Şair Berzan Şiirleri - Şair Şair Berzan

Şair Berzan

Ankara Anarşi İnisiyatifi, kendisini anarşist, anti-otoriter ve benzeri sıfatlarla tanımlayan ya da herhangi bir sıfat kullanmayıp otoritenin olmadığı, gönüllülük temeline dayalı bir toplum ve dünya özlemi taşıyan kişilerden oluşmaktadır. Hiyerarşik bir yapılanma değildir, katılım gönüllülük esasına dayanır ve kararlar uzlaşma yoluyla alınır. Dostluk, dayanışma, kardeşlik ve paylaşımın güçlendirilmesi amacımız olduğu kadar aracımızdır. Ankara Anarşi İnisiyatifi, benzer diğer grup ve örgütlenmelerle karşılıklı iş-birliğine, ortak eylem ve etkinliklere açıktır.

Bu amaçla bir araya gelen katılımcılar olarak, aşağıdaki ilkeler üzerinde uzlaşmış bulunuyoruz:

- Başta devlet ve onun kurumsal uzantıları olmak üzere her türlü tahakkümcü ilişki tarzının ve ağının ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyoruz. Diğer bir deyişle; devletlerin, sınırların, sınıfların, orduların, cinsiyet/dil/inanç/ırk/etnik-köken vb. ayrımların olmadığı başka türlü bir dünyadan yanayız. Bu dünyayı belirsiz bir geleceğe havale etmek yerine, özgürlükçü ve eşitlikçi bir dönüşümün hemen, bugün, buradan başlayabileceği fikrini savunuyoruz. Özgürlüğe giden yolun ancak özgürlükçü araçlarla açılabileceğine inanıyor; amaçlar ve araçlar arasındaki tutarlılığı önemsiyoruz.

Devamını Oku
Şair Berzan

Japonya'da bu sabah meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki depremin ardından, Kaşivazaki-Kariva nükleer santralinin bir reaktöründen radyoaktif su sızmaya başladı.

Santralın sahibi Tokyo Elektrik Enerjisi şirketinin bir sözcüsü, depremden sonra bir reaktörden radyoaktif su sızıntısı olduğunu söyledi.

Daha önce santralde depremden sonra yangın çıktığı, ancak sızıntı olmadığı açıklanmıştı.

Devamını Oku
Şair Berzan

Kaybın ve huzursuzluğun yayılmış hissi bizi sarar, medeniyete ait üzüntü, haklı olarak, şahsi mahrumiyete katlanan bireylere benzetilebilir.

Hiper-teknolojileşmiş geç kapitalizm durmadan yaşamın yaşayan dokusunu bozuyor, 50 milyon yıl içinde dünyanın en büyük “birer birer ölüp tükenme” olayı hızla artarak ilerliyor: 50,000 bitki ve hayvan türü her yıl kaybolmaktadır. (World Wildlife Fund, 1996) .

Yas tutmamız post-modern bitkinliğin şeklini alır, onun boşa sarf edilen endişeli perhizi, asla-değişmeyen görecelik, ve sersem eden kaybın gerçeği ile bağlantılı korkular olan dış görünüşe bağlılık ile. Demirleşmiş tüketiciliğin öldürücü boşluğu, enerjinin kaybı, yoğunlaşmada, duygusuzluğun duygularında, sosyal çekilmede güçlük ile işaretlenmiştir; kesinlikle bunlar yas tutmanın psikolojik literatüründe sayılmaktadırlar.

Devamını Oku
Şair Berzan

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir çok şehirde, anarşistler “Bomba Değil Yemek” etkinliklerini örgütlemektedir. Bu projelerin örgütleyicileri, hiç kimsenin aç kalmaması gerektiği için yiyeceğin beleş olması gerektiğini anlatacaklardır. Kuşkusuz güzel bir histir...ve öyle bir fikirdir ki, anarşistler hayırseverliğe başlayarak Hıristiyanlar, hippiler veya solcu liberaller gibi yanıt verirler.

“Bomba Değil Yemek” bununla birlikte farklıysa ne söylenecektir: Örgütleyicileri tarafından kullanılan karar verme aşaması hiyerarşisizdir. Hükümet veya şirket ödenekleri almazlar. Bir çok şehirde, yemeklerini tutuklanma riski taşıyan bir sivil itaatsizlik eylemi olarak dağıtırlar. Açıkça, 'Bomba Değil Yemek' büyük ölçekli hayırsever bir bürokrasi değildir; aslında, çoğu kez “kayan bir ayakkabı” uğraşıdır...ama bu hayırseverliktir – ve bu kendi anarşist örgütleyiileri tarafından asla sorgulanmamaktadır.

Hayırseverlikler her hangi bir ekonomik sosyal sistemin zorunlu bir parçasıdır. Ekonomi tarafından empoze edilen kıtlık bazı insanların en emel ihtiyaçlarını normal kanlar yoluyla karşılayamadığı bir durum yaratır. Yüksek bir biçimde gelişmiş sosyal refah programları olan uluslarda bile, sistem içindeki çatlakların peşinde düşenler vardır. Hayırseverlikler, devletin refah programının yarımcı olamayacak şekilde “halatı boşa alırlar”. “Bomba Değil Yemek” benzeri gruplar, bu nedenle fakirin kendi yaratımları olmayan programların üzerindeki bağımlılıklarını sağlamlaştırarak sosyal düzeni sürdürmeye yardımcı olan gönüllü bir işgücüdür.

Devamını Oku
Şair Berzan

Tarihin değişik dönemlerinde İstanbul'a zürafalar armağan edilmiştir. National Geography gibi belgesel kanallarının olmadığı yıllarda, İstanbulluları en çok şaşırtan hayvan zürafa olmuştur. Bizans ve Osmanlı döneminde, saraya armağan olarak gönderilen zürafaların öykülerini İstanbul'da Bir Zürafa adlı kitabımda uzun uzun anlattım. Benim için kitaplarımda ele aldığım her konu, satranç oyunundaki bir taş gibidir. Onları daha da ileri götürmek için çalışır, yaptığım hamlelerin devamlılığıyla mutlu olurum. 23 Nisan günü ikinci yaşını dolduran İstanbul Oyuncak Müzesi'ni ziyaret etmeye gelenler, müzenin sokağında gerçek boylarında üç zürafa heykelini görünce şaşırdılar! Zürafaların sokağımıza konulduğu günden beri en çok karşılaştığım soru şu olmaktadır: 'Neden zürafa? ' Ressam Şeker Ahmet Paşa'nın yaklaşık 100 yıl önce yaptığı 'Erenköy' tablosunda iki yapı göze çarpar: Bunlar, Erenköy tren istasyonu ve tren yolunun altında bulunan bir konaktır. Bu iki yapıdan başka insan yapımı hiçbir eser yoktur tabloda! Çimenler ve ağaçların arkasında adalar rahatlıkla görülmektedir. İşte, o tablodaki konak, Mehmet Münif Paşa'nın konağıdır.

Mehmet Münif Paşa, üç dönem eğitim bakanlığı da yapmış bir Osmanlı aydınıdır. Yaşadığı dönemin en ileri görüşlü insanlarından biri olan Münif Paşa, sağlıksız aile yapısına neden olduğu gerekçesiyle görücü usulü evliliğe karşı çıkmakta, kız çocuklarının da okutulmasını savunmaktadır. Öğretmen yetiştiren okullara pedagoji dersini koydurmasının, ilk ticaret okulunu açmasının yanında, bir dans okulu açmayı dahi düşünmüştür. 10 parmağından 10 pınar akan Paşa'nın dans okulu açma girişimine karşı olanlardan biri de Şeyhülislam Esad Efendi olmuştur. Bu konuda Esad Efendi şunları söylemiştir: 'Düz yürümek için muntazam bir yolu olmayan bir memlekette böyle şeyler ihdası, taklitine yeltendiğimiz memleketleri bile güldürür.'

MÜNİF PAŞA'NIN ZÜRAFASI

Devamını Oku
Şair Berzan

Evcilleştirme bir bitkiyi veya hayvanı kendi doğal dünyalarının ritminden ve işleyişinden sistematik olarak ayırma işlemidir. Evcilleştirilmiş varlıklar insan türü tarafından yaratılan ve kontrol edilen bir çevrede varolurlar ve insan emeğinin biricik faydası adına işletilmektedir. İnsan diğer memeliler gibi yaşamın döngüsünün bir parçasıdır ve bu döngüden çıkmış olmak kalıcı stres ortamı yaratır. Doğadan büsbütün ayrılmanın etkileri hayvanat bahçesi hayvanlarında ve evde beslenen hayvanlarda gözlenebilir, Nevroz, depresyon, kaygı bozukluğu olarak ortaya çıkar ve sağlıksız çevre için diğer psikolojik reaksiyonlara ev sahipliği yapar.

Dişi kaplanın kafesinde gezinişinde kendi yansımamızı görürüz.

İyi ki, insanlar genetik olarak buna adapte sağlayacak kadar yeterli uzunlukta bu tarz yaşamadılar. Sayısız jenerasyonlar için, yerimiz, olabileceğimiz kadar dünyaya yakındı. Tarımın Anne’nin cömertliğindeki güvenimizden bizi yavaşça çekmesiyle, ve nüfusumuzun taşıma kapasitesinin ötesine büyümesine izin vermesiyle aynı zamanda, hala yabaniliğin döngüsü ile olan zayıflatılmış bağımızı elimizde bulunduruyoruz. İnsan tarihinde yalnızca son zamanlarda, doğadan kopuş pek ala tamamlanmış olmaktadır. Endüstriyel imalat ve monokültür çiftçiliği vekil Anne’miz olmaktadır.

Devamını Oku
Şair Berzan

Fütürist Saldırı, halen bir çok benin ironik ve samimi örgütsüz şizofrenik dalgalanmalarıdır. Fütürist’ler gibi, bizler de geçmişe karşı saldırıya geçiyoruz fakat onların saldırılarının sınırlarının farkında olarak, ama kısıtlı saldırılarının ironik maskaralığında ve ayrıca kendimizi hayal edilemeyen yeni yaşam galaksilerinin yaratıcıları haline gelmek için uğraşmak yerine geçmişin hayal edilemeyen altın çağına dönme hasretini çeken nostaljik primitivist teknoloji ve uygarlık karşıtı çılgınların sisli gözlerinden ayırt etmek için, adlarını onları şereflendirmek için çalmıyoruz. Onlar da geçmişten gelen ölü birer ağırlıktırlar ve her zaman öyleydiler. Fütüristler geçmişi retlerinde başarısız olmuşlardır çünkü onlar bugünü ve geleceği kucaklamaktadırlar. Fakat gerçek olmayan bugünde bizler geçmişin saf bir şekilde en yüksek noktasını –tüm olmuş olanların toplamını- deneyimliyoruz. Teknoloji de sadece geçmiştir ve gayretleri bize musallat olur ve köleleştirir. Uygarlık mı? Ağzının suyu akan pürtüklü suratı olan dermansız bunaklık, bizi tiksindirir. Teknolojinin fütürist yüceltisi tüm yaşamın üzerinde geçmişin saltanatının yüceltilmesidir. Ve gelecek sadece bugünün ve geçmişin genişletilmesi olarak var olduğundan beri, yok edilmek zorundadır. Fütürist Saldırı fütürizme her biçimiyle saldırır. Bizler zamana ve onun tüm projelerine ve ürünlerine saldırırız. Bizler zamansızlığın yaratımına başladık; kökenleri sevindirici bir şekilde unutulmuş olan abide olmayan ama toz içinde oynanabilen oyuncakların harabesinin yaratımına başladık; kendi kendini yaratan yaşamla birlikte bereketli ormanların ortasında ufalanan bir taş, paslanan bir metal ve her birimizin yaşamlarının her anı bilinçli bir şekilde ve tutkuyla hiç bir geçmiş, bugün veya gelecek düşüncesiyle –ki bu doğru olarak hakikidir—yaratılamayan geçmişin/bugünün/geleceğin kalanı olan bir dünyanın yaratımına başladık.



Fütürist Saldırı’nın kültürel kalıtımları korumada her ne olursa olsun bir ilgisi yoktur. Kalıtımları korumak sadece tüm kalıtımlar yöneten güçlere ait olduğundan beri onlara hizmet eder. Gönülden unutulmuş bir canavarın çürümesiyle birlikte vahşi ve dağınık bir orman –ölü bir uygarlık- her biri birer uygarlık olan köleleştirmeye ve insan kurban edilmesine abidelerin inşa edilmesi ve uygun bir şekilde uydurulması ile tertemiz olarak budanmış bir çimenlikten daha geniş bir oyun alanı yaratır...Tüm müzeler ve ölü ucubelerin övülmesindeki retoriğe yüksek saygı yıkılsın—geçmişin bu batıl inançlı övgüsü yok olsun! Anıtlara Hayır! Kendi vaktinden önce doğmuş çocuklarını tamamen kapsayan geçmişi yok et: yaşamlarımızı tahakküm altına alna gerçek olmayan bugünü ve üstü pasla kaplanmış geleceği yok et! Bizler kendimiz için hiçbir şeyden yarattığımız bir şeyden daha küçük olan şeyden daha yüceyiz...Şimdi bizler harabeler yaratacağız...Ve sonra yeni ve hayal edilememiş olanı...

Devamını Oku
Şair Berzan

Anadolu da anarşist mücadelenin örgütlü bir geleneğinin olmaması, bundan önce içinde yer aldığımız girişimlerden aradığımızı bulamamamız, şimdiye kadar yapmaya çalıştığımız gerek bireysel çabalarımız, gerek örgütlenme deneyimlerimizi eksik görüşümüz ve örgütlenme isteğimizin sürekliliği kıranarşi inisiyatifini bir araya getirdi. Yaşam, hepimizi farklı yerlerden, farklı geleneklerden gelmemize rağmen bir arada olmaya evriltti. Her konuya bakışımız tamamen aynı olmasa da böyle bir niyetimizde yoktu zaten. Bizleri ortaklaştıran şey mevcut sistemden duyduğumuz rahatsızlıkla beraber yaşamayı arzu ettiğimiz hayatın benzerliğiydi; zira karşıtlıklar üzerinden kendini var etmek karşıtlık ortadan kalktığında anlamsızlaşacaktır. Yaşamayı düşlediğimiz komün hayatına her boyutuyla engel olan iktidar ve otorite KIR-ılması gereken mevcut bir gerçeklik elbette. Bizler yalnızca kendi yaşamımıza komünde devam etmeyi değil anarşist bir dünya istiyoruz.

Yaşamlarımıza KIR-da devam etmeyi, yaşamsal ihtiyaçlarımızı kendi emeğimizle üretmeyi kurtuluş olarak görmekle beraber; mücadelemiz sadece kurtuluş değil özgürlük mücadelesidir. Çünkü dünyada savaşlar, adaletsizlikler sürerken kapitalizm veya başka bir iktidar varken özgür olamayacağımızın bilincindeyiz. Birimiz bile özgür değilse hepimiz tutsağız sözünü tümüyle yüreğimizde hissediyoruz. Bizlerce mücadele; şehirde isyanı örgütlemek ve şehrin KIR-ılması için yıkıcı faaliyetler yürütmek, devlet denen yapının gaddarlığını, anlamsızlığını ve gereksizliğini gözler önüne sermekle beraber yaşamları KIR-a komüne evriltmek olmalıdır. Bu mücadele şekilleri birbiriyle eşgüdümlü olarak sürmeli ‘Şehir yıkarak yaratmalı, Komün yaratarak yıkmalıdır’.

‘Kapitalizme karşı mücadele’ bu topraklar için çok da yeni bir söylem olmasa gerek; şuan ki iktidara karşıt pek çok görüş söz konusu olsa da bu iktidarın yıkılıp yerine, içeriği her ne olursa olsun iktidarı araç olarak kullanmakta dâhil, yaşadığımız ve düşlediğimiz hayatta yeri olmayan otoritenin mülkiyetin KIR-ılması noktasında olumlu sonuçlar alınamamıştır. Komün yaşamının ulaşılması imkânsız bir ütopya olmadığını yaşamımızla örneklemek, anti-otoriter bir yaşama evrilmek bizlerce hiyerarşik olmayan ilişki biçimlerinin bugünden hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.

Devamını Oku
Şair Berzan

Sınıf toplumsal bir ilişkidir. Temeline kadar inildiğinde, ekonomiyle alakalıdır. Üretici, dağıtıcı veya üretim araçlarının veya mahsullerinin sahibi olmakla alakalıdır. Bir kişinin hangi kategoriye ait olduğunun önemi yok, sınıf kimlikle alakalıdır.

Kimle bir tutabilirsin? Veya daha iyisi, Neyle bir tutabilirsin? Bizim her birimiz sosyo-ekonomik kategorilerin herhangi birisi içersine konulabiliriz. Fakat soru o değildir. İşiniz kimliğiniz mi? Ekonomik mevkiiniz mi?

Geri bir adım atalım. İktisat nedir? Benim sözlüğüm onu şu şekilde tanımlıyor: 'üretim, dağıtım, ve malların ve hizmetlerin tüketim bilimi.' Aşağı yukarı yeterli. Ekonomiler geçinmeyi ifa ederler. Yaşamın gerekliliklerine eşit olmayan bir ulaşımın olduğu, insanların bir diğerine (ve daha önemlisi, kurumlara) bağlı olduğu herhangi toplumda, ekonomi vardır.

Devamını Oku
Şair Berzan

Çoğu insan – ki bu insan nüfusunun çok büyük bir yüzdesidir – insanın olduğu her yerde savaş olduğunu iddia eder, ve savaşsız bir dünyanın hayal ötesinde bir rüyadan başka bir şey olmadığını söyler. Her gün, her saniye beynimize bu olgu kazınmaya çalışılır. İnsanlığın sosyal bilimleri de bunu desteklemek için teoriler üretir. Sosyal Darvinizm türler arası ilişkileri de basit şekilde çatışmaya indirgeyerek, savaşın sürekli yaşandığını savunur. Ancak kaçırdıkları bir nokta; eğer savaş olgusu insanla birlikte var oluyorsa, aslında açıkça şu söylenmek isteniyor: “Savaş genetik bir zorunluluktur.”

Bu görüşe göre, insan evriminin motoru savaş olmalıdır. Yani genetik aktarımla savaş silahlarının yapımını ve bunları en etkili şekilde kullanma yeteneğini elde eden topluluklar gelişmişlerdir. Peki, ya barışçı insanlar? Böyle bir evrim sürecinde, onların çoktan yok olmuş olması gerekmez miydi?

Evrimsel süreçte savaşın nasıl bir etkisi olabilir, ya da savaşmak neden karlı olsun – eğer savaşmak genetik bir zorunluluksa, bu işin karlı bir iş olması gerekir. Aslında savaş gerçekten de karlı bir iştir. Özel mülkiyet ya da doğal kaynaklar gibi maddi servetin egemenliğindeki bir dünyada, diğer gruba karşı askeri zaferi kazanan bir insan topluluğu kendisi için büyük çıkarlar elde eder. Ancak sağlanan kazanımların, savaşın, zamandan, kaynaklardan ve yaşamdan oluşan maliyetini karşılamalıdır. Bu noktada savaşın kaynaklar üzerindeki kontrolden ve maddi zenginlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Bir zamanlar tek parça ve herkesin – tüm canlıları kastediyorum – olan dünyamız, mülkiyet anlayışının gelişmesiyle, ve mülk zenginliğini yaratacak kaynakların kontrol altına alınmaya çalışılması nedeniyle, hayali sınırlara bölünmüştür. Bu sınırlara hayali diyorum çünkü harita üzerinde gösterilen sınırın her iki tarafında da toprak aynı topraktır; ancak insan yapımı dikenli tellerle bölünmüştür.

Devamını Oku