Bayramlarımız
Çoğumuz üç dört yaşlarına kadar eskileri hatırlarız ve hatıralarımızın bir yerinde mutlaka o yıllara ait bayramlara ilişkin birkaç renkli şey bulunur.
Aylar öncesinden müjdelenir bayramlar ve günler öncesinden çoğunlukla bayramlıklar alınmıştır bizlere. Ve yine bayram öncesinde giyilip sergilenmiştir mutlaka.
Biri Ramazan diğeri Kurban olan bu bayramları özlemle beklerdik.
Yedi yaşımıza gelip okula başladığımızda, yeni yeni şeyler öğrenmeye başlamıştık. Hayat daha da renklenmişti. Hatta yeni bayramlar da öğrenmiştik bu yıllardan itibaren.
Bahar bayramı, çeşitli isimlerle yüzyıllardır tüm uluslar tarafından kutlanmaktaydı; Birçok millet tarafından kutlanan birçok bayram da vardı elbette.
12 Mart Muhtırası 41 Kere MAAŞALLAH
Lügate merak sardım şu günlerde; yani günümüz diliyle sözlüğe. Eskiden de uzak değildim zaten.
Bugünlerde öğrendiğim kelime ise muhtıra…
Sözlükte hatırlatma, anlamına gelen bu kelime diplomaside ise uyarı yani nota anlamı taşımaktadır. Bir şeyin hatırlatılabilmesi için önceden var, ve belleklere işlenmiş olması gerekmektedir.
Dörtyüz Vekil.
Gündemin yeni başlıklarından biri de dörtyüz vekil.
Sn. Cumhurbaşkanı, bir süredir dörtyüz vekile dikkat çekiyor belli bir mesele için.
Elbette ki bu mesele ile ilgili lehte ve aleyhte saatlerce konuşacak donanıma sahibiz; Ancak bizim dörtyüz vekil ile ilgimiz malum meseleye ilişkin değil.
Biz de dörtyüz vekil istiyoruz; Peki ne için?
‘‘Biz dörtyüz kişi yeteriz, beşyüzelli kişi çok’’ demeleri için.
Baba Görgüsü
Uzun yıllar ticaretle uğraştım; Daha doğrusu uğraştığımı zannettim. Bu cümleden, fazla bir başarı elde edemediğimi anladığınızdan eminim. Milletimin keskin zekası ile her zaman iftihar etmişimdir.
Rahmetli Sakıp Sabancı’yı tanımayanımız yok.’’ Kaliteli İnsan’’deyince, aklıma ilk gelenlerden.
Bu medyatik büyüğümüzden öğrendiğim bir şey var ki, o da başarının, uzunca bir disiplin ile ancak yakalanabildiğidir.
Dededen toruna mirasla taşınabilen bir disiplin! Yani demek oluyor ki, her konuda olduğu gibi, başarı konusunda da ‘’baba görgüsü’’ çok önemli.
Korkularımız vardır; Çoğunlukla fıtrattan gelen.
Edilgen kültürlerde bu korkular oldukça çeşitlidir ki, korku toplumlarını ve başlı başına korku kültürlerini oluştururlar.
Günümüzde birçok korku patolojik boyut kazanmıştır. Bunları irdeleyecek ehliyete sahip değiliz elbette; Lakin bu korkuların varlığından haberdar olacak kadar da hayata bağlı olmalıyız. Bizimki de bu minvalde.
Yıllar önce kendi işimizi tasfiye edip, özel bir şirkette işe başlamıştık. Bize verilen işi çabucak yapma heyecanımıza karşılık arkadaşlarımızdan birisi, ‘’bunu bitirince ne yapacağız’’ diye tepki vermişti.
Yadırgamıştık o sıralar; ama anlayamadığımız bazı şeylerin olma ihtimalini de kabul etmekteydik.
Yıllar geçtikçe gözlem yeteneğimiz artmış olacak ki bazı şeylerin sebeplerini tespit edebilir ve sonuçlarını öngörebilir olmuştuk.
Kuş Beyinli Olmak Yeterli
Bilirsiniz, bu tabiri istihza için kullanırlar genelde.
Bazı işleri beceremeyenler için kuş beyinli derler.
Allah’a şükürler olsun ki rahmeti bol bir mevsim geçiriyoruz. Anadolu’muzda yağmura rahmet denildiğini de zaten bilmeyenimiz yok. Ramazan- Şerif’in ilk günü Teravih sonrası rahmete yakalanmak ta hoş bir tevafuk oldu.
Yine bu yağmur sularında, cıbıl cıbıl yıkanan serçeleri, görmeyenimiz var mı. Aynı rahmetin kristalleşip kar olarak düştüğü günlerin birinde, kavanoz kapağını tekrar tekrar yukarı taşıyıp, kayak yapan karga hoş bir hatıra değil mi? Bu kuşlar, haddimizi aşıp hafife aldığımız beyinleri ile kim bilir daha ne güzel işler yapıyorlar.
Ve yine Merhum Mehmet Akif’in, Küfe isimli şiirinde yüz sene önce tarif ettiği denizleri de, her rahmette Ankara’mızda dahi görmekteyiz. Ne güzel değil mi?
Lügat merakımı bilir ya dostlarım; bu da onlardan biri. Ama bunun için sözlüğe bakmadım. Anadolu çocuğuydum ne de olsa, kendi kendime çözebilirdim.
Henüz beş yaşımdayken hadi şu tavukları bi yemleyiver dediklerinde, avluya inip bir avuç buğdayın tavukların önüne saçıverileceğini biliyordum nasıl olsa. Yemlemek, yem yedirmek olduğuna göre keklemek de olsa olsa kek yedirmektir herhalde!
Günümüzde bu kek yedirme meraklılarının sayısı oldukça artsada, benim gibi, kek sevmeyen kel vatandaşları düşünenine henüz rast gelmedim. Hadi hayırlısı...
Ateş Olmayan Yer
Ateşin keşfi, belki de medeniyetin bu denli gelişmesinde en önemli etkendir.
Ateşle yaptığımız işleri yapamadığımızı bir düşünün; Sadece toplayıcılıkla elde ettiğimiz besinlerle idare edecek ve avcılıkla elde ettiğimiz etleri çiğ tüketecektik. Bu durumda yaşamın ne kadar süreceği de belli değil.
Bir de ateşi kullanarak, cevherleri işleyip elde ettiğimiz araç gereç ve makinelerin olmadığını düşünürsek vay halimize.
İlk devirlerde kabileler arası iletişim bu kadar yaygın olmadığı için, toplumlar daha çok kendi içlerinde kalmışlar ve iç dinamikleri ile yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu nedenle yerleşimler, etnik ve kültürel olarak büyük ölçüde homojen kalmışlardır.
Hayatta kalmanın zor olduğu bu dönemlerde edep ve edebiyat arka planda kalmış, deneme yanılma yöntemiyle öğrenilen bazı şeylerle hayat idame ettirilmeye çalışılmıştır. Burada adına bugün de ata dediğimiz yaşlılar ve öğretileri önem kazanmıştır.
Mahdum ve Kerîme
Tabelalarda sıkça görürsünüz; ‘’İsmail Bey ve Mahdumları’’ türünden yazıları. Fakat ne hikmetse ‘’İsmail Bey ve Kerimeleri’’ şeklinde bir tabelaya rastlamazsınız.
Bugün bu iki kelimeyi irdelemek istiyoruz. Daha ziyade, sözün ve kürsünün hakkını verebilen az sayıda kişilerden olan, Merhum İsmail Karakaya Hocaefendi’den naklen irdeleyeceğiz.
Mahdum, Arapça bir kelime olup memleketimizde erkek evlat için kullanılmaktadır. Kelime olarak, hizmet edilen anlamını taşır. Yani erkek evladını, ‘bu bizim mahdum’ şeklinde takdim eden kişi, ‘hizmetinde bulunduğum kimse’ demiş olmaktadır.
Kerîme de Arapça bir kelime olup, memleketimizde kız evlat için kullanılmaktadır. Kelime anlamı olarak, cömert yani eli açık kimse anlamına geliyor olsa da, Hocaefendi bu kelimeyi, ‘kendisine ikram etmeye mecbur olduğum kişi’ olarak tanımlamaktadır.
Kur’an-ı Kerîm’in ışığında yapılan bir sohbetten küçük bir alıntı yaptık sadece. Şimdi lütfen dikkat edelim.
Benim Yıldızlarım Ve Balonlar
Yaş kırkbeşe dayanmışken az da olsa yıldız biriktirebilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Gençliğimden kalan birkaç güzel hatıradan birini nakletmek istiyorum.
Ankara’nın manevî mimarı Hacı Bayramı Velî’nin yaptırdığı ve kendi adını taşıyan camide, Merhum Seyfullah Kotanoğlu Hocaefendi’nin Ramazan sohbetlerini dinliyorum. Kendileri az sayıda yıldızımdan biri idiler.
Sohbetlerinin birinde her Müslümanın bilmesi gereken basit ilmihal bilgilerinden bahsetmekteydiler. Sohbetin ilerleyen dakikalarında Merhum, aynen şu cümleleri kullanmışlardı:
Muhterem mü’minler, biliyorsunuz camimizi sıklıkla turistler de ziyaret etmekte. Şimdi turistlerden birisi rehberlerine,‘’bunlar hangi konudan bahsediyor’’ diye sorsa, ve sonra da dese ki, ‘’bu insanlar bunca senedir dinlerinin temel bilgilerini öğrenememişler mi? ’’ Bu bizim için biraz ayıp olmaz mı?
Belki duymuşsunuzdur, Ankara isminde oldukça kalabalık bir köyümüz var idi; Ve bu köyümüz geçenlerde nahiye olmuş. Yeni bir belediye kurulmuş ve hatta jönlerden bir başkan bile seçilmiş. Çağa o kadar hızlı ayak uydurulmuş ki; Bir bilgilendirme yayın organı dahi kurulmuş ve pırıl pırıl ama tıka basa otobüslerde belde sakinlerine ücretsiz dağıtıyorlarmış.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!