Nihat Yücel Şiirleri - Şair Nihat Yücel

Nihat Yücel

Candan seni andığım dediğin şey bu mudur
Sevdan ile kandım dediğin şey bu mudur
Sorsam bana söyler misin ey sevgili yar
Aşkınlada yandım dediğin şey bu mudur

Mayıs/68

Devamını Oku
Nihat Yücel

Dünyada varım yoğum inan sensin sen
Bir çay daha ver demlice ben istemeden
Gönlümde bu çırpınış nedendir buldum
Sensin-bana gel kimseye hiç söylemeden

Mayıs/71

Devamını Oku
Nihat Yücel

UZAKLIĞIN VE SEN

I


Belediyenin eski otobüsü bozuk asfaltta hızla ilerliyordu. Kadıköy’den binmişti otobüse. Otobüs asfaltın bozuk yerlerinde sarsılıyor, sarsıldıkça kapı ve pencere camlarının gürültüsü çoğalıyordu. Ön sıralarda cam kenarında oturuyordu. Başını dışarıya çevirmiş caddede koşuşturan insanlara bakıyordu. Bir anda değişen yüzlerdeki anlamları çözmeye çalışıyordu. Otobüsün motor ve sarsıntılarından çıkan gürültüleri unutmuş, kendini dışarıdaki kişilere vermişti. Fuat’ı Bir an görünüp, kaybolan kişiler kendine çekiyor, senin aradığın her şey burada diyordu. Caddelere iyice dalmıştı ki, Biletçinin sesi birkaç kez kulaklarında yankılandı. Kuyubaşı var mı inecek? Kuyubaşı durağında inecekti. Yavaşça doğruldu yerinden. Biraz geç kalmıştı. Biletçiye elini kaldırarak ineceğini bildirdi. Biletçinin homurdandığını duydu, aldırmadı.

Devamını Oku
Nihat Yücel

ÖZLEM


Yatakhane, bir hafta sonu tatilinin durgunluğu içindeydi. Vedat, pencereden yarı beline kadar sarkarak aşağılara baktı. Derin bir boşluk ağır ağır döndü gözlerinde. Yıllardır aynı pencerede, aynı görünümle karşı karşıyaydı sanki. Bıkkınlıkla kaldırdı başını. Yaşamaktan bezmiş bir hali vardı. Bakışları durgun, ağır bir sessizliğin arkasında çizgiler bırakarak uzanıyordu. Ellerine baktı. Avuçları kan içindeydi. Bir an durakladı. Yaşamayı ölümden ayıran çizgi, kıpkırmızı iki dudak arasındaki boşlukçasına aydınlık ve o denli korkuluydu.

Işıklar güçlerini yitirdiler. Karanlık bir yeşil döküldü ağaçların üzerine. En yakınındaki yaşlı kayın ağacı, iki bükümlüğünde, eskiliğinden uzun süre titreştiler. O dallara uzanabilmek, onlara dokunabilmek için büyük özlem duydu içinde.

Devamını Oku
Nihat Yücel

KAMYON


Çocuk güneşle oynuyordu. Elindeki kırmızı kiremit parçasının kenarlarını kırıp düzelterek, kamyon şekline sokmaya çalıştı bir süre. Kiremitin arka kısmını sivri bir taşla döverek çukurlaştırdı. Sonra güneşi yükledi kamyonun arkasına sürmeye koyuldu.

Vakit öğleye yaklaşıyordu. Bahçe kapısına bitişik asmanın koca yaprakları sıcak, kaynayan gölgeler düşürdü çocuğun alnına. Yaprakların arasından tozla kaplı, çürümüş üzüm salkımları sarkıyorlardı.

Devamını Oku
Nihat Yücel

YANSIMA


Şubatın kirli, bulanık rüzgarı toprak yolda kurumaya yüz tutmuş çamurları bir kez daha yaladı. Yol boyunca uzanan çıplak kavak ağaçları birbirlerinin üzerine kapanıyorlardı rüzgar vurdukça. Dallar çocuk ağlayışlarını andıran uğultularla sesleniyorlardı. Uğultular giderek yükseliyor, bilinmeyen bir gücün savaş çığlıkları olarak yansıyordu insanın gözlerinde. Öylesine bir çılgınlık koşuyordu doğada, kendi dışında kalan herşeyin üzerine yürüyen...

Meryem pencereden çekildiğinde gözleri iyice büyümüştü. Korkuyordu. Yalnızlığıyla korkunun birbirine karıştığı çirkin, karanlık bir çizgide hissetti kendini. Elindeki süpürgeyi bir iki silkeleyip kapının arkasına koydu. Odanın bir köşesinde desenli kalın naylonla örtülü küçük bir masa, onun hemen yanında her an devrilecekmiş gibi duran, Meryem'in ne zamandan beri var olduğunu düşünmediği sallantılı, tahta bir sandalye vardı. Kapının hemen yanında üzeri buruşmuş, yerlere sarkan eski bir çarşafla kaplı yatağın kapı tarafındaki köşesine oturdu. Yatağın bu köşesinin Meryem'i günlük yaşantısından ayırabilen bir etkinliği vardı. Hayallerini burada kurar, saçlarını tararken ya da gizlice gözlerinin güzelliğini seyrederken hep burada otururdu. Kapının arkasındaki süpürgeyi kaparak yatağın altını süpürmesi, masanın tozunu alması her günkü, alışılmış akıntıya dönebilmesi için yeterliydi.

Devamını Oku
Nihat Yücel

Tam üç saattir yürüyordu. Topkapı’nın surları görünmeye başladığında biraz rahatladı. Bu yolun hiç bitmeyeceğini sanmıştı. “surları geçtikten sonra yolum azalır.” Diye düşündü. “ Giderim Ahmet Ustanın yanına, anlatırım her şeyi, bir çare bulur elbette.” Karnı guruldadı.
En son dün öğleyin yemişti yemeğini. Acıktıkça su içmişti. “Bu parasızlık olmasaydı. Bir iş bulsaydım, iyi kötü geçinir giderdim nasıl olsa Tek kişiyim karnım tok olduktan sonra gerisi kolay, birkaç kuruşta cep harçlığı odlumu…”

Yozgat’ta İstanbul otobüsüne binerken, bir suçlu gibiydi. Kimseye görünmek istemiyor, her an bir tanıdığın karşısına çıkacağını sanıyordu. Otobüs hareket ettikten sonra rahatlamıştı. O zaman kendini kafesinden bırakılmış kuş gibi hissetmişti. İçi içine sığmıyordu. İçinde pırıl pırıl bir umut vardı. Otobüs yolları azalttıkça, yollar içini yavaş yavaş bir sıkıntı yumağı gibi sarmaya başladığında, giderek sıkıntısı artıyordu. Koca İstanbul’da nereye gidecekti. Ne bir akrabası ne de bir sanatı vardı. “Hangi işi olursa olsun çalışırım.” Diye kestirip attı. Yanındaki adam ne kadarda rahat uyuyordu, horlayarak. Kendisi de uyumaya çalıştı, adam horlamasından uyuyamıyordu. Adam horladıkça, kendisi o küçük anları tespit ediyor, şimdi horlayacak, şimdi horlayacak diye bekliyordu. Nefesini de horlayan adamın nefesine göre ayarlamaya çalıştı. Birden adamı uyandırmak geçti içinden. Uyandırsa ayıp olur muydu? Sonra vazgeçti, uyuyamayacağını biliyordu. Bir sigara çıkardı cebinden, yaktı. Sigaranın savrulan dumanları bütün sıkıntısını alıp gidiyordu sanki. Ne zaman başlamıştı sigara içmeye, bunu düşünmeye çalıştı. Köyde kaçak tütünlerin sapsarı lif lif uzadığını, maharetli parmakların sigara sarıştaki ustalığı geldi aklanı. “Valla “ dedi, “makine öyle saramaz…”

Topkapı surlarını geçtikten sonra, yolun sağındaki çimlere doğru yürüdü. Oturur oturmaz, ayakkabılarını çıkardı. Ayakları şişmişti. “Hamlamışım, Eskiden saatlerce yürürdüm bir şey olmazdı ayaklarıma” Şimdi soğuk bir su olsaydı da ayaklarını suyun içine batırsaydı. Ne güzel olurdu. Bir birinci sigarası çıkardı cebinden. Sigaranın tütünlerinden bir kısmı dökülmüştü. “İyi sigara bu, iyi sigara ama şu tütünleri de dökülmese üstüne başka sigara yok.” Sigaradan bir iki nefes çektikten sonra kalktı. Aşağı yukarı daha bir saat kadar yolu vardı. Dudaklarında sigara, iki elini ceplerine sokmuş, boynunu bükmüş, önüne bakarak yürüyordu. Başını kaldırsa, bütün insanların kendisine bakacağını sanıyordu. Yanındaki yoldan taksiler, minibüsler geçiyordu. Her minibüsler yaklaştığında, duracakmış gibi oluyor, pencereden bir baş çıkarak “Fındıkzade, Haseki, Aksaray, Kumkapı, Beyazıt” diye bağırıyor son süratle uzaklaşıyordu. Fındıkzade’ye geldiğinde, trafik sıkışmıştı. Biraz ilerisindeki özel bir otomobilin arka koltuğunda bir siyah köpek gördü. Köpek camdan sanki ona bakıyordu. Tüyleri siyah ve kıvırcıktı, boynundaki tasmaya takıldı gözleri. Ne güzel bir tasmaydı o. Bir köpek kadar kıymetinin olmadığını düşündü. Ne yerdi bu köpek, hiç yal yemiş miydi? Köyü geldi gözlerinin önüne. Çoban köpekleri geldi. Açlığı kendini iyice hissettirmeye başladı. Çocukluğunda sığıra giderken anası, azığını bir çıkına koyar, çıkını da beline bağlardı. Çıkınında çoğu kez biberli çökelek kızartması olurdu. Hele o kızarmış yumuşak biberler ne de güzel olurdu ya.

Devamını Oku
Nihat Yücel

Tuyuğ
Sohbet olsun nerde olsam can gelir
Yar gelir dert yüklü bir kervan gelir
Saçların salkım söğüttür saçların
Akla hep düştükçe kalbden kan gelir

Devamını Oku
Nihat Yücel

Kurtuluş Destanı I Giriş

-'Maraş bize mezar olmadan
Düşmana gülzar olmaz.'

Gebedir geceler ak sabahlara

Devamını Oku
Nihat Yücel

Bir Avuçtular


Çıktılar erce meydanlara
Kendilerini meydanlara attılar
Ata yadiğari dolma tüfekleriyle

Devamını Oku