bilirsin
Sen ciğerlerime dolan oksijendin. Seni soluduğum her an canıma can, kanıma kan eklenirdi. Bilemezdim en dış noktamdan en uç noktama kadar seni doldurduğum hücrelerimde bir zehrin beni her an ölüme yaklaştırdığını. Damla damla yudumlarken seni, tatlı bir rüyaya doğru yollar açılırdı. O yollarda gölgem. O kadar içime sızmıştın ki her zerremi haps almıştın varlığına. Gözlerini yeni açmış bir bebek gibi seninle besleniyor, büyüyor, çoğalıyordum. Sen soluktun, sen anamın ak sütü, sen ekmeğim suyumdun. Tüm açlığımı seninle doyuruyor, kana kana içiyordum. Kandığım sen sanırken hayatın sahte gülüşleriymiş sonradan anladım. Nimet sayarken varlığını beni yavaş yavaş tadı doyulmaz bir zehirle sarıyormuşsun. Sen her duyguma her düşünceme sızmış, gelişinle hayat bulan ne varsa kemiriyormuşsun. Bu yüzdenmiş sebepsiz sandığım kalp ağrılarım, uykusuz bırakıp sabahlara kadar süren baş ağrılarım, elimin ayağımın dermansız bedenimin yanına düşüp oturduğum koltukta bez bir bebek gibi kalışım. Bir süt kadar akken ne oldu da neden böyle kimya değiştirdin. Ben seni sevmekten başka ne yaptım ki hayat verdiklerinin yaşama hakkını alıp, haince karaladın. Sızılar içinde kalbim, beynim, bedenim, inliyorum gecelerin kör kucağında. Usul usul yumuşak ellerinin dokunuşlarıyla fethetmişken benliğimi, gönlümü doldurup oradan ruhuma, bedenime, aklıma, hayatıma akan bir sevgi deniziyken neydi seni böyle değiştiren. Rüyalarımı gün be gün siyaha boyarken, kabusların yankısı beynimin duvarlarında dinmiyordu, bir uğultu başlıyordu, korkuyordum kalbimin içine yerleşen sızıdan. Korkuyordum bunca ızdırabın gücünü kaynağını senden aldığını değil görmek düşünmekten bile.
Yine oksijenim ol. Damarlarımın ulaştığı her noktaya yaşam verenim ol. Ruhuma düşen cemre ol, toprağıma yağmur, kurutmaya başladığın damarlarıma kan ol. Sen sıyrıl şu girdiğin zehrin kimliğinden. Ölümü sunma. ellerindeki gümüş bakraçtan bir damla sevgi olsun üzerime serptiğin. Seni tanıdığımın dışında yabancı görmeye dayanamıyorum. En az kendim kadar sana da kıyamıyorum. Ne olur sevdiceğim, bulandığın zehirden yıkan gözlerimden yağan yağmurların altında. Biliyorum yüreğin hain değil. Bir anlık aldanış, bir an yoldan sapış seninki. Bak gönlümü son bir çırpınışla yaktım sevgimin sahilinde, bir deniz feneri gibi. Hadi artık gör sevgimin saçtığı ışığı, aç kendine kapattığın gözlerini. Seni karanlıklarda bırakıp senden ölüme göçemem. Bir zamanlar derman olan ellerinde canımın son soluğunun soğukluğunu yadigar bırakamam. Ayrı topraklarda farklı şekillerde kök salsak ta senden arıların topladığı bal olsun, ben seninle kurusamda. Kelebeklerin rengarenk kanatları başını döndürsün onların kanatlarına takılıp çoğalan ol güzelliğinle. Yürekler süslensin, bir yudum sevgi ol dolaş bedenlerinde. Sana yakışan senin bu dünyada bulunma sebebin bu. Bir ben olayım bu yolda bir şeytanın okşamasına yenilip de canına kıydığın. Hayatımken, canımken canımı zehrinle öldürüyorsun ya olsun, ben ölüme yakın sen bana uzakken son kez konuştum onlarla. Seni meleklere emanet ettim, sevgimin zehiri ızdırabımın sebebi, seni tekrar kalbinle buluştursunlar diye.
Kendimle bir yol tutma zamanı şimdi. Kendi dar duvarlarımı yıkıp genişletme vakti. Boğulduğum dar kalıplardan sıyrılma zamanı. Yoksa bedenimin altında kalıp dünyanın başıma yıkılışını izliyor bulacağım kendimi. Ciğerlerimi dolduran havanın hafifliğinden göklerin uçsuz bucaksız maviliğinden ağaçların sessiz cömertliğinden toprağın hiç dinmeyen bereketli şefkatinden seyyah bulutların bilgeliğinden nasipsiz kalacak kalbim. İçimi dolduracak en son hücreme kadar ulaşacak bir dinginliği çağırmalıyım geniş geniş kapıları devirmeli koca bir bahçeye çevirmeliyim kalbimi. Ölüyorum her an biraz daha. Bir an daha kayba dönüyor hayatım artık kendim için kazanmayı öğrenmeliyim. Düşüncesiz insanların bencil tavırlarına teperlerden bakabilmeyi yüksekliğin verdiği seyri yaşatabilmeliyim gözlerime. Öfkemi köklemeli yerine sakin bir derinlik ekebilmeliyim. Artık senden ve senin getirdiklerinden ve dahi herkesten her ne beklentim varsa kurtarmalıyım kendimi, seni ve mutluluğu düşünerek düşüncelerimin hayallerimin kölesi olmaktan azat etmeliyim kendimi. Sanıyordum ki tüm bunlara ulaşabilmek için sana boyun eğişlerim. Ama zamanla anlıyorum ki verdiğin hiçbir şey beni doyuramayacak öylesine büyük açlığım. Kurduğum ütopyanın bir parçası yapmıştım seni geceler ve gündüzler ispat etti ki ben o dünyada ancak kendime tutunarak yaşayabilirim sense bir aldanış, yapamadıklarımın bahanesi yapmak istediklerime bir tualsin. Sen sevgili sandığım ve bu zanda direndiğim gibi sevgili değilsin bana. Dedim ya bir aldanış bir bilinçdışı yaşanan uzun soluklu rüyanın adından öte değilsin. Sevginde yalan sevdiğin özlediğinde ve tüm söylediklerin güneşten gün be gün uzaklaşan bir göktaşından farklı değil artık sana dair hayallerim. Artık düşen ateş toplarını söndürme zamanı çölde rüzgarın taşıdığı kumların altına emanet etme zamanı. Yoksa ben eridikçe kendime kalmayacağım sevgili. Ümit etmeyi beklemeyi öldürmeli, kendime yetmeyi öğrenmeliyim eskisi gibi yine kendime dayanmalı kendi yolumu çizip yürümeyi sürdürmeliyim. Sana ayırdığım zamanları soluklanmak ve zenginleşmek için kendime vermeliyim artık. Öfkeyle sonlanacak zamanları heba edip az olan ömrümü çürütmemeliyim koynumda. Artık itiraf zamanı beraber kelimesinin biz anlamının lugatında yer almadığını ve senin biz kelimesini telafuzunun anlık zevklerden öte anlamı olmadığını kabul ettirmeliyim kalbime. Hırçınlığımı büyütüyorsun tahammül gücümü emip beni kendimle baş başa bırakıyorsun. Oysa sen sevgili kabul edilmeyi beklediğin kadar kabul etmeye hazır mısın ki bana razıysan diyebiliyorsun. Sen razı mısın ki razı olunmasını talep edebiliyorsun. Tüm taleplerini reddediyorum ve sana zerre kadar güvenmiyorum. Ve bunun altında hırçınlığımı büyütüp ateşinde eriyor ne yazık ki bu acıya tahammül edemiyorum. Sen gücüm olacakken zayıflığım sen bütünüm olacakken eksikliği artan parçam sen her şeyim olacakken hiçbir şeyim oluyorsun ya dünyaları yakmak yıkmak istiyorum. Koynumdan bu hırçın saçlı kadını koparıp atmalıyım. Artık inanmalı ve vazgeçmeyi anlatmalıyım ayak direyen ne varsa zincirlerini kırmayı başarmalı eskisi gibi olmalıyım. Sakin yanımı özlüyorum ve giderken sadece onu iade etmeni istiyorum. Sen içimi parça parça balyozlayan sen sadece sev yada sadece git. Dayanamıyorum.
Sen dokunuyorsun ya sıcaklığınla bu hırçın saçlı kadına eriyorum, küçük bir kız uyanıyor kollarında. Sen bakıyorsun ya muhteşem gülüşünle hırçınlıklarımı kabul kabuk soyuyorsun ve utangaç bir çocuk gibi kalıyorum karşında. Tek söz dökülüyor ya dudaklarından güneş doğuyor günlerime gecelerime ve koşuyorum yemyeşil çayırlar boyunca çılgınca. Sevecen ellerin uzandığında bana, pınarlarca serinlik içiyorum çocukluğumdaki fıstıklı şerbet tadında. Gözlerin gözlerime dokununca hani o bakışınla, binlerce balon uçuruyorsun bu küçük kızın yüreğinden bulutlara ve o balonların ipleri saçlarımda.
Sığınıp kuytulara ağlayıp tepinirken ansızın geçiyorsun bizim sokaktan; gözyaşlarımı gülücüklerle değişiyorum ve biliyorum sen bu teğiş tokuş için uğruyorsun sokağıma, yoksa buralara çok uzak oturuyorsun. Bazen akşamüzeri güneş kırmızıları giymişken, hırçın saçlı bu kadın hüzünlere yenilmişken uzatıyorsun ellerini geceye güneş o vakit hiç batmamış gibi hiç eksilmiyor penceremde.
Sen dokunduğunda sıcaklığınla, sakinleştiriyorsun içimde tepinen deli tayları. O vakit bir göle iniyorum yudumluyorum seni. Sonra gözlerine yürüyorum saatlerce, bazen günlerce bana sunduğun bir avuç suyun verdiği güçle.
İçimde ne zaman yaşam yaprak dökse bir avuç yağmur oluyorsun yağıyorsun, toprak oluyor tutuyorsun, rüzgarlarla sürüklenirken sahip çıkıyorsun, yurdum oluyorsun. Kimi zaman gövdeme vurulan bir dal aşı oluyorsun, tazeleniyorum, seninle küçük bir fidan gibi yeniden başlıyorum ömrümün kalan günlerine.
Ne vakit bir fırtına gibi essen hayatımda, ben saçlarımı dağıtıp takılıp kalsam büyük bir ormanın ortasındaki dikenli çalılıklarda, bir anda karşıma çıkıyorsun o sıcacık bakışınla ve yine beni kurtarıyor o ince parmakların bir dokunuşuyla. İşte o an yine ne var ne yoksa atıyorum üzerimden küçük bir kız gibi tutyorum ellerinden.
Ömrümü sürdüğüm yollar kimi zaman labirent gibi dolansa ve haritam yine yoksa yanımda kayıp bir adres gibi kaldığımda yine sensin beni bekleyen gecelerin pelerin atıp ruhumu sardığı alacakaranlığın gözlerime vurduğu zamanlarda. Önüm sıra yürür bulurum seni unutup takılırım ayak seslerinin yankısına, peşin sıra giderim götürdüğün yer neredir diye düşünmeden, küçük bir kızın mahçup masum hayranlık dolu duygularıyla.
Yine uzaklardasın. Hem de çok uzak. Mesafeler değil bizi uzak kılan. Bizim kendimizle, içimizde bizimle büyüyen hislerle aramıza giren bir ıraklık bu. Kendimizden sıyrılıp dışardan korkulu ürkek gözlerle izliyoruz bizi. Yaşadıklarımızı böylece seyretmek daha mı az çekiçliyor yüreklerimizi. Gizli bir dünya bu kurduğumuz. Hiçbir insan gözü görmüyor hiçbir yürek bu dünyanın farkına varmıyor. Mesafeler fark etmiyor, aramızda yüzlerce km. ye rağmen duygularımızla dokunuyor gözlerimizde açılan hayal perdesinde kalp gözümüzün gördüğü sonsuz çayırlıkta koşuşan beyaz atların yelelerine tutunup dört nala gidiyoruz kimi zaman rüzgara bırakıp kendimizi, binlerce söz duyguya dönüşüyor, kelimelerin görünen anlamlarına gerek kalmıyor, aynı hızla aynı hazla atıyor nabzımız. Biz bize bir duygunun içinde buluşup nefes alacak kadar yakındık, özel ve güzel olan, seni bende belki beni de sende tutuklu tutkulu yaşatan buydu. Oysa şimdi km.lerden öte uzağız bize. Öyle kalmalıydı belki de hiç dokunulmadan hiçbir ses soluk bulmadan. Gözlerin ve kalplerin dünyasına hiç el uzatmadan. Bir umudu hayallerle süslü bırakmak, ama umudun yaşayacağı topraklara hiç ayak basmamak. Su üzerine yansıyanlar güzelmiş, dokunduğunda güzelliğini küçük bir fırtına savururmuş. Ruhlarımızın buluşma yerini gök kubbe de bulutlara saklamalı, yeryüzünün tozundan dumanından sakınmalıymış. Duygularımız pınarların serin suları gibi saftı, çağlaması çoşması bu yüzden olağandı, bahçemize hayat veren yeşerten suyun olduğu gibi onunla kuşaklaşmasıydı. Yüreklerimizde bir bakışın açtığı yarıktan fışkıran ve orayı artık bildiğimiz dünyanın dışında bir dünya yapan suyun o saflığıydı. Duygularımızı yıkadı önce, ağırlığından sıyırdı, ruhlarımız taşıyabiliyordu artık kendini, gökyüzü yıldızlar ay güneş onun yeni dostlarıydı. Bir çocuğun gözlerinden taşan sevinci, akıp gelen kederi, hiçbir kin bilemeden unutup yeniden diyebilen kalbi artık uzak değildi sol yanımıza. Bu yüzden erteledik hep kavuşmaları, tensel bir dokunuşun kendinden kurtulamadan girmesini istemedik dünyamıza. Çok güzel bir rüyaydı hiç uyanmak istemediğimiz bir bahar sabahında yağmurla söken şafak gibi. Kalplerimizin elleri tutunmuşken halelere, düşmek vardı çamurlu göl bataklıklarına. Tek korkumuz buydu. Kurduğumuz o dünyaya bir çamurun sıçramasıydı. Kirlenmek bir küçücük lekeyle. Yalanın yalanı doğurduğu gibi çirkin olan da çirkinlikleri çağırmaz mıydı. İyi ve temiz başlayan, kendinden bir şey yitirmemeliydi. Mesafeler bu yüzden en büyük korunağımızdı bizim. Bu yüzden hasret çekmek küçük bir bedeldi. Yasakları ve imkansızlığı bilip, dikenli tellerde sarmaşık gülleri büyütmüştük biz. Şimdi kurduğumuz o dünyadan da dikenli tellerin ardındaki yaşamdan da uzağız. Neydi bizi böylesi yetim bırakan. Ellerimizin küçük bir dokunuşu dudaklarımızın döktüğü küçük bir ses mi kovdu bizi, sürgündeyiz şimdi. Hiç konuşmadan koyduğumuz yasaları çiğnediğimiz için mi ateş aldı ormanlarımız, nefes alacak bir damla havaya muhtacız. Yavaş yavaş ikimizde ölüyoruz lakin korkumuzdan çakıldığımız topraktan kımıldamıyoruz. İnancımızdı güzel bir dünyanın kapısını aralatan, biz hep onu incitip kaçırmaktan irkilirdik. Bir gün Ademle Havva gibi aramıza giren bir isteğin ihtirasına kapılıp mesafeleri çiğnedik. Durduğumuz yerde durmalıydı her şey, sıkıca tutmalıydık, bilirdik elden kaçan bir kelebek bir daha konmazdı yapraklarımıza. Suya atılan bir çöp karışmaz onun ruhuna, su onu bırakıverir bir çakılın kollarına yada bir derenin yatağına. İhtiraslarına yenilen sen ol yada ben olayım artık ne fark eder. O pembe bulutlar dağıldı ya, gri ye boyandı ya gökyüzü, yüreklerimize kapandı ya tüm kapılar, hiçbir şeyin hükmü yok artık yasak kayıp şehirde. Beklenmedik fırtınaların yıkımları daha fazladır, kayıpları da. Nasıl başladığını anlayamadığımız gibi nasıl bittiğini de anlamak zor. Yüreğimizdeki kaynak kurumadı, bundan donakalışımız, arkamızı dönüp de bu yerlerden göçüp kaçamayışımız. Uzağız kendimize, hangi çölün hangi kumluklarındaysak ordayız işte. Korktuğuna uğramış ilk olamayanlardanız. Atıldığımız yerde bekliyorsak güneşi, geçiriyorsak geceyi gri bulutların rahmetine duyduğumuz ümitten. Uzaktan bakıyorsak birbirimize, bizden öte kendimize, korkunun yalamasından yüreklerimizi. Bir yağmur bulutunun altında yıkanıp yeniden kırmızı yapraklı güller büyütebilir miyiz bahçemizde, hala kurumamış o pınarda yüzebilir miyiz yine, arınır mı ihtirasların lekeleri, yoksa izi kalır mı. Altın ateşten korksa altın olamazdı, gümüş böylesi parlayamazdı. Ateşe el uzatamadığımız sürece korkularımız azat etmeyecek bizi. Esaretimiz sürdükçe km.lerden öte uzağız biz, bize. Bizden öte kendimize. An be an yabancılaşmaya başlayan yüreklerimize.
Şimdi nerelerdesin kiminlesin, hangi düşünce, hangi duygu dolaşıyor damarlarında. Hiç aklına geliyor muyum. Aklına düşüyor da, gözlerinde yaş dudağında gülücük oluyor muyum. Mektuplarım ıslanıyor mu, ellerimle dokuduğum sayfalar yıprandı mı okunmaktan. Hiç çekmecenden çıkarıp gözlerinin nuruyla aydınlattın mı satırlarımı. Sayfaları harf harf tanıyor musun, bildik bir şiiri okur gibi mi geçiyorsun üzerlerinden, yoksa her geçiş te bir duygu çeliyor mu yüreğini. İçlerinden birini rastgele mi seçiyorsun yoksa çekmecenin tümünü devirip yatağının üzerine dışından tanıyor musun zarfları, tanıyıp ta daha satırları görmeden kelimelerim dudaklarına düşüyor mu. Kalbin gözlerinden önce okuyor mu yazdıklarımı. Benim dokunamadığım yorganına onların benim elçim olarak dokunmalarına içleniyor musun. Şimdilik saklıyor olmalısın. Kaç bahar daha çekmecedeki yerleri sıcak kalır kaç bahar daha bana sahip çıkarsın, beni ateşin içinde bir küle değişmezsin. O çekmece de mektuplarım var olduğu sürece ben de senin için hep olacağım. Belki sevilmenin sıcak yüzünün aynası olacağım, belki pişmanlığını yüzüne vurup sana seni hatırlatacağım. Kaç gece sıkılıp yalnızlıktan o çekmeceyi açmak için uzanacaksın. Sadece yalnızlık mı olacak sana o sayfaları hatırlatacak olan. Hiç için acıyor da beni özlüyor musun, özlemini o satırlarda büyütüyor musun. O sayfalara işlenmiş ben de kaybolup bir an olsun mutluluğa kanat açıyor musun.Gözlerinin önünde o mektubu alıp ta ilk okuduğun anlar canlanıyor mu, o an ki hislerin çıkıp saklandıkları kuytulardan seni ziyaret ediyor mu. Kat izlerinin derinleştiği yerde ellerimin yokluğunu hissedip üşüyor musun hiç. Sesimi bir kez daha duymak için her kelimesini ezberlediğin telefonundaki mesajlarımı başa sarıp sarıp dinliyor musun. Kuruttum dediğin güllerin yaprakları yokluğumdan ufalanıp birer birer kayboldular mı. Yoksa hiç kırmadın mı onları, o hoyrat ellerin onlara dokunamadı mı. Evinin herhangi bir yerinde sıradan bir şey yapıyorken bir hayal perdesine başını çarpıyor musun. Bu çarpışmaların izlerinde kan oturuyor mu, oturup ta tüm gün ağrıyor mu. Gündüzlerin geceyi özletiyor, akşam olsun dedirtiyor mu. Güne akşam çöktüğünde omuzlarına da düşüncelerinin yorgunluğu çöküyor mu. Akşam geceye doğru yol aldığında karanlık da içine doğru yürüyor, için zifir karaya çalınıyor mu. Bu karanlıkta sonsuz bir uykunun ağırlığı yokluyor mu yüreğini, bir yanın bu uykuya dalmak için çabalarken diğer yanın gözlerini kırpmadan önünde patlayan anıların sesinden ürkmüş yıldızları sayıyor mu. Nefesini kesiyor mu umudun ciğerlerine dolmayışı, için daralmış kendini pencere önüne yada balkona atıyor musun sürünen ayaklarının üzerinde. Soğuk ruhuna, sıcak kalbine işlemiyor mu. Kalbinden doğup, bedenine yayılan ateşi söndürmeye yetmiyor mu hiçbir şey.. Bu ateşe katık özlemin mi oluyor pişmanlığın mı, yoksa aşkın mı. Aşk, sanırım bu henüz benim yakamadığım bir ateş olmalı, varlığım sende aşk olamadı ama yokluğum benim yapamadığımı başardı mı. Kendi kendine konuşmaya başlıyor mu kalbin, bana bunu yapan nedir diye soruyor musun. Sorup da cevap alabiliyor musun senden. Verecek cevabın varsa ben sende yaşıyorum, senin için hala ölmedim, suskunsa yüreğin yalnızlığın türküsü bu. Zindana cevirse de şu uçsuz bucaksız dünyayı, bir gün zindandan azat edileceğin gün doğacak korkma sevdiğim. Bensem ızdırap olup bedeninde bitmez bir döngüyle dolaşan, sevdam ele geçirmiştir ruhunu. Bende yaşayan sevdam yankı bulmuştur yüreğinde. Ben seni zamanın koynunda eskitmeye başlayıp ta üzerine toprakla örttüğümde gün güneşin ışığını sıcağını kapına bırakacaktır, kapıyı açtığın bir kuşluk vakti mutluluğun yüreğinde özgür bırakıldığını anlayacaksın ve ben bir gün sadece sen mutlu ol diye sendeki sürgünümden kurtaracağım sevdamı, seni azat etmek için sevgimi sonsuzluğa sürgüne göndereceğim. İçimdeki canımdaki aşkın, seni aksiyle yakmasın acıtmasın diye boynuma aldanışlarımı ilmek yapıp ipe götüreceğim sevdamı...
Sen çıkınca benden
Yalnızlık kalıyor geriye
Eksilen düşlerim oluyor
Anlam kayıplarla sürgüne çıkıyor
Düşlerimi de topluyorsun giderken
Sıcaklığını çalıyorsun kalbimin
Dengesiz denklemlerin çözümlerinde boğum boğum bir hayat ipiydi senden sonra bana kalan. Ben hep aynı mıydım senden sonra mı aynalar böyle bakmaya başladı bilmiyorum. Boş bir dengede giderken hayat, bir düğüm atıldı ve ondan sonra ne geçmiş ne de gelecek birbirine bağlanamadı.
Kayıp kentleri duyduğum o yabancı mısralarla tanışık yaşıyorum artık. Kayıp kentlerde kayıp bir kadın olup yaşıyorum. Yollar açılmıyor asfaltları sökmüşler, toprak patikalara mayın döşeyip yarınları köreltmişler. Aşk şimdi kayıp kentlerin yeni adı ki o kentlerde artık savaşın son kalıntıları.
Evet, bir savaştı yaşadığım. Kalbimle aklımı topa tutup, altında kaldığım. Aşk uğruna savaşıp gemiler yakıp, batırdığım. Uz gidip dere tepe düz gitmeye çalışıp ta gidemediğim, masalların üstüne kan sıçrattığım bir savaş artık aşk. Yüreğimde durmadan patlayan bombaların bir hayatı küle çevirdiği, nice nice bebelerin doğmadan toprağa serildiği bir savaş aşk benim için. Aşk, senin için açtığım ama hep yenilgilerle sarmaş dolaş yaşadığım, sonunda seninle de savaştığım bir muharebe.
Şimdilerde içimdeki kayıp kentlerde adı aşk bu savaşın. Yaşamak yada ölmek. Yaşatmak yada öldürmek. Masada kurulan planların sahada işe yaramadığı cıva kıvamında günlerden sonra alıp şapkasını gitmeli yenilen komutan, askerlerini toplayıp gitmeli buradan. Ahhh o var ya o. Direnişlerin en büyük pay sahibi. Emirlerin en büyük eri, bu savaşa bir son vermeli, ya öldürmeli ya da ölmeli.
Ateş bazen sarar böyle çepeçevre, ne yana atlasam yolum yok çember dışında kalacağım. Seninle yaşadıklarım ayrı yakar, sensizlik ayrı. Bir arenada koşuşturmak durmaksızın, ne yana gitsem ayaklarım ellerim sürünür, kalbimi toplayamaz yerden.
Kaç kere gitmeye kalktım, ayaklarım ellerim kelepçeli sevdiğim, kelepçeleri parçaladığımdaysa kalbimdeki mühür çözülmüyor ki bir başkasına.
Hep yanar mıyım böyle, her gidişim bir dönüşün biletini keser mi böyle. Her dönüşümde yine yanarım bilirim hiç sönmeyecek bu ateşlerin içinde. Her dönüşüm bir hazana rastlar, kışa döner sonra mevsim, yüreğim Ağrı ca kar dolar, bu sefer ayazın yakar be sevgilim.
İki cephede savaş benimki, hiçbir galibiyete bayrak sallanmamış. Bu ateş çemberinin içine dikilmiş tek bayrak sadece benim, yüreğim. Kaç kere tövbe ettim, kaç kere af çıkardım kalbime, her defasında yine yırttım çıkardığım fermanlarımı. Yenilerini yazmaktan bıkmadan ateşlere bandım kalemimi, bu kızıl sayfalar hiç bitmiyor ki sevgili.
Yaşamakla ölüm arası bir yer var bu uçsuz buçaksız gökyüzünde. Ben seni tanıdığımdan beri ne yerdeyim ne de gökte sevgili. Bilirim çok uzaklardasın, ben geçemem bu ateşten kaleleri. Hangi kaderin bana kestiği ceza bu sevgili, ne seninle ne de sensiz, ben hep burada biraz seninle biraz sensiz. Sen okursan bir gün bu satırları, anlarsın özleminin beni nasıl yaktığını. Umutsuzluğumun kalbimi ateşe verip, düşlerimin küllerini rüyalarıma saçtığını. Anlarsın bir gün seni sevdiğim için tüm varlığımın kalbimin içinde yandığını. Anlarsın ne sana varsam ne de senden uzak kalsam bu azabın hiç azalmadan beni esir aldığını. Bir gün anlarsın anlarda ettiğin sitemleri hatırlar belki sende pişmanlıkla yanarsın. Ben hiç gitmezdim senden de, sen sana olan inancımı kendin ateşe verdin be sevgili. Gözlerimi yumsam da bir açsam da gözümün nuru akmış her yer karanlık. Bu ateş söner mi bilmem, sabah doğar mı bilmem, artık doğsa da ne yazar ne değişir, benim gözlerim senin rüyalarına uzakken sevgili...
Denizin üzerinde oynaşan ışığın sesi kadar yumuşak ve sakin bir bekleyiş bu. Yalnızlığın hırçın kollarından düştüğüm düşlerden sonra mavi bir serinliğin dudağındaki izi gibi, tuzunu denize bırakmış bir sensizlik var şu günlerde üzerimde. Benimle misin var mısın yok musun sorularını parçalayıp attığım uçurumlardan savrulanların peşinden gitmiyorum artık. Varlığını hissediyorsam yağmurlar bulutlar güneş ve yıldızlar hala gökyüzündeyse ve ben nefes alıp hala bu kalbi yaşatıyorsam işte en az onlar kadar gerçeksin ve düşler kadar yalan…
Bu yüzden şimdilik yani bir sonraki fırtınaya kadar yelkenlerimi doldurmayan bir serinlikte yürüyorum bu deniz üzerinde. Uzun zamandan sonra ilk defa sensiz düşünebiliyorum kendimi. Senden gerçekliğinden çok varlığın önemli son günlerde. Güneşten aydan yıldızdan bir parça olmadığımı anladığım ve onlardan uzak yaşadığımı hissettiğimden beri sahiplenmeden ama onları her an yanımda üzerimde kalbimde bilerek yaşadığım gibi yaşıyorum seninle. Seni sevgilim olduğun günlerdeki gibi özlemeyi rafa kaldırdım arada yastığıma sarıldığımda yada birkaç satır dilime dolandığında bıçak gibi düşseler de sırtıma söküp yerinden çıkartıyorum acısı baki kalsa da anlayacağın seni özlemeyi de erteliyorum son günlerde. Anılarımdaki adam demek yok hayır yakıştıramıyorum bunu içimdeki adı yokluk ve varlık olan duyguya, en iyisi diyorum kitaplarda anlatılan aşkların adamı ol ve ben bir kahramanı sevmiş gibi sevmiş olayım seni. yada radyoda arkası yarınların cazibeli sesinde hayat bulan bir öykünün anlatıcısı ol. Her anlattığın hikayedeki asıl adam. Ve arkası bitmeyen her hikayede kendini bulan bir kadın olayım bende. Bu daha sahici sanki. Var olan ama aslında olmayan. Bu bizi daha iyi anlatmıyor mu.
Salkım salkım dökülüyordum uçurumlardan ve her an düşüyor gibiydim dalların uclarından. Bir yaprak dökümü değildim ama hiçbir zaman bahar gibi de giyinmedim. Ne kendimi ne seni. şimdilerde bir elim dalların birinden tutunmuş gibi kendimin ellerinden mi tuttum nedir.. ayaklarım yıllardan sonra ilk defa toprağa basacak gibi. Kendimi aynalara baktığımda görebilecek miyim artık. Kim bilir belki de bu sabah benim için doğacak gün ve ben kendim için yaşamaya başlayacağım belki de. Sen gördüğüm her şeyin arkasında gizlenmiş olsan da bunu söylemeyeceğim kalbime. Bir fırtına daha hırçın kollarıyla sarıncaya dek beni, sen yoksun ben varım. Ben… o aşkların adamı olan adamın diğer yarısıyım…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!