Tezin Mahiyeti Ömer Çelakıl imzasıyla yayımlanan “Kurân-ı Kerim’in Şifresi” adlı çalışmaya göre tez, Hurûfîlik türü ezoterik (Batınî) çalışmalar zincirinin son halkasını teşkil etmektedir. Nitekim kitaba geleneksel ezoterik kehanet örnekleriyle başlanması da bu izlenimi desteklemektedir. Bir farkla ki kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle Çelakıl’ın tezi geleneksel ezoterik örneklerinden kısmen farklılık arz eder. (s.62)
Çelakıl’ın şifresi genelde iki kademeli bir çıkarıma dayanmaktadır. Birinci kademede simetrik orantılara dayalı olarak birbirleriyle ilintili bulunan ayet ve sure numaraları üzerinden önce merkez sayısı sonra eksik sayı (veya sayılar) çıkartılır. İkinci kademede tespit edilen eksik sayı (veya sayılar) ın birler basamağını teşkil eden rakamlar bir araya getirilerek elde edilen toplam rakam, kehanet konusu olayın tarihi, yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi sayısal yönüne tatbik edilir. (s.63, 64)
Çelakıl, ayetlerden çıkardığı rakamları olaylara uyarlarken Hicrî ve Miladî tarihlerden hangisini esas kabul edeceği konusunda sıkıntı yaşadığını kendisi de itiraf eder. Çelakıl bu sıkıntıyı, Hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle aşmaya çalışır. Bu yönteme göre ayetlerden elde edilen rakamlar Miladî bir tarihe değil de Hicrî bir tarihe denk gelirse, iki basamaklı sayıların değerlerini toplamdan çıkartmak gerekecektir. (s.66)
Çelakıl’ın şifresini ayetlere uyarlarken karşılaştığı bir diğer güçlük Kur’ân-ı Kerim’de geçen mukattaa harfleridir. Alışılagelmiş Kur’ân üslubunun dışında bir görünüm arz eden bu gibi ayetlerde Çelakıl, –kendi ifadesiyle– kuralında bir değişikliğe gider ve bir veya birkaç harften oluşan bu gibi ayetlerden çıkan rakamların başına kendiliğinden “1” rakamını ekleyerek güçlüğü aşmaya çalışır. Ayrıca Çelakıl, Hicrî tarihlerle ilgili geliştirdiği ek yöntemi de mukattaa harflerinde uygulayamadığını; bu sebeple mukattaa harflerinin şifre kuralları açısından bir istisna teşkil ettiğini kabullenmek zorunda kalır. (s.67, 68)
Çelakıl, ayet seçiminde genelde ayetin sure içinde tekrarlanmış olmasına veya kehanet için münasip bulunan olayla anlam ilişkisinin bulunmasına dikkat eder. Örneğin I. Dünya Savaşı’nın bitiş tarihine denk düşürüp kehanetini keşf ettiği Enfal suresi için, bu surede altı yerde tekrarlanan “Ey iman edenler..” ayetini esas kabul eder. Bu ayetlerin numaralarını tespit eden Çelakıl yukarıda belirttiğimiz kademeleri takip ederek 1337 sayısını çıkartır. Bu sayı I. Dünya Savaşı’nın bittiği Hicrî 1337 tarihine denk düşmektedir. Çelakıl, surenin adını teşkil eden Enfal kelimesinin “savaş sonunda elde edilenler” olduğuna dikkat çekmek suretiyle bunun bir tesadüf olamayacağının altını çizer. (s.80, 81)
Bir başka örnekte Çelakıl, ampulle arz ettiği yakınlıktan yola çıkarak ampulün keşfedildiği tarihi haber vermiş olabileceği yönündeki ön sezisine binaen “Nur” (ışık) suresini ele alır. Anılan surede, içinde “misbah” (lamba) kelimesi geçen ayeti olayla ilişkisine dayanarak “anahtar ayet” kabul eder ve içinde bu ayet numarasının da yer aldığı sayı kümeleri üzerindeki hesapları sonucu Edison’un ampulü keşfettiği 1878 tarihiyle denk düşen sayıyı “Nur” suresinden çıkartır. (s.260, 261) Fakat yazar bu hesabında bir önceki hesapta olduğu gibi sure içinde tekrarlanan ayet numaralarını esas almamıştır. Bilakis yazar burada hesabını, “Nur” suresinin numarası, yukarıda belirtilen anahtar ayetin numarası, surenin toplam ayet sayısı ve surenin iniş sırası üzerinden yapar.
Verdiği ön bilgilerle şifresini tanıtan Çelakıl daha sonra şifresini bazı Kur’ân ayetleri üzerinde uygulayarak ulaştığı ezoterik sonuçları okurlarıyla paylaşır. Genelde bu sonuçlar; I. Dünya Savaşı’nın bitişi, II. Dünya Savaşı’nın başlangıç ve süresi, helikopter, telgraf, telefon, otomobil v.s. bazı araçların icatları gibi önemli olayların tarihlerine denk düşen rakamların, bazı Kur’ân ayetleri tarafından önceden haber verilmiş olmaları yönündedir.
Şifre çözme sisteminin objektiflik değerine temas eden Çelakıl, söz konusu sistemin, hemen hemen hiç yorum içermediğini aksine büyük oranda sayısal ve mantıksal çıkarıma dayandığını söyler. (s.69) Çelakıl, Kur’ân-ı Kerim’in şifrelerinin çözümünde bir ilk adım olduğunu söylediği bu tezin, diğer araştırmacılar tarafından geliştirilebileceğini ve daha ilginç kehanetlerle karşılaşılabileceğini ifade ederek “Kur’ân-ı Kerim’in Gerçekleşen Kehanetleri” başlığıyla kitabında yeni bir bölüme geçer. (s.70) Yazar bu bölümde de, yukarıda örneklerine değindiğimiz yaşanmış bazı önemli gelişmelerin önceden Kur’ân’da haber verildiğini gösteren bulgulara yer verir. Çelakıl son olarak iki binli yıllarda gerçekleşmesini beklediği diğer gelişmeleri de ayrı bir bölümde sıralayarak kitabını tamamlar.
Tezin Değerlendirilmesi
Tezin mahiyeti hakkında kısaca bilgi verdikten sonra artık tezin değeri üzerine konuşabiliriz. İfade ettiği değeri takdir edebilmemiz için tezi iki aşamalı olarak ele almayı düşünüyoruz. Birinci aşamada tezin kendi içindeki tutarlılığını, ikinci aşamada tezin ortaya çıkardığı sonuçların Kur’ân’a aidiyetini irdelemeye çalışacağız. Daha sonra bu iki aşamada elde ettiğimiz neticelere bağlı olarak tezle ilgili kanaatimizi arz edeceğiz.
1. Tez kendi içinde ne ölçüde tutarlıdır? Çelakıl’ın çalışması gözden geçirildiğinde, tezinin kendi içinde tutarsızlıklar taşıdığını gösteren bol miktarda bulguyla karşılaşmak son derece kolaydır. Şimdi yazarın bu noktadaki çelişki ve tutarsızlıklarını maddeler halinde görelim: Öncelikle ifade edelim ki Çelakıl’ın şifre çözme sistemini ve bu sisteme dayanarak keşfettiği hususları güvenilmez kılan en önemli sorun, Çelakıl’ın araştırma sırasında taşıdığı ruh halinde gizlidir. Zira Çelakıl bulgularını, önyargısız ve duru bir zihinle gerçekleştirdiği Kur’ân okumalarına borçlu değildir. Aksine onun Kur’ân okumaları genellikle hayalini gördüğü kehanetlere ait ön kabullerle karışıktır. Mesela Çelakıl’ın şu ifadeleri bunun açık bir örneğidir: “İlk adımı Kamer Suresi’yle attım diyebilirim. Çünkü “Kamer suresinde Ay’a çıkış tarihinin olabileceğini düşünüyordum.” Ama bu sadece bir histi ve hissetmem yeterli değildi. Eğer bu hissim doğruysa acaba bunu ortaya çıkartabilir miyim diye, kim bilir kaç kez Kamer suresini okumuştum.” (s.52)
Çelakıl’ın araştırmalarına bu halet-i ruhiye ile başlaması tezinin objektifliğine de gölge düşürmektedir. Zira ön kabullerin, araştırmacıyı, Kur’ân’ın ne söylediğini anlamaya değil, ona bir şeyler söyletmeye zorlaması tabiidir. Kitabını okurken sık sık hissedildiği gibi Çelakıl, zihninde kurguladığı olay-ayet/sure ilişkisini ispatlamak amacıyla araştırmalarına başlar. Bulduğu en ufak bir münasebet üzerine ilgili olayı bir sure veya ayetle ilişkilendirmeye çalışır. Daha sonra ilgili olayın başlangıç ya da bitiş tarihi, süresi, olayın yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi bol seçenekli sayısal verileri zihninin bir köşesinde saklı tutar. Çelakıl, söz konusu sureden bu tarihlerden birinin mutlaka çıkacağı umuduyla sure ve ayetleri çok farklı yönleriyle –ve çoğu defa Kur’ân’ın aslına taalluk etmeyen beşeri tasarruflara bağımlı bir şekilde– inceleyerek nihayet beklediği sonuca ulaşır.
İlk paragraflarda da ifade ettiğimiz gibi, belli kurallar çerçevesinde oluşturulduğu söylenmiş olsa da, aslında Çelakıl’ın çalışmasında bütünlük arz eden bir sistem yoktur. Nitekim yazarın sıkıştığı yerlerde sisteminden ödün vermek zorunda kalarak ek yöntemlerle problemi çözme yoluna gittiği gözden kaçmamaktadır. Mesela Hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle genel kurallara aykırı bir yol izlediğini (s.66) , “mukattaa harfleri”nde de sistem yetersiz kalınca, bu defa ne Hicrî ne de Miladî tarihlerde izlediği kuralları dikkate almadığını; aksine çok daha farklı bir yol tutarak “mukattaa harfleri” için de ayrı ve istisnaî bir yöntem ihdasına gittiği dikkat çekmektedir. (s.67)
Ayrıca Çelakıl araştırmalarında yeterince objektif olamamaktadır. Nitekim şu ifadeler onun zaman zaman –arzuladığı sonuca ulaşmak uğruna– sistemin işleyişine müdahale ettiğini göstermektedir: “Burada saklanan tarihin, merkez sayısının birler basamağında olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle genel kuralımıza uymamakla birlikte merkez sayısının birler basamağını da elde ettiğimiz sayıya dahil ediyoruz.” (s.298)
Çelakıl tekrarlanan ayetleri tesbit ederken de oldukça seçici davranmaktadır. Çıkarımlarında daima hesaplarına uyum arz eden ayetleri cımbızlamakta, takip ettiği usule göre hesaba katması gereken bazı ayetleri ise maalesef dikkate almamaktadır. Örneğin sistemine uygulamak üzere “Sebe’” suresini incelerken, içinde “andolsun” ve “şüphesiz” kelimeleri geçen ayetleri tekrarlanmış ayet kabul etmekte ve bu mahiyetteki 9, 15 ve 19. ayetleri almaktadır. Oysa Çelakıl’ın bizzat kitabına aldığı sure mealinde “andolsun” kelimesi 10. ayette de bulunduğu halde Çelakıl bunu görmezlikten gelmektedir. (s.153-158)
2. Tezin ortaya çıkardığı bulguların Kur’ân’la alakası var mıdır? Çelakıl’ın keşfettiği bulguların Kur’ân’la alakası var mıdır? suali, Çelakıl’ın ortaya koyduğu ilginç bulguları Kur’ân’a atfetmemizin ne derece mümkün olabileceğine ilişkindir. Konuya bu zaviyeden baktığımızda öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki; Çelakıl çıkarımlarını tamamen Kur’ân meallerinden yapmıştır. Kur’ân meallerinin orijinal Kur’ân kabul edilemeyeceğini düşünürsek bulguların Kur’ân’a isnadının daha işin başında şüphe uyandırdığını söyleyebiliriz. Çıkarımların Kur’ân tercümelerinden yapılmış olmasının tez bakımından ne tür problemler arz ettiği konusuna geçmeden önce çıkarımların diğer dayanaklarına bir göz atalım. Çelakıl’ın bulguları mevcut Kur’ân nüshalarının tertibine göre ayet ve sure numaraları, surelerin ayet sayısı, iniş sıralamasına göre sure numaraları ve ayetlerin sözcük sayımı üzerine kuruludur.
Kur’ân tarihine aşinalığı olanların da takdir edeceği gibi bugün elimizde bulunan Mushafların ayet ve sure dizimi konusunda farklı kanaatler vardır. İslam âlimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre –ki bu görüş dayandığı deliller bakımından daha güçlüdür– ayet dizimi Hz. Peygamber (s.a.v.) ’in talimatıyla olmuştur. Diğer bir görüşe göre ayetlerin sure içindeki dizimi sahabenin kendi görüşlerine göre yapılmıştır.[1]
Surelerin Mushaf içindeki dizimi konusunda da tartışmalar yaşanmış, fakat İslam âlimlerinin geneli tarafından benimsenen görüşe göre surelerin dizimi vahiyle olmamış, Hz. Peygamber (s.a.v.) ’in vefatından sonra -bir kanaate göre- sahabenin kendi görüşleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.[2] Ayetlerin bitiş yerleri ve buna bağlı olarak sure içindeki ayetlerin sayısının tesbiti de İslam âlimleri arasında tartışmalıdır. Bu sebeple birçok surenin ayet sayısı tartışıldığı gibi Kur’ân ayetlerinin toplam sayısı da tartışılmıştır. Bu durum ayetlerin bitiş yerlerinin ilahî talimatlar eşliğinde bizzat Hazret-i Peygamber (s.a.v.) tarafından net olarak tespit edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.[3] Binaenaleyh bu durum mevcut numaralandırma esas alınarak yapılan bir çalışmanın Kur’ân’a mal edilemeyeceğini gösterir.
Ömer Çelakıl’ın tezinin ağırlıklı olarak mevcut ayet ve sure numaralarına dayanmış olması[4], bulguların Kur’ân’a aidiyeti hususunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Zira bu durum bulguların, vahiy mahsulü metne değil, ayet ve surelerin numaralandırılması gibi beşer kaynaklı bir tasarrufa dayandığı kanaatini vermektedir. Bu bakımdan Çelakıl’ın keşfettiği bulguları, Kur’ân mucizeleri olarak kabul etmemiz doğru bir tutum değildir.
Bulguların Kur’ân’a isnadı hususunda görülen bir diğer problem de şifrenin Kur’ân’ın kendisi değil de tercümelerinde uygulanmış olmasıdır. Şifrenin tercümeler üzerine uygulanmış olması, bulguların Kur’ân’a isnadının yanında, tezin kendi içinde tutarlılığı açısından da ciddi çelişkilere yol açmaktadır. Mesela Çelakıl “Sebe’” suresi üzerinde çıkarım yaparken surede manaları birbirine yakın olan tekrarlanmış sözcükler olarak “andolsun” ve “şüphesiz” kelimelerini seçmiştir. Çelakıl, esas kabul ettiği mealden hareketle bu manayı içeren sözcüklerin 9, 15 ve 19. ayetler olmak üzere surede üç defa tekrarlandığını tespit eder. Daha sonra Çelakıl, zikredilen ayet numaraları üzerine yaptığı hesap sonucu çıkan rakamın otomobilin icad edildiği tarihe denk düştüğünü ileri sürerek kehanetini tamamlar. (s.158, 159) Oysa Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda[5] aynı surede yukarıda sözü edilen ayetlerin dışında bu manaya gelen üç değil 7, 10, 11, 20, 24, 36, 39, 48, 54 de dahil toplam on iki ayet vardır. Bu ayetlerin rakamlarını hesabın içine dahil edecek olursak Çelakıl’ın çıkarımı anlamını yitirecektir.
Çelakıl’ın bulgularının Kur’ân’a atfını imkânsız kılan bir diğer husus, tez sahibi tarafından bulguların birer kehanet olarak görülmesidir. (Bkz. s.66, 69, 70, 71) Bilindiği gibi Kur’ân gelecekten haber vermek anlamına gelen kehaneti reddetmiş, kendisinin bir kahin sözü olduğu yönündeki asılsız iddiaları şiddetle yalanlamıştır. Nitekim: “Bakın, bu [Kur’ân] gerçekten şerefli bir elçi’nin [vahy edilmiş] sözüdür. Ve o, inanmaya ne kadar az [eğilimli] olsanız da, bir şair sözü değildir. Ve ders almaya ne kadar az eğilimli olsanız da bir kâhin sözü de değildir. O âlemlerin rabbinden bir vahiydir.” (Hakka, 40, 41, 42, 43) ayetlerinde de açıkça ifade edildiği gibi Kur’ân bir kehanet değildir. Kur’ân ayetleri insanlara asla birer kehanet olarak sunulamaz. Bu her şeyden önce Kur’ân’ın doğasıyla çelişen bir iddiadır. Zira kehanet esrarengiz varlıklarla ilişkisi olduğu sanılan kimseler tarafından ileri sürülen ve çoğu, gerçek dışı olan beşer sözleridir. Oysa Kur’ân baştan sona evrenin yaratıcısı olan Allah’ın kelamıdır. Üstelik Çelakıl’ın, keşfettiği şifre çözme sistemine dayanarak gelecekten haber verdiği hususlarda yer yer kesin ifadeler kullanması sorunu daha da çözümlenemez hale getirmektedir. (s. 308) Çelakıl’ın bulgularının Kur’ân’a isnadını şaibeli kılan bir diğer sorun da Çelakıl’ın Kur’ân’a ve Kur’ân’ın orijinal dili olan Arapça’ya yabancı olmasıdır. Küçük bir örnek olması için Çelakıl’ın bir tesbitini buraya aktarmak istiyoruz: “Sad, Arap alfabesinin 14. harfidir ve “sada” sözcüğünden gelmektedir.(!) Sada’nın Türkçe karşılığı “verilen sese karşılık alınan, yankılanan ses”tir. (s.114) Görüldüğü gibi Sayın Çelakıl Arap alfabesinden bir harf olduğunu söylediği “sad” harfini, bir kelimenin türevi kılmakta, daha sonra bu surenin telefonla irtibatından söz etmektedir. Harfin kelimeden türediği/geldiği yönünde bir iddianın anlamsızlığını/saçmalığını düşünecek olursak Çelakıl’ın bulgularının Kur’ân’a isnadının ne denli şaibeli olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.
Sonuç olarak tezin değerlendirmesinden anlaşıldığı üzere tez gerek tutarlılığı gerekse Kur’ân’a aidiyeti açısından ciddi sorunlar içermektedir. Üstelik içerdiği bu iki sorun, tezi, kendi içinde tutarlı olduğunu kabul etsek bile Kur’ân’a atfı imkansız olduğu için açık bir paradoksla karşı karşıya getirmektedir. Bu bakımdan Ömer Çelakıl’ın “Kur’ân’ın şifresi”ni çözme ve “Kur’ânî kehanetleri” keşfetme iddiasıyla kaleme aldığı çalışmanın “Kur’ân’ın şifresi” olarak takdim edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz. ---
[1] İmam es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63. [2]İmam es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63. [3İmam ]es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.68. [4] Bu durum Çelakıl’ın tezinde o kadar belirgindir ki, tezin bir bölümünün başlığı “Kur’ân-ı Kerim’in sure numaralarından çıkan sayısal mesajlar” şeklindedir. (s.251) [5] Çelakıl’ın kitabına bakıldığında bu husus açıkça görülecektir. Kitabta yer alan meale göre surede iki adet “andolsun” ifadesi yer alırken kendisi bunlardan sadece bir tanesini hesaba katmıştır. (s.153-158)
İHLAS İbadeti samimi bir gönülle sırf Allah için yapmaktır. Niyete hiçbir dünyevi garaz katmaksızın ameli Allaha özel kılmak.
Allaha yaraşır bir amelin niyetini halis kılmaya yani arı duru yapmaya bu alamda ih'las denir.
Soru: İhlasın önemi nedir?
Cevap: İh'las ibadetlerin Allah tarafından kabul edilme şartıdır. İh'lassız yapılan ameller Allaha yükseltilmez, değersizdir. Sahabe sordu Ya Rasulallah söylermisin gazaya giderken hem Allahın ecrini hemde insanlarca övülmeyi dileyen kişiye ne vardır?
Peygamber Efendimiz s.a.s: ' _Ona hiçbir şey yok, ona hiçbir şey yok, ona hiçbir şey yok, Dikkat edin ihlasla yapılan ameller ancak Allaha yaraşır.'
İmam Mahmut Ef. ihlasın bir tanımında dediler: İh'las, ilim ve amelin öyle bir neticesidirki o ikisini korur.'
Soru: İh'lası nasıl elde edebiliriz?
İh'las, madem salih ameli sırf Allah için yapmaktır şu halde bir kişinin Allah nezdinde ih'laslı sayılabilmesi içn evvela amelini islamdan almalıdır. Yani islama uygunsuz, fıkhın reddettiği işleri işlememelidir.
Değer kazanmak isterken bir vatandaş Cumhurbaşkanına kirli bir gömlek hediye etse mükafat değil, hakaret ihtiva ettiği için belki ceza alır.
Özellikle belirtilmiş ve kanuna bağlanmış bir hükmü çiğneyerek yüksek huzurda itibar elde etme çabası hüsranla sonuçlanmaya mahkumdur. Şu halde Hz. İmamın veciz ifadesinde belirttiği gibi evvela ilim yani şeriyat bilgisi sonra buna muvafık amel gerekirki bu ikisinden ih'las tevellüt etsin.
İh'las, niyete Allahın rızası dışında herhangi bir dünyevi garaz karıştırmamak olduğundan mesele kalbe dairdir. Ve malumdurki kalp en çok neyi seviyorsa onu hatırlar eder ve onu kasteder ve arzular. Niyet de kalbin kastı ve arzusudur.
Netice: Allah sevgisi kalpte bütün sevgilere galip gelip onları yok etmedikçe hakiki ve daimi ih'las sırrına ermek mümkün değildir. Bazı bazı cüzi bir niyet duruluğundan öteye geçmek ve kuşatıcı bir ihlas erdemliğine yükselmek bu kişiye nasip olmaz..
İhlas aşkın sevginin neticesi, Sevgi ise anmanın, yani zikrullahın tabi sonucudur. Çare: Zikrullaha devam.
İslamoğlunun laf hokkabazı olduğuna dair göderdiğim tanımımı yayınlamadınız.. Bunu kişilerin saygınlığını koruma adına yaptığınızı düşündüğümüz zaman takdire şayan bir durum.
Peki bu yaklaşımınız diğer Din büyükkeri hakkında da olması gerkmezmi? ? bu tarafçılıkmı dikkatsizlikmi? ?
bir röportajında gazteye şunu demişti: ben Allahın sevgili kuluyum bana ne istiyorsam verdi..' Peki sen Allaha ne verdin? hiç
demekki sevgili değilsin ve bu ölçü çok yanlış. Bak kafirlere onlarada her istedikleri veriliyor hemde müslümanların ellerinden gasp edilerek onlara veriliyor ama değil sevgili olmak azıcık kıymetleri bile yok..
yani (Fıkıh alimlerinin kriterlerinde) içtihat yapma salahiyetini haiz derin islam alimlerinin Kuran-ı Kerim ve hadisi şeriflerden vede icma ile kıyas örneklerinden ibadet, muamelat ve cezalara dair islamın hükümlerini çıkarmalarıdır.
İslamın hükümleri sekizdir: farz vacip sünnet müstehab mübah haram mekruh müfsit.
İçtihat kapısı açıktır ancak o kapıdan girmek için gerekli kimlik kartı şu zamanda kimse yok..diğer tabirle o kapıdan girmeye bu zamanda çok maniler var.
Cumhuriyet Gazetesi'nin çıkardığı pazar ekinin editörlüğünü yapan Berat Günçıkan, BarışaRock Festivali'nde gerçekleştirilen söyleşide ilginç sözler sarf etti.
Abdullah Öcalan'ın çocuk katili olmadığını belirten Günçıkan, televizyonlarda bu tip ifadelerin kullanılması karşısında kendini tutamayıp okkalı küfürler savurduğunu anlatıyor.
Basının Öcalan için 'çocuk katili' şeklinde konuşmasına küfür ettiğinde oğlunun kendisine diklendiğini aktaran Günçıkan, oğlunun Öcalan için, 'Tabiî ki çocuk katili.' dediğini söyledi.
Günçıkan, ardından oğlunun odasında Türk bayrağı bulunduğunu dile getiriyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: 'Ama bir gün biliyorum, oğlum o bayrağı indirecek. Hepimizin o bayrakları indirmemiz ve kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.' 12 Ağustos 2008, Salı ------ işte bu satırlar bu gazetenin asıl hedefini anlamaya yardımcı olur.
Şirk: Allah ile beraber ondan başka tanrının varlığını kabul etmek, Uluhiyette Ona ortaklar tanımak, bu kabulle o ortağa ibadet etmek.
bidat: dinde (kitap,sünnet,icma,kıyas) da olmayan bir itikad ve amelle sevap ummak. ..........................................................................
Rabıta: gönlü mürşidin hayaliye meşkul etmek.tatbik itibariyle rabıta budur. şimdi Mürşidini tanrı kabul eden bir tane müslüman kainatta yok. demeki asla şirk değil bilakis tevhittir. mümine kafir demek ise kişiyi kafir yapar.. sakınmalıdır.
_soru: Allah ile kul arasına kimse giremez.
_el cevap: ehli sünnete gönül vermiş müslümanların inancı Allah kuluna belli bir mesafede durmaz ve kulun önünde veya arkasında veya altında üstünde değilki birileri araya girebilsin..!
Bu idda Allahı cizim gibi şekilli düşünen sapık vahhabilerin sıkıntısıdır. Onların zannında Allah cisimdir (haşa) . haliyle sair eşya araya girmiş oluyor. Biz Allahı bu iftiradan tenzih ederiz. Bak ve görki; namazda kabe bizimle Allah arasına girmez.
bu soru Allahı bilmemekten, sıfatlarını doğru öğrenmemekten neşet etmiştir.
_soru: iyi ama onu kasıtlı düşünüyorsunuz.. Halbuki Allahı düşünmeli idiniz, şu halde Allaha yaraşır bir kalbi ameli Şeyhe yaptınız buda şirk değilmi?
_el cevap: asla şirk değildir. bilakis tevhittir ve hatta luzumludur. Bir kere Allahın zatını düşünmek haramdır. Zatını düşünmek Ona layık bir amel değildiki hakkını başkasına vermiş olalım ve şirke uğrayalım!
aksine Hazreti Allah bize yarattığı eserine bakmamızı emreder. Şu deveye bakmazlarmı buyurur, onlar kitap yüklü eşeklerdir der.. şimdi bu ayetleri namazda okurken bir deve bir eşek düşünsem namazda olduğum halde, değil şirk sevap işlemiş olurum.
namazda deveyi eşeği düşünmek şirk olmuyorsa, namaz dışında Allahın en mükemmel eserini düşünmekmi şirk olacak.. bu iftirayı kasıtlı diyen kişilerden ahirette hakkımızı alacağız.
_Soru: Allahı hatırlamak nerde o zaman, Allahı anmak lazım değilmi, düşünmekten onu kastediyorum.
_el cevap: şimdi oldu işte. zaten rabıtada onun içindir.Allahı hatırlamak. ve Allahı hatırlatacak mezahir içinde en kamil ve en berrak mazhar insandır. evet insan Allahın mükemmel aynasıdır. ancak nefsi emmarenin pisliğinden arınmış olmalı ve kalbin masivaya olan sevgi ve alakasından kurtulmuş olmalı.
Rabıta sünnettir:
Sünnetin mertebeleri içinde sıfatı sahabe vardırki bu mertebeden rabıta sünnet olur. Meselenin izahı: Rabıta bakılan ve sevilen eşyanın kalpteki sureti ve aksi olunca hangi sahabenin kalbinde O Rasulullahın nur cemali parlamamış! ? Elbette en nurlu en kuvvetli bir keyfiyetle parlamıştır. Madem Onu herşeyden çok sevdiler hatta aşık oldular.. seven sevdiğinin hayaliyle devamlı meşkul olur. yerken içerken yürürken söylerken hemen onu hatırlar eski anılarını yad eder.
Ve hatta görme saadetine erişemeyenler ashabdan Rasulullahın cemalini ve siretini tarif etmelerini dilemişler onlarda kalplerineki suretine bakarak tarif etmişler ve buna hilyei şerif adı verilerek levhalara yazarak baş tacı edilmiş. Osmanlı ecdadımız ise bu Hilye-i şerifi vird gibi her gün okumuşlardır. Bütün bunlar sadece adı konmamış Rasulullahın rabıtasıdır.
_soru: madem durum böyledir neden bunu tavsiye etmemişler hiçbir eserde sizin anladığınız manada rabıtadan söz edilmez tavsiye edilmez. nice zaman sonra çıkarmışınız
_el cevap: Rabıtadan maksat sevgiyi tahsil etmektir. Rasulullahın fartı muhabbeti Ashabın gönlünden tabiine sirayet etti. ayrıca rabıtadan bahsetmeleri gerekmezdi zira aşkın sevgi hasıl olunca maksatta hasıl oldu. Rabıta bu sevgiyi tahsil etmenin nurlu bir vasıtasıdır.
Ancak şunu diyebiliriz; sevginin zorunlu neticesi olan bu hayal, kalbi bir rabıta/ bağ olmakla beraber buna rabıta adını vermek ashabı kiram zamanında olmamıştır. ancak bunun adını rabıta koymak zarar vermez. rabıtadan başka çok şeylerin adı sonradan konmuştur ama bidat değil belki farz veya sünnet olmuştur...oku-tıkla
_soru: sadece adı değil oturup kasıtlı bir şekilde rabıta yapmakta sonradan olmuştur.
El cevap: sevgi ve rabıta birbirinin lazım ve melzumudur. Yani sevgi rabıtayı doğururken rabıta da sevgiyi sonuç verir. Şu halde bir şeyin sevgisi hasen olursa o sevgiyi tahsil aracına tevessülde hasen olur. Demekki Ehlullaha rabıta dinin aslında var asla bidat değildir belki vaciptir. En müsamahasız yaklaşımla mendup olur.
_soru: ben rabıta etmek istemiyorum
_el cevap: gönlünü hak ile meşkul etmeyeni şeytan istila eder. bu gönül sen rabıta etmediğin zaman boş duracak değil. içine bir şeyler doldurursun. zaten doludur. O zaman bir Allahın dostunu gördünse bilki onun hayali hatırlayabileceğin en iyi surettir.
Netice:
Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem'in nur cemali hangi adamın kalbinde aksetmediyse o kişi sahabe olamadı. Rasulullaha iman gözüyle bakıpe muhabbet eden bahtiyarların kalbinde ise onun Nur Cemali bir güneş gibi parlamıştır. Gerçek rabıta işte sahbenin Rasulullaha bu sevgi rabıtasıdır.
Bu rabıta öyle bir arkı manevi olduki o arktan binlerce güzellikler sahabeye intikal etti ve Asahbdan tabiine ve tabiinden tebei-tabiine..ve geldi bu envar bu füyuzat silsilenin son halkasındaki Zata.
Şimdi kamil ve mükemmil bir Mürşidi kim sever ve sevgisinde fani olursa elbet Hazreti Allah bu kişiyi nurlu Onun kalbinden rızıklandırır ve ordan buna marifetullah takva ve güzel ahlak nasib eder. Ne varki bu denli aşkın sevgiyi tahsil etmek güçtür. özellikle devamlı mürşidi ile beraber olma imkanı bulamıyanlar..
İşte bu imkansızlık ve zorluklar arasında çare gönül rabıtası dır. .
'Kurân-ı Kerim'in Şifresi' kitabını tenkit
Tezin Mahiyeti
Ömer Çelakıl imzasıyla yayımlanan “Kurân-ı Kerim’in Şifresi” adlı çalışmaya göre tez, Hurûfîlik türü ezoterik (Batınî) çalışmalar zincirinin son halkasını teşkil etmektedir. Nitekim kitaba geleneksel ezoterik kehanet örnekleriyle başlanması da bu izlenimi desteklemektedir. Bir farkla ki kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle Çelakıl’ın tezi geleneksel ezoterik örneklerinden kısmen farklılık arz eder. (s.62)
Çelakıl’ın şifresi genelde iki kademeli bir çıkarıma dayanmaktadır. Birinci kademede simetrik orantılara dayalı olarak birbirleriyle ilintili bulunan ayet ve sure numaraları üzerinden önce merkez sayısı sonra eksik sayı (veya sayılar) çıkartılır. İkinci kademede tespit edilen eksik sayı (veya sayılar) ın birler basamağını teşkil eden rakamlar bir araya getirilerek elde edilen toplam rakam, kehanet konusu olayın tarihi, yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi sayısal yönüne tatbik edilir. (s.63, 64)
Çelakıl, ayetlerden çıkardığı rakamları olaylara uyarlarken Hicrî ve Miladî tarihlerden hangisini esas kabul edeceği konusunda sıkıntı yaşadığını kendisi de itiraf eder. Çelakıl bu sıkıntıyı, Hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle aşmaya çalışır. Bu yönteme göre ayetlerden elde edilen rakamlar Miladî bir tarihe değil de Hicrî bir tarihe denk gelirse, iki basamaklı sayıların değerlerini toplamdan çıkartmak gerekecektir. (s.66)
Çelakıl’ın şifresini ayetlere uyarlarken karşılaştığı bir diğer güçlük Kur’ân-ı Kerim’de geçen mukattaa harfleridir. Alışılagelmiş Kur’ân üslubunun dışında bir görünüm arz eden bu gibi ayetlerde Çelakıl, –kendi ifadesiyle– kuralında bir değişikliğe gider ve bir veya birkaç harften oluşan bu gibi ayetlerden çıkan rakamların başına kendiliğinden “1” rakamını ekleyerek güçlüğü aşmaya çalışır. Ayrıca Çelakıl, Hicrî tarihlerle ilgili geliştirdiği ek yöntemi de mukattaa harflerinde uygulayamadığını; bu sebeple mukattaa harflerinin şifre kuralları açısından bir istisna teşkil ettiğini kabullenmek zorunda kalır. (s.67, 68)
Çelakıl, ayet seçiminde genelde ayetin sure içinde tekrarlanmış olmasına veya kehanet için münasip bulunan olayla anlam ilişkisinin bulunmasına dikkat eder. Örneğin I. Dünya Savaşı’nın bitiş tarihine denk düşürüp kehanetini keşf ettiği Enfal suresi için, bu surede altı yerde tekrarlanan “Ey iman edenler..” ayetini esas kabul eder. Bu ayetlerin numaralarını tespit eden Çelakıl yukarıda belirttiğimiz kademeleri takip ederek 1337 sayısını çıkartır. Bu sayı I. Dünya Savaşı’nın bittiği Hicrî 1337 tarihine denk düşmektedir. Çelakıl, surenin adını teşkil eden Enfal kelimesinin “savaş sonunda elde edilenler” olduğuna dikkat çekmek suretiyle bunun bir tesadüf olamayacağının altını çizer. (s.80, 81)
Bir başka örnekte Çelakıl, ampulle arz ettiği yakınlıktan yola çıkarak ampulün keşfedildiği tarihi haber vermiş olabileceği yönündeki ön sezisine binaen “Nur” (ışık) suresini ele alır. Anılan surede, içinde “misbah” (lamba) kelimesi geçen ayeti olayla ilişkisine dayanarak “anahtar ayet” kabul eder ve içinde bu ayet numarasının da yer aldığı sayı kümeleri üzerindeki hesapları sonucu Edison’un ampulü keşfettiği 1878 tarihiyle denk düşen sayıyı “Nur” suresinden çıkartır. (s.260, 261) Fakat yazar bu hesabında bir önceki hesapta olduğu gibi sure içinde tekrarlanan ayet numaralarını esas almamıştır. Bilakis yazar burada hesabını, “Nur” suresinin numarası, yukarıda belirtilen anahtar ayetin numarası, surenin toplam ayet sayısı ve surenin iniş sırası üzerinden yapar.
Verdiği ön bilgilerle şifresini tanıtan Çelakıl daha sonra şifresini bazı Kur’ân ayetleri üzerinde uygulayarak ulaştığı ezoterik sonuçları okurlarıyla paylaşır. Genelde bu sonuçlar; I. Dünya Savaşı’nın bitişi, II. Dünya Savaşı’nın başlangıç ve süresi, helikopter, telgraf, telefon, otomobil v.s. bazı araçların icatları gibi önemli olayların tarihlerine denk düşen rakamların, bazı Kur’ân ayetleri tarafından önceden haber verilmiş olmaları yönündedir.
Şifre çözme sisteminin objektiflik değerine temas eden Çelakıl, söz konusu sistemin, hemen hemen hiç yorum içermediğini aksine büyük oranda sayısal ve mantıksal çıkarıma dayandığını söyler. (s.69)
Çelakıl, Kur’ân-ı Kerim’in şifrelerinin çözümünde bir ilk adım olduğunu söylediği bu tezin, diğer araştırmacılar tarafından geliştirilebileceğini ve daha ilginç kehanetlerle karşılaşılabileceğini ifade ederek “Kur’ân-ı Kerim’in Gerçekleşen Kehanetleri” başlığıyla kitabında yeni bir bölüme geçer. (s.70) Yazar bu bölümde de, yukarıda örneklerine değindiğimiz yaşanmış bazı önemli gelişmelerin önceden Kur’ân’da haber verildiğini gösteren bulgulara yer verir. Çelakıl son olarak iki binli yıllarda gerçekleşmesini beklediği diğer gelişmeleri de ayrı bir bölümde sıralayarak kitabını tamamlar.
Tezin Değerlendirilmesi
Tezin mahiyeti hakkında kısaca bilgi verdikten sonra artık tezin değeri üzerine konuşabiliriz. İfade ettiği değeri takdir edebilmemiz için tezi iki aşamalı olarak ele almayı düşünüyoruz. Birinci aşamada tezin kendi içindeki tutarlılığını, ikinci aşamada tezin ortaya çıkardığı sonuçların Kur’ân’a aidiyetini irdelemeye çalışacağız. Daha sonra bu iki aşamada elde ettiğimiz neticelere bağlı olarak tezle ilgili kanaatimizi arz edeceğiz.
1. Tez kendi içinde ne ölçüde tutarlıdır?
Çelakıl’ın çalışması gözden geçirildiğinde, tezinin kendi içinde tutarsızlıklar taşıdığını gösteren bol miktarda bulguyla karşılaşmak son derece kolaydır. Şimdi yazarın bu noktadaki çelişki ve tutarsızlıklarını maddeler halinde görelim:
Öncelikle ifade edelim ki Çelakıl’ın şifre çözme sistemini ve bu sisteme dayanarak keşfettiği hususları güvenilmez kılan en önemli sorun, Çelakıl’ın araştırma sırasında taşıdığı ruh halinde gizlidir. Zira Çelakıl bulgularını, önyargısız ve duru bir zihinle gerçekleştirdiği Kur’ân okumalarına borçlu değildir. Aksine onun Kur’ân okumaları genellikle hayalini gördüğü kehanetlere ait ön kabullerle karışıktır. Mesela Çelakıl’ın şu ifadeleri bunun açık bir örneğidir: “İlk adımı Kamer Suresi’yle attım diyebilirim. Çünkü “Kamer suresinde Ay’a çıkış tarihinin olabileceğini düşünüyordum.” Ama bu sadece bir histi ve hissetmem yeterli değildi. Eğer bu hissim doğruysa acaba bunu ortaya çıkartabilir miyim diye, kim bilir kaç kez Kamer suresini okumuştum.” (s.52)
Çelakıl’ın araştırmalarına bu halet-i ruhiye ile başlaması tezinin objektifliğine de gölge düşürmektedir. Zira ön kabullerin, araştırmacıyı, Kur’ân’ın ne söylediğini anlamaya değil, ona bir şeyler söyletmeye zorlaması tabiidir.
Kitabını okurken sık sık hissedildiği gibi Çelakıl, zihninde kurguladığı olay-ayet/sure ilişkisini ispatlamak amacıyla araştırmalarına başlar. Bulduğu en ufak bir münasebet üzerine ilgili olayı bir sure veya ayetle ilişkilendirmeye çalışır. Daha sonra ilgili olayın başlangıç ya da bitiş tarihi, süresi, olayın yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi bol seçenekli sayısal verileri zihninin bir köşesinde saklı tutar. Çelakıl, söz konusu sureden bu tarihlerden birinin mutlaka çıkacağı umuduyla sure ve ayetleri çok farklı yönleriyle –ve çoğu defa Kur’ân’ın aslına taalluk etmeyen beşeri tasarruflara bağımlı bir şekilde– inceleyerek nihayet beklediği sonuca ulaşır.
İlk paragraflarda da ifade ettiğimiz gibi, belli kurallar çerçevesinde oluşturulduğu söylenmiş olsa da, aslında Çelakıl’ın çalışmasında bütünlük arz eden bir sistem yoktur. Nitekim yazarın sıkıştığı yerlerde sisteminden ödün vermek zorunda kalarak ek yöntemlerle problemi çözme yoluna gittiği gözden kaçmamaktadır. Mesela Hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle genel kurallara aykırı bir yol izlediğini (s.66) , “mukattaa harfleri”nde de sistem yetersiz kalınca, bu defa ne Hicrî ne de Miladî tarihlerde izlediği kuralları dikkate almadığını; aksine çok daha farklı bir yol tutarak “mukattaa harfleri” için de ayrı ve istisnaî bir yöntem ihdasına gittiği dikkat çekmektedir. (s.67)
Ayrıca Çelakıl araştırmalarında yeterince objektif olamamaktadır. Nitekim şu ifadeler onun zaman zaman –arzuladığı sonuca ulaşmak uğruna– sistemin işleyişine müdahale ettiğini göstermektedir: “Burada saklanan tarihin, merkez sayısının birler basamağında olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle genel kuralımıza uymamakla birlikte merkez sayısının birler basamağını da elde ettiğimiz sayıya dahil ediyoruz.” (s.298)
Çelakıl tekrarlanan ayetleri tesbit ederken de oldukça seçici davranmaktadır. Çıkarımlarında daima hesaplarına uyum arz eden ayetleri cımbızlamakta, takip ettiği usule göre hesaba katması gereken bazı ayetleri ise maalesef dikkate almamaktadır. Örneğin sistemine uygulamak üzere “Sebe’” suresini incelerken, içinde “andolsun” ve “şüphesiz” kelimeleri geçen ayetleri tekrarlanmış ayet kabul etmekte ve bu mahiyetteki 9, 15 ve 19. ayetleri almaktadır. Oysa Çelakıl’ın bizzat kitabına aldığı sure mealinde “andolsun” kelimesi 10. ayette de bulunduğu halde Çelakıl bunu görmezlikten gelmektedir. (s.153-158)
2. Tezin ortaya çıkardığı bulguların Kur’ân’la alakası var mıdır?
Çelakıl’ın keşfettiği bulguların Kur’ân’la alakası var mıdır? suali, Çelakıl’ın ortaya koyduğu ilginç bulguları Kur’ân’a atfetmemizin ne derece mümkün olabileceğine ilişkindir. Konuya bu zaviyeden baktığımızda öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki; Çelakıl çıkarımlarını tamamen Kur’ân meallerinden yapmıştır. Kur’ân meallerinin orijinal Kur’ân kabul edilemeyeceğini düşünürsek bulguların Kur’ân’a isnadının daha işin başında şüphe uyandırdığını söyleyebiliriz. Çıkarımların Kur’ân tercümelerinden yapılmış olmasının tez bakımından ne tür problemler arz ettiği konusuna geçmeden önce çıkarımların diğer dayanaklarına bir göz atalım.
Çelakıl’ın bulguları mevcut Kur’ân nüshalarının tertibine göre ayet ve sure numaraları, surelerin ayet sayısı, iniş sıralamasına göre sure numaraları ve ayetlerin sözcük sayımı üzerine kuruludur.
Kur’ân tarihine aşinalığı olanların da takdir edeceği gibi bugün elimizde bulunan Mushafların ayet ve sure dizimi konusunda farklı kanaatler vardır. İslam âlimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre –ki bu görüş dayandığı deliller bakımından daha güçlüdür– ayet dizimi Hz. Peygamber (s.a.v.) ’in talimatıyla olmuştur. Diğer bir görüşe göre ayetlerin sure içindeki dizimi sahabenin kendi görüşlerine göre yapılmıştır.[1]
Surelerin Mushaf içindeki dizimi konusunda da tartışmalar yaşanmış, fakat İslam âlimlerinin geneli tarafından benimsenen görüşe göre surelerin dizimi vahiyle olmamış, Hz. Peygamber (s.a.v.) ’in vefatından sonra -bir kanaate göre- sahabenin kendi görüşleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.[2]
Ayetlerin bitiş yerleri ve buna bağlı olarak sure içindeki ayetlerin sayısının tesbiti de İslam âlimleri arasında tartışmalıdır. Bu sebeple birçok surenin ayet sayısı tartışıldığı gibi Kur’ân ayetlerinin toplam sayısı da tartışılmıştır. Bu durum ayetlerin bitiş yerlerinin ilahî talimatlar eşliğinde bizzat Hazret-i Peygamber (s.a.v.) tarafından net olarak tespit edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.[3] Binaenaleyh bu durum mevcut numaralandırma esas alınarak yapılan bir çalışmanın Kur’ân’a mal edilemeyeceğini gösterir.
Ömer Çelakıl’ın tezinin ağırlıklı olarak mevcut ayet ve sure numaralarına dayanmış olması[4], bulguların Kur’ân’a aidiyeti hususunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Zira bu durum bulguların, vahiy mahsulü metne değil, ayet ve surelerin numaralandırılması gibi beşer kaynaklı bir tasarrufa dayandığı kanaatini vermektedir. Bu bakımdan Çelakıl’ın keşfettiği bulguları, Kur’ân mucizeleri olarak kabul etmemiz doğru bir tutum değildir.
Bulguların Kur’ân’a isnadı hususunda görülen bir diğer problem de şifrenin Kur’ân’ın kendisi değil de tercümelerinde uygulanmış olmasıdır. Şifrenin tercümeler üzerine uygulanmış olması, bulguların Kur’ân’a isnadının yanında, tezin kendi içinde tutarlılığı açısından da ciddi çelişkilere yol açmaktadır. Mesela Çelakıl “Sebe’” suresi üzerinde çıkarım yaparken surede manaları birbirine yakın olan tekrarlanmış sözcükler olarak “andolsun” ve “şüphesiz” kelimelerini seçmiştir. Çelakıl, esas kabul ettiği mealden hareketle bu manayı içeren sözcüklerin 9, 15 ve 19. ayetler olmak üzere surede üç defa tekrarlandığını tespit eder. Daha sonra Çelakıl, zikredilen ayet numaraları üzerine yaptığı hesap sonucu çıkan rakamın otomobilin icad edildiği tarihe denk düştüğünü ileri sürerek kehanetini tamamlar. (s.158, 159) Oysa Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda[5] aynı surede yukarıda sözü edilen ayetlerin dışında bu manaya gelen üç değil 7, 10, 11, 20, 24, 36, 39, 48, 54 de dahil toplam on iki ayet vardır. Bu ayetlerin rakamlarını hesabın içine dahil edecek olursak Çelakıl’ın çıkarımı anlamını yitirecektir.
Çelakıl’ın bulgularının Kur’ân’a atfını imkânsız kılan bir diğer husus, tez sahibi tarafından bulguların birer kehanet olarak görülmesidir. (Bkz. s.66, 69, 70, 71) Bilindiği gibi Kur’ân gelecekten haber vermek anlamına gelen kehaneti reddetmiş, kendisinin bir kahin sözü olduğu yönündeki asılsız iddiaları şiddetle yalanlamıştır. Nitekim: “Bakın, bu [Kur’ân] gerçekten şerefli bir elçi’nin [vahy edilmiş] sözüdür. Ve o, inanmaya ne kadar az [eğilimli] olsanız da, bir şair sözü değildir. Ve ders almaya ne kadar az eğilimli olsanız da bir kâhin sözü de değildir. O âlemlerin rabbinden bir vahiydir.” (Hakka, 40, 41, 42, 43) ayetlerinde de açıkça ifade edildiği gibi Kur’ân bir kehanet değildir. Kur’ân ayetleri insanlara asla birer kehanet olarak sunulamaz. Bu her şeyden önce Kur’ân’ın doğasıyla çelişen bir iddiadır. Zira kehanet esrarengiz varlıklarla ilişkisi olduğu sanılan kimseler tarafından ileri sürülen ve çoğu, gerçek dışı olan beşer sözleridir. Oysa Kur’ân baştan sona evrenin yaratıcısı olan Allah’ın kelamıdır. Üstelik Çelakıl’ın, keşfettiği şifre çözme sistemine dayanarak gelecekten haber verdiği hususlarda yer yer kesin ifadeler kullanması sorunu daha da çözümlenemez hale getirmektedir. (s. 308)
Çelakıl’ın bulgularının Kur’ân’a isnadını şaibeli kılan bir diğer sorun da Çelakıl’ın Kur’ân’a ve Kur’ân’ın orijinal dili olan Arapça’ya yabancı olmasıdır. Küçük bir örnek olması için Çelakıl’ın bir tesbitini buraya aktarmak istiyoruz: “Sad, Arap alfabesinin 14. harfidir ve “sada” sözcüğünden gelmektedir.(!) Sada’nın Türkçe karşılığı “verilen sese karşılık alınan, yankılanan ses”tir. (s.114) Görüldüğü gibi Sayın Çelakıl Arap alfabesinden bir harf olduğunu söylediği “sad” harfini, bir kelimenin türevi kılmakta, daha sonra bu surenin telefonla irtibatından söz etmektedir. Harfin kelimeden türediği/geldiği yönünde bir iddianın anlamsızlığını/saçmalığını düşünecek olursak Çelakıl’ın bulgularının Kur’ân’a isnadının ne denli şaibeli olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.
Sonuç olarak tezin değerlendirmesinden anlaşıldığı üzere tez gerek tutarlılığı gerekse Kur’ân’a aidiyeti açısından ciddi sorunlar içermektedir. Üstelik içerdiği bu iki sorun, tezi, kendi içinde tutarlı olduğunu kabul etsek bile Kur’ân’a atfı imkansız olduğu için açık bir paradoksla karşı karşıya getirmektedir. Bu bakımdan Ömer Çelakıl’ın “Kur’ân’ın şifresi”ni çözme ve “Kur’ânî kehanetleri” keşfetme iddiasıyla kaleme aldığı çalışmanın “Kur’ân’ın şifresi” olarak takdim edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz.
---
[1] İmam es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63.
[2]İmam es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63.
[3İmam ]es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.68.
[4] Bu durum Çelakıl’ın tezinde o kadar belirgindir ki, tezin bir bölümünün başlığı “Kur’ân-ı Kerim’in sure numaralarından çıkan sayısal mesajlar” şeklindedir. (s.251)
[5] Çelakıl’ın kitabına bakıldığında bu husus açıkça görülecektir. Kitabta yer alan meale göre surede iki adet “andolsun” ifadesi yer alırken kendisi bunlardan sadece bir tanesini hesaba katmıştır. (s.153-158)
Hakan Taha Alp - darulhikme.org
_Süleyman Ef. Hz.nin hatemül evliya olduğuna inanmaları
_darül harp hukukunu türkiyede geçerli sayıp faizi yasak saymamaları
_İskandiyav ülkelerinde yatsının vakti girmediği için kılınmayacağını savunmaları
_resimle r.. yapmaları
_son seçimde islamı sevmeyen bir zihniyete oy vermeleri
_ikindi namazının sünnetini bilerek terketmeleri
_günden güne medrese tahsilini terketme eğilimine girmeleri...
hariç tutulursa islam için Allah için çalıştığını gördüğümğüz ve bir zaman türkiyede sekteye uğrayan dini eğitimi omuzlamış müslüman kardeşlerimizdir.
İHLAS İbadeti samimi bir gönülle sırf Allah için yapmaktır. Niyete hiçbir dünyevi garaz katmaksızın ameli Allaha özel kılmak.
Allaha yaraşır bir amelin niyetini halis kılmaya yani arı duru yapmaya bu alamda ih'las denir.
Soru: İhlasın önemi nedir?
Cevap: İh'las ibadetlerin Allah tarafından kabul edilme şartıdır. İh'lassız yapılan ameller Allaha yükseltilmez, değersizdir. Sahabe sordu Ya Rasulallah söylermisin gazaya giderken hem Allahın ecrini hemde insanlarca övülmeyi dileyen kişiye ne vardır?
Peygamber Efendimiz s.a.s: ' _Ona hiçbir şey yok, ona hiçbir şey yok, ona hiçbir şey yok, Dikkat edin ihlasla yapılan ameller ancak Allaha yaraşır.'
İmam Mahmut Ef. ihlasın bir tanımında dediler: İh'las, ilim ve amelin öyle bir neticesidirki o ikisini korur.'
Soru: İh'lası nasıl elde edebiliriz?
İh'las, madem salih ameli sırf Allah için yapmaktır şu halde bir kişinin Allah nezdinde ih'laslı sayılabilmesi içn evvela amelini islamdan almalıdır. Yani islama uygunsuz, fıkhın reddettiği işleri işlememelidir.
Değer kazanmak isterken bir vatandaş Cumhurbaşkanına kirli bir gömlek hediye etse mükafat değil, hakaret ihtiva ettiği için belki ceza alır.
Özellikle belirtilmiş ve kanuna bağlanmış bir hükmü çiğneyerek yüksek huzurda itibar elde etme çabası hüsranla sonuçlanmaya mahkumdur. Şu halde Hz. İmamın veciz ifadesinde belirttiği gibi evvela ilim yani şeriyat bilgisi sonra buna muvafık amel gerekirki bu ikisinden ih'las tevellüt etsin.
İh'las, niyete Allahın rızası dışında herhangi bir dünyevi garaz karıştırmamak olduğundan mesele kalbe dairdir. Ve malumdurki kalp en çok neyi seviyorsa onu hatırlar eder ve onu kasteder ve arzular. Niyet de kalbin kastı ve arzusudur.
Netice: Allah sevgisi kalpte bütün sevgilere galip gelip onları yok etmedikçe hakiki ve daimi ih'las sırrına ermek mümkün değildir. Bazı bazı cüzi bir niyet duruluğundan öteye geçmek ve kuşatıcı bir ihlas erdemliğine yükselmek bu kişiye nasip olmaz..
İhlas aşkın sevginin neticesi, Sevgi ise anmanın, yani zikrullahın tabi sonucudur. Çare: Zikrullaha devam.
yönetime:
İslamoğlunun laf hokkabazı olduğuna dair göderdiğim tanımımı yayınlamadınız..
Bunu kişilerin saygınlığını koruma adına yaptığınızı düşündüğümüz zaman takdire şayan bir durum.
Peki bu yaklaşımınız diğer Din büyükkeri hakkında da olması gerkmezmi? ? bu tarafçılıkmı dikkatsizlikmi? ?
bir röportajında gazteye şunu demişti: ben Allahın sevgili kuluyum bana ne istiyorsam verdi..' Peki sen Allaha ne verdin? hiç
demekki sevgili değilsin ve bu ölçü çok yanlış. Bak kafirlere onlarada her istedikleri veriliyor hemde müslümanların ellerinden gasp edilerek onlara veriliyor ama değil sevgili olmak azıcık kıymetleri bile yok..
cehalet rezalettir.
..Bugün türkiyede üniversitelerde ilim yok.. ilahiyat fakülteleride dahil buna...
mevcudu istihfaf için söylemiyorum, gerçeği söylüyorum.
..........M.F.G. fasıldan fasıla 1.cilt
içtihat: Müçtehidin edille-i şer'iyyeden ahkamı ilahiyyeyi istinbat etmesidir.
yani (Fıkıh alimlerinin kriterlerinde) içtihat yapma salahiyetini haiz derin islam alimlerinin Kuran-ı Kerim ve hadisi şeriflerden vede icma ile kıyas örneklerinden ibadet, muamelat ve cezalara dair islamın hükümlerini çıkarmalarıdır.
İslamın hükümleri sekizdir: farz vacip sünnet müstehab mübah haram mekruh müfsit.
İçtihat kapısı açıktır ancak o kapıdan girmek için gerekli kimlik kartı şu zamanda kimse yok..diğer tabirle o kapıdan girmeye bu zamanda çok maniler var.
Cumhuriyet Gazetesi'nin çıkardığı pazar ekinin editörlüğünü yapan Berat Günçıkan, BarışaRock Festivali'nde gerçekleştirilen söyleşide ilginç sözler sarf etti.
Abdullah Öcalan'ın çocuk katili olmadığını belirten Günçıkan, televizyonlarda bu tip ifadelerin kullanılması karşısında kendini tutamayıp okkalı küfürler savurduğunu anlatıyor.
Basının Öcalan için 'çocuk katili' şeklinde konuşmasına küfür ettiğinde oğlunun kendisine diklendiğini aktaran Günçıkan, oğlunun Öcalan için, 'Tabiî ki çocuk katili.' dediğini söyledi.
Günçıkan, ardından oğlunun odasında Türk bayrağı bulunduğunu dile getiriyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: 'Ama bir gün biliyorum, oğlum o bayrağı indirecek. Hepimizin o bayrakları indirmemiz ve kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.'
12 Ağustos 2008, Salı
------
işte bu satırlar bu gazetenin asıl hedefini anlamaya yardımcı olur.
' ne muylu türküm diyene' diye bağıran birini duyduklarında:
' ne mutlu kürdüm diyene ' diye haykıran vatandaşlarımız.
birde 'her kız sakız çiğner ama kürt kızı cakkıda cakkıda tadını çıkartarak çiğner' sözünde tanımlanan...
bazılarıda şu sloganı tuvaletlere yazmayı severler: biji apo!
ne olursa olsun ben kürtleri severim. hele alimleri, çok tevazulu insanlar..
bir dizlerini dikip diğeri üzerine oturan görürseniz bilinki medrese tahsili almış bir kürt alimidir.
Rabıta ile tevhit / şirk ilişkisi
Şirk: Allah ile beraber ondan başka tanrının varlığını kabul etmek, Uluhiyette Ona ortaklar tanımak, bu kabulle o ortağa ibadet etmek.
bidat: dinde (kitap,sünnet,icma,kıyas) da olmayan bir itikad ve amelle sevap ummak.
..........................................................................
Rabıta: gönlü mürşidin hayaliye meşkul etmek.tatbik itibariyle rabıta budur. şimdi Mürşidini tanrı kabul eden bir tane müslüman kainatta yok. demeki asla şirk değil bilakis tevhittir. mümine kafir demek ise kişiyi kafir yapar.. sakınmalıdır.
_soru: Allah ile kul arasına kimse giremez.
_el cevap: ehli sünnete gönül vermiş müslümanların inancı Allah kuluna belli bir mesafede durmaz ve kulun önünde veya arkasında veya altında üstünde değilki birileri araya girebilsin..!
Bu idda Allahı cizim gibi şekilli düşünen sapık vahhabilerin sıkıntısıdır. Onların zannında Allah cisimdir (haşa) . haliyle sair eşya araya girmiş oluyor. Biz Allahı bu iftiradan tenzih ederiz. Bak ve görki; namazda kabe bizimle Allah arasına girmez.
bu soru Allahı bilmemekten, sıfatlarını doğru öğrenmemekten neşet etmiştir.
_soru: iyi ama onu kasıtlı düşünüyorsunuz.. Halbuki Allahı düşünmeli idiniz, şu halde Allaha yaraşır bir kalbi ameli Şeyhe yaptınız buda şirk değilmi?
_el cevap: asla şirk değildir. bilakis tevhittir ve hatta luzumludur. Bir kere Allahın zatını düşünmek haramdır. Zatını düşünmek Ona layık bir amel değildiki hakkını başkasına vermiş olalım ve şirke uğrayalım!
aksine Hazreti Allah bize yarattığı eserine bakmamızı emreder. Şu deveye bakmazlarmı buyurur, onlar kitap yüklü eşeklerdir der.. şimdi bu ayetleri namazda okurken bir deve bir eşek düşünsem namazda olduğum halde, değil şirk sevap işlemiş olurum.
namazda deveyi eşeği düşünmek şirk olmuyorsa, namaz dışında Allahın en mükemmel eserini düşünmekmi şirk olacak.. bu iftirayı kasıtlı diyen kişilerden ahirette hakkımızı alacağız.
_Soru: Allahı hatırlamak nerde o zaman, Allahı anmak lazım değilmi, düşünmekten onu kastediyorum.
_el cevap: şimdi oldu işte. zaten rabıtada onun içindir.Allahı hatırlamak. ve Allahı hatırlatacak mezahir içinde en kamil ve en berrak mazhar insandır. evet insan Allahın mükemmel aynasıdır. ancak nefsi emmarenin pisliğinden arınmış olmalı ve kalbin masivaya olan sevgi ve alakasından kurtulmuş olmalı.
Rabıta sünnettir:
Sünnetin mertebeleri içinde sıfatı sahabe vardırki bu mertebeden rabıta sünnet olur.
Meselenin izahı: Rabıta bakılan ve sevilen eşyanın kalpteki sureti ve aksi olunca hangi sahabenin kalbinde O Rasulullahın nur cemali parlamamış! ? Elbette en nurlu en kuvvetli bir keyfiyetle parlamıştır. Madem Onu herşeyden çok sevdiler hatta aşık oldular.. seven sevdiğinin hayaliyle devamlı meşkul olur. yerken içerken yürürken söylerken hemen onu hatırlar eski anılarını yad eder.
Ve hatta görme saadetine erişemeyenler ashabdan Rasulullahın cemalini ve siretini tarif etmelerini dilemişler onlarda kalplerineki suretine bakarak tarif etmişler ve buna hilyei şerif adı verilerek levhalara yazarak baş tacı edilmiş. Osmanlı ecdadımız ise bu Hilye-i şerifi vird gibi her gün okumuşlardır. Bütün bunlar sadece adı konmamış Rasulullahın rabıtasıdır.
_soru: madem durum böyledir neden bunu tavsiye etmemişler hiçbir eserde sizin anladığınız manada rabıtadan söz edilmez tavsiye edilmez. nice zaman sonra çıkarmışınız
_el cevap: Rabıtadan maksat sevgiyi tahsil etmektir. Rasulullahın fartı muhabbeti Ashabın gönlünden tabiine sirayet etti. ayrıca rabıtadan bahsetmeleri gerekmezdi zira aşkın sevgi hasıl olunca maksatta hasıl oldu. Rabıta bu sevgiyi tahsil etmenin nurlu bir vasıtasıdır.
Ancak şunu diyebiliriz; sevginin zorunlu neticesi olan bu hayal, kalbi bir rabıta/ bağ olmakla beraber buna rabıta adını vermek ashabı kiram zamanında olmamıştır. ancak bunun adını rabıta koymak zarar vermez. rabıtadan başka çok şeylerin adı sonradan konmuştur ama bidat değil belki farz veya sünnet olmuştur...oku-tıkla
_soru: sadece adı değil oturup kasıtlı bir şekilde rabıta yapmakta sonradan olmuştur.
El cevap: sevgi ve rabıta birbirinin lazım ve melzumudur. Yani sevgi rabıtayı doğururken rabıta da sevgiyi sonuç verir. Şu halde bir şeyin sevgisi hasen olursa o sevgiyi tahsil aracına tevessülde hasen olur. Demekki Ehlullaha rabıta dinin aslında var asla bidat değildir belki vaciptir. En müsamahasız yaklaşımla mendup olur.
_soru: ben rabıta etmek istemiyorum
_el cevap: gönlünü hak ile meşkul etmeyeni şeytan istila eder. bu gönül sen rabıta etmediğin zaman boş duracak değil. içine bir şeyler doldurursun. zaten doludur. O zaman bir Allahın dostunu gördünse bilki onun hayali hatırlayabileceğin en iyi surettir.
Netice:
Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem'in nur cemali hangi adamın kalbinde aksetmediyse o kişi sahabe olamadı. Rasulullaha iman gözüyle bakıpe muhabbet eden bahtiyarların kalbinde ise onun Nur Cemali bir güneş gibi parlamıştır. Gerçek rabıta işte sahbenin Rasulullaha bu sevgi rabıtasıdır.
Bu rabıta öyle bir arkı manevi olduki o arktan binlerce güzellikler sahabeye intikal etti ve Asahbdan tabiine ve tabiinden tebei-tabiine..ve geldi bu envar bu füyuzat silsilenin son halkasındaki Zata.
Şimdi kamil ve mükemmil bir Mürşidi kim sever ve sevgisinde fani olursa elbet Hazreti Allah bu kişiyi nurlu Onun kalbinden rızıklandırır ve ordan buna marifetullah takva ve güzel ahlak nasib eder. Ne varki bu denli aşkın sevgiyi tahsil etmek güçtür. özellikle devamlı mürşidi ile beraber olma imkanı bulamıyanlar..
İşte bu imkansızlık ve zorluklar arasında çare gönül rabıtası dır.
.