Sebahattin Kömürlü Şiirleri - Şair Sebah ...

Sebahattin Kömürlü

yaşadık

anları
anıları...

daha

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

boğuk bir ses yükseldi göğe,
köpek havlamalarına bile, benzemeyen.
savaşlardan kurtulmuş yitik ayaklarıyla,
ağrılarını dindirmeye çalışıyordu,
neler
umulur dünya,

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Zor uğraşlar isteme benden
Örneğin
Kutuplarda çıplak gezmemi iste
İste
Okyanusları yüzerek aşayım
İste

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Zaman
Zamanı gelince zaman
Alır ardına komaz
Hiç bir zaman
Ne
Bir iz bırakır

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Yüreklerde acı – özlem,
Gözlerde kin - sevgi umut,
Eller “güneşe” kalkmış,
Parmaklar hançer
Hançer
Yürekler gözler bizim,

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

ölümüne
ölümüne
ölmedik mi ölümüne
damla damla göz yaşımız
düşmedi mi yer yüzüne
...

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

söylesem
zamana
zaman duururmu?
ağlamasa gözler
acı dururmu?
yokluğula yok oluyor umutlar..

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Bir bahar sabahı,
Kendi yalnızlığında bırakmak,
Yemyeşil yaylaları…
Bir yudum
Su…

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Sarhoş ettiler
Sonra ayyaş dediler
Ağlattılar
Gözyaşına güldüler

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Dün akşam 50. yıl ormanının tepesinden İstanbul denilen memlekete bakınca, bu kentin ne kadar büyük ne kadar küçük olduğunu böylesi net bir gözleme ilk defa tanık oldum. Bulunduğum tepeden bakınca Yalova, küçücük bir yer kalıyor. Ardı sıra Çınarcık, adalar ve daha bir çok yer. Koskoca Marmara denizi adeta küçülmüş gibi. Bulunduğum noktada, Maltepe, Kartal, Pendik, Küçükyalı, Bostancı sanki öbek öbek dizilmiş küçücük yerler gibi. Daha ötelerde Bakırköy, Zeytinburnu ve daha sonra bu güzelim kentin katl-i vacipmiş gibi yükselen Maslak gökdelenleri, ki bu yüzden ufuk hattı kesilmekte ve Fatih ormanları görünmemekte. Daha sonra Ümraniye, Sultanbeyli taa Şile ormanlarına kadar uzanan büyük bir panoroma. Bu azamet karşısında insanın acizliği öylesine netleşmekte ki nasıl olur da bu yaratık, doğa denen güzelim tabiatı bu hale sokar. Bulunduğum yerden bakınca aşağıdaki herc-ü merc olduğu gibi gözlerimin içine yansımakta. Pendik'in ortasından yükselen çok katlı binalar, Kartal'ın geçmişinden intikam alırcasına yükselen yeni yeni gökdelenler, aşağıdan gelen korkunç uğultular, sanki bugünden bu kent insanlarının gelecekte, bu kentte yaşam alanlarını daralta daralta bu kentte yaşayamayacaklarının kanıtı gibi bir olguyu hissettiğimi hissettim. Doğa kendi içinde öylesine barışık ki bulunduğum tepenin üstünde biten binlerce tonda rengarenk çiçekler, sanki kendilerini yok etmeye yemin etmiş bu insanlara son gülücüklerini mi göndermeye çalışıyorlardı. Acaba bu yok ediş aşağıda küçük bir sürü halinde gezen bir kaç keçinin, inadına direnişini nasıl yok edecekti. Birinci Boğaz köprüsü yetmedi, ikincisi, şimdi de üçüncüsü. Birinci köprü, Çamlıca'yı, Kanlıca'yı nasıl yok ettiyse, ikinci köprü, Samandıra, Sultanbeyli, Ümraniye, Altınşehir, Başakşehir diye bilinen bir çok yeri yağmalayıp, gelişme ve medeniyet diye bizlere yutturuldu. Bu son katliamla, İstanbul'un ana caddelerinde yapılan reklamlara bakılırsa, başbakan kuzey marmara otoyolu ve üçüncü boğaz köprüsü ile, aslında İstanbul kentinin ipini çekmekte. Önümüzdeki 50 yıl içinde, İstanbul kentinde orman namına bir şey kalmayacağı gibi, hava sirkülasyonunun olmaması nedeniyle, canlı yaşam alanları da gittikçe daralacaktır. Bir zamanlar Moda sokaklarında serçelerden, kırlangıçlardan geçilmezken bugün serçe sesi duymak insanlar için adeta bir garip karşılanmakta. Bu nasıl bir yağma ki bir yandan milyonlarca ağaç yakılıp, yıkılıp, kesilmekteyken, iktidar güçleri ağaç dikmekle övünmekte. Katliam karasal alanda kalmayıp, sanki insanın yaşam alanı sonsuzmuşçasına denizler de doldurulmakta. Kadıköy'den Gebze'ye kadar olan sahil alanı acımasızca dolduruldu. Karşıyaka' da aynı hikaye. Öyle ki Atatürk'ün Florya'daki köşküne vatandaş girememekte. Denizden faydalanamamakta. Hemen yanıbaşını işgal eden İETT bu alanı da vatandaşa kapamış. Emperyalizm sade, kendi çıkar ve kârını maksimize etmez, içerde de kendine uygun emperyal yaratıklar ve fikirler yaratır. Aslında bu tepeden bakınca vahşiliği o kadar net görmek mümkün ki, bir zamanlar bağların, bahçelerin olduğu ekili tarlaların yerine nasıl olur da bu betonlar dökülür aklı olanın anlaması mümkün değil. İnsanlar bir bölgeye böylesine acımasızca nasıl sürgün edilebilir anlamak mümkün değil. Yakacık'ın altında bulunan, Soğanlık semti o kadar verimli topraklara sahipti ki buralardaki tarlalardan çıkan sebze ve meyve lezzet bakımından belki de hiç bir şeyle kıyas kabul etmezdi. Zaman su gibi akıyor. Emperyalizm dişlerini ülkemin değerlerine gittikçe daha acımasızca geçirmekte. Bu tepeden bu netliği gözlemlemek beni bir başka hüzünlendirdi.

Devamını Oku