Bir rüya dolar billur bahçelere gül yapraklarından ay ışığı gelir
Göğsümde yankılanır hüzzam şarkılar yeniden şiir bestelenir
Ses ve raks dolanır gecelerime gönülden özleyişler dile gelir
Bembeyaz bir gül büyülenir bülbüllerin sedalarıyla ebedileşir
Su dökülür en ucra köşeye yapraklarda gül damlası çişelenir
Sen istersin ki bildiğim yoldan gideyim, yoldan yordamdan hiç çıkmayayım. Alıştığım bir hayat çizgisinde bir rotada gideyim.Önüme hiç engel çıkmasın istersin. Ayaklarının altında zaman akıp gitsin ve önünde gideceğinle ilgili bir sorun olmasın.Bütün dağlar delinmiş olsun veya dağlardan dağlara köprüler kurulsun.Ulaşacağın yere emin adımlarla gitmek istersin.
Bilmezsin ki tabanlarında ezdiğin senin hayatındır.Bir adım öteye kendi isteğinle gidemezsin ki? O zaman ayakların ne işe yarar ki? Bir iz bırakabilir mi tren. Sen metal soğukluğunda bir hayat istiyorsun.Sağındaki solundaki çiçeği koklayamadıktan sonra yolculuk neye yarar ki? Gideceğin yer belli ise sen de bellisin.Evet bir kurşunsun ya da oksun.İlk kurbanı da sensin. Bil ki aslında ölüsün.
Sen trensin ben deve. Ben yol bilmez kervan bilmez bir deveyim. Tek korkum deve dikeni.Bütün çöl benim,ova benim,yol benim. Hayatın güzelliklerine yol alırım ben. Çirkinim yüzümde çalıların çiçeksiz yanları.Gülüşlerimde bitmeyen kışlar.Donuk bir tebessüm çizerim dudaklarımla.Ama yine de senden çok gülerim.Çünkü ezber şarkılar yoktur dudaklarımda.
Sen pas tutarsın ellerinle.Yağmurlar dökülünce üzerine boyalar akar gözlerinden.Ve sen hala güzel olduğunu sanırsın.Hala güzel günler gördüğünü sanırsın.Oysa rüyalarında bile yeniksin.Kabuslar kaplamaktadır tenini ve geceni.Ay ışığı girmez karanlığına.Esmer bir geceyle sevişirsin.Ve bedenin hala bumbuzdur.
Oysa ben çöl çiçekleri içinde kumlardan çekerim gün ışığını.Kum kadar sonsuzlaşır mutluluğum.Ayaklarımda sıcak bir çöl akşamı olur.Yıldızlar dolar rüyalarıma.Yürürüm yeni heyacanlara ve mutluluklara.
Sen bildiğin yoldan gitmeye devam et.Yolun açık olsun.Bense çizerim kendi yolumu. Yorulsam da bitkin düşsem de bulurum kendi mutluluğumu.Ya da kendi mutsuzluğum içinde yaşarım.Ama bana ait olanı yaşarım.İşte budur beni develeştiren ya da devleştiren. Senden ve başkalarından farklı eden.
Bugün bir film izledim. Her karesinde sen vardın. Ellerin bir merhametti. Bütün paslanmış parmakların inadına seninkiler altın gibi parlamaktaydı. Ellerindi ihtiyaçlarımı gideren. Ellerindi bana zahmetsiz bir gün geçiren. Senin eline düşmek, parmağında bal olmaktı. Parmakların yürek peteğimden keşke hiç çıkmasaydı. Yüzün gün ışıklarıydı. Seninle yüz yüze gelince, hiç akşam olmasın istedim. Sözlerin yün yastıkları kadar yumuşaktı. Başımı koyup latif sözcüklerine, bir masal kadar hayallerle doldum. Bugün o kadar güzeldin ki, bütün insanlar gölge gibi yerlerde sürünürken, sen ise gerçek bir insan gibi apaydınlıktın. Bugün bütün ışıklar senin üzerindeydi. Loş ışıkların birer parçası iken tüm insanlar, sen bir yıldız kadar ışıl ışıldın. İnsanlar, yemek artıkları gibiyken günün dudaklarında, sen porselen dişler gibi ışıltılıydın. Bugün gözlerin merhametti, bakışların insandı. Öyle güzel bakmaktaydın ki, gözlerinden öpmek istedim o an. İnsanlar kara çarşaflar gibi dolanırken etrafımda, sen hadife kadar yumuşaktın. Öyle bir halin vardı ki, hiç insan görmemiş kadar temiz bir bakışın vardı. Gözlerine girmemişti sanki bir insan sureti. Öyle tatlı bakıyordun. Göz kapaklarında yaşamak istedim o an. Öyle aydınlıktın ki, yeryüzüne cennet indi sandım. Cehennemi görmemek için başka biriyle göz göze gelmemeye çalıştım. Tenekeden şehirlerin, teneke saksılı gülleriydi diğer insanlar. Sen ise, baştan başa çiçek tarhıydın. Çoraklığıma gül bitir diye, yanında toprak olmak istedim o vakit. Ne güzel suret ne güzel insandın. Tüm insanlar uzun yazılardı, sen sadece 'nasılsın' dın. Bütün insanlar kitaplar dolu cümle iken sen sadece, ' bana güven' din. Abartısızdın, sadeydin ve yalındın. Öyle bir hafiflemek yaşadım ki yanında, sanki kıble rüzgarıydın. Sen bugün bir kelebek değildin, bir kelebeğin kanadı hiç değildin. Sen bugün bir kelebek kanadındaki ince çizgiydin. Diğer insanlar ise, demir teliydi. Paslı ve inciticiydi. Bugün durgun bir göldü. İnsanlar sularına düşmüş kütüktü. Sen ise o durgun sularda yüzen tek kuğuydun. Aslında bir insanı kuğuya benzetmek istemedim; ama hata ettim. Sen bugün bembeyaz bir insandın.
Ey sevgili
Hasretin öyle bir duygu ki
Yüreğimin yanardağını patlattı.
Ateşi sadece beni yaktı.
Sen ne gördün ki...
Sen dünyanın yedi harikasından
Kurbağaların bir orkestra edasıyla bağırmalarını yılanlar duymadı. Duysalardı belki de sürünmeyeceklerdi. Yılanların tek derdi midesini doldurmak oldu. Bu yüzden kurbağaların sesi yılanların kalbini hiç burkmadı veya yılanların dili çatallı olduğu için, kurbağalarla birlikte hiç şarkı söyleyemediler. Belki de asıl düşmanlıkları bundan kaynaklandı. Hayatım delik deşik oldu. Her yanım yılanlarla doldu. Daha şarkımı söylemedim ben. Neden bana bunca acı? Zehirledi beni hayatımda var sandığım her süzülen boy. Oysa yoktular. Ben asude bir gölde kurbağalar gibi şarkılar söylemek istedim sadece. Beni yılanlarla dolu bir kuyuya gömdüler. Yılanlar yüreğimi deşerken, duygularımdan hiç anlamadılar. Neden bana bu kadar acı? Parmak aralarımda güller kururken, yağmurun altında ıslandı ellerim. Seni bekledim saçakların altında. Yılanlar yağmurlu havalarda dışarı çıkmazdı. Nereden bilecektim? Yağmurlu havalarda kurbağalar şarkılar söylerdi. Yılanlar ise kendi karanlık dünyalarına çekilirdi. Nereden bilecektim? Sen bir yılandın sevgilim. Güneşli günlerde sadece avlanırdın. Ben ise güneşten her kaçtığımda senin tuzağına düşerdim. Kaçtığımız yer aynıydı, mutsuzluğumdu seni bana getiren. Kurduğum renkli dünyamda simsiyah bir yılandın sen. Ne zaman soğuk terler döksem, sırtımda sen gezinirdin. Hep beni sırtımdan vurdun ve ısırdın. Seni aşk diye sırtımda taşıdım onca yıl. Beni dilinle ve dişinle korkuttun. Şimdi seni şarkılarla korkutacağım. Her şarkıda içimde çakıl taşları yerlerinden sökülecek ve seni yüreğimden söküp atacağım böylece. Her nota bir taş olacak, her söz billur bir su olacak, ey yılan yüzlü sevgilim seni her taşın altından şarkılar söyledikçe kaçıracağım. Çıkaracağım seni hayatımdan. Şarkılar söyledikçe dudaklarım ıslanacak ve dudaklarımdan kayıp gideceksin. En kötüsü ise daha şarkım bitmediği için sana elveda diyemeyeceğim. Seni her şarkıda tutturduğum ritimle ezeceğim. Bu yüzden gitmeyeceğim. Senin ayak tempomla öldüreceğim. Senin ruhuna dualar değil, şarkılar söyleceğim. Seni en güzel şarkılarımı söylerken, o çok sevdiğin toprağın altına göndereceğim.
Ne zaman bir çiçek koklamak istesem
Genzim sıcak ekmeğin kokusuyla doldu
Bir elin nasır tutan yanlarıyla her daim
Hayata avuç dolusu güvercin uçurdum
Kadının olduğu yerde laleler solmamalı
Yeşerttiğim o aşkı ellerinle uzat bana
Simsiyah bir gül ver bana ey sevgilim
Kokarken acı koksun çok dertli olsun
İlkbahar ortasında karakış bırak bana
Ruhumun aşk yağmurları dinsin artık
düştüğü yer yüreğimdir gözünden
sözünden düşen ciğerimi yaralar
ağlarsa cehennemi görür gözlerim
her üzüntüsü kirpik uçlarımı yakar
sevmek tek yürek olmaktır sevgili
Pantolonun dalgalarında güç alanına zevk olmuşum
Ölüm kalım savaşı verirken bacak aranda ezilmişim
Coşkun çığlıklarının arasında mor mor boğulmuşum
Aşka susamış güzel bir çiçeğin düşüne düşmüşüm.
Pantolon dalgasında deniz kızı cesedine dönmüşüm
Bir İngiliz'in tüm sevgilerini ve yaratılarını İngilizce ifade ettikten sonra, Türkçe küfretmesi gibidir milletimin yaşantısı. Bir millet küfrederken, söverken değil, severken millet olmalıdır. Millet olarak sevgiyi ve saygıyı yitirdiğimize göre, geride küfürden bir milliyetçilik kalmaktadır. Küfürle de sataşmayla da milliyetçilik olmaz, anca faşizm olur. Millet olarak, kelimelerin solunu da seçsek, sağını da seçsek, edeplisini de seçsek, cümle kurarken kelimeleri kurşuna dizmek istercesine yan yana getiririz. Böyle olunca da, ne zaman kişiler olarak yan yana gelsek, hemen bir çatışmaya gireriz. Edepli kelimeler edepsizleşir. Namus, tacizle, tecavüzle yan yana konulur. Ve sonrasında kelimeler kurşun gibi havada uçuşur. Tüm kelimelerin gerçek anlamları ölür. Geride hortlayan yan anlamlar kalır. Millet olarak, Türkçemizi tükürükleştirmekteyiz. Birbirimizin suratına tükürür gibi kelimeler savurmaktayız. Biz millet olarak Türkçeyi küfürleştirmekteyiz. Rujlu dudaklardan mal, salak, manyak kelimeleri çıkmakta. Sosyalistim diyen dudaklardan, ağzını yamulturum lan ifadeleri çıkmakta. Türkçenin adı değişecek bu gidişle. Türklan olur dilimiz. Benimle Türklan konuş lan demeye başlarız. Ben sosyalistim lan ibne! Ben muhafazakarım zevzek! Ben dindarım ulan kitapsız! Ben Türk'üm ey durzi! Ben Kürt'üm piç! Artık kendimizi böyle ifade etmeye başlarız. Örneğin dünya hakkında ne düşünmektesin sorduğumuzda: Orasına burasına koyduğumun dünyası deriz. Arkadaşın nasıl birisi diye sorduğumda ise: O tam bir orospu çocuğu cevabını veririz. Bu şekilde anlaşıp gideriz. En çok argo kullanan, en çok küfür eden mahallenin muhtarı olur. Minareden ezandan sonra namaza gelin ey cenabetler diye anons edilir. Selalardan sonra geberip gitti, zaten köpeklerle yatar kalkardı, it oğlu itti, denir. Millet olarak birbirimizi ana avrat söveriz. Ey güzel Türkçem, sen sevgi dili, saygı dili olmadıkça, bu millet faşist kalacaktır. Bu millet özür dilerim, nasılsın, bir sorunun mu var, günaydın, merhaba demedikçe Türkçeye ihanet etmeye devam edecektir. İhanet bir düşüncedir. İnsan ise, kelimelerle düşünür. Kelimeleri pis, iğrenç, arsız olanların dünya görüşleri de aynıdır. Küfürden ve sataşmadan ibaret kılınan bir düşünce dünyası, kültür bazında dünyaya ne verebilir. Düşünce olarak dünyanın niçin gerisindeyiz diyenler, millet olarak küfürbaz olduğumuzu görememekteler harhalde. Artık sanatımız da bu gidişe ayak uydurmakta. Sinemada ve tiyatroda belden aşağı ve oldukça şapşalca espriler seyircileri güldürmekte. Örneğin bir şovmen, hoşgeldiniz geri zekalılar dediğinde bunun çok zekice bir espri olduğunu düşünen seyirci gülmekte. Gülmezse anlamayan konumuna düşecek. Böyle olmaktansa çakma zekiler gibi anlamış görünmek daha iyidir diyerek gülmekte. Toplu gülüşmeler faşizandır. Tüm komedilerde faşizanlık vardır. Yetkili biri biriyle alay eder, tüm personel güler. Bir şovmen ya da oyuncu bir trajediye dikkat çekmek ister, insanlar güler. Şu an Türkçe trajikomik bir durumdadır ve millet olarak gülmeye devam etmekteyiz. Biz millet olarak, Türkçeyi linç etmekteyiz.




-
Adem Korkmaz
Tüm YorumlarOsman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....