Islat ey yağmur ıslat! Islat dilediğince;
Akıt üzerimdeki şu dünyanın kirini
Makbere varana dek ıslat elverdiğince;
Doldur avuçlarımı tövbenin harfleriyle
Dindir susuzluğumu düşmeden eller yana
Ruhumun çöllerinde gezdiğim yeter bana…
Cesaret bu ya;
'Kraliçe çıplak! ' diyormuş çocuğun biri
de/sin...
Oysa ben
dişlek gülüşlü azı dişlilerin
bahar geldi
seyrediyorum
muhteşem bir tabloda
baharın kudretini
su yürüyor
çirkindi
ama güzeldi
milyonlarca kelebeği yakalardım
gözlerinde
sonbahar uğramazdı yüreğime
bahar olurdum
Vuslata uzandıkça yana düştü kollarım;
Dermanımı tüketip, dizimi çaldın gurbet!
Sılaya yöneldikçe sana düştü yollarım,
Yurtsuz, yuvasız koyup, özümü çaldın gurbet!
Öte düştüm düşeli babamın ocağından,
Ruhum arş-ı âsumâna revan oldukça,
boşuna değildir yerimden kımıldamayışım...
Boşuna değildir bedenimi yatağa,
gözlerimi tavana mıhlayışım.
Ne vakit
Gözlerimi söküp, alsam başucuma,
her gülüşünle küçüğüm
dünyamı aydınlatırsın
her tatlı bakışınla küçüğüm
canıma can katarsın
tutunca minicik ellerini
unutulmuş çocukluğun sesiydi çocuk
uçamayan özgür kelebeğin kanadıydı
kısır anaların kıskana durduğuydu
çıldırtan doğuşu kahreden kaderiydi
unutulmuş çocukluğun sesiydi çocuk
.
Anladım ki hayatta; bel büktüren cefâ; kâr
Düşlere küskün mazi değil mi ki aşikâr…
Hepyek geldi zarlarım hep od ocak virâne
Yıkıl git gözlerimden ateşe kul pervâne!
Kim bilir. Elinize sağlık .
"kim bilir?
sokaklarda yediğim bir simidin
neden bu kadar kutsal olduğunu" ellerinize, yüreğinize, kaleminize sağlık Saadet hanım.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık… tebrik ederim severek okudum