epeydir yığılı öykülerim bir tarlanın ambarında sen öyküleri bilirsin Şirâze, kısa, uzun, karışık, sade… ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini senin sesinden dinledim sen okurken o öyküleri gençtim, belki güzeldim, ne fark ederdi ki zeki bile olabilirdim, üstelik yine belki hoş, hiçbirinin önemi yokmuş zaten arka planda ön planda, “Allah çirkin talihi versin“ diyenlerin notunu düşelim
böylece lâl rengi mektuplarla yelken açtık lâl olup lâl baktık hiçbir söz bizi iyileştiremezdi artık ömür çok kısaymış meğer birkaç yıl geçince hemen yaşlandık küsmek, hayattan vazgeçmeye denkmiş tabiî ki anladık
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze, şimdi kara görünmüyor gerimizde deniz hırçınlaştıkça dalgalar büyüyor bizi bekleyen bir sahilin olmasını diliyoruz biz denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze
revnakı güzelliğinin tüm zamanlarımı doldurduğunda onulmaz derdin tam orta yerinde kıstırıldığımın idrakinde değildim ve verilmiş bir sözüm vardı ve sözümü verdiğim yerde bekliyordun Şirâze
kimsenin beni tanımadığı yerlerde yaşamayı seviyorum kimseye hesap vermeden insanın yalnızken hata yapmadığını fark ettiğimden beri herkesten köşe bucak kaçıyorum
zaman zaman bir beyaz kelebekti umut avuçlarıma konan hava değişkendi, saat durmuştu dünya tehlikeli bir yerdi beni korkutan
kimseyi umursamadan ve önemsemeden kurulan cümleleri heba etmekten keyif alıyorum içimde bana zarar veren kırgınlıklarım beni gün gün zehirleyen içimi kemiren hatalarım var turnalarım var kırsal bölgelerden şehrime kaçan göçmen kuşlarla dost olup giden çılgın taraflarım var tanıdık olmayan yerleşkelerde bana öyküler yaşatan kanatlarım var sana haber gönderdiğim beyaz güvercinlerim var Şirâze ne sana varan, ne dönüp beni bulan
liman olmaktan yoruldum Şirâze artık ben de ulu orta susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum benim de var ince taraflarım, kırılganım ve benim de var içinden çıkamadıklarım üstelik çok da aşığım
her şey yolunda giderken aslında hiçbir şey yolunda gitmiyor muydu
güçlüymüşüm gibi yapmak artık beni yoruyor Şirâze herkese karşı dimdik görünmek bir çınar gibi dirençli, asırların nöbetinde beklemek kim seçti bu rolü benim için ve ben neden sorgusuz onu üstlendim yok en ufak bir fikrim
Aşk belki, ağlamaktır. Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir. Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda yapraklar ki, bahar kadar taze… ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket bir afet kadar afet… o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze. Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi Ben seni denizlerde aradım, inci gibi Ben seni türkülerde aradım. Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım.
Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’ – ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’ Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini… ben kendi ihtilâlimden endişedeyim. ‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’ edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur
Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu… Ve bir… ve iki… ve üç… ve dört Şiraze. Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık. Geç mi kaldık yoksa? Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık? Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık . Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze. Artık onları hiç kimse okuyamayacak, artık onları hiç kimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiç kimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak. ve bir sürü artık işte. Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.
beklediğimdin sen sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin. Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini, bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini, bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’ anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin.
Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze? Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini… Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere Ve yarık kayanın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece… Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim. Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına
Nice limanlara yanaşacak gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. Üstünden çok zaman geçti bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.
Bu topraklarda, bu coğrafyada, Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan herkes huzur içinde yaşadıkları için Allah'a şükredecek, Türklere ve Türkiye'ye teşekkür edecekler, birgün mutlaka.
epeydir yığılı öykülerim bir tarlanın ambarında
sen öyküleri bilirsin Şirâze, kısa, uzun, karışık, sade…
ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini
senin sesinden dinledim sen okurken o öyküleri
gençtim, belki güzeldim, ne fark ederdi ki
zeki bile olabilirdim, üstelik yine belki
hoş, hiçbirinin önemi yokmuş zaten arka planda
ön planda, “Allah çirkin talihi versin“ diyenlerin notunu düşelim
ya ben anlatamıyorum
ya siz anlamıyorsunuz
ya da biz aynı dili
konuşmuyoruz
aşk belki bilmediğim ya da bilip de bilmediğimi sandığım ya da bilip de bilmezden geldiğim...
satır aralarına bile sığdıramadığım belki, hangi renge boyasam karar veremediğim, içine düşsem bir türlü sevemediğim...
böylece lâl rengi mektuplarla yelken açtık
lâl olup lâl baktık
hiçbir söz bizi iyileştiremezdi artık
ömür çok kısaymış meğer
birkaç yıl geçince hemen yaşlandık
küsmek, hayattan vazgeçmeye denkmiş
tabiî ki anladık
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze,
şimdi kara görünmüyor gerimizde
deniz hırçınlaştıkça dalgalar büyüyor
bizi bekleyen bir sahilin olmasını diliyoruz
biz denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze
revnakı güzelliğinin tüm zamanlarımı doldurduğunda
onulmaz derdin tam orta yerinde kıstırıldığımın idrakinde değildim
ve verilmiş bir sözüm vardı
ve sözümü verdiğim yerde bekliyordun Şirâze
kimsenin beni tanımadığı yerlerde yaşamayı seviyorum
kimseye hesap vermeden
insanın yalnızken hata yapmadığını fark ettiğimden beri
herkesten köşe bucak kaçıyorum
zaman zaman bir beyaz kelebekti umut avuçlarıma konan
hava değişkendi, saat durmuştu
dünya tehlikeli bir yerdi beni korkutan
kimseyi umursamadan ve önemsemeden kurulan cümleleri
heba etmekten keyif alıyorum
içimde bana zarar veren kırgınlıklarım
beni gün gün zehirleyen
içimi kemiren hatalarım var
turnalarım var kırsal bölgelerden şehrime kaçan
göçmen kuşlarla dost olup giden çılgın taraflarım var
tanıdık olmayan yerleşkelerde bana öyküler yaşatan kanatlarım var
sana haber gönderdiğim beyaz güvercinlerim var Şirâze
ne sana varan, ne dönüp beni bulan
liman olmaktan yoruldum Şirâze
artık ben de ulu orta susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum
benim de var ince taraflarım, kırılganım ve benim de var içinden çıkamadıklarım
üstelik çok da aşığım
her şey yolunda giderken
aslında hiçbir şey
yolunda gitmiyor muydu
güçlüymüşüm gibi yapmak artık beni yoruyor Şirâze
herkese karşı dimdik görünmek
bir çınar gibi dirençli, asırların nöbetinde beklemek
kim seçti bu rolü benim için
ve ben neden sorgusuz onu üstlendim
yok en ufak bir fikrim
Aşk belki, ağlamaktır.
Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir.
Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara,
bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara
Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir
Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda
yapraklar ki, bahar kadar taze…
ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket
bir afet kadar afet…
o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze.
Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin
Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi
Ben seni denizlerde aradım, inci gibi
Ben seni türkülerde aradım.
Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım.
Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’
– ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’
Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini… ben kendi ihtilâlimden endişedeyim.
‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’
edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur
Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu… Ve bir… ve iki… ve üç… ve dört Şiraze.
Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık.
Geç mi kaldık yoksa?
Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık?
Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık .
Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze.
Artık onları hiç kimse okuyamayacak, artık onları hiç kimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiç kimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak.
ve bir sürü artık işte.
Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.
beklediğimdin sen
sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin.
Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini,
bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini,
bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’
anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin.
Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze?
Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini…
Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere
Ve yarık kayanın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece…
Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim.
Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara
ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına
kimse insan saymıyor bizi diye
kimse istemiyor bizi diye Şirâze
sığmıyoruz dünyanın bir avuç toprağına
ve bir gün
bıraktığım yerde bulurum seni Şirâze
vermediğimiz sözleri tutarken
En soğuk esprimsin
Bıngıldağını at tepelesin
Herkes sevdiğine şiirler yazıyor
Benimse sevişim şiir
ah yanar döner, a acayipsinnnn ((:
"...Bütünzamanlardan sesleniyor ölüm: A ş k t a n b a ş k a gerçeklikyok. Herşe dünyada olur. S e v i n c i n i z i s e v i n...."
tosbağalar da uçar ((:
Nice limanlara yanaşacak gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. Üstünden çok zaman geçti bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.
insan sevmesini bildiği kadar, sevilmesini de bilmeli!
Bu topraklarda, bu coğrafyada, Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan herkes huzur içinde yaşadıkları için Allah'a şükredecek, Türklere ve Türkiye'ye teşekkür edecekler, birgün mutlaka.
"Sevgi bir çiçekse, saygı onu koruyan saksıdır. Çiçek solmaya başlamışsa dikkat edin, saksı mutlaka çatlamıştır."
-Erich Fromm
karanlığın kaç tonu var bilirim.
derinligin dipsizligini...
bugunsüzlüğü...bu bilgilerle öylece yaşamın orta yerinde kalakalmisligi...bilirim.
Şarkı çok güzeldi Es Elsiyan. Anlamadığım sözler yüreğime dokundu. Çok teşekkür ederim.
Sayın M. küçük İskenderin de dediği gibi " Birlikte olmamıza mesafeler değil, aptallığın engel.