Bir sohbet yazayım demiştim.
Kısa bir zihin jimnastiği ile konu beliriverdi.
Sıra geldi başlık seçmeye. Konu çok aktüeldi ''güç''! O zaman başlık, güç olmalıydı. Öyle de oldu. Kaç Newton, Kaç Joule, Kaç Watt derken iş oldukça zora girmişti. Birden iş arkadaşım Ramazan geldi aklıma. İçinden çıkamadığı çetrefilli işlerin karşısında kullandığı, o sihirli cümle; ''Ya onun karnı ağrısın''
Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama zihnimi bir soru tırmalıyor.
Çok uzaklara gitmeyeceğim; düne ait örneğim Kenan Evren.
Önce, oldu bittiye getirilip yönetime el konuldu. Sonra da ‘’bak gitmeyiz ha! ’’ tehditleri altında 1982 Anayasası dayatıldı.%90 ların üzerinde oyla kabul edilen bu anayasa sonradan kırk yamalı bohçaya döndü.
Günümüzde arkasındaki desteğin ne kadar olduğu, bilimsel metotlarla araştırılmalıdır. Biz, acizane bu desteğin %40 ların altına indiğini gözlemlemekteyiz.
Sonraları, biz yaşlarda olanların rahatlıkla hatırlayacağı üzere, rahmetli Turgut Özal, ‘’başkanlık sistemi tartışılmalıdır’’ demişti. Tartışılabildi mi? Elbette hayır. Göçebe kültüründen ne zaman kurtulduk ki herhangi bir meseleyi tartışabilelim.
Gelelim günümüze; ‘’efendim fiilî bir durum oluştu, bunu yasal hale getirmek zorundayız’’ başlığı altında yine bir referandum ile karşı karşıyayız.
Elbette ki kararı millet olarak biz vereceğiz.
Yetmişyedi senesi güz sonu, köyümüzün güney çıkışında bulunan mezarlıktan köy istikametine yürüyorum. İlkokul arkadaşım Hürem ile karşılaşıyor ve soruyorum. –Neriye gidiyon? (nazal ‘n’ ile telaffuz) - Garaööndere’ye. Başkaca diyalog yok.
Ööndere, bizim oralara ait telaffuz. Oklavadan biraz kalın, en az dört metre boyunda, ağaçtan elde edilen kullanım gereci. Ucunda kısa kesik bir çivi bulunur. Rahmetli Dedem Adilağa ve tabii diğer rençberler, karasaban ile çift sürerken ve döven dediğimiz tahta ile, ekinleri işlerken, öküzleri yönlendirmek için ne büyük ustalıkla kullanırlardı onu. Bu hayranlık uyandıran ustalığı, sırıkla yüksek atlama sırasında sporcularda dahi görmedim.
Neredeyse unutuyordum, Gara(kara) Ööndere’ de köyümüzün güneybatı yönünde bir mıntıkanın ismi.
Son yıllarda ne zaman Ankara Adliyesine girsem, Hürem ile aramızdaki diyalog geliyor aklıma.
Adliyenin, mekanik temizliğe rağmen ağarmayan yapısı ve içerideki kasvetli havadan olacak sanırım.
Ramazan Yazıları 1
Yıllar evvel bir televizyon proğramında, Prof. Mustafa Erdoğan Sürat ve konuğu Bay Moşe’ yi izliyorum. Sözün bir yerinde Bay Moşe, ‘’Müslümanların ramadanlarını kutluyorum, Allah oruçlarını kabul etsin Amin’’ demişti. Arapça’daki ‘dat’ harfini ‘zil’in z’si ile telaffuz bize özgü. Kim demiş modanın merkezi Paris ya da Milano’dur diye.
Konumuzla bir alakası yok ta ne yapalım araya bir şeyler sıkıştırmadan oluyor işte.
‘’Biz seni güzel ahlakı tamamlamak için gönderdik.’’ Hadis-i kutsîde de buyrulduğu gibi, Hz. Muhammed S.A.V’ in gönderiliş gayesi, 32 farz talimi yaptırmaktan ibaret değildi.
İnsanın, diğer canlılardan farklı olarak, ‘ahlak’ denilen bir şeye sahip olması gerekiyordu ve insanlık tüm geçmiş tecrübelerine ve gelen binlerce elçiye rağmen, buradaki eksiğini giderememişti.
Uzun uzadıya ahlak kelimesini irdeleyecek değiliz elbette. Zaten ehliyetli de değiliz. Dinlediğimiz sohbetler, okuduğumuz makaleler vs. ahlak kelimesinin içerisinde yer alan yüzlerce unsurun bulunduğunu göstermekte.
Hocaefendi bir ziyafete davetlidir. Yenilir içilir, Hocaefendi, elhamdülİLLAH deyip kalmak ister.
İsrar edecek olurlar, yok komşular bir lokma daha yiyemem der ve kalkar.
Derken bir tepsi baklava getirirler ortaya. Hocaefendi BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHİYM der ve başlar ortadan yemeye. Hemen sorarlar; yahu hocan, hani bir lokma yiyecek yerin yoktu.
Hocaefendi sorar; şu anda sofrada birkişilik daha yer var mı? Hayır cevabını alır ve tekrar sorar; ya kapı açılsa da pâdişah içeri girse! Hepimiz ayağa kalkarız derler. Hocaefendi'nin cevabı hazırdır; eee bu da yemeklerin pâdişâhı.
Sn. Cumhurbaşkanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde bir gazetecinin sorularını cevaplarken kullanmışlardı bu iki kelimeyi.
Sözlük anlamını biliyordum elbette. Sözlükleri hep severim.
Ehliyet, yeterlilik, bir meselede yetkinlik yani başarabilirlik anlamına geliyor. İnsan için sayısal zeka ile ilintili bir durum.
Liyâkat ise lâyık olma yani hak edip etmeme durumudur. Bu da ceset ile değil ruh ile ilintili bir durumdur ve sevgi zekası gerektirir.
Merak ediyorum; Devlet memuru olamadığı için, kendisini işsiz ve şanssız sayan milyonlar bu iki kelimeden ne kadar haberdar. Tersden bakıldığında, işli ve şanslı olanlar ne kadar ehil ve layık.
Bir örnekleme yapacak olursak;
Demokrasilerde bu kavram yetiyor ya! Yani yurttaşlık kavramı.
Onun için size böyle sesleniyoruz. Yani efendi, beyefendi, hocam hele hele ''kardeşim'' ifadesini kullanmıyoruz. Din kardeşliğini hatırlatıyor ve bu da size kabus oluyor ya o yüzden. Size ve düşüncelerinize bu denli saygı duyuyoruz anlayacağınız.
İşte bu saygının karşılığı olarak bu yazıyı okumanızı bekliyoruz.
Siz, bedelini emeğinizle ödediğiniz cihaz ve internet olanakları ile birtakım iletişim faaliyetlerinde bulunuyorsunuz; buna bizzat kefiliz.
Yıllar evvel Antoloji ile tanıştığımda henüz okuryazar değildim. Şimdi de okuyup yazdığım söylenemez zaten.
Hece hece şiir okumaya daha doğrusu şiirin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sayfaların arasında dolaşmayı öğrenmem yıllar aldı.
Birgün sayfamın başında kırmızı renkli bir yazı gördüm; onay bekleyen arkadaşlık teklifleri yazıyordu.
O da ne demekti? Benim hiç arkadaşım olmamıştı; üstelik arkadaşlığın ne demek olduğunu dahî bilmezdim.
Kıdemli bir üyeydi beni işaretleyen. Tam bir ay düşünmüştüm ilk arkadaşımı onaylamak için.
Artık antika oldu ama yine de bilenler vardır.
Karasaban ile çift sürerken, ve talaka çekerken kullanılan öküz eşleme aracı.
Dostlarımız yorulmasınlar, talaka da ahşabtan yapılmış fonksiyonel taşıt. Şehirlerde görülen at arabasının benzeri.
Benzetme bu ya, benim zihnimde de sayısız boyunduruk var; durmadan eşliyor birşeyleri.
Bazı sohbetlerimin altına not düşüyorum ya! ...fakiriyiz diye.
İşte bunları birer adım genişleteyim istedim.
Yazılarımın birinde, malum, gazeteci fakiriyiz demiştim.
Ülkemizde basın özgürlüğü yok! Şu anki konum değil.
Tutuklu gazeteciler var! Bu da konum değil.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!