1995'in soğuk bir şubat akşamıydı.Bu mevsimde Çandarlı Kasabası buhranlı bir yalnızlığa bürünürdü.Yazın o sıcak günlerinde onbinlerin akınnına uğrayan bu şirin belde,kış gelince üvey evlat muamelesi görür,kucak açtığı insanlar onu yapayalnız bırakırdı.Sahil boyu poyrazın hoyratlığına teslim,deniz ağzından köpükler saçan bir canavarı andırıyordu.Sahil boyundaki sokak lambalarının bir çoğu yazın o hengamesinde bozulduğundan tek tük sağlam kalmış olanların alacalı aydınlatması ancak bir kaç metre ilersini gösteriyordu.Gecenin ürkütücü karanlığına,rüzgarın ilikleri titreten acımasızlığına ve kudurmuş denizin kıyıya kadar fırlattığı suların saçlarını ıslatmasına aldırmadan,sahil boyunda kendinden emin adımlarla fakat oldukça düşünceli ilerleyen biri vardı.Hilâl
Çantasından bir sigara çıkarıp yakmaya çalıştı,beceremedi,rüzgar çok kuvvetliydi.Kıyıdaki banklardan birine oturdu.Gündüz balıkçılardan gördüğü gibi,kibriti yarısı içerde,yarısı dışarda pozisyonuna getirip yaktı.Sigarasından bir nefes çekti,duman soğukta çıkan havayla birleşiyordu.Bir iki nefes ardarda çektikten sonra öksürüğe boğuldu,attı.Aslında çok sigara içmezdi ama bu gece içesi gelmişti.Eğildi yerden birkaç küçük çakıl taşı aldı,gerildi olanca gücüyle ileri fırlattı.Çakıl taşları birbiri ardına zorda olsa denize ulaşmışlar,saliselik kabarcıklar oluşturup suyun yüzünden,dibine inmişlerdi.
Düşünmeye başladı,acaba çakıltaşları denize atıldıklarına sevinmişmiydiler,yada nereye daha çok yakışıyorlardı,suyamı,kıyıdaki kumlaramı.Bilmiyordu,bildiği tekşey istemleri dışında bir şubat akşamı denize girdikleriydi.Sonra kendini düşündü,Oda bir çok şeyi kendi isteğiyle yapmıyordu.Doğumu annesiyle babasının bir kaç dakikalık ihtirasından sebeb olmuştu. Ve şimdi,mecburiyetler,kötünün iyisi seçimler,baskılar,tesadüfler sonucunda hırpalanmış,yirmialtı yıllık bir yaşanmışlık duruyordu,kudurmuş bir denizin ıslattığı sahilde.Neden hayat insanlar üzerinde bukadar baskı oluşturuyordu,yirmialtı yılı ne için yaşamıştı.İstanbulun bütün kenar mahallelerini gezerek,açlığı,sefaleti,yokluğu,karanlığı,susuzluğu ne için yaşamıştı.
Parttıme işlerde çalışarak,yarı aç yarı tok neredeyse sürünerek bitirdiği üniversiteden kendisine verilen diploma iki yıl sadece duvarda kalabalık yapmış,en sonunda devletten ümidi kesince özel bir dersanede üç kuruşa işe başlamıştı.Peki bunun içinmi ömrünün nerdeyse dörtte üçünü okul sıralarında heba etmişti.En az yirmi beş yıl gece gündüz çalışıp,dişinden tırnağından artırıp,eğer yaşarsa ve şansı yaver giderse,altmış yaşında derme çatma bir ev alabilecek parayı biriktirebilmek içinmi Tarih öğretmeni olmuştu.Düşünmesi bile insanı hayattan soğutuyordu.
Onyedi onsekiz yaşlarında genç kızlığa yeni adım attığı yıllarda mağazaların vitrinlerini seyreder,oradaki pahalı elbiseleri üzerinde hayal ederdi.Hayalindeiki kıza çok yakıştırıdı o pahalı elbiseleri,çizmeleri,gerdanlıklarıda acaba gerçekten şu an verseler taşıyabilirmiydi.Yokluğu özümsemiş bünyesi o zengin hayata uyum sağlayabilirmiydi.Zeytinden ve peynirden başaka kahvaltı çeşitlerini sofrasına getirecek biriyle evlense acaba sanki yıllardır kuş sütüyle besleniyormuş gibi hazmedebilirmiydi.Bilmiyordu,Açıkçası pekte bu tür hayaller kurmuyordu artık,Zenginliğin ucuz pahabiçilmezliklerden daha önemli birşey olduğunu ve zenginliğe pahabiçilmeyeceğini bilyordu artık.Çünki zenginliğin tarifini değiştirmeyi becermişti,zaman en güzel en büyük zenginliğin anahtarını vermişti ona.Oartık bir tarih öğretmeniydi,ve önce ailesine,sonra vatanına,sonrada bütün insanlığa hizmet etmeyi,kalıcı eserler bırakmayı hedef seçmişti.Ömrü yetmese bile yetiştirdiği öğrencileri,Büyük Türkiye Cumhuriyetinin birer neferi olacaklardı,Şanlı türk bayrağının Türk semalarında gururla dalgalanmasının sağlanması için Hilal öğretmenlere ihtiyaç vardı.Atatürkünde dediği gibi Cumhuriyet Hilal öğretmenlerden fikri hür vicdanı hür nesiller istiyordu,ve artık tek gayesi buydu.
Muratın yanından ayrıldıktan sonra İzmirin kenar mahallelerinde ev aramaya başladılar.Aslında Bornovada oturmak istiyorlardı ama ev kiraları Bornovada bütçelerinin çok üzerindeydi.Saatlerce dolaştıktan sonra Gürçeşme Polis karakolunun altında bir mahallede tam aradıkları gibi bir ev buldular.İki katlı bir binanın giriş katı boştu ve görünüş itibarıyla pekte yüksek kira istenecek bir yere benzemiyordu.Kiralik yazısının altına not düşülen telefonu aradıklarında karşılarına çıkan adam evin hemen üst katında oturduğunu söyleyip aşağı inmişti.Oldukça yaşlı,zayıf bir ihtiyardı evin sahibi.Hasta olduğu konuşurken ikide bir öksürmesinden ve ciğerlernden gelen hırıltılardan belli oluyordu.Ev iki oda bir salondu,kirasıda fena değildi.Uzun zamandır kiraya verilmediğinden biraz tadilat vardı evde,ama kırığı döküğü yoktu.Bir boya,iyi bir temizlik,bir iki tesisat onarımıyla pekala oturulabilecek hale getirilirdi.Evi anlatırken bir ara yaşlı adam aniden durdu
--Yalnız aileye vermek istiyoruz
Arzu çok kızıyordu bu lafa
--Amca biz kelaynak sürüsümüyüz.Bizimde bir ailemiz var
--Kızma güzel kızım,bekarız diyorsunuz,bekara vermez yengen burayı.Bizim koca karı biraz terelellidir.
--Sen anneyi çağır,biz onu razı ederiz
Ogün Hilal dersaneye girdiğinde hiçte alışık olmadığı bir durumla karşılaşmıştı.Dersanede ölüm sessizliği vardı.Kantinin kapısı açıktı,fakatr içerde kimse yoktu.Öğretmenler odasıda boştu.Meraklandı,Müdürün kapısını tıkladı,ses gelmeyince açtı.Müdürde odasında yoktu.Sınıfın kapısını dinledi,içerde ders olup olmadığını anlamaya çalıştı.Fakat içerden müdürün sesi geliyordu.
-Arkadaşlar; böyle bir olay saklanmaz.Lütfen bize yardımcı olun.Şüphelendiğiniz biri dersaneye girdimi,yada içinizden birini bu eğilimde gördünüzmü?
Hilâl kapıdan ne konuşulduğunu anlayamamıştı,kapıyı çaldı,girdi.Şaşkın şaşkın bakıyordu.Felsefe öğretmeni,matematik öğretmeni,müdür,edebiyat öğretmeni hepsi sınıftaydı.Hilâlin girdiğini gören Müdür elindeki kağıdı göstererek;
--Gelin,Hilal hanım,gelin.Şu işe bakın,bu dersanede ilkkez böyle birşey oluyor.
Hilâl meraklanmıştı.
-Ne oldu Cevat bey?
Hilâl ve Arzunun veda yemeği tam bir komediye dönmüştü.Saatlerce sarmaya uğraştıkları sarmalar ocakta,Hilâlin özene bezene açtığı böreklerde fırında,Arzunun büyük zamanlama hatasına kurban gitmiş,iki tepsi,bir tencere kömür elde etmişlerdi.Allahtan komşuları bu iki acemi kızı fzala zorda bırakmayıp kendi yiyeceklerini kendileri getirmişlerdi.Vedalaşma faslı bitipte herkes evine gittikten sonra,gözlerinde biriken damlaları akıtmamak için direnen Hilâl biraz olsun efkar dağıtmak için Arzuya takılıyordu
--Birdahaki sefere veda yemeği vereceksen gündüzden hazır bişeyler alalım,gerçi sen onlarıda ısıtırken yakarsın ama....
--Yaa yeter ama ne yapayım,senin Muratını dinlerken dalmışım.Sende öyle uzun uzun anlatmasaydın sevgilini
--Yani şimdi benmi suçluyum
---Tabi,sen beni lafa tutmasaydın unutmazdım.Hem aslında börekler çokta yanmamıştı,yenirdi yine
--Yersen yenir tabide,börek olduğuna inanmazlar bizi dava ederler diye getirmedim.
Yeni evlerinde ilk sabaha uyanmışlar,Arzu okula,Hilal dersaneye gitmek için evden çıkmışlardı.Hilâl dersaneye girdiği vakit,koridorda bir ileri bir geri yürüyen Azize Hanımla karşılaştı.
--Günaydın Azize hanım
Azize hanım pek kimseyle konuşmak istemediğini belli eden bir tonda
--Günaydın
diyebildi,sonra elinde tuttuğu kağıdı Hilalden saklamaya çalışarak
--Müdür bey gelmemiş henüz,onunla işim vardıda.Siz odaya geçin isterseniz
Bindokuzyüzseksen'lerden buyana
Otuzbin defa kıydı canıma
Sonunda oltaya takıldı amma,
Yazıkki sağlam bir,ip yok ülkemde
Otuzbin sadece adı olanlar
Bindokuzyüzseksen'lerden buyana
Otuzbin defa kıydı canıma
Sonunda oltaya takıldı amma,
Yazıkki sağlam bir,ip yok ülkemde
Otuzbin sadece adı olanlar
Mine mavisi diye bir renk var
İçinde mavi yok.griye çalıyor
Neden seviyorum acaba bu rengi
Elbet vardır bir sebebi
Tutkuysa aşkın renktaşı
Sabaha kadar kadere sövüp
Uyumadım kitapsız inan dün gece
Seni hainlik yerinden vurmak istedim
Kıyamadım kurşuna,inan dün gece
Rakıya,cigaraya sarıldı elim
Hasanı dükkanın alt katına gönderdikten sonra,neskafesinden bir yudum aldı,bi sigara yaktı.Dumanı yuvarlak çıkarmaya çalışarak içmeye başladı.bir iki denedi olmadı,sıkıldı bıraktı.Artık sigarada almıyordu sıkıntısını,oda yetmiyordu.Hani can sıkıntısını alırdı,hani moralin bozulunca yak bir sigara derlerdi.Demekki hepsi boştu,bakkalda üç,dört liraya satılan birşey,nasıl olacakta ona Maviyi unutturacaktı,hem zaten sigara Maviyi unutturacak olsa Orhan hemen bırakırdı sigarayı,o Maviyi unutmak istemiyorduki.
Saatler,geçmek bilmiyordu,akşam olsada şu kahrolası dükkanı kapatıp gitse,
Gitse ne olacaktıki,sanki başka yere gidince birşey değişecekmiydi,aval aval bir sevdaya düşmüştü işte,niye bunu kabul etmiyordu.Belkide hiç olmadığı kadar düşünceli ve dikkatsiz günler yaşıyordu,ama nasıl olmuştuda bukadar etkilemişti bu kısacık yaşanmışlık.Oysa ne çok şey paylaştığı insanlar,hiç aklına gelmiyordu şu sıralar.Telefonun ahizesini kaldırdı,kulağına dayadı,tuşlara uzandı,o536 254...vazgeçti,aramıyacaktı.Kapatıp tekrar çevirdi,ama bu sefer başka bir numaraydı aradığı.
İkinci çalmada açtı karşı taraf,telofonu
--Efendim,buyrun
ben evli bir bayan olarak bu söylediklerinizi(allaha şükür) yaşamıyor olsam da yaşayan birçok kadın adına %100 doğru bulduğumu belirtmek istiyorum ve samimi yazınız için tesk ediyorum.kaleminize sağlık...