ne var ki tükendi sevilecekler... Ay'ı Gökyüzünü Yıldızları göremez olduk unuttuk toprak kokusunu taşranın tezek kokusu sanayi dumanlarının esiri artık ve deniz mavi değil eskisi gibi Gölleri Güneş yutmuş suların kıvrımlarını toprak çekmiş içine ormanların soluğu tükenmiş yorgun kanatları kelebeklerin baharın rengi solmuş sonbahar susuz kış üşütmüyor eskisi gibi çiçekler dala küsmüş koparan ellere aşık tınısı bozuk aşka bestelenen türkülerin şiirler ölçüsüz ruhsuz ezber samimiyetsizlikte ve ben nefes alıyorum sadece tüketerek...
Nasıl bir yalnızlık ki gözlerindeki karanlık Güneşi içine hapsetmiş sanki bir tuzak bir yaprak gibi muhtacım dalında tutunmaya özlerken seni bir adım bile sanki uzak...
Çok sıkı takipçilerim ve gece gündüz beni gizliden gizliye her adımımı takip eden sevgili hayranlarım her cümleme “Dislike” attıkça daha bir mutlu oluyorum… Halet-i ruhiyem bu…
Bir ışıltılı, şatafatlı saraydan yıkık dökük bir kulubeye sığınmış sıkışmış gibiyim... Öylesine korkuyor, çekiniyor, öylesine utanıyorum... Sevgili, Düşünceli ve hüzünlüyüm. Başım önde... Zayıfım... Güçsüzüm... Sadece susuyorum... Eğer bir büyüklük eder gelirsen kapıma ve rahatlatırsan beni birkaç yumuşak cümle ile açarsan beni, bu senin büyüklüğün... Yoksa halim ayan... Dilsizim... Ruhum perişan... Sevgili...
Aşk, masmavi bir denizde süzülen bembeyaz bir kuğudur. Nazenin bi bakıştır, cilvedir, nazdır... Tatlı bir gülüştür... Dudakların şerbeti güzel bir şiirdir... Mevsiminde, dalında bir tomurcuk güldür... Ormanın içinde bir berrak göldür... Aşk, bir sabah beklenendir... Herkese nasip olmaz, Aşk...
Yazdıkları, çizdikleri ve söyledikleriyle bu dünyaya ait değilim sanki... Ben söyleyince iğreti duruyor sözcükler... Ben yazınca göze batıyor cümlelerim... Ben gelince problem, ben gidince daha büyük problem...
Ne yapacağımı bilemez halde "Inception" filminde araftaki adam gibiyim...
Geleceğe olan ümidimle, gözlerim ufka çakılı... Matah bir şey değil intihar ve kıymayacağım canıma... Olsun... İçim yangın yeri ve tam bir adanmışlıkla bekliyorum... Gün batmak üzere Ve Bana nefes üfleyecek bir deniz gözlü maralın ayak seslerini duyar gibiyim...
ne var ki tükendi sevilecekler...
Ay'ı Gökyüzünü Yıldızları göremez olduk
unuttuk toprak kokusunu
taşranın tezek kokusu sanayi dumanlarının esiri artık
ve deniz mavi değil eskisi gibi
Gölleri Güneş yutmuş
suların kıvrımlarını toprak çekmiş içine
ormanların soluğu tükenmiş
yorgun kanatları kelebeklerin
baharın rengi solmuş
sonbahar susuz
kış üşütmüyor eskisi gibi
çiçekler dala küsmüş koparan ellere aşık
tınısı bozuk aşka bestelenen türkülerin
şiirler ölçüsüz ruhsuz ezber samimiyetsizlikte
ve ben
nefes alıyorum sadece
tüketerek...
Kaşın, kirpiğin herkesin malumu...
Saçların, batıp çıkan balıklar...
Benimkisi yılların yorgunluğu
Benimkisi bataklıklar…
Katı, sıvı, gaz...
Maddenin üç hâli var...
Benimse hâlet-i ruhiyem, Nâr !
Tek rengine, tek sözüne umudu sığdıramam,
Çünkü hayat düz bir çizgi değil, üzülüyor da insan,
Kırıklarını aldırdım kalbimin,
İyileşiyoRuhum...
Güneşin sarısında, denizin mavisinde
Yaprağın yeşilinde, karın beyazında umut,
Kokusu dağlar ardında olsa da
Rengarenk ruhum...
Yabana atma içindeki umudu,
Gün gelir yine o diriltir ruhunu
Güneşe, yıldıza, aya uzanır da
Yüreğine varamayan bir haleti ruhiyedeyim...
Tam ümidi kesecekken, yeni tohumlar filizleniyor toprağımda. Ben de kendimin ellerinden tutup, tekrar kalkıyorum ayağa...
Bilmem ki, nicedir halim?
Nasıl bir yalnızlık ki gözlerindeki karanlık
Güneşi içine hapsetmiş sanki bir tuzak
bir yaprak gibi muhtacım dalında tutunmaya
özlerken seni bir adım bile sanki uzak...
Hani derler ya icimde kelebekler ucusuyor iste oyle birsey
bütün inatçı zor lekeleri bulaşık makinesi parlatıcı ile silinmiş halı gibi, üsten bakınca pırıl pırıl, altı çürümeye çeyrek kalmış......
Ruhum halim dünden kalan umudu taşımakta
Her geçen gün artmakta
Atlas bile bilmez bu yükü
kabullenmiş...
çekmeyip napacan mecbur.....
kaplumbağa hala ölmedi hala asfaltta......
ağustos sıcağında asfalta yapışmış kaplumbağa gibi ne ileri ne geri....
Sevgili, sen geldin de yanıma, gölge;
Çıktın da dalıma, meyve mi vermedim…
Ben, senin içinim…
Ben, her geçen gün
Salim bir kalple, sana yürekten inandıkça,
Sen daha katmerli gavurlaşıyorsun bana…
ölmek istiyorum
Güneş gibisin ruhumu aydınlatan... Hayatım sana bağlı... ve üstelik cayır cayır yakıyorsun...
Ama imkansız...
Ulaşamıyorum sana...
Çok sıkı takipçilerim ve gece gündüz beni gizliden gizliye her adımımı takip eden sevgili hayranlarım her cümleme “Dislike” attıkça daha bir mutlu oluyorum… Halet-i ruhiyem bu…
Bir ışıltılı, şatafatlı saraydan yıkık dökük bir kulubeye sığınmış sıkışmış gibiyim...
Öylesine korkuyor, çekiniyor, öylesine utanıyorum...
Sevgili,
Düşünceli ve hüzünlüyüm. Başım önde... Zayıfım... Güçsüzüm... Sadece susuyorum...
Eğer bir büyüklük eder gelirsen kapıma ve rahatlatırsan beni birkaç yumuşak cümle ile açarsan beni, bu senin büyüklüğün...
Yoksa halim ayan...
Dilsizim...
Ruhum perişan...
Sevgili...
yanlış insanlarla olmaktansa yalnız insan olmayı yeğlerim
Aşk, masmavi bir denizde süzülen bembeyaz bir kuğudur. Nazenin bi bakıştır, cilvedir, nazdır... Tatlı bir gülüştür... Dudakların şerbeti güzel bir şiirdir... Mevsiminde, dalında bir tomurcuk güldür... Ormanın içinde bir berrak göldür...
Aşk, bir sabah beklenendir...
Herkese nasip olmaz, Aşk...
Ey gönül,
Arsız olma
Bu kadar gamsız olma
Biraz yan, biraz piş, biraz yetiş...
Baksana Yunus Emre’ye
Aşkın dergahına eğri odun götürmemiş...
Yazdıkları, çizdikleri ve söyledikleriyle bu dünyaya ait değilim sanki...
Ben söyleyince iğreti duruyor sözcükler...
Ben yazınca göze batıyor cümlelerim...
Ben gelince problem, ben gidince daha büyük problem...
Ne yapacağımı bilemez halde "Inception" filminde araftaki adam gibiyim...
Geleceğe olan ümidimle, gözlerim ufka çakılı... Matah bir şey değil intihar ve kıymayacağım canıma... Olsun... İçim yangın yeri ve tam bir adanmışlıkla bekliyorum...
Gün batmak üzere
Ve
Bana nefes üfleyecek bir deniz gözlü maralın ayak seslerini duyar gibiyim...
Kopan modülleriyle uzay boşluğuna sürüklenen mekik gibiyim… Gittikçe azalan, sessizleşen, uzak ve yalnız…
Göğe sığmıyorum ki, yerde nefes alayım.
bir karınca gibi ruhum, gördüğü her çerçöpte yön değiştiriyor.
öyle ki yersiz yönsüzüm...