Bedevi bir kadına bir gün en çok hangi çocuğunu sevdiğini sormuşlar. Kadın şöyle yanıt vermiş: Hasta olanı iyileşene kadar, en küçüğü büyüyene kadar, yolda olanı da eve dönene kadar.
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum Hep böyle havalar besler fırtınaları Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı Bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum
Kaderim kaderleri demişim güzelim Sen olmasan ben böyle değildim Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı Malum o dramın en güzel perdesindeydik Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik Her gören didik didik bizi denetliyordu Biz kendi derdimize düşmüştük
Orda da akşamlar olacak güzelim Kanlı mendil gibi ağustos akşamları Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin Belki yanında başkaları olacak Belki düşlerine bile girmeyeceğim Gün oldu acıların şiirini yaşadım Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım
Yere batan şehrin tek yalnızıyım Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum
Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz En güzel günlerinde gençliğimizin Ölümden ötesini aklım almıyor Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum İstesek cenneti kurtarabiliriz Ben bir ışık için tepmişim rahatımı Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum Delicesine anlayarak güzelim Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek.
Mürdüm eriği çiçek açmıştır. - ilkönce zerdali çiçek açar mürdüm en sonra - Sevgilim, çimenin üzerine diz üstü oturalım karşı-be-karşı. Hava lezzetli ve aydınlık ' fakat iyice ısınmadı daha ' çağlanın kabuğu yemyeşil tüylüdür henüz yumuşacık... Bahtiyarız yaşayabildiğimiz için. Herhalde çoktan öldürülmüştük sen Londra'da olsaydın ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut... Sevgilim, ellerini koy dizlerine ' bileklerin kalın ve beyaz ' sol avucunu çevir: gün ışığı avucunun içindedir kayısı gibi... Dünkü hava akınında ölenlerin yüz kadarı beş yaşından aşağı, yirmi dördü emzikte... Sevgilim, nar tanesinin rengine bayılırım ' nar tanesi, nur tanesi ' kavunda ıtrı severim mayhoşluğu erikte..........» .......... yağmurlu bir gün yemişlerden ve senden uzak ' daha bir tek ağaç bahar açmadı kar yağması ihtimali bile var '
Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden
Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden.
Selâm! Sonsuzluklara, hasretli gönüllerden,
Selam, güneşi, göğü yakanlar bahçesinde!
Bedevi bir kadına bir gün en çok hangi çocuğunu sevdiğini sormuşlar.
Kadın şöyle yanıt vermiş:
Hasta olanı iyileşene kadar, en küçüğü büyüyene kadar, yolda olanı da eve dönene kadar.
Öfkeyle geçen her dakikanız, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniyedir.
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
Hep böyle havalar besler fırtınaları
Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor
Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim
Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim
İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum
Kaderim kaderleri demişim güzelim
Sen olmasan ben böyle değildim
Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden
Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar
Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
Malum o dramın en güzel perdesindeydik
Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
Her gören didik didik bizi denetliyordu
Biz kendi derdimize düşmüştük
Orda da akşamlar olacak güzelim
Kanlı mendil gibi ağustos akşamları
Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
Belki yanında başkaları olacak
Belki düşlerine bile girmeyeceğim
Gün oldu acıların şiirini yaşadım
Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin
Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım
Yere batan şehrin tek yalnızıyım
Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler
Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu
Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum
Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
En güzel günlerinde gençliğimizin
Ölümden ötesini aklım almıyor
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
İstesek cenneti kurtarabiliriz
Ben bir ışık için tepmişim rahatımı
Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini
Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
Delicesine anlayarak güzelim
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek.
Dünyam benim;
Küçücük dünyam,
İşim,
Aşım,
Uğraşım.
Kusurum, yanlışım, yanılmışlığım,
Kızgınlığım, kıskançlığım, alınganlığım,
Birdenbire evrenliğim;
Birbaşıma kalmışlığım bir anda.
Belalara koşmuşluğum;
Sinmişliğim inimde.
Dünyam benim;
Küçücük dünyam benim,
Sevincim, üzüntüm, gerçeğim benim.
Dünyam benim;
Kocaman dünyam benim.
Gündüzlere, gecelere sığmayanlığım,
Caddelere, alanlara sığmayanlığım,
Kocaman dünyam benim.
Kulübede bir ölüm,
Dağbaşında bir ışık,
Kafeste bir kanarya,
Saksıda bir tohumcuk,
Bilinende acım benim.
Bilinmezde kurtuluşum.
Yana yana kül oluşum,
Külde çiçek açışım,
Özlemim, susuzluğum, kaçışım benim.
Kocaman dünyam benim.
Tarihin doğduğu yer....
Barış hemen şimdi......
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire: 'Buyur...' dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur:
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
- ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra -
Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
' fakat iyice ısınmadı daha '
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...
Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
' bileklerin kalın ve beyaz '
sol avucunu çevir:
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...
Dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...
Sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
' nar tanesi, nur tanesi '
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte..........»
.......... yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
' daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var '
Nazım Hikmet Bursa Ceza evi