Varlık diye yokluk diye bir şey yok ki niye
Aldanmadayız her şeye gündüz ve gece
Yoklukta bulur kendini erdemli kişi
Yokluk doğurur varlığı yoklukta yine
1971
Yar aklıma sağnak gibi yağmurla gelir
Gökten yere inmiş gibi bir nurla gelir
Yalnız bırakıpta gurbet ellerde beni
Sitemle giden sevgili gururla gelir
Mart/73
Kür Şad gibi destanlaşan er istiyorum
Fatih gibi çağlar aşan er istiyorum
Kaçsın önümüzden gelecek ben yarının
Geçmişle peşinden koşan er istiyorum
Kasım/68
Tanrım ben o sonsuzluğa ermek dilerim
Sonsuzdaki her gizliyi görmek dilerim
Rüya gibi hülya gibi dünya ben de
Rüyamı güzellerle geçirmek dilerim
Haziran/69
Bilmez aşık dağda mıdır düzde midir
Giz sözde mi parlayan ışık gözde midir
Bir gün kurulursa aşığın mahkemesi
Siz söyleyin erkekte mi suç kızda mıdır
Şubat/72
Hiç bilmiyorum yar acıdır belki sesim
Bir gün sen ölürken çıkacak son nefesim
Ey yar ya azat et beni öldür ya da sev
Hapsolmuşum artık sana sensin kafesim
1969
ATATÜRKÜMÜN BAYRAĞI ALTINDA
12 Mart 1971 tarihinden sonra resmi dairelerin girişlerinde bir nöbetçi memur bulundurulurdu. Ben o zaman İstanbul Valiliğinde çalışıyordum. O gün benim nöbet günümdü. Nöbetçi memurun masasında bir defter bulunurdu. Bu deftere Valiliğe gelen kişilerin adı, soyadı, kiminle görüşmek için geldiği yazılır ve kendisine ziyaretçi kartı verilirdi.
Elli yaşlarında, takım elbiseli, oldukça esmer, uzun boylu, koyu siyah saçları arkaya doğru taranmış biri geldi yanıma. Bir dilekçe yazdırmak istiyorum dedi. Azerbaycan ağzı ile konuşuyordu, zor anlıyordum. Bir kat aşağıya indik. Dilekçesini daktilo etmeye başladım. Dilekçesinde şöyle diyordu. “Ben çocuklarımla birlikte İran’dan geldim. Atatürk’ümün Bayrağı altında yaşamak istiyorum. Operatör doktorum. Bana geçimimi sağlayabilmem için hastanelerin birinde iş verilmesini istiyorum.”
Dilekçeyi yazdıktan sonra, doktoru yanıma alarak Valilik Hukuk İşleri bürosuna götürdüm. Hukuk İşleri Müdürü dilekçeyi okuduktan sonra bu işlerin öyle kolay olmayacağını söyledi. Dilekçeyi Vali Muavinine havale için götürdük. Vali Muavini dilekçeyi okuduktan sonra, başını kaldırarak “ Sen İranlısın “ deyince doktor sinirlenerek masaya doğru eğildi, sol elini masaya koyarak sağ elini açık bir vaziyette Vali Muavinine doğru uzattı ve “ Ben İran’da Türküm, Türkiye’de Farsım bu nasıl iştir. Söyleyin ben kimim. Ben İran’dan çocuklarımla birlikte kaçıp Türkiye’ye sığındım. Atatürk’ümün Bayrağı altında yaşamak istiyorum. Beni İran’a gönderirseniz şah beni asar.” Dedi. Vali Muavini
GÖĞSÜMDE DAVULLAR ÇALIYOR
Sensiz geçen günleri yaşamadım yok saydım
Sen güneştin gönlümde ben gecede bir aydım
Işıl ışıl gecede bir yıldız gibi kaydım
Her yıldız kayışında ürperirim korkarım
GÖNLÜMÜ YAKTIM KAVURDUM
Gözlerin bir tayf odağı
Sana doğan güneş benim
Geçit vermez aşkın dağı
KALBİMDEN VURULMUŞUM
Ne Hind’dedir ne Çin’dedir
Turnalar kış göçündedir
Kalbim avcun içindedir
Şair hakkında ne düşünebilirim ki..görünen köy kılavuz istemiyor.Tanıdığım en mert, en doğru, en düzgün adam.
Nihat Ağabey, Maşuka için yazdığın şiir muhteşem olmuş..Ama alındım haa..Hani bana :))