Onları genelde İglolar içinde yaşayan, Ren geyiklerinin ya da kutup köpeklerinin çektiği binen, ellerinde mızrakları ile fok ya da balina avlayan, fok yada balina yağını yakıt olarak kullanan, balina kemiklerini iğneden çadıra kadar akla gelebilecek her alanda kullanan, kürklü giysileri olan, balık kokan, çekik gözlü insanlar olarak biliriz.
Hatta kimi fıkralarda uyanık pazarlamacıların onlara buzdolabı satmaya uğraşmaları ile de mizahi bir biçimde anılan bir halk.
Beyazların dilinde Eskimo yani “çiğ et yiyen” anlamında kullanılan bu sözcüğün gerçeklikle ilgisi mevcut değil. Çünkü bu da yerli halklar ile ilgili beyazların uydurduğu, ve kendi sömürgeciliklerini haklı çıkarmak için uydurulmuş bir küçümseme edası.
Kara Mecmu-A’nın son (9.) sayısındaki İsmail İrem kardeşimizin 46. ve 47. sayfada yayınlanan yazısında adım geçtiğinden ve bu konuda bir taraf olduğumdan dolayı cevap hakkımın olduğunu ve cevabımın bir sonraki sayınızda yayınlanması gerektiğini düşünüyorum.
Anarşist camiada vejetaryenizm-veganizm konusunda tartışma ve polemik başlatmak isteniyorsa sevindirici bir olay. Fakat bu İsmail İrem’in yazısındaki tarzıyla başlamamalıydı. Bu yazıda kötü giden bir şeyler var.
Önce kara Mecmu-a dergisi editörlerine ve çalışanlarına rahatsızlıklarımı ve eleştirilerimi dile getirmek istiyorum. Şayet Kara Mecmu-A dergisi anarşist veya anti-otoriterlerin çıkardığı bir dergiyse (ki öyle olduğunu düşünüyorum) , ve yayınlanacak yazılar konusunda bir karar alma mekanizması varsa tartışma yazılarında da dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum. Bu son sayıdaki diğer yazıları okumadım fakat İsmail İrem’in yazdığı yazı Kara Mecmu-A dergisinin genel söylemine hiç uymadığını söylemek isterim. Çünkü yazı Türk-İslamist bir fikir etrafında yazılmıştır. Bununla ilgili birkaç soru sormak isterim: Kara Mecmu-A dergisi ne zamandan beri dini bayramları kutlayan sloganik sözlerle biten yazılar yayınlıyor? Yazı dergi basılmadan önce hiç tartışılmadı mı? Neden dergide Kurban bayramı gibi İslamik bayramları kutlayan, gerici Türk-Osmanlı-İslam kültürünü göklere çıkaran yazılar çıkıyor? Acaba ben mi yanlış okuyorum..Ama yazı önümde…her şey ortada…
Bu köşe yazısı No Compromise’den bağımsız olarak üretildi. Tamamen eğlence, eğitimsel ve diğer legal amaçlar için planlanmıştır. Herhangi bir kişiyi illegal eylemler yapmaya cesaret ettirmeyi amaçlamaz. No Compromise, yönlendirme komitesi, gönüllü çalışanı, ve diğer katkıda bulunanlar herhangi bu tarz bir eylem için sorumluluk üstlenmez.
Kişi A.L.F.e nasıl katılır?
Basitçe kişi A.L.F. eylemleri yaparak A.L.F.e katılır. Resmi bir üyelik yok. A.L.F.e uygun olan eylemler yaprak isteyen üye olabilir. Yönergeler:
Güneş enerjisinden elektrik enerjisi üretilmesi işlemi, çeşitli alanlarda uygulanmıştır. Fakat güneş enerjisinin depolanması işlemi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Güneş enerjisinin, temiz ve tehlikesiz bir biçimde elektrik enerjisine dönüştürülmesi, silisyum yarı iletkeninden yapılmış güneş panelleriyle gerçekleştirilmiştir. Bu elektirik enerjisinin H2 ile depolanması işlemi elektroliz ile gerçekleştirilir. Üretilen H2 ' den depoladığı enerjinin tamamı alınabilmektedir.
Yani Güneş enerjisi, elektrik enerjisine çevrilerek, elde edilen elektrik enerjisi, elektrodlar ile, hidrojen enerjisi, su'dan ayrıştırılarak depolanabilmektedir.
Güneş panelleri
Geçen sene, Fifth Estate dergisi “Earth First! ” sloganını kullanan bazı insanların eleştirilerini de kapsayan Derin Ekoloji’nin bir eleştirisini yayımladı. Bu, adil olarak hararetli bir diyaloga götürmüştür. Bu diyalogu okuduğum gibi, şu ben de netleşti ki, kendisine Earth First! ’çü diyen çoğu insan Earth First! ’ün (EF!) tam olarak ne olduğunu bilmiyorlar.
Birkaç mektup ve bir makale (''Live Wild or Die'-Diğer Earth First! ,' Fifth Estate,23. Sayı, #3) EF! ’nin monolitik olmadığını, ki bir örgütten çok bir hareket olduğunu göstermeye girişmiştir. Bu yazıların yazarları halen “EF! ’nin gerçekten ne yaptığından” ve makalede EF! ’nin “bölünmüş kişiliğinden” bahsetmektedir- EF! gerçekten tek bir varlık, mololitik bir örgütmüş gibi. Bunu açıklığa kavuşturmak için, sadece EF! ’nin ne olduğunu çözmek zorunludur.
Bir örgüt olan bir EF! var. Bu, Mikal’in FE makalesinde EF! ’nin “merkezi kişiliği” olarak tanımladığı şeydir. Bu, ulusal gazetenin editoryal kadrosundan ve EF! ’nin “yıldızlarından” oluşmaktadır. Onlar, EF! ’nin ne olduğuna dair kamusal imajının asıl bölümünü yaratır. Ve onların yeni sağ kanat Malthusçu çılgınca bağırıp çağırmaları o imaja hiç yardımcı olmamıştır.
1) Zhenya Shimanskiy serbest bırakıldı!
2) Vahtang Devitlidze tutuklandı
3) Üç İsveçli tavşan çiftliği baskınından tutuklandı
1) Özgürlüğün Ruhu Haziran 2007'de, hem McDonalds'ın penceresini kırmaktan hem de yazı yazmaktan dolayı yakalanan hayvan hakları aktivisti Zhenya Shimanskiy'in Belarus'a cezaevine yollandığını bildirmiştik. ELP kısa bir süre önce resmi olarak Zhenya'nın 2 yıllık polis gözetimi ve para cezası aldığını ve artık serbest kaldığını öğrendi! Destek kampanyası herkese tüm desteği için teşekkür etmemizi rica etti. Yine de Zhenya 1200 dolar para cezası ödemek zorunda ve destekçileri yalnızca 500 dolar biriktirebilmişler, buyüzden her türlü maddi yardıma açıklar. Eğer yardımcı olmak istiyorsanız lütfen -email- adresine e-posta yollayınız.
Hayvanlar en eski edebiyatın içindeydiler, çok uzakta değildiler zaten: Aisopos hikâyecikleriyle insanlık durumlarına ilişkin metaforlar için zengin bir kaynak sundular. Ama Batı dünyası, sözgelimi Çin uygarlığından veya Hindulardan farklı olarak insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkiyi 'dostluk' ile 'ahlâki kayıtsızlık' arasında uzanan bir yelpaze üzerine dağıttı. En üst düzeyde 'hayvani' tema, Mezopotamya'dan beri gelişen, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta ön plana çıkan bir 'çoban ile sürü' teması oldu. Tuhaf kriterlere dayanılarak (çift tırnaklı olmak, yarık dudaklı olmamak vesaire) hangi hayvanın yenebileceği, hangilerinin mekruh oldukları tayin edildi. Ama her durumda, bitkilere ve hayvanlara revâ görülen muamele, uygarlıklar düzleminden bakıldığında, insanlar arasındaki ilişkilerin de kriteridir. Öyleyse edebiyatın da...
Modern edebiyatta eskiden bulunmayan bir yenilik, 'iyi' ile 'kötü' edebiyatlar arasında bir ayrımın, beğeni ve yargılar düzleminde yapılabilir hale gelmesidir. İşte 'kötü' edebiyatı ayırdeden ölçütlerden birisi, 'evcil hayvanlarla' insanca bir ilişkiyi dile getirmeye çabalayıp durmasıdır -özellikle çocuk edebiyatının önemli bir kesimi, hayvanları 'evcil' olarak tasarlar, vahşi dünyaya yumuşak bir geçişe olanak vermez. Bunun en iyi örneği, Melville'in Moby Dick'inin 'çocuklar için' uyarlanmasında, vahşi dünyanın, beyaz balinanın göz kamaştırıcı çılgınlığının ya da köpekbalıklarıyla gemi aşçısının o harika konuşmasının çıkarılmasıdır. Robinson Crusoe, 'evcil' ile 'vahşi' arasında keskin bir ayrım yapar; ancak sonuçta bütün vurgu her hayvanın evcilleştirilmesi, insan çevresinin (tek başına bir insan olsa bile) parçası kılınması gerektiği düşüncesidir. Tarzan edebiyatı ise 'kötü' edebiyatın en katlanılabilir örneklerini sunar; tüm bir vahşi ve yalnız yaşayan hayvanlar silsilesi, kendilerine ait duygulanış tarzlarını terkederek, kahramanın sözünün etrafında hizaya gelirler...
Sorun hayvanlarla sürdürülecek ilişkinin 'insanca' olması gerektiği düşüncesinden çıkmaktadır. Aynı ilişki, belki de 'hayvanca' olabilir yine de -Kaptan Ahab'ın, Kafka'nın hayvanlarını (Dönüşüm) , Jack London'ın, Faulkner'ın hayvanlarını iyi bir edebiyatın kriterleri olarak anımsamak yeterlidir. Bu hayvanlar sürü hayvanları gibi değildirler, ya yalnız başlarına yaşarlar ya da sürülerine -Moby Dick'de olduğu gibi- ihanet ederler. Beyaz balinayla karşılaşmak uğruna Kaptan Ahab da tayfalarına ve gemisine ihanet etmek zorundadır -ölüme dek... Edebiyat böylece 'hayvanlar dünyası'nı anlatmayı bırakarak, sıradan natüralizm içinde yepyeni bir natüralizm çizgisini harekete geçirir: Hayvanların edebiyatta varolmasının nedeni, D. H. Lawrence'daki gibi, insanlara evcil aynalar, ahlâki-estetik kriterler sunmak değildir artık, insan varoluşunun ve dilinin kaybolduğu, hayvan duygulanışlarıyla donatıldığımız bir vahşet türüdür. Bu vahşet, Kafka'da olduğu gibi, başka, akıl edilmemiş bir vahşetin -aile ilişkilerinin, her türden evcilliklerin, bürokrasinin ve Devlet'in vahşetinin karşısında bulacaktır kendini. Hayvanlaşmış insan, edebiyatta ne bir fantezi ne de 'realizm efektinin denenmesi'dir -zaten olduğumuz, olabileceğimiz, olmayı asla bırakamayacağımız bir durumdur; zaten kendimize benzettiğimiz bir kediye, bir köpeğe dönüşmeyiz, bir hamamböceğine, bir kaplumbağaya dönüşürüz... Hayvanlarla bir ilişkimiz olacaksa, bunun hayvanlardan insanlığı öğrenmek türünden bir metaforla işlenmesi zorunlu değildir -orada, hayvanlardan hayvanlığı öğreniriz.
İnsan türünün tarihinde, itimat edilecek, inanç barındıran bir felsefe için; anlam, konfor sağlayan, cevabı olmayan sorulara cevabı olan bir şey için, bir ihtiyaç, ve sürekli bir arayış olmuştur.
Varoluşu doğrulayacak bir felsefeye ihtiyaç olduğunda, bu felsefe din olarak isimlendirildi. Maddenin görünüşünü bir aldanmaya vermek için tasarlanmış fikirlerin toplamı olarak tarif edilebilir. İnsanlığın bütün dinleri hiçliğin yüzünü kapatan bir maskeden öte bir şey değildir.
Nitekim bütün dinler sadece maskedir. Anlam için arayış, maskenin anlamını reddetmeden maskenin ötesine asla hareket edemez.
Teknolojik gelişmeler ve ilerlemeler yaşamlarımız ve doğa üzerinde gittikçe kemikleşen kontrolün araçlarıdırlar. İnsanlık yaklaşık 10.000 yıl önce doğa üzerindeki “kontrol” savaşını başlatmadan önce, vahşi yaşam biçimlerine ve doğal ortamlara (eko-sistemlere) müdahale etmiş ve türleri (bitkileri-hayvanları) vahşi yaşam biçimlerinden ve doğal ortamlarından kopararak yetiştirmeye, beslemeye, üretmeye ve insanın denetimine almaya başlamıştır. Biz bu sürece, “Evcilleştirme” diyoruz.
Evcilleştirme, insanlığın bugün geldiği teknolojik bağımlılık batağının ilk adımıdır. Çünkü insan doğayla uyumlu bir yaşamdan koparak artık doğaya yabancılaşmış ve kendi yarattığı zincirlerden kurtulamaz hale gelmiştir. Dolayısıyla evcilleştirmeyle başlayan “müdahale” süreci bugün karşımıza Biyoteknoloji veya Genetik Mühendisliği olarak çıkıyor. Yani Paul Shepard’ın deyimiyle, Evcilleştirme, genetik mühendisliğinin ilk adımıydı.
Elbette ki “evcilleştirme” kontrol bağlamında bugünkü Genetik Mühendisliği’nden daha masum görünmektedir. Bugün yaşamın kendisi dijitalleştirilme tehlikesi altındadır. Gezegen üzerindeki tüm canlıların yaşamları artık laboratuarlardan üretilebilecektir.
İnsanın yoğun [intensive] bir tanımını vermek her zaman oldukça cazip olagelmiştir. Atalarımız, kendi felsefi yetilerinden ve (kendilerince) bunların geriye kalan hayvanlar alemindeki [fauna] belirgin bariz yokluğundan ötürü öylesine şaşkına dönmüşlerdi ki, kendilerini homo sapiens diye nitelendirdiler. Siz ve ben, bu asil ünvanı kendi adımıza hiçbir çaba göstermeksizin miras edindik. Daha yakın zamanlarda, Huizinga'nın homo ludens [insanoğlunun hayattan zevk alabilme yönü] ve Korzybski'nin 'zaman inşa eden insan' [man the time-builder] tanımlama girişimlerini gördük. İlki, amacı olmayan faaliyetin, oyunun, daha değerli ve önemli gördüğümüz faaliyetlerin gelişimindeki önemi vurgular. İkincisi ise, insanı, deneyimi sembolize edebilme, ve böylece [insanın] bunu, zaman ve uzamda kendisinden çok uzakta yaşayan türlerin üyelerine aktarabilme yetisiyle nitelendirir. Bu arada, Korzybski'nin, Manhood of Humanity'de verdiği tanım kapsamlı [extensive] bir tanımdır.
Ben de kavgaya hazırım, ve modern zamanların insan yiyen çılgın devlerinden [ogre] birisi, bir teknolojist, makinanın kendi kendisini aşağılayan kör bir uşağı olarak, yoğun tanımları reddediyor ve Korzybski'nin tanımından geliştirilen kendi kapsamlı insan tanımımı ortaya koymayı tercih ediyorum; tanımımı ifade etmek için homo aedificians ismini ('inşa edici insan') [man the builder] seçiyorum. Yoğun tanımlar metafiziğe aittir; bu nedenle, tanımımın kapsamlı olmasını inanılır kılmak bana kalıyor. Tanımın doğrulanmasına yönelik açıklamalar şöyledir:
'Bu gezegenin kendi etrafındaki yüzmilyonuncu dönüşünün özelliklerini çözümlemek için, en azından bir dönüşünü sırasında yüzeyini yeterince ayrıntılı bir şekilde gözlemleyin. Çevrelerindeki maddelerden nesneler [artefact] üreten sayısız yaşam formu göreceksiniz. Daha fazla gözlem gösterecektir ki, bu yaşam formlarından birisi haricinde tümü, verili bir yaşam formu sadece bir nesne tipi [üretir]; ve, [bunu da] ancak aşırı sınırlı ekolojik bir çerçeve içerisinde üretir. Ancak, geriye kalan bu yaşam formunun çok çeşitli nesneler ürettiği görülecektir, ve değişen çevresel maddelerimizden uygun ara süreçler yardımıyla aynı nesneyi ürettiği de görülebilir. Eğer gözleminizi kendi etrafındaki yüz defa dönüşe genişletirseniz, daha önce vurgulanan yaşam formu haricindeki yaşam formları tarafından üretilen nesneler kümesinde hiçbir değişiklik olmadığını gözlemlersiniz. Bu yaşamformu tarafından üretilen bazı nesneler artık üretilmiyor olacaktır, bazıları ise artık tamamen farklı bir çevresel maddeden yapılıyor olacaktır, ve daha önce üretilmeyen çok sayıdaki yeni nesne olduğu dikkati çekecektir. Eğer ayrıntılı çözümlemeyi yüzün lineer katsayısı kadar gözlemle geliştirirseniz; diğer nesnelerin, olayların veya yaşam formlarının sembolleştirmelerine [simgeleştirilmeleri], soyutlamalarına indirgenebilecek bir nesne grubunu gözlemlersiniz. Gözlemlerinizle özelliklerini kendine özgür bir şekilde tanımladığınız [particularize] bu yaşam formuna insan denilir.'
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!