No.3 - La Puerta del vino (Şarap Kapısı) : Debussy'nin İspanya sevgisini gösteren, İspanyolca başlıklı bu prelüd, Re bemol Majör tonda, 2/4'lük Habanera ritminde (Mouvement de Habanera) Elhamra (Alhambra) sarayının küçük ve renkli bir tablosunu yansıtır... Debussy'nin, Manuel de Falla'dan aldığı bir kartpostaldan esinlenerek yazdığı bu renkli ve etkili parça, habanera ritmine karşın, çabuk süslemelerle flamenko stilinden de yankılar taşır... Daha çok Lorca ve Falla'nın otantik havasına yakın olan bu prelüdün 'En şiddetli kuvvetle ve en tutkulu zariflik arasındaki çarpıcı kontrastla' çalınması öngörülmüştür... İki tını yüzeyinin, anlatımın iki tabakasının birbiri üstünde kaydığı parça, çok basit bir malzeme üzerine kurulmuştur... Baslarda habanera temposu şaşmazken, sağ el Cante Jondo'nun (Derin Flamenko) ilginç melodik yapısını sergiler... Prelüd bu keskin kontrastları ve geniş ses hacmiyle dizinin en ilgi çekenlerinden biri olmuş, Fransız besteci ve şef Henri Büsser (1872-1973) tarafından - La Cathédrale engloutie gibi- 1917'de orkestraya uygulanmıştır... Bu form ilerde Ravel'i de ünlü Habanera'sını yazarken etkileyecektir...
No.4 - Les Fées sont d'exquises danseuses (Periler Alışılmamış Danşçılardır) : Re bemol Majör tonda, 3/8'lik ölçüde, hızlı ve hafif (Rapide et léger) tempodaki prelüdde ise Debussy, Arthur Rackham'ın J.M. Barrie'nin 'Peter Pan'ın Kensington Gardens' (Peter Pan Kensington Bahçelerinde) adlı kitabı için yaptığı resimlerden esinlenmiştir... Masalsı bir hava içinde, uçucu figürlerle, Oberon'dan bir korno motifini de içeren büyülü ve çabuk trillerle, eşit olmayan ritimlerle hayal dünyasındaki bir dansı yanstır...
No.5 - Bruyéres (Fundalıklar) : La bemol Majör tonda, 3/4'lük ölçüde sakin (Calme) tempodaki parça, kendine özgü bir duygusallıkla, güneşin kavurduğu fundalığın yalnızlığını pastoral havada yansıtır... Biraz arabesk tarzda, inatçı bir monotonluğun da renkli olabileceğini zarif ve duygulu anlatımla ispatlar...
No.6 - Général Lavine-eccentric (General Lavine-Eksantrik) : Fa Majör tonda, 2/4'lük ölçüde ve 1890'lardan 1910'lara kadar Avrupa'da popüler olan ragtime tarzındaki Afro-Amerikan dansı olan Cakewalk stili ve hareketinde (Dans le style et le mouvement d'un Cakewalk) çalınması öngörülen prelüdü Debussy, Paris'teki Folies Marigny müzikholünde ayak parmaklarıyla piyano çalan palyaço Edward La Vine'nin gösterilerinden esinlenmiştir... Debussy bu dansta bile, tahtadan yapılmış gibi görünen bu komiğin karikatürünü zengin bir kontrastla gerçekleştirir... Ünlü ressam Toulouse-Lautrec'in aynı konuları canlandıran tablolarına müzikal bir nazire olan prelüd, pizzicato ve staccato yorumlarla daha da şakacı bir anlam kazanırken güçlü akorlarla renklenir...
No.7 - La terrace des audiences au clair de lune (Ay Işığında Buluşma Terası) : Fa diyez minör tonda, 6/8'lik ölçüde, ağır (Lent) tempoda, popüler Fransız çocuk şarkısı 'Au Clair de la Lune' ezgisini anımsatan girişten sonra biraz oryantal ve gizemli pasajlarla gelişir... Debussy özgün bir havada yansıttığı manzarayı, bir Paris gazetesinde gördüğü Hindistan yolculuğu haberinden esinlenmiş; 1912'de bir Hindistan genel valisinin ay ışığındaki terasta verdiği kabul törenini üstün bir hayal gücü ve tını kontrolüyle yansıtmıştır...
No.8 - Ondine (Su Perisi) : Debussy, Re Majör tonda, 6/8'lik ölçüde scherzo canlılığında (Scherzando) yarı balık-yarı kız su perisi Ondine'i canlandırır... Ravel'in 1909'da ilk kez seslendirilen Ondine'inde o zamana kadar duyulmamış bir tremolo uygulamasına karşın Debussy parlak, çağlayan benzeri ani çıkışlarla, suya vurulan darbeler gibi dalgalanan bir piyano diliyle, biraz da Nocturnes'den Sirenler'i anımsatan havada yansıtır... Durağan yerlerde ise Ondine aldatıcı şarkısını, ani armonilerin ve yayılan gamların örgüsünde duyurur; tempo değişiklikleriyle bu şaşırtıcı perinin kaprisli tavrı belirlenir...
No.9 - Hommage à S. Pickwick Esq. P. P. M. P. C. (Pickwick Kulübü Daimi Başkanı S. Pickwick Efendi'ye Saygı) : Fa Majör tonda, 3/4'lük ölçüde, ağır ve olgun (Grave) tempoda bir roman kahramanı canlandırılır... İngiliz toplumunun örf ve âdetlerini ince bir alayla yaşatan ünlü yazar Charles Dickens (1812-1870) , 1837'de yazdığı 'The Posthumous Papers of the Pickwick Club' adlı romanında, Pickwick Kulübü'nün kendini beğenmiş, âlimlik taslayan, kof ve gülünç bir adam olan başkanı Samuel Pickwick'in başına gelen garip olayları anlatarak ilk başarısını kazanmıştı... Debussy de önce İngiliz ulusal marşı 'God save the King'in (Tanrı Kralı Korusun) ilginç bir karikatürüyle başladığı Pickwick tasvirini zarif bir şakacılıkla, ironik bir ritimle sürdürür...
No.10 - Canope (Eski Mısır Mezar Vazosu) : 4/4'lük ölçüde, çok sakin ve tatlı bir hüzünle (Trés calme et doucement triste) yorumlanması istenen bu prelüd, majör ve minör tonlarda değişen akorlarla eski bir medeniyetin izlerini lirik bir görünüm oluştururcasına, antik bir hüzünle anlatır... Bir bilmece gibi, çözümü beklenen bu akorlar bazen matemden uzaklaşan küçük, pırıltılı bir ivme de kazanır...
No.11 - Les tiérces alternées (Değişken Üçlüler) : Do Major tonda, 2/4'lük ölçüde, ılımlı canlılıktaki (Modérément animé) prelüdü 1913'te yazan Debussy bunu etütlerine bir ön çalışma olarak düşünmüş... Gamdaki üçlü aralığın her iki elde sürekli ve hızlı değişkenliğiyle, forte'ye de ulaşarak çift sesli toccata tarzında, daha çok izlenimci (impressioniste) şekilde bir prelüd ile bu teknik problemi yansıtmış...
No.12 - Feux d'artifice (Havai Fişekler) : Yine 1913'te yazılan bu 4/8'lik ölçüde ve ılımlı canlılıktaki (Modérément animé) son prelüd, Liszt tarzında virtüoz efektleri içermesine karşın yine şiirselliği ön plandadır... Güç olduğu kadar parlak bir yorum da gerektiren pırıltılı arpejlerle, ışıltılı trillerle, ıslıklı glissandolarla, canlı kadanslarla bu 14 Temmuz bayramının fişeklerini uzaktan ulusal marş Marseillaise'in bölük pörçük yankılarını da duyurarak yansıtır...
Durante 'Stile moderno' (modern stil) adını verdiği tarzla, şaşırtıcı disonanslar, seslerin alçalıp yükselmesindeki usta kullanımı, akorların en pes ve en tiz notalarının ve tonaliteye yabancı seslerin işlenişiyle, armonik kontrastlarla ilgi çekmiş, çok verimli bir besteci olmamasına karşın eserlerinde belirli bir ustalık, hattâ virtüozite gözetmiştir... Özellikle aryaları çoğu kez koloratur pasajlar içerir... Bunların en tanınmış iki tanesi de 'Danzi, danzi fanciulla' ile 'Vergin tutte amore' adlı olanlardır... Bir solfej çalışması gibi ustalık isteyen bu aryalara, sözleri ve piyano eşliği 19. yüzyılda yazılmıştır...
'Requiem aeternam dona eis, Domine- Ebedi huzuru bağışla Tanrım' sözleriyle başlayan Introitus, müzik tarihinde metinle müziğin uyumu yönünden en başarılı sayfalar arasındadır... Ağır (Adagio) tempoda, 4/4'lük ölçüde, hüzünlü Re minör tonalitesinde, bassethorn ve fagotların özlemli tınısının da verdiği atmosferde dinleyicileri saran Mozart, tiz seslerden (flüt ve obuadan) kaçınmış; trompet, trombon ve davullarla buruk bir hava yaratmış, yaylı çalgıları eşlikte kullanmıştır... 'Et lux perpetua luceat eis- Ve ebedi ışık onları aydınlatsın' bölmesinde tonalite Si bemol Majore dönüşür... Mozart, soprano solonun girdiği 'Te decet hymnus, Deus- Duayı aldığım yerde, Tanrım' bölmesinde ise, eski bir Gregoryen ezgisini kullanmıştır... Yumuşak ve akıcı keman figürleriyle desteklenen sopranodan sonra, sert aksanlı orkestral ritim eşliğiyle koro haykırır: 'Exaudi orationem meam- Duamı duy' seslenişi düş kırıklığıyla doludur... Koro, giriş temasını yeniden alarak kemanın figürlerine karşıt bir parti oluşturur...'
Senfoninin 1.Bölümü 3/4'lük ölçüde, Si minör tonda, ılımlı çabukluktaki (Allegro moderato) tempoda viyolonsel ve kontrbasların, herhangi bir girişe gerek olmadan duyurduğu hüzünlü temayla başlar... Bunu, kemanların 16'lık heyecanlı eşliğindeki çok hafif (pianissimo) şekilde obua ve klarinetlerin sunduğu ana tema izler... Hanslick'in 'Melodilerin tatlı ırmağı' diye tanımladığı bölümde dramatik ve lirik unsurların Schubert'e özgü kaynaşımı, klasik sonat formunun unsurlarıyla da bütünleşir... Viyolonsellerin duyurduğu büyüleyici, halk ezgisi benzeri dört mezürlük yeni melodi güzelliği yanında zarifliğiyle de etkiyi arttırır... Bunu da kemanlar oktavla tekrarlar... Bir susuştan sonra çok tutkuyla duyurulan minör kısımla önceki mutluluk silinir gibi olur... Güzel temanın tekrarı da eski mutluluğu geri getirmez... Korkutucu, adeta acı verici bir yükseliş tüm orkestrada duyulur, güçlü zirveye ulaşılır... Sonra müzik yavaşça sönerken ilk tema belirir, derin anlamlı değişimlerle, bir ölüm korkusu gibi yansır... Güzel ezgi bile bu ortamda eski gücünü yitirmiştir...
2.Bölüm 3/8'lik ölçüde, Mi Major tonda, ılımlı hızda ama hareketlice (Andante con moto) tempoda korno ve fagotun, kontrbasların sakin pizzicatosu eşliğinde duyurduğu iki mezürlük temayla başlar... Bunu kemanların pastoral ezgisi izler, tonalite şaşırtıcı karakterde bir dönüşle Sol Majöre geçer... Bu modülasyonlar farkettirmeden yaylı çalgılar eşliğinde klarinete yeni bir tema sunma olanağı sağlar... Tahta üflemeli çalgıların ekolu gibi yansıyan zarif seslenişleri ilgiyle izlenir: Obua buna yeni bir cümleyle cevap verir, ona flüt de katılır... Bunu tüm orkestra mükemmel bir armoni uyumuyla sürdürür... Alışılmış gelişim de parlak ayrıntılarla işlenir... Coda ise melodik güzelliklerle süslenmiş şekilde hülyalı sonu hazırlar...
'...tiz sesli çalgıların solo görevini yüklendiği partiler Albert Schweitzer'in deyimiyle, birbirini iç gerilimlere sürüklemekte, ayrılıp birleşmekte ve tüm bunlar sanki anlaşılamayan bir sanat gereksiniminden doğmaktadır...'
2. Destan: 14. Runo'da sözü edilen ölümün simgesi olan kuğuyu canlandırır ve 'Tuonela Kuğusu' adını taşır... Aslında önceleri üçüncü destan olan bu senfonik şiirde 'Ölüler Diyarı - Manala' adı verilen Tuonela kapkaranlık, güçlü ve geniş ırmak akıntılarıyla kuşatılmış gizemli bir yerdir... Kuğu, Ölüler Tanrısı - Fin mitolojisinin Hades'i - Tuoni'nin emrinde, dalgalar üzerinde aldatıcı şarkısıyla ölenlerin ruhunu çağırıp dolaşmaktadır... Bu dört destan arasında en başarılısı olan ve 1893'te yazılan Tuonela Kuğusu ağırca ve çok tutumlu (Andante molto sostenuto) tempoda, elejik bir ezgiyle başlar... Davulların yumuşak sesleri ve yaylı çalgıların sürdinli hafif eşliğinde İngiliz kornosu 9/4'lük ölçüde bu çağrıyı duyurur... Zaman zaman kontrbasın katılmadığı yaylılar bu kandırıcı sireni unison olarak vurgular... Geceyarısı güneşinin mat ışığında söylenen bu ezgiye birinci viyolonsel ya da viyola ile - sanki ölümlü bir ruh Tuonela'ya ulaşmış gibi - cevap verilir... Metal üfleme çalgılar uzun bir sessizlikten sonra, sürdinli birinci kornonun kuğunun şarkısının bir kısmının ekolu tekrarıyla canlanır; sonra da müzik doruğa ulaşır (con gran suono) . Bunu yaylı çalgıların yayın tersiyle (col legno) çok hafif (pianissimo) çalışı izler: Kanat tüylerinin hafif hareketini simgeleyen bu gizemli havadan sonra, arabesk motiflerle canlandırılan kuğunun son cümlesi duyulur... Sonra yaylı çalgılar yayı normale çevirerek eseri azar azar ağırlaşan (poco a poco meno moderato) tempoda sona ulaştırırken viyolonselin ezgisi buna katılır...
'...Dörtlü'nün önce 6/8'lik ölçüde başlayan, ağır ve tatlı anlatımlı (Andantino, doucement expressif) 3. Bölümü de lied formundadır... Debussy mozaik biçimi varyasyonlarını burada da özgürce kullanmış, viyola ve viyolonsel solo pasajlarındaki benzetimde (imitation) kontrpuan tekniğini denemiştir... Diğer bölümlerle kontrast oluşturan bu bölümün ağır, sanki trans halindeki atmosferinin, 3/8'lik ölçüdeki orta bölmede doruğa ulaşması genellikle eserin en güzel yeri olarak kabul edilir... Bu doruk noktası bestecinin sonradan tamamlayacağı Pelleas ve Melisande'ı da anımsatır...'
3. Bölümde 3/8'lik ölçüde, çok hızlı (presto) tempoda yine fırtına sürer: Ona artık alışılmıştır... Solo kemanın virtüoz kadansları, pırıltılı arpejleri ve büyük dalgaları anımsatan uzun yay çekişleri ilgi toplar... O çağda Barok müzikçilerin gözlerine de hitap eden, nota sayfalarındaki tutti ve solo partilerinin zikzaklarla inip yükselerek boy gösteren sıralanışı, görsel etkiyi de destekler: Güçlü ve canlı akorlarla sona eren konçerto, böylece çalanları da etkiler...
'...operanın uvertürü birçok bakımdan olağandışıdır: Mozart, Barok çağın füg stiliyle klasik çağın sonat biçimini ustaca kaynaştırmış; fügü, kendi tematik yapısının bütünlüğünü bozmadan, şiirsel bir fikirden dramatik bir sona kadar serbestçe ulaştırmıştır... 4/4'lük ölçüdeki uvertür, trombonların üç törensel akorunun duyulduğu ağır bir girişle, ağır (Adagio) tempoda başlar... Operada da, birbirini seven iki gencin bazı sınavlardan geçirilmesi sahnesinde bu akorlar işitilir... Adeta mistik bir gerilim yaratılmıştır... Tema sonat formunda yazılmış olmasına karşın, serbest kontrpuan yapısıyla bir füg şeklinde gelişir... Bu, Adagio'daki 'İlahi Güce Saygı'nın Allegro'daki 'Sonsuzluğa Övgü'ye dönüşmesi anlamına kabul edilebilir... Şarkı söyler gibi (Cantabile) beliren ikinci tema tiz seslerde, bir anlamda kontrpuan olarak iki sevgilinin -Pamina ve Tamino'nun -yumuşak, zarif ve sevecen hallerini yansıtır... Temaların seriminden (exposition) sonra yine üflemeli çalgıların üç akoruyla geliştirime (developpement) geçilir: Sınav başlar... Uvertürün sonunda, orkestra alışılmamış berraklık ve senfonik bir görkemle büyük parlaklığa ulaşır...'
2. Bölüm 2/4'lük ölçüde, ılımlı ama hareketlice (Andante con moto) tempoda başlar; orkestranın pes, buruk, sertçe ve unison (teksesli) anlatımına karşın piyanonun zarif ve dokunaklı ezgisi kudretle yakınışı birleştirir gibidir... Şiirsel unsurların egemen olduğu bu bölümün bir program müziği havası olduğunu, sevgilisi Euridice'yi yeraltındaki karanlık güçlere (tanrılara) kaptıran Orfeus'u piyanonun, tanrıları da orkestranın simgelediğini ileri sürenlerin başında Franz Liszt gelir... Gerçekten de orkestranın sert 'Hayır' cevabı duyulduktan sonra, piyano yumuşak ve ilginç trillerle çok hafif (ppp) sesle iç çekermiş gibi, Orfeus'un acı içindeki motifini -yalvarışını- sergiler...
'...tasvire, anlatıma değil de çağrışıma önem verilen yumuşak dokulu, uyuşturucu, gizemli, bilmece gibi bir havası olan müzik, çok modal olarak bestelenmiştir ve sanki hipnotize eder gibi bir etki yapmaktadır... İlk kez 17 Mart 1900'de solo piyano versiyonunu Blanche Marot'nun seslendirdiği ve ilk orkestra düzenlemesini de 1914'te, ünlü şef Ernest Ansermet'in yaptığı eser, solo flüt ve piyano için de düzenlenmiştir...'
Sabah hava henüz ağarmamışken soğuk floresan ışığının daha da üşüttüğü bu odada, Bach'ın la minör prelüd-fügünü çalışıyorduk... 'İnsan böyle bir eser yazıp ölmeli' diyordu hocam... Demek ki prelüd-füg yaşamak kadar güzeldi... İçimizde ılık rüzgarlar esiyordu o zaman... Her notayı, ama her notayı, bir su damlası bellemiştik... Hayır, 'Kristaller gibi' derdi o, 'Kristaller gibi dökülmeli! ' Bazen de öfkelenir, makineli tüfek gibi konuşurken yirmi bir cümleyi bir cümlede söylerdi... Bütün bunları 'müzik için' yaptığını hissederdik... Otuz saniyelik bir pasajla iki buçuk saat uğraşır, istediği gibi çaldığımızı görmeden dersi bitirmezdi...
Müziğin de ötesinde, metafizik bir uzanışı var bu parçanın...
...
-Öte yandan bu fügdeki yorumunuz oldukça yalın... Tema gereçlerini dikkatlice dağıtan, armoni yürüyüşünde merdivenleri aynen uygulayan doğal bir yaklaşım... Hatta bazen romantizm fazlasıyla hissediliyor... Ne dersiniz?
-'Bach'ta romantizm yoktur' diye bir şey söylenemez... Romantik dönemin önde gelen bestecilerinden Liszt'in bu esere boşuna eğilmediğini de düşünmeliyiz... Ancak 'füg'de söz konusu olan, kapalı ve gizli bir romantizmdir... Aynı özellik, 'Air' parçasında, ya da 'Matthesus Passion'un birçok yerinde hissedilmiyor mu? Ben bu 'füg'de, açık söyleyeyim, kendi extralarımı göstermek niyetiyle yorumculuk taslamıyorum... Yapmak istediğim, kendimi soyutlayıp eseri doğal estetiği içinde görüntülemek...
'...ilk arya oldukça ilginç bir yapıdadır: Barok müziğin vazgeçilmez temelini oluşturan sürekli bas bu parçada yer almaz... Genellikle bir org veya klavsenle birlikte çellonun seslendirdiği ve tüm eserin altyapısı sayılan sürekli bas partisinn yokluğu oldukça ender rastlanan bir durumdur... Sopranoya eşlik eden obuanın süslemeleri ve yaylı sazların yumuşak tınısı sözleri destekler niteliktedir: Parçada günahkar düşünceler karşısında insanın korkusu ve titreyişi vurgulanır... Böylece bir anlamda insanın dayanaktan yoksun kalması anlatılmak istenmiştir... Sürekli basın olmadığı bir müzik, ayaklarını yere sağlam basamayan bir insan gibidir...'
teknikler tanımsever, newton fiziğinin yerçekiminde ayakları maddeye basan körlerdir. tanımlarında 'dır,dir' den başkası bulunmamakla beraber, bu ek fiiller ile anlamı ve hakikati rapt ü zapt altına almaya ve bir nizam oluşturmaya buna da ilmî disiplin demeye heveslidirler.
mistikler. garip ve aşık temayülü gösterip kitaplardan aşkı öğrenmeye ve kendi semptomlarını bunlarla müvafık kılmaya uğraşan, kendilerini aşık sanıp, kitaplarda anlatılanlar gibi davranmaya çalışan, modern dünya düşmanı, eskiyi özleyen kimselerdir. aslında kitapların anlattıkları dışında pek aşkla alakalı pek bir fikirleri yoktur. bu aslında o kitapların yazarlarına göredir. çünkü onlar hissederek ve yaşayarak yazmışlar. bizim mistikler ise yazılanları mütaala ve mukayese ile aşk hudutlarına yaklaşmaya çalışmaktadırlar.
mistikler ve teknikler. belki iki gurup da birbirine özeniyor. teknikler zihnî dinginliği. mistikler kalbi zindeliği özlüyorlar.
No.3 - La Puerta del vino (Şarap Kapısı) : Debussy'nin İspanya sevgisini gösteren, İspanyolca başlıklı bu prelüd, Re bemol Majör tonda, 2/4'lük Habanera ritminde (Mouvement de Habanera) Elhamra (Alhambra) sarayının küçük ve renkli bir tablosunu yansıtır... Debussy'nin, Manuel de Falla'dan aldığı bir kartpostaldan esinlenerek yazdığı bu renkli ve etkili parça, habanera ritmine karşın, çabuk süslemelerle flamenko stilinden de yankılar taşır... Daha çok Lorca ve Falla'nın otantik havasına yakın olan bu prelüdün 'En şiddetli kuvvetle ve en tutkulu zariflik arasındaki çarpıcı kontrastla' çalınması öngörülmüştür... İki tını yüzeyinin, anlatımın iki tabakasının birbiri üstünde kaydığı parça, çok basit bir malzeme üzerine kurulmuştur... Baslarda habanera temposu şaşmazken, sağ el Cante Jondo'nun (Derin Flamenko) ilginç melodik yapısını sergiler... Prelüd bu keskin kontrastları ve geniş ses hacmiyle dizinin en ilgi çekenlerinden biri olmuş, Fransız besteci ve şef Henri Büsser (1872-1973) tarafından - La Cathédrale engloutie gibi- 1917'de orkestraya uygulanmıştır... Bu form ilerde Ravel'i de ünlü Habanera'sını yazarken etkileyecektir...
No.4 - Les Fées sont d'exquises danseuses (Periler Alışılmamış Danşçılardır) : Re bemol Majör tonda, 3/8'lik ölçüde, hızlı ve hafif (Rapide et léger) tempodaki prelüdde ise Debussy, Arthur Rackham'ın J.M. Barrie'nin 'Peter Pan'ın Kensington Gardens' (Peter Pan Kensington Bahçelerinde) adlı kitabı için yaptığı resimlerden esinlenmiştir... Masalsı bir hava içinde, uçucu figürlerle, Oberon'dan bir korno motifini de içeren büyülü ve çabuk trillerle, eşit olmayan ritimlerle hayal dünyasındaki bir dansı yanstır...
No.5 - Bruyéres (Fundalıklar) : La bemol Majör tonda, 3/4'lük ölçüde sakin (Calme) tempodaki parça, kendine özgü bir duygusallıkla, güneşin kavurduğu fundalığın yalnızlığını pastoral havada yansıtır... Biraz arabesk tarzda, inatçı bir monotonluğun da renkli olabileceğini zarif ve duygulu anlatımla ispatlar...
No.6 - Général Lavine-eccentric (General Lavine-Eksantrik) : Fa Majör tonda, 2/4'lük ölçüde ve 1890'lardan 1910'lara kadar Avrupa'da popüler olan ragtime tarzındaki Afro-Amerikan dansı olan Cakewalk stili ve hareketinde (Dans le style et le mouvement d'un Cakewalk) çalınması öngörülen prelüdü Debussy, Paris'teki Folies Marigny müzikholünde ayak parmaklarıyla piyano çalan palyaço Edward La Vine'nin gösterilerinden esinlenmiştir... Debussy bu dansta bile, tahtadan yapılmış gibi görünen bu komiğin karikatürünü zengin bir kontrastla gerçekleştirir... Ünlü ressam Toulouse-Lautrec'in aynı konuları canlandıran tablolarına müzikal bir nazire olan prelüd, pizzicato ve staccato yorumlarla daha da şakacı bir anlam kazanırken güçlü akorlarla renklenir...
No.7 - La terrace des audiences au clair de lune (Ay Işığında Buluşma Terası) : Fa diyez minör tonda, 6/8'lik ölçüde, ağır (Lent) tempoda, popüler Fransız çocuk şarkısı 'Au Clair de la Lune' ezgisini anımsatan girişten sonra biraz oryantal ve gizemli pasajlarla gelişir... Debussy özgün bir havada yansıttığı manzarayı, bir Paris gazetesinde gördüğü Hindistan yolculuğu haberinden esinlenmiş; 1912'de bir Hindistan genel valisinin ay ışığındaki terasta verdiği kabul törenini üstün bir hayal gücü ve tını kontrolüyle yansıtmıştır...
No.8 - Ondine (Su Perisi) : Debussy, Re Majör tonda, 6/8'lik ölçüde scherzo canlılığında (Scherzando) yarı balık-yarı kız su perisi Ondine'i canlandırır... Ravel'in 1909'da ilk kez seslendirilen Ondine'inde o zamana kadar duyulmamış bir tremolo uygulamasına karşın Debussy parlak, çağlayan benzeri ani çıkışlarla, suya vurulan darbeler gibi dalgalanan bir piyano diliyle, biraz da Nocturnes'den Sirenler'i anımsatan havada yansıtır... Durağan yerlerde ise Ondine aldatıcı şarkısını, ani armonilerin ve yayılan gamların örgüsünde duyurur; tempo değişiklikleriyle bu şaşırtıcı perinin kaprisli tavrı belirlenir...
No.9 - Hommage à S. Pickwick Esq. P. P. M. P. C. (Pickwick Kulübü Daimi Başkanı S. Pickwick Efendi'ye Saygı) : Fa Majör tonda, 3/4'lük ölçüde, ağır ve olgun (Grave) tempoda bir roman kahramanı canlandırılır... İngiliz toplumunun örf ve âdetlerini ince bir alayla yaşatan ünlü yazar Charles Dickens (1812-1870) , 1837'de yazdığı 'The Posthumous Papers of the Pickwick Club' adlı romanında, Pickwick Kulübü'nün kendini beğenmiş, âlimlik taslayan, kof ve gülünç bir adam olan başkanı Samuel Pickwick'in başına gelen garip olayları anlatarak ilk başarısını kazanmıştı... Debussy de önce İngiliz ulusal marşı 'God save the King'in (Tanrı Kralı Korusun) ilginç bir karikatürüyle başladığı Pickwick tasvirini zarif bir şakacılıkla, ironik bir ritimle sürdürür...
No.10 - Canope (Eski Mısır Mezar Vazosu) : 4/4'lük ölçüde, çok sakin ve tatlı bir hüzünle (Trés calme et doucement triste) yorumlanması istenen bu prelüd, majör ve minör tonlarda değişen akorlarla eski bir medeniyetin izlerini lirik bir görünüm oluştururcasına, antik bir hüzünle anlatır... Bir bilmece gibi, çözümü beklenen bu akorlar bazen matemden uzaklaşan küçük, pırıltılı bir ivme de kazanır...
No.11 - Les tiérces alternées (Değişken Üçlüler) : Do Major tonda, 2/4'lük ölçüde, ılımlı canlılıktaki (Modérément animé) prelüdü 1913'te yazan Debussy bunu etütlerine bir ön çalışma olarak düşünmüş... Gamdaki üçlü aralığın her iki elde sürekli ve hızlı değişkenliğiyle, forte'ye de ulaşarak çift sesli toccata tarzında, daha çok izlenimci (impressioniste) şekilde bir prelüd ile bu teknik problemi yansıtmış...
No.12 - Feux d'artifice (Havai Fişekler) : Yine 1913'te yazılan bu 4/8'lik ölçüde ve ılımlı canlılıktaki (Modérément animé) son prelüd, Liszt tarzında virtüoz efektleri içermesine karşın yine şiirselliği ön plandadır... Güç olduğu kadar parlak bir yorum da gerektiren pırıltılı arpejlerle, ışıltılı trillerle, ıslıklı glissandolarla, canlı kadanslarla bu 14 Temmuz bayramının fişeklerini uzaktan ulusal marş Marseillaise'in bölük pörçük yankılarını da duyurarak yansıtır...
...
Durante 'Stile moderno' (modern stil) adını verdiği tarzla, şaşırtıcı disonanslar, seslerin alçalıp yükselmesindeki usta kullanımı, akorların en pes ve en tiz notalarının ve tonaliteye yabancı seslerin işlenişiyle, armonik kontrastlarla ilgi çekmiş, çok verimli bir besteci olmamasına karşın eserlerinde belirli bir ustalık, hattâ virtüozite gözetmiştir... Özellikle aryaları çoğu kez koloratur pasajlar içerir... Bunların en tanınmış iki tanesi de 'Danzi, danzi fanciulla' ile 'Vergin tutte amore' adlı olanlardır... Bir solfej çalışması gibi ustalık isteyen bu aryalara, sözleri ve piyano eşliği 19. yüzyılda yazılmıştır...
...
'Requiem aeternam dona eis, Domine- Ebedi huzuru bağışla Tanrım' sözleriyle başlayan Introitus, müzik tarihinde metinle müziğin uyumu yönünden en başarılı sayfalar arasındadır... Ağır (Adagio) tempoda, 4/4'lük ölçüde, hüzünlü Re minör tonalitesinde, bassethorn ve fagotların özlemli tınısının da verdiği atmosferde dinleyicileri saran Mozart, tiz seslerden (flüt ve obuadan) kaçınmış; trompet, trombon ve davullarla buruk bir hava yaratmış, yaylı çalgıları eşlikte kullanmıştır... 'Et lux perpetua luceat eis- Ve ebedi ışık onları aydınlatsın' bölmesinde tonalite Si bemol Majore dönüşür... Mozart, soprano solonun girdiği 'Te decet hymnus, Deus- Duayı aldığım yerde, Tanrım' bölmesinde ise, eski bir Gregoryen ezgisini kullanmıştır... Yumuşak ve akıcı keman figürleriyle desteklenen sopranodan sonra, sert aksanlı orkestral ritim eşliğiyle koro haykırır: 'Exaudi orationem meam- Duamı duy' seslenişi düş kırıklığıyla doludur... Koro, giriş temasını yeniden alarak kemanın figürlerine karşıt bir parti oluşturur...'
Napoleon Bonapart - Mme de Rémusat
Malmaison 20 Mart 1804
1. Ac3, e5, 2. Af3, d6, 3. e4,f5, 4. h3, fxe4, 5. Axe4, Ac6, 6. Afg, d5, 7. Vh5+, g6, 8. Vf3, Ah6, 9. Af6+, Şe7, 10. Ad5+, Şd6, 11. Ae4+! , Şxd5, 12. Fc4+! , Şxc4, 13. Vb3+, Şd4, 14. Vd3+ mat...
...
Senfoninin 1.Bölümü 3/4'lük ölçüde, Si minör tonda, ılımlı çabukluktaki (Allegro moderato) tempoda viyolonsel ve kontrbasların, herhangi bir girişe gerek olmadan duyurduğu hüzünlü temayla başlar... Bunu, kemanların 16'lık heyecanlı eşliğindeki çok hafif (pianissimo) şekilde obua ve klarinetlerin sunduğu ana tema izler... Hanslick'in 'Melodilerin tatlı ırmağı' diye tanımladığı bölümde dramatik ve lirik unsurların Schubert'e özgü kaynaşımı, klasik sonat formunun unsurlarıyla da bütünleşir... Viyolonsellerin duyurduğu büyüleyici, halk ezgisi benzeri dört mezürlük yeni melodi güzelliği yanında zarifliğiyle de etkiyi arttırır... Bunu da kemanlar oktavla tekrarlar... Bir susuştan sonra çok tutkuyla duyurulan minör kısımla önceki mutluluk silinir gibi olur... Güzel temanın tekrarı da eski mutluluğu geri getirmez... Korkutucu, adeta acı verici bir yükseliş tüm orkestrada duyulur, güçlü zirveye ulaşılır... Sonra müzik yavaşça sönerken ilk tema belirir, derin anlamlı değişimlerle, bir ölüm korkusu gibi yansır... Güzel ezgi bile bu ortamda eski gücünü yitirmiştir...
2.Bölüm 3/8'lik ölçüde, Mi Major tonda, ılımlı hızda ama hareketlice (Andante con moto) tempoda korno ve fagotun, kontrbasların sakin pizzicatosu eşliğinde duyurduğu iki mezürlük temayla başlar... Bunu kemanların pastoral ezgisi izler, tonalite şaşırtıcı karakterde bir dönüşle Sol Majöre geçer... Bu modülasyonlar farkettirmeden yaylı çalgılar eşliğinde klarinete yeni bir tema sunma olanağı sağlar... Tahta üflemeli çalgıların ekolu gibi yansıyan zarif seslenişleri ilgiyle izlenir: Obua buna yeni bir cümleyle cevap verir, ona flüt de katılır... Bunu tüm orkestra mükemmel bir armoni uyumuyla sürdürür... Alışılmış gelişim de parlak ayrıntılarla işlenir... Coda ise melodik güzelliklerle süslenmiş şekilde hülyalı sonu hazırlar...
...
'...tiz sesli çalgıların solo görevini yüklendiği partiler Albert Schweitzer'in deyimiyle, birbirini iç gerilimlere sürüklemekte, ayrılıp birleşmekte ve tüm bunlar sanki anlaşılamayan bir sanat gereksiniminden doğmaktadır...'
...
2. Destan: 14. Runo'da sözü edilen ölümün simgesi olan kuğuyu canlandırır ve 'Tuonela Kuğusu' adını taşır... Aslında önceleri üçüncü destan olan bu senfonik şiirde 'Ölüler Diyarı - Manala' adı verilen Tuonela kapkaranlık, güçlü ve geniş ırmak akıntılarıyla kuşatılmış gizemli bir yerdir... Kuğu, Ölüler Tanrısı - Fin mitolojisinin Hades'i - Tuoni'nin emrinde, dalgalar üzerinde aldatıcı şarkısıyla ölenlerin ruhunu çağırıp dolaşmaktadır... Bu dört destan arasında en başarılısı olan ve 1893'te yazılan Tuonela Kuğusu ağırca ve çok tutumlu (Andante molto sostenuto) tempoda, elejik bir ezgiyle başlar... Davulların yumuşak sesleri ve yaylı çalgıların sürdinli hafif eşliğinde İngiliz kornosu 9/4'lük ölçüde bu çağrıyı duyurur... Zaman zaman kontrbasın katılmadığı yaylılar bu kandırıcı sireni unison olarak vurgular... Geceyarısı güneşinin mat ışığında söylenen bu ezgiye birinci viyolonsel ya da viyola ile - sanki ölümlü bir ruh Tuonela'ya ulaşmış gibi - cevap verilir... Metal üfleme çalgılar uzun bir sessizlikten sonra, sürdinli birinci kornonun kuğunun şarkısının bir kısmının ekolu tekrarıyla canlanır; sonra da müzik doruğa ulaşır (con gran suono) . Bunu yaylı çalgıların yayın tersiyle (col legno) çok hafif (pianissimo) çalışı izler: Kanat tüylerinin hafif hareketini simgeleyen bu gizemli havadan sonra, arabesk motiflerle canlandırılan kuğunun son cümlesi duyulur... Sonra yaylı çalgılar yayı normale çevirerek eseri azar azar ağırlaşan (poco a poco meno moderato) tempoda sona ulaştırırken viyolonselin ezgisi buna katılır...
...
'...Dörtlü'nün önce 6/8'lik ölçüde başlayan, ağır ve tatlı anlatımlı (Andantino, doucement expressif) 3. Bölümü de lied formundadır... Debussy mozaik biçimi varyasyonlarını burada da özgürce kullanmış, viyola ve viyolonsel solo pasajlarındaki benzetimde (imitation) kontrpuan tekniğini denemiştir... Diğer bölümlerle kontrast oluşturan bu bölümün ağır, sanki trans halindeki atmosferinin, 3/8'lik ölçüdeki orta bölmede doruğa ulaşması genellikle eserin en güzel yeri olarak kabul edilir... Bu doruk noktası bestecinin sonradan tamamlayacağı Pelleas ve Melisande'ı da anımsatır...'
3. Bölümde 3/8'lik ölçüde, çok hızlı (presto) tempoda yine fırtına sürer: Ona artık alışılmıştır... Solo kemanın virtüoz kadansları, pırıltılı arpejleri ve büyük dalgaları anımsatan uzun yay çekişleri ilgi toplar... O çağda Barok müzikçilerin gözlerine de hitap eden, nota sayfalarındaki tutti ve solo partilerinin zikzaklarla inip yükselerek boy gösteren sıralanışı, görsel etkiyi de destekler: Güçlü ve canlı akorlarla sona eren konçerto, böylece çalanları da etkiler...
'...operanın uvertürü birçok bakımdan olağandışıdır: Mozart, Barok çağın füg stiliyle klasik çağın sonat biçimini ustaca kaynaştırmış; fügü, kendi tematik yapısının bütünlüğünü bozmadan, şiirsel bir fikirden dramatik bir sona kadar serbestçe ulaştırmıştır... 4/4'lük ölçüdeki uvertür, trombonların üç törensel akorunun duyulduğu ağır bir girişle, ağır (Adagio) tempoda başlar... Operada da, birbirini seven iki gencin bazı sınavlardan geçirilmesi sahnesinde bu akorlar işitilir... Adeta mistik bir gerilim yaratılmıştır... Tema sonat formunda yazılmış olmasına karşın, serbest kontrpuan yapısıyla bir füg şeklinde gelişir... Bu, Adagio'daki 'İlahi Güce Saygı'nın Allegro'daki 'Sonsuzluğa Övgü'ye dönüşmesi anlamına kabul edilebilir... Şarkı söyler gibi (Cantabile) beliren ikinci tema tiz seslerde, bir anlamda kontrpuan olarak iki sevgilinin -Pamina ve Tamino'nun -yumuşak, zarif ve sevecen hallerini yansıtır... Temaların seriminden (exposition) sonra yine üflemeli çalgıların üç akoruyla geliştirime (developpement) geçilir: Sınav başlar... Uvertürün sonunda, orkestra alışılmamış berraklık ve senfonik bir görkemle büyük parlaklığa ulaşır...'
2. Bölüm 2/4'lük ölçüde, ılımlı ama hareketlice (Andante con moto) tempoda başlar; orkestranın pes, buruk, sertçe ve unison (teksesli) anlatımına karşın piyanonun zarif ve dokunaklı ezgisi kudretle yakınışı birleştirir gibidir... Şiirsel unsurların egemen olduğu bu bölümün bir program müziği havası olduğunu, sevgilisi Euridice'yi yeraltındaki karanlık güçlere (tanrılara) kaptıran Orfeus'u piyanonun, tanrıları da orkestranın simgelediğini ileri sürenlerin başında Franz Liszt gelir... Gerçekten de orkestranın sert 'Hayır' cevabı duyulduktan sonra, piyano yumuşak ve ilginç trillerle çok hafif (ppp) sesle iç çekermiş gibi, Orfeus'un acı içindeki motifini -yalvarışını- sergiler...
'...tasvire, anlatıma değil de çağrışıma önem verilen yumuşak dokulu, uyuşturucu, gizemli, bilmece gibi bir havası olan müzik, çok modal olarak bestelenmiştir ve sanki hipnotize eder gibi bir etki yapmaktadır... İlk kez 17 Mart 1900'de solo piyano versiyonunu Blanche Marot'nun seslendirdiği ve ilk orkestra düzenlemesini de 1914'te, ünlü şef Ernest Ansermet'in yaptığı eser, solo flüt ve piyano için de düzenlenmiştir...'
tekno mistik derkene en azından söyleyiş kolaylığı var sevmedim bu şeklini..
...
Sabah hava henüz ağarmamışken soğuk floresan ışığının daha da üşüttüğü bu odada, Bach'ın la minör prelüd-fügünü çalışıyorduk... 'İnsan böyle bir eser yazıp ölmeli' diyordu hocam... Demek ki prelüd-füg yaşamak kadar güzeldi... İçimizde ılık rüzgarlar esiyordu o zaman... Her notayı, ama her notayı, bir su damlası bellemiştik... Hayır, 'Kristaller gibi' derdi o, 'Kristaller gibi dökülmeli! ' Bazen de öfkelenir, makineli tüfek gibi konuşurken yirmi bir cümleyi bir cümlede söylerdi... Bütün bunları 'müzik için' yaptığını hissederdik... Otuz saniyelik bir pasajla iki buçuk saat uğraşır, istediği gibi çaldığımızı görmeden dersi bitirmezdi...
...
...
Müziğin de ötesinde, metafizik bir uzanışı var bu parçanın...
...
-Öte yandan bu fügdeki yorumunuz oldukça yalın... Tema gereçlerini dikkatlice dağıtan, armoni yürüyüşünde merdivenleri aynen uygulayan doğal bir yaklaşım... Hatta bazen romantizm fazlasıyla hissediliyor... Ne dersiniz?
-'Bach'ta romantizm yoktur' diye bir şey söylenemez... Romantik dönemin önde gelen bestecilerinden Liszt'in bu esere boşuna eğilmediğini de düşünmeliyiz... Ancak 'füg'de söz konusu olan, kapalı ve gizli bir romantizmdir... Aynı özellik, 'Air' parçasında, ya da 'Matthesus Passion'un birçok yerinde hissedilmiyor mu? Ben bu 'füg'de, açık söyleyeyim, kendi extralarımı göstermek niyetiyle yorumculuk taslamıyorum... Yapmak istediğim, kendimi soyutlayıp eseri doğal estetiği içinde görüntülemek...
...
'...ilk arya oldukça ilginç bir yapıdadır: Barok müziğin vazgeçilmez temelini oluşturan sürekli bas bu parçada yer almaz... Genellikle bir org veya klavsenle birlikte çellonun seslendirdiği ve tüm eserin altyapısı sayılan sürekli bas partisinn yokluğu oldukça ender rastlanan bir durumdur... Sopranoya eşlik eden obuanın süslemeleri ve yaylı sazların yumuşak tınısı sözleri destekler niteliktedir: Parçada günahkar düşünceler karşısında insanın korkusu ve titreyişi vurgulanır... Böylece bir anlamda insanın dayanaktan yoksun kalması anlatılmak istenmiştir... Sürekli basın olmadığı bir müzik, ayaklarını yere sağlam basamayan bir insan gibidir...'
teknikler tanımsever, newton fiziğinin yerçekiminde ayakları maddeye basan körlerdir. tanımlarında 'dır,dir' den başkası bulunmamakla beraber, bu ek fiiller ile anlamı ve hakikati rapt ü zapt altına almaya ve bir nizam oluşturmaya buna da ilmî disiplin demeye heveslidirler.
mistikler.
garip ve aşık temayülü gösterip kitaplardan aşkı öğrenmeye ve kendi semptomlarını bunlarla müvafık kılmaya uğraşan, kendilerini aşık sanıp, kitaplarda anlatılanlar gibi davranmaya çalışan, modern dünya düşmanı, eskiyi özleyen kimselerdir. aslında kitapların anlattıkları dışında pek aşkla alakalı pek bir fikirleri yoktur. bu aslında o kitapların yazarlarına göredir. çünkü onlar hissederek ve yaşayarak yazmışlar. bizim mistikler ise yazılanları mütaala ve mukayese ile aşk hudutlarına yaklaşmaya çalışmaktadırlar.
mistikler ve teknikler.
belki iki gurup da birbirine özeniyor.
teknikler zihnî dinginliği.
mistikler kalbi zindeliği özlüyorlar.