Su Eda Gümüş Şiirleri - Şair Su Eda Gümüş

Su Eda Gümüş

Sessizlik hayatımın tek sesi oldu. Suskunluğun içinde neler bastırılmış çırpınıyordu. Sözlerin geçiyor aklımdan her sözüne söylenecek sözlerim var her soruna sorulacak sorularım. Sana en çok beni anlatmak kolay. Sana senden bahsetmek yasak. koyduğun yasaklar söyle sevgili neden yasak. Hangi cümlen içinden geçenlerin yansıması, bana sordukların kendi iç hesaplaşmalarının ne kadarı? Hani demiştin ya neyi göze alabilirsin, nelerden vazgeçebilirsin? Peki senin bu sorulara cevapların var mı sevgili. Sen sevgiyi vazgeçip göze almakla ölçüyorsan söyle sen neyi göze aldın sen sana ait olan nelerden vazgeçtin? Karşındakine sorduğun hesapların ne kadarını sen onun için verebilirdin. Her sözünde türlü oyunlar saklı sevgili kurduğun cümlelerin ne kadarısın. Boş ver bana söylemesen de olur artık bir önemi yok. Nasıl olsa yine doğruların olmayacak söylediklerin. İçini boşalttığın bir hayat bıraktın bana. Ben üzerine bir köprü kurup yaşamaya çalışıyorum işte boğulmamak için o karanlıkta.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Bana neler oluyor giderek elimden akıp gidiyor her şey. Tam seni buldum dediğim yerde yabancı bir yüz oluyor bir yabancı gülümsemede donuyor gülüşler. Ben her şeyde herkeste seni görüyor seni yaşıyorum. Herkesle sen diye konuşuyor sen diye sarılıyorum. Neşelenmişken buluşmalarımıza bir bakıyorum sen sandığım bir el çıkıyor donuyor sevinçim taş kesiyorum. İşkencelerin en ağırından daha ağır bu bana yaptığın kaldıramıyor gül gibi soluyor umutlarım. İki değirmen taşı arasında ufalanıp gidiyorum.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Siyah üzüm buğusu gibi parlıyor gece penceremde. Bağbozumu zamanı şimdi hüzün sarkıyor asma boylarının üzerinde. Kabuk kabuk soyarken hayat suretini geceden karanlıkta parlayan bir ışıltıda gözlerinin buğulu bakışı. Suretini soyunda yalnızlığında aslını bul dercesine. Sen bir yol muydun kendime giden yada beni sana getiren içimdeki bağların hasat mevsimi miydi. Dikenli tellere sarılan dallar zümrüt yeşil açarken gözlerin miydi en doyulmaz tadı damağımda bırakan. Üzüm buğusu gibi gözlerin gece rengi. Gözlerin üzerinde güneş açan sabah. Gözlerin gecelerin siyah incisi. Gözlerin en güzel gülüşlerin mutluluk saçan güneşi. Günün ilk saatlerinde inen çiğ damlalarının hüznü gibi.
Bağbozumu zamanı şimdi. Asma bahçelerinde bir yalnızlık türküsü sayıklanır, ermiş meyvelerin çekiciliğiyle karışır, mahsunlaşır ama zaman şimdi gidişlerin ve dönülmez sıcaklıkların terki şehri ıssızlaştırdığı saattir. Dem bulur yalnızlığın tadı, üzümlerin sıcak yakıcı tadı karışmıştır biraz, buğusu tüter düşer damağına, emdiğin kendi yalnızlığındır, sevgili dökülen yaprakların savrulduğu yoldadır ve onsuzluk yakıcı bir tatdır şimdi dudakta.
Geceye düşer tane tane gözlerindeki menevişler, her biri bir camdır semayı yıldızlar gibi süsler. Asma bahçelerinde gece gözlerin düşer, üzümlerin üzerinde ki buğuda yüzün, çiğ taneleri gözyaşım olur, sensizliği süsler. Uzaktan bir klarnet sesi ince ince gecenin hüznünü işler, bir deniz sesi uzaklardan seslenir ve yalnızlığımı kendi eteklerine davet edip, onsuzluğu bana anlatır.
Sensizlikte güzelleşir bazen böyle senin içinde olduğun her şey gibi. Bağbozumunda bile güzelsin, hüzünler gibi.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Uzaklığın zor geliyor bana. Ne mesafeler ne km.ler. nede ayrı şehirler. Ruhun bir kaçkın, gözlerin bir camın arkasında gizli, kalbin önünde buzdan bir duvar misali dikili, kelimelerin bir karanlık inmiş ve aydınlığını yitirmiş bir nehir gibi. Uzaklığın zor geliyor bana. Artık benim değilsin sanki. Kapıların ardından gizlice fısıldar gibi cümlelerin başkaları duymasın ve sezmesin bizi. Oysa hiç çekinmezdin gök kubbedeydi tüm sesimiz. Toprakta taşta havada suda tüm tınılarda biz vardık ve eskidendi sözünü eklemek bana çok zor geliyor şimdi. Bölüştürmen bize ait olanları ve benim dediğim bizim dediğimiz her şeyin yavaş yavaş kayıp gitmesi. Sevilmelerin kavuşma ve ayrılıkların tüm sevinç ve kırgınlıkların sıcaklığını yitiren bir mangal gibi yavaş yavaş küle döndüğünü izlemek şimdi bana düşen. Bir demlik çayın buğusuna karışan sohbetleri bölüştürmekte varmış, ve yerimi yavaş yavaş soğumaya bırakıp kalkıp gitmekte yazılıymış. Uzaklığın zor geliyor bana. Sıcaklığını yitiren ve bir örtüyle üstü örtülen evler vardır. Artık yaşanmayan ve anıların saklı kaldığı terkedilmişliğin küflü kokusunun sindiği duvardaki resimlerin çivilerinden düştüğü yalnızlığın rutubet gibi damladığı evler gibi mi olacak beraber döşediğimiz ve her noktasında bizden bir parça bıraktığımız yuvamız. Sesinin duyulmadığı senin ve benim cümlelerimizin geçmediği bir sessizlik mi kalacak şimdi bana. Oysa ben sesini duymadan nasıl yaşarım, sesine inen perdeyi görüp de nasıl sabahları bekler geceleri özler nasıl nefes alırım. Benim dediğim ve sen olduğum biz kelimesine düşen karanlığın sesine inen bu gölgenin yalnızlığına nasıl dayanırım. İki kişilik bir yaşamı yazan satırları okurken aklımdan geçen korkuların yüzüne çarparken ellerimden yitene nasıl kahrolmam. Bir buz parçası gibi eriyoruz işte. Damla damla kan kaybediyor artık bizim olanlar. Ahhh sevgili sen bilmezsin bu uzaklığının, bu kapılar ardından gelen fısıltılarının, bir camın ardında kalan solgun ruhunun ve duvarların ardındaki güneş açan yeni sabahlarının nasıl içimi darmadağın ettiğini fırtınalar estirip beni parça parça savurduğunu. Bu evde ördüğüm duvarları benden km.lerce uzak sende görüp anlamamak mümkün mü. İşte asıl acı bu gerçeğin şimşekler gibi durmadan düşlerime çakması. Kalbimin durmadan dumanlı gri bulutlara yoldaş olması yersiz değil içimdeki ince sızının son ses çınlaması boş yere değil. Ayrılık ayrı düşmek değil, ayrılık adı konmuş bir hikaye değil, ayrılık yalnız uyanmak değil; ayrılık kapıların ardında kalman ayrılık gönlünü başkasına açman, ayrılık bizim olanı sıyırıp yenilere yer açman, ayrılık yeni heyecanlarla güne uyanman. Ayrılık bu işte, önüme bu duvarı koyman. Buluşup söylediğimiz türküleri düşünüyorum da şimdi kırık bir sazdan dökülür gibi notalarımız. Ahhh sevgili biz artık bir çocuğun eskimiş ve duvara asılmış ilk sazı gibiyiz.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Gözlerin gelince aklıma
Hüzün düşer gündüze geceye
Bir yelken olur düşlerim
Açılır mavi denizlere
Yakamozlar arasında
Parlar gözlerin

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Yine içimin denizlerini hırçın fırtınaların kollarına bıraktın. Giderken yanına yokluğunun soğukluğunu almayı unuttun. İçim titriyor hüzün çökmüş gecelerin ayazı vuruyor yüreğime. Yine uzaklardasın bir söze içerlemiş oysa çocukluğum. Uzaklardaki tepeliklerden kısıp gözlerimi izliyorum seni sessiz sakin görünsem de yokluğun allak bullak etti içimdeki denizleri. Derinden bir ezgi çalınıyor kulağıma beni anıyorsundur mutlaka bu şarkı düşünce dudaklarına. Her ezgisinde hikayemin söze döküldüğü ve ne zaman dinlesem gözlerimi ıslatan Adıyaman. Konuşmak istiyorum birkaç söz etmek sana uzaklara duyacağını bilerek ama dökülmüyor kelimeler şaşkın ne yapacağını bilmeyen bir toy gibi kalıyor dudağımın ucunda. Söyleyeceklerine inanmamaktan korkuyorum belki, belki de çizdiğin sınırlardaki dikenlerin yaralarını görmenden korkuyorum. Belki hiçbiri değildir ümitsizliğimdir seni benden uzak tutan. O kamp ateşini yakmadığım içindir tüm ayrılıklar. Sen de hiç yardım etmiyorsun demeye niyetleniyor sesi bastırılmış isyanlarım sonra gözlerinde kendimi görüp susuyorum. Seni uzaktan sevmeliydim oysa sevgimi bilmemeliydin şimdi yaptığımı en başında yapmalıydım seni içimde yaşatıp seninle içimde yaşamalıydım.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Gün be gün soğuyorum senden. İçimdeki öfke yavaş yavaş su üstüne çıkıyor. Bazen hiç olmadık anda bir sızı hissediyorum içimde. Günün herhangi bir saati çıkıp geliyorsun içimden bir rüzgar gibi geçiyorsun. Hemen hatırlatıyor öfkem bir tokat gibi vuruyor özleminle sızlayan yüreğime tüm yaptıklarını. Biraz sendeliyor, bir gel-git yaşanıyor en hırçınından. Kış ortasında kayalara hızlıca vuran dalgalar özlemin oluyor, yıpratıyor ayakta durmaya çalışan kalbimi. Bazen duruluyor ışıl ışıl sıcacık mavi bir su oluyor, okşuyor usuldan ağlayan yüreğimi. Gözlerimi sıkıca kapatıyor en kapanmaz yaranın yazıldığı sayfaların elleri, maviliğinde bir daha kaybolursam, parlaklığınla gözlerimi kamaştırırsan ve yine sularının serinliğine kayalıklardan kendimi bırakırsam korkusuyla. Bazen yanaklarıma dokunuyor rüzgar en yumuşak elleriyle, sen misin diye soruyorum ve sorduğuma pişman ediyor beni içimde miras bıraktığın can kırıklarım. En sivri yanlarıyla tüm sözlerini çağırıyor aklım. Bir kısacık mutluluk ziyaretine bile izin vermiyor artık ben de bıraktıkların. Günlerin birbirine benzer geçmesi artık olağan, gökkuşağını açmıyor düşlerim, geceleri yıldızlar düşmüyor evimin çatısına, gündüzleri güneş girmiyor perdelerimin hep çekili olduğu odama. Hiçbir duygu fırtınası artık esip uçurmuyor yüreğimi uçurup ta bulutlara yoldaş etmiyor beni. Bazen delicesine bulutları özlüyorum, maviliğin içindeki parlak yumuşak huzur veren evimi. Ne zaman bir özlem uyansa yüreğimde ne zaman çılgınca özgürlüğü çağırsa ruhum ne zaman beni sarmalayan bu zincirlerden sıkılsa vücudum bir nefes bir soluk kısacık bir rüyayla kısacık bir mutluluk tatmak istesem her neredesinde saklıyorsa aklım çıkarıp kılıç gibi afsız keskin anılarımı indiriyor acımasızca. Belki de haklı beklide beni senden korumaya çalışması boş yere değil. Ama ne kadar söylesem de anlatamıyorum ona. Beni artık senden korumasına, kanatlarını üzerime açmasına gerek yok. Seni öylesi uzaklara gönderdim ki o topraklardan bu yana dönüş biletin yok. Sadece zaman zaman mutlu olduğum hatıraları anmak isteği benimkisi. Bir hayal perdesinde bir filmi izlemek gibi. Kısa ama içinde kendini bulmaktan mutluluk duyduğun bir filmi tekrar, tekrar izleme isteği. Bir film kadar birkaç kısa saat ne saati dakikaya bile izin vermiyor tekrar içimin böylesine yanmasına dayanamayan diğer yanım. Ve galiba bu yüzden bu öfkeyi söndürmek için uğraşmıyorum. Sana bir daha yenilmemek adına öfkemi söndürmeyecek tüm anıları çağırıp ona katık ediyorlar her gün biraz daha fazlasını bularak. Oysa her gün biraz daha katık bulmakları onları bu kadar mutlu ederken beni biraz daha eksiltiyor. Eksildikçe tükeniyor, tükendikçe senden kopuyorum. Bu eksilme gün be gün sonuma yaklaştırıyor beni. Sen bende tükendikçe geriye benden ne kalacak ki.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Martılar uçarken
Gözlerine sevdamı astım
Astımda dudaklarına
Çığlıklarımı bıraktım
Sen bi haber yaşarken benden
Ben denizlerce

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Yağmur var, mutfak camından izliyorum hüzünleri üzerime bırakışını. Yine seni düşündüm, neredeydin, nasıldın. Hep sana konuşuyorum, yağmuru, güneşin neşesini…. Bir yıl öncesi çıkıp geliyor, bugün buradaydım seninle şunları konuşmuş şuraya gitmiştik. Çıkıp çıkıp gelmelerin bitmiyor. Her günü bu gün gibi yaşıyorum, biraz içim acıyor. Aklımın dilli hiç durmadan sana konuşsa da, gönlümün dili sus pus, öksüz bir çocuğun mahsunluğunda ruhumun duvar kenarına sinmiş. Kelimelerin çokluğuna inat bir sessizlik. Her söz akıp akıp geliyor ama dizilip kalıyor boğazımda gönlüm mühürlemiş konuşturmamaya yeminli. Anlatacak çok şey varken anlatılacakların yetim kalması duyurabileceğin kimsenin kalmaması yalnızlığımı büyütüyor sadece. Dilim varmıyor artık bize ait cümleler kurmaya sana bizi anlatmaya. Gönlümün gücü yok ruhum inanç ağacının umut dalındaki salıncağıyla sallanamıyor artık mavi gökyüzünün kollarında. Hiçbir kelimenin teselliye kafi gelmeyişine içerliyorum. Akşamın inmeye başladığı bu saatte yağmurun ıslattığı oyun parklarında başı boş bir salıncak gibiyim.

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Uzaklığını düşünüyorum, imkansızlığını düşünüyorum, yaşlar damla damla akıyor yanaklarıma. içimde yolların yılların keskin uçlu bıçağı, kesiklerinden kanıyor kalbim, canım acıyor yokluğuna. acıdıkça yanıyorum yandıkça ağlıyorum. gözlerimden yağan yağmurlar söndürmek için yağsada öyle büyükki özleminin harları döktüğüm yaşlar yetmiyor söndürmeye bu yangını.

Devamını Oku