Mantıkçı Pozitivistlere kalırsa olasılık evrim işini çözdü, iyi de kardeşim, aynı olasılık neden her canlı da aynı işlemedi, insanda başka bir yola girdi ve düşünmeyle sonuçlandı, bunlar aynı temel ya da çatı altında değilmiydi, kendi başına uçan Jonathan Livinston nasıl oluyor, diğerlerinden ayrılıp, hem mantıkçısın, hem de tek başına yola devam eden olasılık mantık dışı, işte kuantum fiziği odur, yani paradoksun başlama noktası olması. Bunu BOHR gördü, sonunda internet teknolojisine geldik, adamlar darphane gibi para basıyor, ona rağmen, ağır askeri masraflarla, ödemeler dengesini toparlayamıyorlar, artı uzak piyasada Çin, yakın piyasada Türkiye pay kapıyor pastadan, ona gıcıklar, hır çıkarmaya çalışarak, açığı kaparız kafası var, sonunda işi kağıt helvaya götürecekler bu anlayışla, çözüm yolu değil de, paylaşmaya da yanaşmıyor, lüks kanına girmiş zümreler, o zaman birilerini eritip kalanı, aynı şekilde sürüdürelim kafası, buna da karşıt blog biz insan değilmiyiz diyor ki, doğru.
Alfred Jüles Ayer ve Jacques Monod, Fizyolog ve Mantıkçı pozitivist, olarak galiba bir 65 de Nobel de alır, görüşleri daha çok olasılıklara dayalı bir evrimin yaşamı ortaya çıkardığına dayanır, iyi de be kardeşim olasılık da bir matematik süreçtir o da kendi içinde bir dizi mantık içerir, o zaman o yan yana gelişin bir içeriksel tetikçisi de kendini işaret eder zaten o yok, bunlar hoplaya zıplaya nedense bunları yapıvermişler, halbuki canlılıkta milyonlarcasınad olasılığın neden bir tek insanda tek başına ayrı özellik taşıdığı yok, genel, - düşünme - özelliği gibi, hepsinde olasılık çalışıyor, insanda neden biricik ve başka, gibi. Ama, bizim akademi bunu 60 larda kabesi yapar, tamam, teknik de yararlı, ama, insan da ayağı eksik kalır, işte bugünkü gibi gazete haberleri, her konuda kaos gibi görünmeye başlar, hatta yaygın olarak dünyanın pek çok yerinde, gündelik yaşamı gözleyen ölçülerimiz yok, onları ordaki insanlar birebir yaşıyor, sadece haberler kaba bir özettir, yani o da sembol.
İnsanlar bilerek veya bilmeyerek, semboller üzerinden kendini tarif eder, tabii bu özetleme anlamı taşır, şu anda pek çok kişiye sorsan, İslam deyince, içki içilmez, kadınlar kapalı diye bilir, dış kapının mandalı, bu kabaca özetlemektir, yani sembol, din sosylojisi, felsefesi, tarihi vb. dünya kadar kavrama var, hepsi ayrı bir derya, bu kısa ve kolay özetleme de, insanların ipini çeker maalesef bunlar çiddiyetle ve daha detaylı, anlatılmalı, Kuran anlayarak Türkçesinden okunmalı, çok çevirisi var, mukayeseli çevirilere bakılırsa, bu kadar kolay tökezlenmez.
Geceleri uyanır, yoktan sevda yaparım, Gemilerle her gece ben çok uzaklardan dönerim, Benim adım ebruli, biraz gerçek biraz rüya, yalanını sevsinler, aşksız dönmüyor dünya.
Ona aittir, vesile varlığı da şanslı kulu. Katkısı, seçilmeye kendini hazırlaması, bir doğru davranış bile kalabalıkta arayı açmaya başlar, sorun orda.
Dudaklarımda şarap gibi şırıldayan bir gönül lafı, Elimde dervişlerin yeşil kaplı mushafı. Yeşil - mavi - kırmızı şiirler kaplar her tarafı, Şiirler, şiirler okurum varmak için. Şiirler ki oranın birer silik fotoğrafı.
DAĞLARCA,
Evet, Dağlarca daha 25 yaşında Allahın tarayıcısında göründü, herkes için bu fırsat eşit, anladığın ve yaptığın kadarsın onun için, sende davranışla, dünyada en yüksek konumda gördüğün mevkiye fark atarsın, her şey ne yaptığına bağlı, seyredersen o da seni seyreder ibretle. Bu davranış rehberi, üstüne yatarsan, orda kalırsın, kimse de kaldıramaz.
Göklerin karanlığında bütün yolculuğum, en büyük, en güzel, en uzak bir yıldız sanki ruhum. Rüyadaki güller gibi, rüyaca yaşıyorum. Sevmek ve ağlamak ve yok olmak arasında.
Kötü olduğu için insanın bir hikayesi vardır, yoksa zaten burası da cennet olurdu, halbuki burası bir geçiş, hakediş ve eleme odağı, biricikliğiyle, bunu ulaşılmaz mesafeler nedeniyle anlayabiliyoruz, insanın direnci ölçülürken, aynı zamanda nerde gerçeği ve doğruyu terkeder, nerde bundan kopmaz bir ayrılık gösterir test edilir, ve bozuk doğasındaki soluk bırakılmış ışığı nasıl kendi eliyle açığa çıkarmayı başarır, Kafkanın insanının son deminde infaz edilirken uzaktan sızan soluk ışığı umutlaştırması gibi, o ışığa yürüyüştür dünya, bütün başarısı da odur insanın, yoksa dünyadaki toplumsal rollerimiz belirlemez bunu, dünyaya karşı tutumumuz belirler, kendi bulunduğumuz konuma saplanıp kalırsak, bunu göremeyiz, konumumuzun üstüne çıkarak olur bu, din bunu temin ederken işimizi kolaylaştırır, bunu kendi başımıza başaramayız boşluk sarar ve yutar, halbuki ordaki umut, sarıp sarmalarken, yükseltir de, bu güven bizi daha sağlam basan birey yapar, boşluğun övülmesidir kuru bir hümanizm, ve kötülük yapanın ayrıcalığı yoktur dinde, hümanizm insanı anlatmaz, sadece boşluğa güzelleme yapar ki, yersiz ve mesnetsizdir, bilerek yapılanın affedilecek yanı yoktur, insanda varolmayan bir yücelikten dem vurur, bir yanılsama olarak da havada kalır, hiçbir şeyi de çözmez, din, kötülük yapılmadan önce yapılabileceklerin ölçülürini koyar, gene de kendini güvenceye alamamış olan da artık hoşgörülmez, ondan bir süzmelik abidesi olarak hiçbir iş görmemiştir, kötülük azalacağına artmıştır, mesela, Hollanda da suç oranlarının düşüklüğü örnek gösterilir ama, heryerde uyuşturucuya muhtaç olmuş insana, yapılan kötülük konuşulmaz, ya da limanlarından dünyanın arıza bölgelerine yapılan silah sevkiyatıyla elde edilenin refaha yaptığı katkıyla şişen benliklerin, sonra uyuşturucuyla aynı kötülüğe maruz kaldıkları, karşılık bir bedel ödetme gibi seyreder, ve taraflar bunu hakettikleri için yaşanır bu, oysa Kuranda ne uyuşturucu ihtiyacı duyulur ne de silah, sadece nizamı temin, adaleti tesis, mutluluğu engelleyeni engellemek için vardır silah, başka durumlarda suçtur, ve cezası bitmez tükenmez, ondan cihad kendi sınavında seni sınıfta bırakan doğana karşı kullanılır, ya da başka ülkelerin tecavüzü söz konusu olursa, nefsi müdafaa için, geçmiş yüzyıllarda iletişimin yetersiz olduğu dönemlerde Allahın adaletini duyurmak, aynı mutluluğu insanlara yaşatmak için fetihde, emperyalin hep bana anlayışına benzeyen bir yanı yoktur, ve ihlalinde ağır cezalandıran ebediyet kadar dünyevi adalete yansıması da bunu gözetir sıkı bir şekilde, insan elinde tahrifatı anlayışı yönetenlerden değil, daha çok yerel unsurlardaki yetersizlerine dayalı tutumlardan kaynaklıdır, bu kadarı bile istismarın vazgeçilmez olduğu dünyada ne kadar çok işlevi olduğunu gösterir, bugünün dünyasındaki modern kavramlar ilaç olabilseydi, daha yetmiş, seksen sene önce tarihin en büyük vahşetleri yaşanmazdı, bu potansiyel hep var medeniyet çünkü dışarıda değildir, ya yüreğimizededir, ya da hiçbir yerde, önce onu eğiten dinden uzaklaşmak, ve dahası, doğru anlayarak - anlayasınız diye gönederdik - KURAN - bizi burda ve orda bir imkan denizinden mahrum bırakmaktır, yalnız kalmış insanı da çaresizliğe itmek, ondan dinin özü olan saf şiir, doğrudanlığı ve vesilesiyle, bir sığınma değil, sığınmadığı için şiirdir, yani kendini tahkim etmişin, hakkını teslim eder, her güçlükte pes edenin ki, ağlaşmaktır, şiir vasfını kaybeder, şiir kendi öğretir, maruz kaldım yazarı, sadece sızlanır, kimseye de yararı olmaz, çünkü güç vereceğine, elindekini de alır, şiire yakışmaz, şiir de ona.
Mantıkçı Pozitivistlere kalırsa olasılık evrim işini çözdü, iyi de kardeşim, aynı olasılık neden her canlı da aynı işlemedi, insanda başka bir yola girdi ve düşünmeyle sonuçlandı, bunlar aynı temel ya da çatı altında değilmiydi, kendi başına uçan Jonathan Livinston nasıl oluyor, diğerlerinden ayrılıp, hem mantıkçısın, hem de tek başına yola devam eden olasılık mantık dışı, işte kuantum fiziği odur, yani paradoksun başlama noktası olması. Bunu BOHR gördü, sonunda internet teknolojisine geldik, adamlar darphane gibi para basıyor, ona rağmen, ağır askeri masraflarla, ödemeler dengesini toparlayamıyorlar, artı uzak piyasada Çin, yakın piyasada Türkiye pay kapıyor pastadan, ona gıcıklar, hır çıkarmaya çalışarak, açığı kaparız kafası var, sonunda işi kağıt helvaya götürecekler bu anlayışla, çözüm yolu değil de, paylaşmaya da yanaşmıyor, lüks kanına girmiş zümreler, o zaman birilerini eritip kalanı, aynı şekilde sürüdürelim kafası, buna da karşıt blog biz insan değilmiyiz diyor ki, doğru.
Alfred Jüles Ayer ve Jacques Monod, Fizyolog ve Mantıkçı pozitivist, olarak galiba bir 65 de Nobel de alır, görüşleri daha çok olasılıklara dayalı bir evrimin yaşamı ortaya çıkardığına dayanır, iyi de be kardeşim olasılık da bir matematik süreçtir o da kendi içinde bir dizi mantık içerir, o zaman o yan yana gelişin bir içeriksel tetikçisi de kendini işaret eder zaten o yok, bunlar hoplaya zıplaya nedense bunları yapıvermişler, halbuki canlılıkta milyonlarcasınad olasılığın neden bir tek insanda tek başına ayrı özellik taşıdığı yok, genel, - düşünme - özelliği gibi, hepsinde olasılık çalışıyor, insanda neden biricik ve başka, gibi. Ama, bizim akademi bunu 60 larda kabesi yapar, tamam, teknik de yararlı, ama, insan da ayağı eksik kalır, işte bugünkü gibi gazete haberleri, her konuda kaos gibi görünmeye başlar, hatta yaygın olarak dünyanın pek çok yerinde, gündelik yaşamı gözleyen ölçülerimiz yok, onları ordaki insanlar birebir yaşıyor, sadece haberler kaba bir özettir, yani o da sembol.
İnsanlar bilerek veya bilmeyerek, semboller üzerinden kendini tarif eder, tabii bu özetleme anlamı taşır, şu anda pek çok kişiye sorsan, İslam deyince, içki içilmez, kadınlar kapalı diye bilir, dış kapının mandalı, bu kabaca özetlemektir, yani sembol, din sosylojisi, felsefesi, tarihi vb. dünya kadar kavrama var, hepsi ayrı bir derya, bu kısa ve kolay özetleme de, insanların ipini çeker maalesef bunlar çiddiyetle ve daha detaylı, anlatılmalı, Kuran anlayarak Türkçesinden okunmalı, çok çevirisi var, mukayeseli çevirilere bakılırsa, bu kadar kolay tökezlenmez.
Hayat bir gündür o da bugündür, üşenme, erteleme, nasıl yaşamayı seviyorsan, nasıl iyi hissediyorsan. Aslolan iyi hissetmek, ve hissettirmek.
Tarihin çıkmaz sokağı, bir de kötü niyet ekle, tadından yenmez, hayat da oyununu tam da orda oynar, yani sepet havası, gayretsiz olmuyor dünya.
Geceleri uyanır, yoktan sevda yaparım,
Gemilerle her gece ben çok uzaklardan dönerim,
Benim adım ebruli, biraz gerçek biraz rüya,
yalanını sevsinler, aşksız dönmüyor dünya.
Bir Ezginin Günlüğü Klasiği.
Ona aittir, vesile varlığı da şanslı kulu. Katkısı, seçilmeye kendini hazırlaması, bir doğru davranış bile kalabalıkta arayı açmaya başlar, sorun orda.
Dudaklarımda şarap gibi şırıldayan bir gönül lafı,
Elimde dervişlerin yeşil kaplı mushafı.
Yeşil - mavi - kırmızı şiirler kaplar her tarafı,
Şiirler, şiirler okurum varmak için.
Şiirler ki oranın birer silik fotoğrafı.
DAĞLARCA,
Evet, Dağlarca daha 25 yaşında Allahın tarayıcısında göründü, herkes için bu fırsat eşit, anladığın ve yaptığın kadarsın onun için, sende davranışla, dünyada en yüksek konumda gördüğün mevkiye fark atarsın, her şey ne yaptığına bağlı, seyredersen o da seni seyreder ibretle. Bu davranış rehberi, üstüne yatarsan, orda kalırsın, kimse de kaldıramaz.
Göklerin karanlığında bütün yolculuğum, en büyük, en güzel,
en uzak bir yıldız sanki ruhum. Rüyadaki güller gibi, rüyaca yaşıyorum.
Sevmek ve ağlamak ve yok olmak arasında.
Dağlarca.
Kötü olduğu için insanın bir hikayesi vardır, yoksa zaten burası da cennet olurdu, halbuki burası bir geçiş, hakediş ve eleme odağı, biricikliğiyle, bunu ulaşılmaz mesafeler nedeniyle anlayabiliyoruz, insanın direnci ölçülürken, aynı zamanda nerde gerçeği ve doğruyu terkeder, nerde bundan kopmaz bir ayrılık gösterir test edilir, ve bozuk doğasındaki soluk bırakılmış ışığı nasıl kendi eliyle açığa çıkarmayı başarır, Kafkanın insanının son deminde infaz edilirken uzaktan sızan soluk ışığı umutlaştırması gibi, o ışığa yürüyüştür dünya, bütün başarısı da odur insanın, yoksa dünyadaki toplumsal rollerimiz belirlemez bunu, dünyaya karşı tutumumuz belirler, kendi bulunduğumuz konuma saplanıp kalırsak, bunu göremeyiz, konumumuzun üstüne çıkarak olur bu, din bunu temin ederken işimizi kolaylaştırır, bunu kendi başımıza başaramayız boşluk sarar ve yutar, halbuki ordaki umut, sarıp sarmalarken, yükseltir de, bu güven bizi daha sağlam basan birey yapar, boşluğun övülmesidir kuru bir hümanizm, ve kötülük yapanın ayrıcalığı yoktur dinde, hümanizm insanı anlatmaz, sadece boşluğa güzelleme yapar ki, yersiz ve mesnetsizdir, bilerek yapılanın affedilecek yanı yoktur, insanda varolmayan bir yücelikten dem vurur, bir yanılsama olarak da havada kalır, hiçbir şeyi de çözmez, din, kötülük yapılmadan önce yapılabileceklerin ölçülürini koyar, gene de kendini güvenceye alamamış olan da artık hoşgörülmez, ondan bir süzmelik abidesi olarak hiçbir iş görmemiştir, kötülük azalacağına artmıştır, mesela, Hollanda da suç oranlarının düşüklüğü örnek gösterilir ama, heryerde uyuşturucuya muhtaç olmuş insana, yapılan kötülük konuşulmaz, ya da limanlarından dünyanın arıza bölgelerine yapılan silah sevkiyatıyla elde edilenin refaha yaptığı katkıyla şişen benliklerin, sonra uyuşturucuyla aynı kötülüğe maruz kaldıkları, karşılık bir bedel ödetme gibi seyreder, ve taraflar bunu hakettikleri için yaşanır bu, oysa Kuranda ne uyuşturucu ihtiyacı duyulur ne de silah, sadece nizamı temin, adaleti tesis, mutluluğu engelleyeni engellemek için vardır silah, başka durumlarda suçtur, ve cezası bitmez tükenmez, ondan cihad kendi sınavında seni sınıfta bırakan doğana karşı kullanılır, ya da başka ülkelerin tecavüzü söz konusu olursa, nefsi müdafaa için, geçmiş yüzyıllarda iletişimin yetersiz olduğu dönemlerde Allahın adaletini duyurmak, aynı mutluluğu insanlara yaşatmak için fetihde, emperyalin hep bana anlayışına benzeyen bir yanı yoktur, ve ihlalinde ağır cezalandıran ebediyet kadar dünyevi adalete yansıması da bunu gözetir sıkı bir şekilde, insan elinde tahrifatı anlayışı yönetenlerden değil, daha çok yerel unsurlardaki yetersizlerine dayalı tutumlardan kaynaklıdır, bu kadarı bile istismarın vazgeçilmez olduğu dünyada ne kadar çok işlevi olduğunu gösterir, bugünün dünyasındaki modern kavramlar ilaç olabilseydi, daha yetmiş, seksen sene önce tarihin en büyük vahşetleri yaşanmazdı, bu potansiyel hep var medeniyet çünkü dışarıda değildir, ya yüreğimizededir, ya da hiçbir yerde, önce onu eğiten dinden uzaklaşmak, ve dahası, doğru anlayarak - anlayasınız diye gönederdik - KURAN - bizi burda ve orda bir imkan denizinden mahrum bırakmaktır, yalnız kalmış insanı da çaresizliğe itmek, ondan dinin özü olan saf şiir, doğrudanlığı ve vesilesiyle, bir sığınma değil, sığınmadığı için şiirdir, yani kendini tahkim etmişin, hakkını teslim eder, her güçlükte pes edenin ki, ağlaşmaktır, şiir vasfını kaybeder, şiir kendi öğretir, maruz kaldım yazarı, sadece sızlanır, kimseye de yararı olmaz, çünkü güç vereceğine, elindekini de alır, şiire yakışmaz, şiir de ona.