Yaşamak güzel şey doğrusu üstelik hava da güzelse hele gücün kuvvetin yerindeyse elin ekmek tutmuşsa bir de hele tertemizse gönlün hele kar gibiyse alnın yani kendinden korkmuyorsan kimseden korkmuyorsan dünyada iyi günler bekliyorsan hele iyi günlere inanıyorsan üstelik hava da güzelse Yaşamak güzel şey, Çok güzel şey doğrusu!
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye Laleli\'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor Bütün kara parçalarında Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma Yatakta yatmayı bildiğin kadar Sayın Tanrıya kalsa seninle yatmak günah daha neler Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor Bütün kara parçaları için Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o Onunla daha bir değere biniyor soluk almak Sabahları acıktığı için haklı Gününü kazanıp kurtardı diye güzel Bir çok çiçek adları gibi güzel En tanınmış kırmızılarla açan Bütün kara parçalarında Afrika dahil
Ya Birinci Dünya Savaşı hiç yaşanmamış olsaydı? Strateji oyunu tarihi senaryoları simüle ediyor Tarihsel Strateji Oyunu Arabasının değerini merak edenler buraya! Carvak by Taboola Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar Bütün kara parçalarında Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek Pasajı\'nda akşam üstleri Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç Ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını Neden akşam oluyorum tren kalkınca Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum Öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki Az önceki çiçekler nasıl da diken diken Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer… belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine derince bakmasalardı eğer… çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de, kalp,göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer…
düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer… rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer… uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer… gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden de onlar payını almasaydı eğer… ıssızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer…
sen gittikten sonra yalnız kalacağım yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?
evet sevgili, kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer…
nedir kopup kopup dönmek kandillerde gözlerine değil ellerine dokunacaksın gariplerin uğramadığı evlerde öğretiler, söylevler ve goncalanmış çiçekleri bulamayacaksın kimsesizliğini haykırıyor yalancı kalabalığı şehrin ellerimizde kiri, pisi ve siyahlığı asfaltın otobüsler ve otomobiller caddelerden değil arka sokaklarından geçiyor kalbimizin
kimim var beni anlayan, kimim var geceleri destanlaştıran arabeskleştirerek ölmemeliyim diyorum, coşkuyla selamlamalıyım tenhalara bakıp bakıp karanlık denizlerde beni durağanlaştıran kalyonlarda ismi bilinmeyen aksak tayfalardan olmalıyım
ne kadar narin çırpınıyor dalları söğütlerin ne kadar da utanmadan kum gibi akarak avuçlarıma paklamayacak yıkandığım ırmaklar gölgesini günahlarımın şimdi düşürüyor kollarıma toprağın boyadığı kanatları; ölmüş serçelerin umutları ve beklentileri şarkılara yükleyen biziz kırılganlığımızı atarak bodrumuna köhnemiş dünyanın söylemiştik bunları duraklarda ıslanırken kulağına çocukların ölmüş serçelerin göğüslerine iliştirilen gül’üz
on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk. on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.
zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize. pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık. ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.
dahası an, tıbben ölüydü. atık kamyonlarında mühürlü bir yürek şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce bir film setine emanet edilirdi belki, korkuturdu yine bizi.
senin dünyanda vapur kalkınca balıklar çamaşır yıkardı içindeki hileli sayaçların aritmetiği sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü
tırabzanlardan aşağıya ayaklarını sallandırıp annesine hınzır hınzır gülen o çocuk uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi. ama ikimiz de biliyorduk elleri harita kadar acılı her annenin son görevi çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti.
senli imgeler tekmeliyor içimi geceyi seninle uğurlayıp günü seninle karşılıyorum nicedir derinlerde bir alev ırmağıı ki sorma
umudumu fideliyorum günde üç öğün özenle siliyorum yapraklarını seni görünce bendini yıkıyor çağlayanlar hayali de olsa adaklar adıyorum gelişine
labirentleri geçtim de geldim, nefes nefese son bir gayretle çalıyorum gönlünün zilini bir tepki ver kurban olurum bir seda bağışla aşkın en dingin haliyle kapındayım
tut ki bir sefilim seni aramaktan yorgun yada bir hercaiyim türlü badirelerden geçen duruldum da geldim öldürdüm dünyevi hevesleri seninle toprağa gömdüm serden geçtiliğimi
adımı unuttum zikrim de fikrim de sana kurulu kimine göre bir ayyaşım kimine göre deli oysa ben bir aşığım sevgi yer sevgi içerim kirpiklerin ile on kiden vurduğun yarım akıllı
neden ben diye sorma ruhum ruhuna meftun seninle maviye dönüştü hayatımın bütün renkleri ah gülüşüyle bana hayatı sevdiren lirik kadın sevdiysem adam gibi sevdim bundan kime ne
ölü şairler geçiyordu uzun ırmağımdan seyrelen sesleriyle hepsi benden bir zerre ve ben onlardan yekûn bir şaşkınlık, işte
nereden gelmişim, nereye? yalan bu yersiz sorularla kurcala beni ağzımın parçalanmış gönyesinden içeri bir söz daha sıkıştır bâtın olan kavuşulur ve unutulur bir sabah saati o usul ses imiş, sessizliğe dolan
bunlara doğru haydi! itele kakala beni çünkü hep şairler geçiyor ırmağımızdan örtünürken bir şehir, tanede saklanıyor şer
örtün evet, ey haile. örtün, evet ey şehr; örtün ve müebbet uyu, ey facire-i dehr! (1)
dilimizin üzerinden çelik gıcırtısıyla kaydı bir kılıç melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma baktıydık aşk mı idi, -ki aksi ne kâbil-, biz sever iken incindik kıskanmamayı edindik, bardaktan boşanıp terk ettik öldürerek yaşıyordu, biliyordu oysa bütün canlılar hilkaten ehildik, biz de bilirdik ve öldürmedik gündeki geceydi ey arab! merdiveninde yaşananlar
gökkuşağının altında idik; kız yahut oğlan geçemeyenler için ağıt yaktık, dans ettik çoğumuz dipte, kimimiz ise üzerindeyiz
Çok Güzel Şey
Yaşamak güzel şey doğrusu
üstelik hava da güzelse
hele gücün kuvvetin yerindeyse
elin ekmek tutmuşsa bir de
hele tertemizse gönlün
hele kar gibiyse alnın
yani kendinden korkmuyorsan
kimseden korkmuyorsan dünyada
iyi günler bekliyorsan hele
iyi günlere inanıyorsan
üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey,
Çok güzel şey doğrusu!
Melih Cevdet Anday
ÜVERCİNKA
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli\'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalsa seninle yatmak günah daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Ya Birinci Dünya Savaşı hiç yaşanmamış olsaydı? Strateji oyunu tarihi senaryoları simüle ediyor
Tarihsel Strateji Oyunu
Arabasının değerini merak edenler buraya!
Carvak
by Taboola
Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı\'nda akşam üstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
Cemal Süreya
Akarsuya Bırakılan Mektup
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki
Az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL
düşen kar tanesi
esen rüzgar
dahi ağaç dalındaki çiy tanesi
sirette har
uzaklarda su sesi
gönülde bir bahar
gerisi laf-ı güzaf
sen nasılsın?
Eğer
o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer…
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine derince bakmasalardı eğer…
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp,göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer…
düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman
meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer…
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer…
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer…
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden de onlar payını almasaydı eğer…
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer…
sen gittikten sonra yalnız kalacağım
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer…
Can Yücel
Deli kadınlar
Ruhları deli kadınları seveceksin
Gülüşünden öpeceksin
Tenine keşfedilmemiş
Mavi bir coğrafya çizeceksin
Sesine nefesine sarılacaksın
Dokunuşunda deva,
Bakışında merhamet,
Sarılışında insanlığı bulacaksın
Bütün doğruların canı cehenneme diyeceksin..
Destan Özden
Ölmüş Serçeler Destanlaması
nedir kopup kopup dönmek kandillerde
gözlerine değil ellerine dokunacaksın
gariplerin uğramadığı evlerde
öğretiler, söylevler ve goncalanmış çiçekleri bulamayacaksın
kimsesizliğini haykırıyor yalancı kalabalığı şehrin
ellerimizde kiri, pisi ve siyahlığı asfaltın
otobüsler ve otomobiller caddelerden değil
arka sokaklarından geçiyor kalbimizin
kimim var beni anlayan, kimim var geceleri destanlaştıran
arabeskleştirerek ölmemeliyim diyorum, coşkuyla selamlamalıyım
tenhalara bakıp bakıp karanlık denizlerde beni durağanlaştıran
kalyonlarda ismi bilinmeyen aksak tayfalardan olmalıyım
ne kadar narin çırpınıyor dalları söğütlerin
ne kadar da utanmadan kum gibi akarak avuçlarıma
paklamayacak yıkandığım ırmaklar gölgesini günahlarımın
şimdi düşürüyor kollarıma
toprağın boyadığı kanatları; ölmüş serçelerin
umutları ve beklentileri şarkılara yükleyen biziz
kırılganlığımızı atarak bodrumuna köhnemiş dünyanın
söylemiştik bunları duraklarda ıslanırken kulağına çocukların
ölmüş serçelerin göğüslerine iliştirilen gül’üz
Abdulbaki Akpınar
İkincil Ruhla Pis Duvar Buluşmaları
on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.
zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.
dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.
senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çamaşır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü
tırabzanlardan aşağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin son görevi
çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti.
sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün,
sigaranla aynıydı aşkının geleceği
duman hali.
şimdi biz,
yatırılmamış bir şans kuponu
pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz.
oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde.
Özge Dirik
Aşkla Meftun
senli imgeler tekmeliyor içimi
geceyi seninle uğurlayıp
günü seninle karşılıyorum nicedir
derinlerde bir alev ırmağıı ki sorma
umudumu fideliyorum günde üç öğün
özenle siliyorum yapraklarını
seni görünce bendini yıkıyor çağlayanlar
hayali de olsa adaklar adıyorum gelişine
labirentleri geçtim de geldim, nefes nefese
son bir gayretle çalıyorum gönlünün zilini
bir tepki ver kurban olurum bir seda bağışla
aşkın en dingin haliyle kapındayım
tut ki bir sefilim seni aramaktan yorgun
yada bir hercaiyim türlü badirelerden geçen
duruldum da geldim öldürdüm dünyevi hevesleri
seninle toprağa gömdüm serden geçtiliğimi
adımı unuttum zikrim de fikrim de sana kurulu
kimine göre bir ayyaşım kimine göre deli
oysa ben bir aşığım sevgi yer sevgi içerim
kirpiklerin ile on kiden vurduğun yarım akıllı
neden ben diye sorma ruhum ruhuna meftun
seninle maviye dönüştü hayatımın bütün renkleri
ah gülüşüyle bana hayatı sevdiren lirik kadın
sevdiysem adam gibi sevdim bundan kime ne
A v r a s y a
07.01.2023
Ahmet Erdem
Nen Bilgisi'nden
ölü şairler geçiyordu uzun ırmağımdan
seyrelen sesleriyle hepsi benden bir zerre
ve ben onlardan yekûn bir şaşkınlık, işte
nereden gelmişim, nereye? yalan
bu yersiz sorularla kurcala beni
ağzımın parçalanmış gönyesinden içeri
bir söz daha sıkıştır bâtın olan
kavuşulur ve unutulur bir sabah saati
o usul ses imiş, sessizliğe dolan
bunlara doğru haydi! itele kakala beni
çünkü hep şairler geçiyor ırmağımızdan
örtünürken bir şehir, tanede saklanıyor şer
örtün evet, ey haile. örtün, evet ey şehr;
örtün ve müebbet uyu, ey facire-i dehr! (1)
2.
ölü şairler geçer gider ırmak uzunsa
seyrelir sesleri, benden zerre eksilir
kimbilir aşktım, bendim, onlardım işte
dilimizin üzerinden çelik gıcırtısıyla kaydı bir kılıç
melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma baktıydık
aşk mı idi, -ki aksi ne kâbil-, biz sever iken incindik
kıskanmamayı edindik, bardaktan boşanıp terk ettik
öldürerek yaşıyordu, biliyordu oysa bütün canlılar
hilkaten ehildik, biz de bilirdik ve öldürmedik
gündeki geceydi ey arab! merdiveninde yaşananlar
gökkuşağının altında idik; kız yahut oğlan
geçemeyenler için ağıt yaktık, dans ettik
çoğumuz dipte, kimimiz ise üzerindeyiz
melâli anlamayan nesle âşina değiliz (2)
Orhan Alkaya