'İzlenmek, soruşturulmak, gözetlenmek, kapatılmak, yorumlanmak, yasalara uydurulmak, ne iffeti ne de yaratıcılığı olan insanlar tarafından denetlenmek, bireyin yaptığı her eylemde mimlenmesi, kaydedilmesi, nüfus sayımına tabi tutulması, damgalanması, onaylanması, yetkilendirilmesi, vergilendirilmesi, fiyatlandırılması, tavsiye edilmesi, doğru yola sokulması anlamına gelir. Halkın çıkarları bahane edilerek sömürülmek, sömürülmek tekelleştirilmek, soyulmak anlamına gelir. Bütün bunlar halkın yararı ve halkın çıkarları için yapılır. Daha sonra, ilk direniş belirtisi ya da şikâyet sözcüğünde kişi baskı altına alınır, tutuklanır, yargılanır, vurulur, makineli tüfekle taranır. Sürgün edilmesi, satılması, ihanete uğratılması, dolandırılması, aldatılması, eziyet görmesi, onurunun kırılması, küçük düşürülmesi... Devlet işte budur; onun adaleti de, ahlakı da budur! ' P.J. Proudhon
İktidar
İktidar her yerdedir. Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve iş yerindedir iktidar.
Düşündüğümüz uygarlık karşıtı anarşiyi sizinle paylaşmadan önce aklınızda bulunan anarşizm kelimesinin kendimizce açıklamasını yaparak olağan sorular ve cevaplardan yazıyı ayıklamak istiyorum. Benim ve benim gibi düşünen uygarlık karşıtlarının hayalindeki anarşizm tamamen sol kimlikten arınmış örgütlenme (burada sendika,parti vb. öncü örgütlenmeleri kastediyorum) , politikadan ve sınıfsal mücadeleden ayrılmış tamamen anti-otoriter ve özgürlükçü bir mücadeledir.
Devrim savaşının temelini,doğrudan eylem bilinci ve kendi kendine örgütlenip görevi bittiğinde kendini yok eden birlikteliklerden oluşturur. Her birey kendini özgürleştirme bilincini kavramış ve diğer arkadaşlarına birikimlerini aktarırken liderlik vasıflarından kendini arındırmıştır. Kişi önce kendini sonrada dünyayı özgürleştirme bilincine erişmiştir. Bu bilince sahip bireylerden oluşmuş birliktelikler kendi aralarından doğrudan eylem doğrultusunda sistem ve dolayısı ile uygarlık karşıtı mücadelelerini sürdürürler. Bizi diğer anarşistlerden ayıran özellikler birlikteliği oluşturan bireylerin tamamen kendi istekleri (ki bu istekler tabi ki mücadelemiz ile aynı doğrultudadır) doğrultusunda her zaman her an doğrudan eylem yapmalarıdır. Türkiye coğrafyasındaki anarşistlerin temel sorunu olan eylemsizlik ve doğrudan eylem bilincini kazanamamayı üzerimizden atmış durumdayız. Her ne kadar bazı eylemlerimiz diğer anarşistler tarafından beğenilmese de mücadelemiz bu doğrultuda sürmektedir. Hedefimiz her fırsatta otoriteye,sisteme ve uygarlığa olan kinimizi ortaya çıkaracak eylemler yapmaktır.
Kendimizi size anlattıktan sonra sıra mücadelemizin teorik kısmına gelmiştir. Hedefimiz (ismimizden de belli olduğu üzere) uygarlığı ve dolayısı ile tekno-endüstriyel sistemi yıkmaktır.Şimdi bu yıkımın gerekliliğini anlatacağız.
Kürt sorununun çözümü için önerilen savaşın başlamasından bu yana 12 yıl geçti. Adı ister 'düşük yoğunluklu çatışma' ya da 'terörle mücadele' olsun; ister 'kirli' ya da 'haklı' ön eklerini alsın, her savaş gibi coğrafyamızda yaşanan savaş da hesaba gelmez maddi ve manevi kayıpların yanısıra, tüm toplumsal ve siyasal yaşamda muazzam bir değişim ve altüst oluşa neden olmaktadır. Savaşla birlikte, insan hakları ihlalleri daha da yoğunlaşmıştır. Savaşa bağlı olarak ırkçılığın ve şovenizmin geniş yığınlar arasındaki yaygınlığı ve gördüğü itibar ürküntü vericidir. Halkın adeta devlet gibi davranmaya başladığı koşullarda, devlet de militarist emir komuta zincirinin tepesindeki karar merciinden ibaret bir görünüm vermektedir. Siyasal kirliliğin artışına koşut bir şekilde, demokrasi düşmanlığı ve hukuk tanımazlık, siyaset yapışın temel ilkesi haline gelmiştir. Insan hayatının zerre kadar önemi kalmamıştır. Şiddet, sorunları çözmenin tek aracı olarak benzersiz bir iktidara sahiptir. Farklı olanı anlamaya çalışmak, kendini ötekinin yerine koymak tek kelime ile ihanettir. Herkes bizden olmak zorundadır, aksi taktirde yokedilmeyi haketmiştir. Yokedilmeyi istemeyenler ise bu coğrafyayı terk etmek zorundadırlar. Tüm bu dayatmalara karşı çıkış ve itaatsizlik ise güçlü değildir; geniş yığınlar nezdinde meşruiyet kazanmış bağımsız bir söylemi yoktur ve mücadele araçlarının seçiminde sistemden tam bir kopuşu yaşayamamaktadır...
Savaşın etkilediği sosyal ve siyasal koşulların betimlemesini daha da uzatmak ve ayrıntılandırmak mümkün. Ancak, bu kadarı bile nasıl zorlu ve karmaşık bir gerçeklik içinde olduğumuzu anımsatmaya yeter. Doğaldır ki; bu anımsatmayı bir amaç güderek yaptık. Amacımız; insan hakları, barış ve demokrasi kavramları ile ilişkisi içinde vicdani reddin içinde yaşadığımız gerçekliğin neresine denk düştüğünü ortaya koyma isteğidir.
Insan Hakları ve Vicdani Red
Unilever’in sloganı “her yerde, insanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak”. Bu çokuluslu şirketin kesinlikle devasa ve giderek artan bir küresel yayılma alanı var. Unilever, her gün 150 milyon insanın “ailelerini beslemek ve evlerini temizlemek için” kendi markalarını seçtiğini gururla ilan eder. Şirket, dünyanın en tepedeki paketlenmiş tüketici malı üreticilerinden biridir ve deodorantlar, güzel kokular, sabun, margarin, çay, donmuş gıda gibi sayısız ürünü dünya çapında satar. Unilever, 150’den fazla ülkede satış yapar ve yıllık yaklaşık 46 milyar dolarlık satış geliri elde eder. En az 90 ülkede yan kuruluşları olan Unilever’in 295 bin çalışanı bulunmaktadır (2000 yılı rakamları) . Unilever, dünyanın en tepedeki 3 yiyecek şirketinden biridir - Nestle ve Kraft’tan sonra - ve dünyanın ikinci en büyük paketlenmiş tüketici malı şirketidir - Procter & Gamble’ın ardından.
Unilever’in devasa büyüklüğü ve dünya çapındaki varlığına rağmen, şirketin gerçek ismini saklaması, önemini gizler. Unilever perakende satışlarını kendi adı altında gerçekleştirmez. Çeşitlilik illüzyonu yaratan marka isimlerini tercih eder. Magnum, Omo, Lux, Calvin Klein kokuları, Dove, Knorr, Ben&Jerry’s, Lipton, Slim-Fast, Iglo, Unox, Becel ve Lever 2000 gibi marka isimlerini kim bilmez ki? Bunların hepsi “Unilever’in marka isimleri donanması”nın birer parçasıdır. Unilever, marka isimlerinin fark edilmeksizin geçip gitmediğinden emin olmak için pazarlama ve reklama devasa boyutlarda para harcar. Şirket muhtemelen dünyanın bir numaralı reklam vericisidir (Advertising Age, şirketin 1999 küresel medya harcamalarının, 3.1 milyar doları A.B.D. dışında olmak üzere, 3.7 milyar dolar olduğunu tahmin etmektedir. Bu, Unilever’i dünyanın bir numaralı reklam vericisi yapmaktadır) .
Şirketin tarihi
Dil önemlidir. Kavramlarımız, öyle zannediyorum ki, içeriklerinden daha fazlasını; kavramı kullananın o içerikle kurduğu ilişkiyi de gösterirler. Ve bilinmesi, iyice bilinmesi gerektiği üzere her kavram belli bir düşünce dünyasında doğar ve bu dünyanın renklerini kendisiyle beraber taşır. Gerek bu makaleye adını veren 'vicdani red' kavramı, gerekse bu kavramın içinde doğduğu savaş karşıtı çerçeve, üzerinde yaşadığımız coğrafyada ilk kez on yıldan daha kısa bir süre öncesinde duyulmaya başlandı ve sadece üç yıldır örgütlü bir mücadelenin ekseni olageldi. Bizi bu makaleyi kaleme almaya yönelten öncelikli neden 'vicdani red' kavramını kendi öz bağlamında açıklamaya çalışmak ve sınırlı da olsa öncelikle ahlaki ve -belli bir dolayıma tabi olarak da- politik temellerini ifade etmekti; ancak, yazma nedenimiz salt bu çabayla sınırlı değil.
Vicdani red kavramının -ya da pratikte, ilk vicdani retçilerin ortaya çıkmasının- çok geniş olmasa da yarattığı bir etki var. Bu etkinin öncelikli nedenini elbette on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın belirlediği politik-toplumsal gerçeklikte aramak yerinde olur. Savaşın yarattığı bu koşullar vicdani red kavramının kendi gerçekliğini anlamayı (paradoksal olmayan ama yine de ilginç bir şekilde) zorlaştırmaktadır. Zira, savaşa ilişkin her -tarafsız değil ama varolan taraflardan bağımsız- tutum savaşan tarafların gayretkeşliğiyle ya yok edilmeye ya da taraflardan birine yamanmaya çalışılıyor. Buna bir de bu coğrafyanın gayet pragmatist, incelmiş bir zekadan ve idealleriyle diyalektik bir ilişkide belirlenmesi gereken -ama böyle olmayan- ahlaki değerlerden yoksun olan geleneksel muhalefet kültürünü ekleyin. Sonuç; bir düşüncenin kendisini savaşan tarafların ya da geleneksel sol muhalefetin dışında; olduğu gibi varetmesinin ve hele de kamuoyu tarafından anlaşılmasının bütünüyle zorlaşmış olduğudur. Ortaya çıkan birçok yeni kavram gibi 'savaş karşıtlığı', 'vicdani red', 'antimilitarizm', 'şiddetten arınmış eylem', 'sivil itaatsizlik' vd. de yol açtıkları muhalefetin etkisi oranında devlet tarafından bastırılmaya, geleneksel sol söyleme eklenebildikleri oranda bu söylemin sürdürücüsü kesimler tarafından kendilerine maledilmeye, aksi takdirde, 'demokratik küçük burjuva tavrı' olarak bir kenara atılmaya, savaş konusundaki duruşlarıyla da 'haklı savaş'ın destekçisi haline getirilmeye çalışılıyor. Bu erozyondur. Bu makale, aynı zamanda, okuyucusuna etkiyebildiği oranda bu erozyonu azaltma isteğinin de bir ürünüdür.
Vicdani Reddin Öntemelleri
Petrol çıkarmanın azaltılmasını bir problem olarak görmüyorum. Bunun mükemmel ve zorunlu bir şey olarak çok çok önce gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu kültür gezegeni öldürüyor. Durdurulması gerekli. Bizlerin açık bir şekilde kendimizi durdurmaya cesaretimiz yok. Doğal dünya bizi bizim için durduracak. Varoşların hiçbir geleceği olamayacağına inanıyorum. Ne de şehirlerin. Onlar doğal olarak sürdürülebilir değildir.
Onlar olduklarından biraz daha sürdürülebilir olabilirler ama tüm şehirler kaynakların ithalatını gerektirir ve eğer ithalata gerek duyuyorsanız, yaşam biçiminiz asla sürdürülebilir olamaz, çünkü kaynakların ithalatına gereksinim duymak o belirli kaynağın görünümünü çıplaklaştırıyorsunuz anlamına gelir.
Son yıllarda yurdumda (yurdum? kötü oldum kelimeyi yazarken) kendimi yeniyetmeliğimin şahaserlerinden ‘Marathon Man’deki Yaşlı Kadın gibi hissediyorum ikide birde.
Çok yaşlı, çok zayıf, yorgun, Bastonlu Kadın; Uruguay’laştırılmış bir ülkede,kalabalık mı kalabalık bir caddede yürürken, karşıdan gelmekte olan Nazi Doktor’u görür. Gençliğinde Kamp’ta ona eziyetlerin en akla gelmeyeceklerini yaşatmış, binlerce hısmını/akrabasını/eşini/dostunu işkencelerden geçirerek öldürmüş olan Nazi Doktor’u.
Filmde Laurence Olivier’nin olanca ince soğukluğuyla canlandırdığı Nazi Dişçi, Nazi Almanyası’nın ünlü doktoru Joseph Mengele’den ilhamla yaratılmıştır.
Karşısında yıllar sonra işkencecisini gören yaşlı, güçsüz ve yalnız kadın. Bağırarak herkese gösterir “İşte o! Bu, o! O, o! O! O! O! ”
1942’de Charles Pfizer & Co olarak kurulan şirket, 1989 yılı itibariyle 140’tan fazla ülkede faaliyet gösteriyordu. Pfizer geliştirdiği iktidarsızlık hapı Viagra ile 1990’ların sonunda asıl patlamasını gerçekleştirdi. Viagra (başka bir Pfizer markası onu geçene kadar) dünyanın en hızlı satılan ilacı oldu. Şirket 2000 yılında 29,6 milyar dolar gelir elde etti.
Pfızer’ın gerçek yüzü: Pfızer sizin sağlığınızı düşünür, tabii bu işten bir çıkarı varsa!
İlaç fiyatları:
Son birkaç yıldır içinde yer aldığımız tüm tartışmaların ve eylemlerin ardından ortak hareket ettiğimiz, aynı tepkileri verdiğimiz ve gelecek için aynı duyguları, tutkuları paylaştığımız anarşistler olarak bir araya geldik. Bir araya gelişimiz, süren mücadelede, harekete mütevazı bile olsa bir katkıda bulunmayı, ateşi beslemeyi ve büyütmeyi amaçlıyor.
Bizler,
* Örgütlenmenin bir yaşam tercihi olduğunun farkındayız, örgütlenmenin kişisel olduğu kadar politik bir tavır da olduğuna inanıyoruz.
Hidrojen bilinen en hafif gazdır ve yanıcı özelliğe sahiptir. En önemli özelliği yanarken, diğer yakıtların çıkarttığı karbondioksit gibi zararlı gazları çıkarmaz ve geriye sadece saf su bırakır. Yanarken alevi görülmeyecek kadar şeffaftır.
Hidrojenin tüm insanlık için önem arz eden, en büyük özelliği taşıdığı enerjiyi kolayca elektriğe çevrilebilmesine imkan sağlamasıdır.Hidrojen Enerjisinin önemi ve uygulamaları hakkında Elimsan Şirketler Grubu yönetim Kurulu Başkanı Muzaffer AVCI ile görüştük ve gazetemize şu açıklamalarda bulundu.
21.asrın tüm iletişim ve bilgi akış imkanlarına rağmen ortaçağ karanlıklarında yüzmekteyiz.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!