Dunyanin fizik yasalarinin zorunlu sonucu olarak meydana gelmis olup gunes etrafinda döndugunu, insanin biyoloji yasalarinin zorunlu sonucuyla evrimleserek olusup gelistigini, sosyolojik yasalar geregi feodalizmin yikilip yerini kapitalizme biraktigi gibi kapitalizmin de yikilip yerini komunizme birakacagini ve daha birçok gercegi bilim ortaya koymustur. Hem de dinciligin ve dincilerin sayisiz ve kuvvetli engellemelerine ragmen! Ayni bilim ve bilimin isiginda emekçi insanin yuruttugu ve yurutecegi mucadeleyle her çesitten milliyetçilik ve milliyetçilere ragmen bir gerçek daha inkar edilemezcesine ortaya konulmaya devam edecektir. O da Kürtlerin, Kürt ulusunun, Kürdistan'in, Kürt tarihinin, Kürt toplumunun, Kürt ulusal ve genel-toplumsal haklarinin, Kürt kulturunun ve Kürt uygarliginin varliginin ve kadimliginin gercegidir! Kürt ulusunun Kendi Gelecegini Belirleme Hakki'ni kullanip yerine getirecegine butun insanlik taniklik edecektir! Lakin her sey gibi bu da elbette zaman meselesidir!
Kürt ırkı diye bir ırk yoktur ki Tarihleri olsun. Kızıldereliler nasıl Türk soyundan gelmişlerse..Kürtlerde Türk soyundan gelmişlerdir. Dünyadaki tüm türklerin Anavatanları Orta Asyadır. Orta asyada yaşarken nevruz kutlanırdı, nevruzu kutlayan tabiata hayvanlara saygı duyan tek ırk Türklerdir, Nevruzu sadece Kürtler kutlamaz, Oğuzlar,Uygurlar, Kazaklar, Çeçenler, Azeriler, Özbekler, Hunlular, İskitler, avarlar, Türkmenler, Kırgızlar, Moğollar, hatta Kızıldereliler, bunlardan Oğuzları ele alsak 24 boydan meydana gelirler...Kızıldereliler deseniz en az 15 kabileden meydana gelir.. Gelelim dil meselesine her boy her kabile gittikleri coğrafyada öz dilleri dışında çevrelerindeki komşularıdan etkilenip onların dillerini de öğrenip, zaman içinde diller zenginleşmiş fakat yozlaşmıştır. öz dillerini koruyamamışlardır. Kürtler de Oğuzların boylarından birirdir, Orgun abidelerinde yazar '' Kürt ilinin hanı Alp Urungunun altın okluğını belime bağladım'' ben kısa kesiyorum, Aynı şey kitabelerinde de var. Türklerde bir adet vardır, Türk olmayan hiç kimse Türk boyuna Bey olamazdı. Alp Urungu da Kürtlerin beyiydi. Birk kere Mantık Yürütün, TÜRK-KÜRT ikiside aynı harflerden meydana gelmiş, bu kadar benzerlik hangi boyda var. Üstelik 1000 yıldır aynı ülkeyi aynı bayrağı aynı dini aynı kültyürü paylaşıyoruz Kız alıp kız vermişiz. Gelelim PKK meselesine..PKK asaladan sonra kurulmuş bir ermeni örgütüdür Aponun anası türk babası ermenidir.amaçları türkiyede türk ve kürt halkını birbirine kırdırıp BÜYÜK ERMENİSTANI kurmaktır. PKK nın örgütü Ermeni, kürt, yunanlı, rus, hollandalı, danimarkalı iranlı ıraklı suriye içinde bulunan ermeni militanlardan oluşmuştur.. TÜRK KÜRT Kardeştir PKK ERMENİ Kalleştir.
En komik seylerden birisi, kürtlerin Anadolu'ya Türklerden evvel gelmis olmasi iddiasidir. Ki bu iddia dogru ise, kürtler hristiyandir. Çünkü Selçuklular gelmeden önce Roma imparatorlugunun ikiye bölünmesinden olusmus olan Bizans topraklarinda, Bizans'in müslüman bir tebaasi yoktu. Eger Selçuklulardan önce zaten Anadoludaydik diyorsaniz, Bizans'in hristiyan ahalisi olmus olmaniz gerekir. Ki siz buna da evet der hristiyanligi kabul edersiniz, Túrklerden evvel Anadoludaydik iddiasinda bulunabilmek için, fakat bu seferde baska konu olur yine kivirirsiniz, biz Túrklerden önce müslümandik dersiniz.
Simdi eger Türklerden evvel müslüman idiyseniz, Bizans'in elinde olan Anadolu'da olmus olamazsiniz, çünkü Bizans müslüman azinlik güruh kabul etmiyordu topraklarinda.
Kürtlere hala tarih uydurulamadi, devlet kurmayi bilmediklerinden, sürekli aileler súlaleler arasi eften püften mevzular için barbarliklar yapip birbirini öldürmek ve kan davasi güdüldügünden.
Fakat üzülmeyin, dünyanin Türk düsmani tüm milletleri elbirligiyle size tarih uydurmaya çalisiyorlar. 2015'e yetismedi ama 3015'te kürt tarihi tamamlanacak, Holywood olmasa, Bollywood, o da olmadi Kro-wood kurulur, Los Angeles'in ermenileri sponsor olur, bulunur cani birseyler.
Asurlar'i kürt yapamadik, çünkü paradokslar çikti ortaya, ee dedik, Asur'la savasmis olan Kommagene'yi kürt yapalim, ee tevekkeli degil, Kommagene'de hep eski yunanca adlar var, kürt yapilamiyor Antiokhos'lar Mitridat'lar...
Med'leri kürt yapalim dedik, Pers'ler kiziyor.
Durun bulucaz, olmadi evrim teorisinin maymun tekamül sistematiginden birseyler bulucaz, er geç bulucaz sakin olun.
aslında burada şu gerçekleri hiç fark edemiyoruz. dünyada etnik gruplaşmanın kime ne gibi bir faydası olabilir.bakın arkadaşlar zaten en büyük yanlış özümüzü bilmemekten geliyor.ben şahsen lazım hemde mohdi lazım.ama şunu da kabul ediyorum türkiye devletinin vatandaşıyım.kürt kardeşlerim şunun farkına varamıyoruz bir türlü türkler müslüman mı evet kürtler müslüman mı evet.ee daha niye yiyoruz birbirimizi.hah işte burda bazı unsurlar devreye giriyor. 1) biz birbirimizi yiyecez ve allah korusun bölünecez ki sonra batılı devletlerde bizi yesin. 2) bizi bölmek istiyorlar çünkü türk ve kürt kardeş oldukça bizi asla yiyemezler. şimdi kürt kardeşlerime şu soruyu soracağım: KÜRT KARDEŞLERİM DİYELİM Kİ KÜRT DEVLETİ KURULACAK.TAAMAM EYVALLAH.EYVALLAH DA SONRA NE OLACAĞINI SİZE MADDE MADDE ANLATAYIM. 1) ŞU AN SİZE DESTEK OLAN VE TÜM LOJİSTİK UNSURLARINIZI SAĞLAYAN ABD VE İSRAİLİN SEÇTİĞİ BİR BAŞBAKAN KÜRDİSTANDA YÖNETİMİ ELİNE ALACAK. 2) HANİ DEVLET OLURSAK DOĞU ANADOLUDA BOLCA BULUNAN PETROLÜ KULLANARAK ZENGİN BİR ULUS OLURUZ DİYORSANIZ YANILIYORSUNUZ.TAM BİR HAYAL.ABD O BÖLGENİN PETROLÜNÜN ANCAK 100/1 İNİ SİZE YEDİRİR. 3) ABD VE İSRAİL SİZİ ORTADOĞU ÜLKELERİNE KARŞI MAŞA OLARAK KULLANIR. 4) ŞU AN Kİ GELİR SEVİYESİNDEN ÇOK DAHA İYİ BİR GELİR SEVİYESİNE TIRMANACAĞINIZ DA TAM ANLAMIYLA BİR RÜYA. 5) ZATEN KÜRT NÜFUSUNUN YOĞUNCA YAŞADIĞI DİYARBAKIR.MARDİN BİNGÖL HAKKARİ ŞANLIURFA VS....İSRAİLİN VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR HARİTASI İÇERİSİNDE.YANİ BİZİ BÖLDÜKTEN SONRA SİZİ ORADA RAHAT BIRAKMAYACAKLAR. 6) BİR ZAMAN SONRA FENA ŞEKİLDE KANDIRILDIĞINIZI ANLAYACAK(ŞU AN IRAKIN DURUMU GİBİ) AMA İŞ İŞTEN GEÇMİŞ OLACAK.
KARDEŞLERİM UNUTMAYIN BİZ BİR BÜTÜNÜZ.EĞER BİZ BİRBİRİMİZDEN BU BATILI ŞER ODAKLARI YÜZÜNDEN KOPARILIRSAK BİZİ RAHATLIKLA YUTARLAR.ZATEN AMAÇLARIDA BU YA BÖL PARÇALA YOK ET.BİZ BİRLİK OLDUĞUMUZ SÜRECE BİZE KİMSE KARŞI KOYAMAZ AMA ALLAH KORUSUN BİR BÖLÜNÜRSEK EYVAH OZAMAN ÇOK ARARIZ BU DEVLETİ VE BU TOPRAKLARI.
Kürtlerle ilgili yazıldığı bilinen en eski eser Ebu'l-Hasan el-Medaini(M:Ö840) tarafından kaleme alınmış ve islam'ın yayılmaya başladığı dönemde,Kürtler ve İslam ordusu arasında meydana gelmış olan savaşları anlatan el_Qila' Wel-Ekrad (Kaleler ve Kürtler) isimli eseridir.
'Wilson ilkelerini bağımsızlık bildirisi gibi yorumlayan azınlıklardan Ermeniler ve Kürtler bu ilkelerden cesaret alarak Osmanlı'dan toprak talebinde bulunmuşlardı.
Esasen, Ermeniler ve Kürtler sürekli mücadele halinde olmalarına rağmen 'bu uğurda' nedense birlikte hareket etme kararı almışlardı!
Ermeni lideri Bağos Paşa ile eski Stokholm Büyükelçisi Kürt Şerif Paşa 20 Aralık 1920'de Paris'te ortak bir bildiri yayınlayarak, bu bildiriyi Paris Barış Konferans'ına sunmuşlardı. Bildiride çıkarları ortak olan iki ulusun kendilerine uzun zamandan beri 'zulm eden' Türklerin boyunduruğundan kurtulmayı ve bağımsız olmayı istedikleri söylenerek, bağımsız bir Kürdistan ve Ermenistan devleti kurularak, büyük devletlerden birinin koruması altına verilmesi talebinde bulunulmaktaydı.'
Leach(2001:92-93) aşiretle rarasındaki çatılmaları,toplumsal kenetleşmeyi sağlayan ve başka gruplara karşı besledikleri ortak düşmanlık duyguları sayesinde aralarındaki cemaat birlikteliklerini güçlendiren bir tutunum aracı olarak değerlendirilmektedir.
Geçmişte yoğun olarak görülen aşiretler arası çatışmaler Kürt folklorunu da derinden etkilemiştir.Dengbejlerin söylediğ,aşiretler arası savaşları ve bu savaşlardaki,özellikle aşiret reislerinin göstermiş olduğu yiğitlikleri anlatan pek çok klam(kılam) örneği vardır.
benim anlamadığım 5000 yıllık bir kürt tarihi varya bu 5000 yıllık bir kürt tarihinden sadece 1 yıllık tarihini yazarmısınız bana tez olarak değil kaynak olarak gösterirseniz sevinirim olmayan bir tarihi savunmayın mümkünse
Çağdaş Eğitim Vakfı’nın, “Baba beni okula gönder”,” Haydi kızlar okula” kampanyalarının, Türkler için ve Kürtler için anlamları çok çok farklıdır. Köy Enstitüleri de Türkler için ve Kürtler için farklı anlamlar ortaya koyar. [[ Bide bunun nasıl bir farklılık gösterdiğini söylermisiniz rica etsem
Dersim yöresinde ve çevresinde yaşayan Kürt halkı Zerdüşt inancının kurallarını hala uygulamakta bu inançlarını,Bektaşilik,Alevilik ve şia şekilleri altında korumaktadır.Günümüzde bile İslam'ın çıkış ülkesi olan Suudi Arabistan da dahil,hiç bir İslam ğlkesinde müzikli,rakslı bir ayin geleneği mevcut değildir.
Evet ismail beşikiçi bu yazısında herşeyi çok güzel açıklamış gerizekalı olmayan anlar. ve bir çok önemli noktaya parmak basmıştır. Tabi oda hemen vatan haini ilan edilecektir.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumlar, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, örneğin Bulgaristan’daki, Batı Trakya’daki, Kıbrıs’taki, Kerkük’teki Türklerin asimle edilmelerine, asimile olmalarına kesinlikle karşılar. Bunun gerçekleşmemesi için her önlemi alıyorlar. Ama, Kürtlerin Türklüğe asimile edilmeleri konusunda da yoğun çabalar sarf ediyorlar.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski Başkanı, kısa bir süre önce vefat eden Prof. Dr. Türkan Saylan hakkında, ölümünden sonra çok övücü yazılar yazıldı. Profesör Saylan’ın çabaları erdem, çağdaşlık, ezilenlerin yanında yer alma gibi kavramlarla değerlendirildi. Profesör Saylan, 1960′ larda, 1970′ lerde, 1980′ lerde, Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde cüzam hastalığıyla ilgili taramalar yapıyormuş. Bu taramalar sırasında, kız çocuklarının, aileleri tarafından okulu gönderilmediklerini fark etmiş. Bunun için çareler aramış. Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği, 1989′ da bu arayışlar doğrultusunda kurulmuş.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, özellikle Kürt kız çocuklarını okutabilmek için okullar, pansiyonlar kuruyor. Çocuklara burslar dağıtıyor. 2000′ li yılların ortalarında, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalarla, bu proje destekleniyor. Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) lar erkek-kız bütün Kürt çocuklarına eğitim verirken, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, daha çok Kürt kız çocuklarını hedef alıyor. Devlette, “anadil anadan öğrenilir. O bakımdan geleceğin annelerini, bugünkü çocukları Türklüğe asimile etmek çok daha önemlidir” şeklinde bir bilgi var. Bu bilgi doğrultusunda Kürt kız çocukları, birinci planda hedef alınıyor. Evlerinden, ailelerinden, koparılarak bu okullara, pansiyonlara yerleştirilen çocukların Türk dili ve kültürü içinde yetiştirildiği, Kürtçe”nin yasaklandığı, böylece, Kürt dilinden ve kültüründen koparılmaya çalışıldığı açıktır.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar Okula” kampanyalarının düşüncesi ve eylemi Kürt sorunundan kopuk bir şekilde, Kürt sorununa hiç gönderme yapılmadan dile getiriliyor. Bu süreçte, Kürtler konusunun bilinçlere çarpmaması için ciddi bir çaba sarf ediliyor. ÇYDD’nin yoksullardan, ezilenlerden yana tavır koyduğu vurgulanıyor. Yoksul kesimlerin kız çocuklarının eğitimi için gayret sarf edildiği belirtiliyor.
Türk düşüncesi, bu çabaları erdem olarak değerlendiriyor. Bu yoksul kesimlerin daha çok Kürtler olduğu çok açıktır. Ama, örneğin Kürtlerde, yoksulluğun neden yaşandığı ise hiç irdelenmiyor.
ÇYDD ve eski genel başkanı hakkında şu şekilde, temel bir soru sorulabilir. Profesör Türkan Saylan, Kürtlerin yaşadıkları alanlarda cüzam taraması yaparken, ailelerin kız çocuklarını okula göndermediklerini fark ediyor. Ve bu olumsuzluğu giderme doğrultusunda uğraş veriyor. Peki, Profesör Türkan Saylan, cüzam taraması yaptığı bu bölgelerde, Kürtçe’nin yasaklandığını, devletin, Kürtleri, özellikle Kürt çocuklarını asimile etmek için, çok yoğun bir çaba içinde olduğunu neden fark etmiyor? Halbuki, Kürtçe’nin yasaklanması, her tarafta Türk dilinin ve kültürünün egemen kılınması daha görülür bir olay değil mi?
Kürtlerde, yoksullaşmanın neden yaşandığı, neden sürüp gittiği irdelenmesi gereken bir olaydır. Bu olay, ağalıkla, şeyhlikle, aşiretle vs. açıklanamaz. Çünkü bu kurumları destekleyen, bu kurumlara kan veren, can veren devletin bizzat kendisidir. Bu çerçevede koruculuk, devletin ısrarla ayakla tutmaya, can vermeye çalıştığı bir kurumdur. Bu çerçevede, YİBO’lar, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumların, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” kampanyaları ne işe yarıyor? Bunların işlevi nedir? Bu, devletin uyguladığı asimilasyon programına katılmak, devletin yapamadığını, “sivillik” görüntüsü altında daha iyi yapmak anlamına gelir. Devletin, Kürtlere karşı, temel bir politika olarak uyguladığı asimilasyonu sivil toplum örgütleriyle desteklemek… Yapılan budur. Erdem denen, çağdaşlık denen, ezilenlerden yana olmak denen süreç budur.
Şöyle düşünelim: 1985-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa karşı isim değiştirme kampanyası vardı. Bulgaristan yönetimi, Türklerin Türk isimlerini bırakmalarını, Bulgar isimleri almalarını dayatıyordu. “Bulgar isimleri alırsanız, Bulgaristan Komünist Partisi’nde ve Bulgaristan devlet bürokrasisinde hızla yükselirsiniz. Aksi halde, yani Türk isimlerinizde ısrar ederseniz, günlük yaşamda çok büyük güçlüklerle, çok ağır sorunlarla karşılaşırsınız…” diyordu. Diyelim ki, Türkler isimlerinde ısrarlı oldular. Bulgar isimleri almayı reddettiler. Devletin bu baskı politikaları yüzünden fakirleştiler. Çocuklarına gerekli ilgiyi gösteremediler. Onlara eğitim veremediler. Bu ilişkiler ağında, Bulgaristan yöneticileri bu çocukları toplayıp kendi kurduğu okullarda eğitmeye başladı. Çocuklara burslar vermeye başladı. Şüphesiz, Bulgar dilini ve Bulgar kütürtünü esas alan bir eğitim, Türk dilini ve Türk kültürünü unutturmaya çalışan bir eğitim. Bu eğitim sağlıklı bir eğitim midir? Bu eğitim aydınlık getiren bir eğitim midir? Bu eğitimde erdem var mıdır?
Bulgaristan’da yaptırımlar şüphesiz gerçekleşmedi. Türkiye’nin ve dünya devletlerinin, uluslararası kurumların, insan hakları örgütlerinin eleştirileri, suçlamaları karşısında, Bulgaristan geri adım attı. Türklerin asimilasyonu politikasını, uygulamaları durdurdu. Bugün Türk azınlığı Bulgaristan’da, Türk olarak iktidar ortağıdır. Türkiye’de Kürtlerin asimilasyonuna yönelik politikalar, uygulamalar ise, yoğun bir şekilde sürdürülüyor.
Bulgaristan’ın geri adım atmasında Türkiye’nin evrensel değerleri savunmasının yanında, uluslararası politikada, uluslararası örgütlerde, Türkiye’nin arka çıkılan bir devlet olmasının rolü büyüktür. Kürtlere karşı uygulanan asimilasyon politikasının sürüp gitmesindeyse; Kürtlerin, Kürdistan coğrafyasının bölünmesinin, parçalanmasının ve paylaşılmasının büyük rolü vardır. Bu, Kürt toplumunu çürütmüş, Kürtleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını arttırmıştır.
Kürtlerin ve Kürtçe’nin inkarı, köylerin yakılması, yıkılması, temel geçim kaynaklarının tahribi, onbinlerce Kürt ailesinin yerlerini-yurtlarını, evlerini barklarını terke zorlanmaları, binlerce kişinin “faili meçhul” cinayetle yok edilmesi sürecinde yoğun bir yoksullaşma meydana gelmiştir. Ailelerin terke zorlandıkları alanlarda, su da var, toprak da var. Fakat aileler koruculuk dayatmaları nedeniyle buraları terk etmek zorunda kalmışlar. Bu alanlara dönemiyorlar. Şehirlerin varoşlarında yoksul bir yaşam, başkalarına muhtaç bir yaşam sürdürüyorlar. İşte, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi sivil toplum örgütleri, “Baba beni okulu gönder”, “Haydi kızlar okula” kampanyaları bu mağdur Kürt ailelere, bu ailelerin çocuklarına, özellikle kız çocuklarına bu noktada sahip çıkıyorlar. Böyle bir eğitimde temel amaç asimilasyondur. Devletin asimilasyon uygulamalarına katkıdır. Bu süreçte erdem yoktur, çağdaşlık yoktur, ezilenlerden yana olma durumu yoktur. Eğitimin verimli olması anadilde eğitim yapıldığı zaman gerçekleşir. Kürtçe’yi yasaklayarak, Kürtleri ve Kürtçe’yi aşağılayarak, Kürt kültürünü yasaklayarak, Türk dilini ve kültürünü egemen kılarak gerçekleştirilen bir eğitimde çağdaşlık yoktur. Eğitim çocukların yetişmesinde elbette çok önemli bir kurumdur. Eğitime karşı çıkmak söz konusu olamaz. Ama, asimilasyona yönelik bir eğitimin de sorgulanması gerekir.
Bulgaristan’da yaşanan süreç ile Kürtlere uygulanan politikaların niteliği arasında çok önemli farklar da vardır. Bulgaristan, Osmanlılar döneminde, 13. yüzyılın sonlarında, fethedilmiş bir ülkedir. 19. yüzyıl sonunda, bağımsızlık mücadelesi sunucunda, bağımsız Bulgaristan devleti ortaya çıkmış, fetihle birlikte, oralara yerleştirilen Türklerin bir kısmı da Anadolu’ya dönmek durumunda kalmıştır. 1912 Balkan Savaşı’ndan sonra bu süreç hızlanmıştır. Bugün hala Bulgaristan’da yaşayan Türkler geri dönmeyen Türklerdir. Kürtler ise, İsa’dan önceki asırlardan beri, diyelim İsa’dan önce 4000′ lerden beri kendi ülkelerinde, Kürdistan’da yaşıyorlar. Türklerin Ortadoğu’ya, Anadolu’ya gelmeleri ise onbirinci yüzyıldır. Türkler, ancak bin yıldır buradalar.
İnsanlaşma Yukarıda 1985-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da, oradaki Türk azınlığa yönelik isim değiştirme operasyonlarından söz edilmişti. Bu operasyonlar, Türkiye’de, devlet ve sivil toplam kurumları tarafından, çok yoğun bir şekilde eleştirildi, suçlandı. Devlet, hükümet, üniversiteler, yargı organları, TBMM, basın, operasyonları şiddetle eleştirdiler, suçladılar. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, gibi kurumlar, bu eleştirileri devamlı yaptılar. Siyasal partiler, sendikalar, spor kurumları, eleştiri ve suçlama sürecinde aktif olarak yer aldılar. Bu kurumlar, Bulgaristan’daki Türklerin isimlerinin değiştirilmesine, onların Bulgarlığa asimile edilmelerine şiddetle karşı durdular. Bulgaristan yönetimi, emperyalist olmakla, sömürgeci olmakla, faşist, gerici, çağdışı olmakla, suçlanıyordu. Türklerin bu operasyonları asla kabul etmeyecekleri vurgulanıyordu. Türk isminden vazgeçip Bulgar ismi alan bazı görevliler “hain” olmakla suçlandı.
Bulgaristan’daki Türk azınlığın asimilasyonuna karşı çıkanlar, bunu engellemek için her önlemi alanlar Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu için yoğun bir uğraş içindeler. Devlet, hükümet, TBMM bu konuda her olanağı kullanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda yoğun çabalar harcamaktadır. Üniversitelerin, yargı organlarının, hukuk kurumlarının, basınının bu konudaki gayretleri büyüktür. Sivil toplum örgütleri devlet ve hükümetle birlikte, aynı doğrultuda çok yoğun çaba sarf etmektedir. Devletin ve hükümetin yapamadığını yapma hırsı içindedir.
Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu konusunda okul, şüphesiz çok önemli bir kurumdur. 27 Mayıs Darbesi”nden sonra, (1960) yaşama geçirilen Bölge Yatılı İlkokulları’yla, asimilasyon sistematik bir uygulama haline getirilmiştir. Günümüzde uygulanan, Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’yla (YİBO) bu uygulama daha da geliştirildi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Derneği gibi sivil toplum örgütleri, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, devletin düşüncesini ve amacını gerçekleştirmede önemli rol aldılar.
İşte insanlaşma bu noktada beliriyor. İnsanlaşma nedir? İnsan nasıl insan olur? İnsan ne zaman insan olur? İnsanlaşmanın, insan olmanın ölçütü nedir? Bu konudaki temel ölçü, insanın kendisi gibi insan olanlara yaptığı muamelede ortaya çıkar. Devlet ve hükümet, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumlar, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, örneğin Bulgaristan’daki, Batı Trakya’daki., Kıbrıs’taki, Kerkük’teki Türklerin asimle edilmelerine, asimile olmalarına kesinlikle karşılar. Bunun gerçekleşmemesi için her önlemi alıyorlar. Ama, Kürtlerin Türklüğe asimile edilmeleri konusunda da yoğun çabalar sarf ediyorlar. Düşüncenin ve davranışın çifte standartlı olduğu açıktır. İnsanlaşma ölçütü açısından bu süreçleri nasıl değerlendirmek gerekir?
Bu olay bize, Türk düşüncesinin, Kürt sorunundan ne kadar kopuk olduğunu da gösteriyor.
Yazarlar, aydınlar, Kürt sorununu biliyorlar. Ama bazı temel toplumsal süreçleri Kürt sorunuyla birlikte analiz etmekten, analize Kürt sorununu, Kürt olgusunu katmaktan kaçınıyorlar. Sanki böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu’nun, “Saylan ve ÇYDD’ye Yapılan Saldırı” (Cumhuriyet, 21 Mayıs 2009 s.2) ve Prof. Dr. E. Fuat Keyman’ın, “Erdemli Vatandaşlar Ölmez” (Radikal İki, 24 Mayıs 2009 s. 5) yazıları bu bakımdan dikkate değer.
Halbuki bazı temel olgular Türkler için ve Kürtler için çok farklı anlamlar ifade etmektedir. Örneğin Lozan Antlaşmasının Türkler için ve Kürtler için anlamı aynı mıdır? Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Çağdaş Eğitim Vakfı’nın, “Baba beni okula gönder”,” Haydi kızlar okula” kampanyalarının, Türkler için ve Kürtler için anlamları çok çok farklıdır. Köy Enstitüleri de Türkler için ve Kürtler için farklı anlamlar ortaya koyar.
Son dönem Kürt tezlerinde Azerilerin ve Şah İsmail’in Kürt olduğu noktasına gelinmiştir. Oysa ki deminde söylediğim gibi Şah İsmail’in dayandığı tüm kabileler Ustaşlı, Varsaklı, Rumlu Türkmen kabileleridir. Ve tüm şiirleri Türkçe’dir. Ve kendisi de anne tarafından dört kuşak boyunca sürekli Akkoyunlu soyundan gelmiştir. Keza Şah Tasmaph da anne tarafından aynı soydan, Uzun Hasan soyundan gelmektedir. Bu boyutuyla bakıldığı zaman çarpıtmanın hangi boyuta geldiğini görmek mümkün olmaktadır.
Şerefhan’da da bu kabilelerin bu bölgede 1500’li yıllarda yer aldığını ve esas olarak da ilk Kırmanç etnisinin oluşturulduğunu görmekteyiz. Araplardan, Türkmenlerden ve Farslılardan oluşmuş bir yapının, Müslümanlık kimliği altında yani Şafi kimliği altında Kızılbaşlara karşı örgütlenmiş etnik bir oluşumu meydana getirdiğini görüyoruz. Ve bu nedenle de İran hududuna yani o zamanki Safeviler hududuna yerleştirilmiş kuzey Kürtleri ile, güneyde Diyarbakır’a yerleştirilmiş Milanları esas aldığımız zaman, bunların Osmanlının Kızılbaş Türkmenlere ve Kızılbaş İran’a karşı bir operasyonu ile varolduğunu görmekteyiz.
Keza benzer bir operasyonu da Hamidiye Alayları’nda görmekteyiz. Ve bu anlamda baktığımızda, Kürt yapısının Osmanlı inisiyatifinde, önce Kırmança ve sonra Zorani dediğimiz kimliklerle Müslümanlık altında geliştiğini, keza Zoranilerin Kadıri, Kırmançların Nakşibendi tarikatından olduğunu; onların da Caferilere karşı Şah İsmail’in amcası İmam Cafer, İmam Haydar, İmam İsmail’den gelen tekkeye karşı Sünni bir tekke, Sünni bir tarikat oluşturma çabası ile örgütlenmiş bir yapı olduğunu görmekteyiz
Etnik yapıya baktığımız zaman demin de söylediğim gibi İranlı, Fars, Türk ve hatta Ermenilerden oluşmuş bir topluluk olduğunu Nikitin söylemektedir. Diğer taraftan da dil olarak Gorani, Helvani, Zaza gibi dillerin Orta İran’da ve kuzeydeki topluluklar içinde yer alan, ama Türkiye’ye Cengiz Han döneminde geldiğini gördüğümüz topluluklarda olduğunu görmekteyiz.
Tarih tezi olarak örnek verirsek, bir topluluğun bırakın 5.000 yıldan beri Ortadoğu gibi bir bölgede var olmasını, Cengiz Han’ın İsfahan’da, Timur’un Sivas’ta, Bağdat’ta ve Şiraz’da ve keza Şah İsmail’in Tebriz’deki uygulamalarına baktığımız zaman etnilerin çok büyük miktarda yok olduğunu görmekteyiz. Onu da bırakın, Kuyucu Murat Paşa’nın Türkmenleri tasfiyesine baktığımız zaman tarih boyunca bir dizi etninin yok olarak yerine yeni etnilerin geldiğini görüyoruz.
Tarih Bulamadıysan Tarih Uydur O anlamda 7.000 yıl aynı yerde kalmış otokton Kürtler buradan Avrupa’ya gitmiş, Avrupalıları oluşturmuş, geride bunlar kalmış gibi tezler ancak tarihi bir masal olmakta. Diğer taraftan antropolojik özelliklere, etnik özelliklere ve dinsel özelliklerine baktığımız zamanda bunların sürekli bir etnik oluşum içinde olduğunu ve Osmanlı’nın inisiyatifinde geliştiğini görmekteyiz. Ve bu anlamda da günümüzde bu tarih tezlerinin niçin bu kadar çabalarla oluşturulduğunu ve kendi içinde bir dizi çelişkileri gizleyerek, ciddiyetten uzak durmasına karşın sanki ciddiymiş gibi ele alınmasını anlamamızın bir pratik anlamı olmaktadır. Buna baktığımız zaman, yüzyılın başındaki Wilsonculuk, tarihsel ulusal devletlerin yani Marks’ın deyimiyle büyük uluslar olan Türkler, Ruslar gibi ulusların parçalanmasına yarayan, küçük ulusları yaratan bir tavırdır. İdeolojik olan bu yaklaşımın, bir etniyi oluşturmak, bir bölgeye o etniyi yerleştirmek ve orada bir devleti oluşturmak çabasının ürünü olduğu görülmektedir. Batılı devletlerin bu tarzdaki çabasının nedenleri nedir, son dönemdeki Kürdoloji Enstitülerinin ciddiyetten uzak ama ciddi gibi gösterilmeye çalışılan bu çabalarının nedenleri nedir sorusunun yanıtını Hobsam’dan alalım:
“Tarih de milliyetçi, etnik, şeriatçı ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin belki de asıl öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa her zaman yeniden icat edilmelidir.
Aslında şeylerin doğasında genellikle tümüne uygun bir geçmiş yoktur bu tip ideolojilerin ve bu tip etnik grupların. Bu etnik ideolojilerin meşru olduğunu iddia ettikleri fenomen eskiye dayalı ya da ebedliği olmayıp tarihsel açıdan yeni bir fenomendir.”
Yani burada Eric Hobsam’ın söyledikleri, bugünkü Kürt tarihi yaratımının gereklerini vermektedir. Yani ebedliği olmadığı gibi tarihsel bir tabanı da yok. Ama bugün yaratılmak istenen bir fenomen için geçmiş arama çabasının olduğunu görüyoruz. Etnik milliyetçiliğin yaratılması için ideolojik bir tarih yaratmak ve fenomen olan bir tarihi oluşturmak, olmuyorsa zorla oluşturmak gibi bir olgu söz konusudur. 1000 yıldan beri kesiksiz bir Türk yönetiminde olan İran, Türkiye ve Türkistan’da bir dizi yeni etni yaratılması çabasını da bundan dolayı görmekteyiz.
Yani burada, 600’li yıllarda Göktürklerin Türkistan’a girmesi, ondan sonra 1000’li yıllarda Selçukluların Anadolu ve İran’a girmesi ve 1200’li yıllarda İlhanlıların buraya Türkmen kabilelerini göndermesi ve burada Akkoyunluların, Karakoyunluların, Osmanlıların hanedanlık oluşturması, arkasından Timur’un gelerek bu bölgeyi tekrar bütünleştirmesi ve bir tarafta Osmanlı ve bir tarafta Safevilerin yer aldığı 16. yüzyıl ve ondan sonra Safevilerin Afşar oluşuna ve Afşarların Kaçarlara döndüğü 20. yüzyıla kadar uzanan, İran ve Osmanlıdan gelen Türkiye denklemine baktığımız zaman, birbirini tazeleyen bir etnik oluşum sürecinin devam etmekte olduğunu görmekteyiz. Ve bu sürece bakıldığı zaman Kürt etnisi dediğimiz gruplar, Türkmenlerin Anadolu’ya girmesiyle burada varolan İran unsurlarını kendi yapılarına almalarıyla oluşmuş bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Egemen soylular, gulam askerler, Gorani köylüler diye açıklanan bu üçlü yapıyı, daha sonra Kürtleri Kırmançlar ve Goraniler diye ayırma çabası gelmektedir.
İlkel Kömünal Yapıdan Çıkamadan Ulus Devlet Kurulamaz
Aslında Kırmançlar ve Goraniler diye bir ayrım yoktur. Tersine, Kırmançlar Osmanlının ürettiği bir etnidir. Büyük olasılıkla da Ermenice bir kelimeden o dönemde üretilmiş bir yapıdır. Şah İsmail’e karşı kullanılan Kırmançlar, komünal yapının Osmanlı aristokrasisi tarafından feodalleştirilmesidir.
Bu halle bakıldığı zaman en son Kürt tezlerini savunan Batılı Kürt etnolojistler, Kürtlerin ulus devlet olabilmesi için hanedanları, kralları, prensleri gibi yapıları olması gerektiğini söylerler36. Nikitin ve Minorsky gibi ikinci kuşak Kürt tezini yazan kişiler, Kürtlerin ilkel komünal yapıda topluluklar olduğunu ve ulus devlet oluşturabilmek için ilkel komünal yapıdan çıkabilecek durumda olmadıklarını özellikle vurgularlar. Nikitin’in bu vurgulamasında demektedir ki: Kürtler bu boyutuyla, bu biçimiyle ilkel komünal yapı içerisindedirler. Ve bu ilkel komünal yapı aşılmadıkça çoban-üretim ilişkilerinden çıkamamakta ve bu da orta barbarlık dönemini temsil etmektedir. Ama Osmanlıya bağlı, İlhanlıya bağlı veya Abbasilere, Karakoyunlulara bağlı Kürt bölgelerindeki emirler aslında oradaki feodal yapıları temsil eden gruplardır. Diğerleri ise komünal yapılardaki göçer komünlerdir. İsmail Beşikçi bu yapıyı açıklıkla incelemiştir. Mesala Alikan ve Velikan aşiretleri hâlâ göçer aşiretlerdir. Daha sonra çobanlık konumundaki bu topluluklardan Osmanlının vergi alması ve yerleştirmesi ilk defa İdrisi Bitlisi’ye verilen ferman ile gerçekleştirilmiştir. Ama buna rağmen Kürt toplumundaki bu komünal yapının aşılamamış olması, 1920’lerdeki araştırmalarda Bazil Nikitin’in de açıkca vurguladığı gibi Kürt ulusu oluşturmanın önündeki en büyük engeldir.
Bu noktadan bakıldığında Kürtler, Abûl Farac’ın tanımıyla anaerkil yapıda olan ve henüz komünal yapıdan çıkamamış olan topluluklardır. Türklerin İran’da tarihsel devrimler yapması yani Orta Asyalı Türkmenlerin İran’a girerek buradaki üretim tarzını yeniden biçimlendirmesi, daha sonra bu tarihsel devrimi Selçuklulardan sonra İlhanlıların yapması sürecinde bir dizi Türkmen beyliğinin Kürt köyleri üzerinde egemenliklerini kurması, Ermenilerin Kürt diye tanımladığı yapıyı ortaya çıkarmıştır.
Keza Kürt soylularının kökenlerine baktığımızda, Mollazadeler, Molla Haydar soyundan gelen Haydariler, Revanduzlu Hılanı Aşireti’ne mensup Molla Ömer Efendi soyundan gelen Hılanzadeler gibi şeyh soyundan gelenler, şeyhzadeler benzeri ifadeleri görmekteyiz. Bunlar Botan ve Revanduz Emirlerinden gelen Miri Emirzadeler, Serdar Baba Miri Mükri, Süleyman Bebe gibi veyahut da aşiretlerden gelen begzadeler ya da sonunda Zevandanlar gibi ya dinsel ya da beyliklerden oluşmuş soylu kabilelerdir. Ama bu soylu kabileleri biraz daha incelediğimiz zaman ya Arap beyliklerinden ya Timur’un getirdiği Kara Osman Bey’in Hakkari’de beyliği oluşturması gibi yapılardan geldiğini görmekteyiz. Bu yapılar komünal yapıdaki topluluklar üzerinedir. Emir ve bey aşiretler üstü merkezi yapının temsilcisidir ve feodaller zamanla Kürtleşmişlerdir.
Kürtlerin kökenini Ortadoğu’daki tüm antik halklara bağlayan anlayıştaki tutarsızlık Kürtlerin dininde ortaya çıkar. İzady, Kürtlerin dinlerinin Zerdüşt, Mazdeki, Yezdeki, Yezidi gibi, bugün ne Kurmançlarda ne Soranilerde hiçbir zaman kabul edilmeyen dinler olduğunu ileri sürer.
Oysa Kurmanç ve Soranlar Tanrı’ya Orta Asya Türkleri gibi otantik olarak Huday derler. Tatarların Khuday dedikleri ismi Türk kamlarının kullandığı bir isimdir.
Tanrı ismi toplulukların kültürel kökeninde önemlidir. Arapların Allah ismine rağmen, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Tatarların Huday-Khuday ismini otantik olarak kullanması önemlidir. Keza bugün Soraniler Kadiri, Kurmançlar ise Nakşibendi tarikatlarındandır. Geçmişte Kadiri olan Kurmançlar günümüzde Nakşibendi olmuştur (Bakınız: Faik Bulut) .
Nakşibendilik Orta Asya’da çıkmış, Bahaddin Nakşibendi’nin sufi yoludur (Togan’a bakınız) . Kafkasya ve İran’da Türkistan kafileleri ile yayılmıştır. Bu olgu da, Kürt beylerinin Türkistan ile ilişkisine işaret eder. Diğer taraftan Kurmanç-Gorani farklılaşmasının dilsel, dinsel, etnisel, sınıfsal karşıtlığı, Kürt etnileri farklılığından çok, fetheden ile fetih edilen olarak bir araya gelen iki kimliğin aynı süreçte farklı gelişimleridir.
Keza Anadolu Aleviliğinde esas dil Türkçe yanında Gorani-Helvani-Zazaki gibi ikinci dillerin konuşulması daha önce bahsettiğimiz Hazremşahlar döneminde kurulan Türkmen - Goran - Lur ilişkisi nedeniyledir.
Tatarların girişi sürecinde Anadolu’ya geçen Türkmen, Tacik, Goran gibi İrani halkların beraberliği nedeniyledir. Türkmen kimliği ile Goran kimliği, Kurmançların Anadolu’da yerleşmesi ile kimlik olarak geriletilmiş ve yok edilmiştir.
Kürtler, dillerinin İrani olmasına karşın, peygamber ismini Tatarlar gibi “Mamed” olarak telafuz ederler, uzatmazlar. Çünkü Tatarcada iki sesli harf bir arada kullanılmaz. Kelimeler Farsçada olduğu gibi uzatılmaz. İki “M” harfi bir arada kullanılmadığı için peygamber ismini Tatarlar “Mbamet” olarak Kürtlerin kullandığı gibi kullanırlar.
Gorani dediğimiz dilin bir kalıntısını, Zazalar diye tanımladığımız Aleviler içinde görmekteyiz. Oysaki Zazaların kökeninin Kürtlerle bir ilişkisi olmadığını, bizzat Kürtlerin burada varoluş sebebinin buradaki Alevilerin Anadolu’dan yok edilmesi olduğunu göz önüne aldığımız zaman, Zazalardaki Gorani, Helvani Zazaki gibi dillerin aslında Harzem bölgesinden gelen ve Harzemşahlar dönemindeki İranlı topluluklarla Türkmen toplulukların hareketinden doğan bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.
Köylü olarak tanımlanan Harzemşah Türkmenleri ile birlikte göçen bu gruplar Bayat ve Bayındır boyları ile geldiklerinden, zaman içinde Kızılbaş-Alevi topluluklar olarak tanımlanmış ve Kürtlerin yani Şafilerin Güneydoğu Anadolu’da varlıklarının Kırmanç olarak gelişmesi, Türkmen kimliklerinin Anadolu’dan temizlenmesi, atılması amacının güdülmesi nedeniyledir. Bunlar birbirlerini yok eden antagonist topluluklardır.
Bunlarda kullanılan Zaza dilinin, yani Goran dilinin sebebi, Harzemşahlarda hem Türkçe hem Goranca kullanılmasıdır. Zazaca’yı Türkmen olduklarını saklamak ve katledilmelerini önlemek için kullanmışlardır. Ama gerek dinsel ayinlerinde gerek ozanlarının şiirlerinde Türkçe kullanmışlardır. Bu iki dillilik Türk toplulukları içinde hep söz konusu olmuştur. Keza tüm Alevi ozanların da şiirleri Türkçe’dir.
Ve bu bölgeler bütünüyle İran ve Doğu Anadolu Türkmen kabilesi olan Akkoyunluların iktidarındadır. Daha sonra bu bölgede Safeviler iktidar olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i Çaldıran’da yendikten sonra Uzun Hasan’ın Diyarbakır’daki sarayı Tebriz’e taşınmış ve ve ülke Tebriz’den idare edilirken, Diyarbakır Valilik durumuna gelmiştir. Ve bu Valiliğin başkanı da Türkmen Ustaçlı Kurt Bey’dir. Diyarbakır da Yavuz Sultan Selim tarafından bu Türkmen Ustaçlı Beyliği’nden alınmıştır. Şerefname’de bu olay şöyle anlatılmaktadır:
“Sultan’ın ordusu Tebriz’den Rum tarafına dönünce düşünür İdris, Kürdistan beyleri adına Sultan’a bir rapor sunarak; Sultan’ın merhametinden irsi görevlerini eskiden olduğu gibi kendilerine vermek lütfunda bulunmasını ve komutası altında hep birlikte Diyarbekir’e gidip Safevi Valisi Kara Han’ı oradan çıkarmak için başlarına Beylerbeyi rütbeinde olacak büyük bir şahsiyeti tayin etmesini istediklerini bildirdi.
Sultan dileklerini olumlu karşılayarak şu cevabı verdi: ‘kendi aralarından Kürdistan beylerinden ve hükümdarlarından beylerbeyi görevi alabilecek ve bütün Kürt beylerinin boyun eğecekleri komutası altında Kızılbaşlarla çarpışmaya ve onları ülkeden kovmaya gidecekleri birini seçsinler’
Bunun üzerine düşünür İdris bir rapor daha sunarak şöyle dedi: ‘Burada öznel birlikten fazla çokluk vardır. Herkes ‘yalnız ben olayım, benden başkası olmasın’ diyor. Ve kimse kimseye itaat etmiyor. Yüce amaç Kızılbaşlar topluluğu parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre; Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün Kürt beylerinin itaat edecekleri, boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur; böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.”
Buradan şu anlamı çıkartmaktayız: Bu ordunun oluşmasında Kürtler tarafından herhangi bir aktör rol oynanmamıştır ve Kürt denilen kabileler arasında kollektif bir aksiyon olmadığı görülmüştür. Keza buraya tayin edilen Merzifonlu Mehmet Paşa, serdar olarak Diyarbakır’ı almış ve Diyarbakır’ın valisi olmuştur. Diyarbakır Valiliği yaptığı dönemde de Yavuz Sultan Selim tarafından İdrisi Bitlisi’ye gönderilen fermanda bölgedeki Kızılbaş Türkmenlerin kökünün kazılması emredilmiş, bölgedeki Müslüman beyliklerine tımar ve zeamet olarak belli yerler verilerek buralara yerleşmeleri sağlanmıştır. İdrisi Bidlisi’ye gönderilen name şu şekildedir:
Kürtler Diyarbakır’a Yerleştiriliyor
“…Diyarbakır yöresinde size inanarak gelen beylerin durumları, ad ve sanları, değerleri senin bilginde olduğundan, devleti süregelsin Diyarbakır Beylerbeyi Mehmed’e nişan-ı şerifimle damgalı beyaz, şanlı hükümler gönderildi. Gerektir ki, ol beylerin ad ve sanları, değerleri ne biçimde olmak yerinde ise beratları düzenlenip yazıveresiniz. Ol yazılmış beratların örneklerini ve tımarların sayısını da bir deftere geçirip yüce eşiğime gönderesiniz ki, bundan da saklanıp her özellikleri anlaşılıp biline. Her beye ne sancak verildiği ve ne biçimde işe başlatıldığı, sanaları nece yazıldığı, in’amları ve riayetleri ne biçimde olduğu, geniş ve açıklayıcı biçimde bildirile. Ama öyle düzenlenip hazırlana ki birbiri arasında olan bağlantı karışıp altüst olmaya.(Yukarıdaki satırlar bold olarak kalacak) Ol beratlardan başka itimatnameler gönderilmesi gereken beyler için beyaz nişanlı kağıtlar iletildi. Anlar dahi her beye ne biçimde istimalatname gönderilmek uygun ise yazılıp in’amları birle gönderile. Anların geniş açıklamalarının ve in’amda ne biçimde ilgi gösterildiklerinin ol beratları örnekleriyle bir defter idüp cihana gölge salan otağıma yollansın ki her yönü bunda açık ve seçik bilinmiş ola…”
Yukarda görülen alıntıdaki tarz ve otoriter tavır göstermektedir ki, Sultan Yavuz bu bölgedeki yapılanmayı feodal bir biçimde kayda geçirmekte ve kurallarına harfiyen uygulanmasını zorunluluğunu belirtmektedir. Bu da bize göstermektedir ki Kürt tarih yazıcılarının söylediği gibi Osmanlı buradaki Kürt beylerini resmi olarak tanımak zorunda kaldığı için değil, tam tersi burada varlığını sürdüren Türkmen beyliklerinin ve kabilelerinin bu bölgeden sürülebilmesi için bu bölgeye yerleştirilen göçebe Kürt aşiretlerinin kalıcı bir şekilde dağıtılması ve yerleştirildikleri bölgelerin kayıt altına alınmasını amaçlamaktadır. Keza Doğu Anadoludaki bir çok Kürt kabilesi (Zilanlar) buldukları bölgeye, Van kuzeyine Sultan Selim’in döneminde yerleştirilmiştir. Bu yerleştirme, Şah İsmail’in Türkmen kabilelerinin bu bölgeye geri dönüp yerleşiminin engellenmesini amaçlamaktadır. Bu süreçte Güneydoğu ve Doğu Anadoluda kalan Türkmenler kimliklerini değiştirerek Kürt kimliği ile varlıklarını sürdürmüşler ve Kürtleşmişlerdir.
Yine Tori’den aldığımız kaynaklarda Türkmen Ustaç Bey’in kovulmasından sonra Diyarbakır’ın taksiminin daha da detaylandırılmış olduğunu görmekteyiz. Buna göre Diyarbakır şu sancaklara ayrılmıştır. Bunlar Amid, Kemah, Harput, Arapkir, Ergani, İspir, Bayburt, Kıği. Aynı zamanda Diyarbakır Beylerbeyliği’ne bağlı 28 sancak oluşturulmuştur. Bunlar da Çemizgezek, Hizo, Atok, Palu, Süleymaniyen, Birecik, Eğil, Hasankeyf, Çapakçur, Fusul, Hilvan, Bidlis, Sason, Cizre, Nizan, Siverek, Berdinç, Haytan, Zeriki, Musul, Cüngüş, Poşadı, Hâchuk, Sincar, Genc, Aşiret ve Ulus sancaklarıdır. Bunların beyleri ve bu beylerin oluşturdukları araziler deftere yazılarak Osmanlının vergi topladığı tımarlar olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka ifade ile Kurmanç etnik oluşumunun başlangıçı olarak, ilkel komünal toplulukların Osmanlı feodal düzenine göre yerleştirilmesini alabiliriz.
Sanıldığı gibi Osmanlı, Kürt beylerinin varlığını kabul etmiş değildi. Tam tersine, Kızılbaş Türkmenlerin bu bölgeden çıkarılması için bu bölgeye Şafii Müslümanlar yerleştirilmiştir. Kızılbaş Türkmenler katliamlar ile bu bölgeden uzaklaştırılırken, Osmanlılar tarafından Kürt etnisi dediğimiz yapı bu bölgede oluşturulmaya başlanmıştır. Daha evvel Arap kökenden gelen topluluklar Osmanlı tarafından Müslüman olarak deftere yazılmış ve bu anlamda Türkmen olmanın Kızılbaş olmayla eşit olduğu noktada İdrisi Bidlisi’nin ve Şerefhan’ın tarihinde kaleme aldığı gibi bölgeden Türkmenlerin tasfiyesini amaçlayan bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu da bize göstermektedir ki “Burası Kürt bölgesiydi ve burada yaşayan topluluklar Kürt’tü” tezinin bir temel dayanağı bulunmamaktadır. Keza Şerefhan bile Diyarbakır’ı, Meyyafarkın’ı Kürdistan içinde saymaz.
Günümüzde Kürt kabilelerini sınıflandırmaya kalkacak olursak temel alacağımız kaynaklardan biri de Ziya Gökalp’in Kürtler üzerine yaptığı sosyolojik araştırmadır. Ama onun dışında burada varolan Hamidiye Alayları’nın yapılarıdır. Hamidiye Alayları, Osmanlının buradaki aşiretlerden oluşturduğu yapıları tanımlamaktadır. Milanlar ve Zilanlar’dan oluşan bu aşiretlere baktığımız zaman iki ayrı partiden oluşturulan Hamidiye Alayları şöyle oluşmaktaydı: Başkanlığını Milan Aşireti Reisi’nin yaptığı Mil partisinde Cibran Aşireti 4 alay, Hasenan Aşireti 6 alay, Zirkan Aşireti 2 alay, Karakeçili Aşireti 1 alay ve Milan Aşireti 5 alay olmak üzere 20 alay vardı. Haydaran Aşireti Reisi’nin başkanlığını yaptığı Silif partisinde ise Hayderan Aşireti 5 alay, Ademan Aşireti 1 alay, Tokariyen Aşireti 1 alay, Zilan aşireti 1 alay, Celali aşireti 1 alay, Şıpkan aşireti 1 alay, Zilanlı Selim Paşa Aşireti 1 alay, Tutak Aşireti 1 alay ve bölge Alay Kumandanları Alayları 3 olmak üzere toplam 16 alay vardı. Hamidiye Alayları toplam 36 tane idi.
Antropolojik olarak bakıldığında Milanların Arap kökenine girdiğini Marc Sykes söylemektedir. Keza kuzeydeki aşiretlerden Zilanların ise Türkmen tipine girdiğini, diğer üçüncü bir tipin Girdi tipi dördüncü tipin ise Nasturi-Hakkari tipi olduğu bilgisini vermektedir. Bu boyutuyla baktığımız zaman antropolojik olarak da bir Kürt tipinden bahsedilemeyeceğini Nikitin söylemektedir
Alın size eski tarihçiler ama biliyorum yine bazı çok bilmişler bunlarada bir kulp bulacatır. Ebul hasan el mesudi ‘’murucuz-Zeheb ve Meadin El-Cevahir’,943 yılı Kitab el tenbih ve el işraf, ‘’ Pers Ebu İshak İbrahim El İstağri ‘’kitap mesalik el-memalik’’,951 yılı) ve ebul kasım ibn Hewkel‘’Kitab el-Mesalik’ vel memalik’’972yılı) . Ve ebu Abdallah Muhammed el mukadesi ahsan‘’ahsan et tekasim fi ma’rifat elakalim’’, 985 yılı) , Kürtler, kürt eyaletleri ve şehirleri hakkında çok değerli bilgiler vermektediler Kürt eyaletleri ile ilgili Kürt eyaletler ile ilgili enn geniş bilgiyi öncelikle İstağrinin kitabında yer alan 33 göçer Kürt Aşiretinin listesini yeniden düzenleyen Hewkelin ve mukdisinin kitaplarında buluyoruz. Orta Çağ Arap coğrafya biliminin doruğu kabul edilen El Mukadisi’nin çalışmasında Kürtler’de dahil olmak üzere ayrı ayrı halkların ve onların yaşasığı bölgelerin,şehirlerin,,eyaletlerin ve ülkelerin tanımı verilmiştir… şerafhan Bidlis’inin (1543-1604) ‘’Şerefname’’ adlı eseri, 16. yüzyılın sonuna değin Kürt kürt tarihinin en önemli kaynak kitabı idi ve bu özeliğini bu gün de korumaktadır. ‘’Şerefname’’nin kaynak kitap olarak değeri, yazara daha yakın olan 15. ve 16 yüzyıldan daha geniş zamanları kapsamasındandır. Geniş bir kültüre sahip bir entelektüel ve siyaset adamı ve 16.yüzyıl Kürt elitinin bir temsilcisi olarak şerefhan bidlisi, kürt tarihini ilk kez yazmayı, kendine ödev edinmiş ve bu amaçla kendi halkının tarihi geçmiş ile ilgili olarak bütün bildiklerini tek tek derleyip bir araya getirmiştir.Ama bu çapta bir ödevin üstesinden ancak birkaç yüzyıl sonra seçkin Kürt tarihçisi Mehmet Emin Zeki (1880-1948) gelebilmiştir.* Kürtler bizden daha önce gelmişti anadoluya… Ermenilerin yazılı tarihi dördündücü asırda başladığı biliniyor. Kürtlerinde. Tabi bunu kesin olarak kestirmek mümkün değildir. (İlber ortaylı, teke tek programı, 21,06,2009)
Madde1 BBM,Türk milletinin medeniyetinin gerekleri doğrultusunda ilerlemesini sağlamak amacıyla,Kürt milleti için kendi milli gelenekleriyle uyum içinde bir ÖZERK YÖNETİM kurmayı taahhüt eder.10 Şubat 1922-63 red oyuna karşı 373 kabul oy ile.
Kürt ve Türk kökenli topluluklar Horasan'dan Anadolu'ya gelmişlerdir.Bektaşilik ve Aleviliği önce Orta Asya'ya bağlayıp Sonra Türkleştirmek isteyenler bu felsefeyi Şamanizm gibi bir inanç sistemine dayandırırlar. P.Wilhelm Schmith:'Eski Türklerin dini' 1964
Yılanla ilgili Kürtçe Atasözleri. Mare reş sipi nabe:Kara yılan ak olmaz Jehra mara derman e.:Yılanların zehri ilaçtır. Kürtler'de,yaygın olan bir inançta şudur:'Bir yılanı öldürüp ağaca asarsan yağmur yağar,öldürüu suya atarsan yağmur durmaz sel olur.
Saz,Kürtçe bir kelimedir.Aynı kökten türeyen sazbend(çalgıcı) , sazendeve sazengan kelimeleri de Kürt dilinin ürünleridir.İşin bu yanını bilmeyenler,Halk şiirini de, ozanı da asya'dan getirmiş, ya da İslam dininin yayılışından sonra doğan bir eylem olarak göstermişlerdir.Halk arasındaki 'saza gidelim sözü',çalgıya gidelim demektir.Kürtçe ilk gramer,1700 sonlarında Diyarbakır'da misyonerlik yapan bir papaz tarafından İtalya'da yayımlanmıştır.Arkeolog Sabinaro,Mezopotamya Uygarlığının bitim tarihini Kürt Med Devleti'nin yıkılış tarihi olarak' vurgular.Bkn.Mezopotamya Sanatını tanıyalım S5 İnkilap kitapevi 1985.
Saygı Öztürk'ün geçen yıl yayınlamış olduğu “İsmet Paşa’nın Kürt Raporu” adlı kitaptan bazı bölümler..
- Ağrı'da Kürtlerin medenileşip, sükunet bulmaları bile kardır. Karaköse, hükümete bağlı bir Kürt şehridir. Erzincan Kürt merkezi olursa Kürdistan'ın kurulmasından korkarım.
- Iğdır'da Kürtlerin yerinden oynatılmasına ne lüzum, ne imkan vardır. - Türklüğe hevesli bir Arap şehri olan Siirt'in doğuya naklini tercih ederim
- Van ve Erzincan'da acele olarak, Muş Ovası'nda tedricen ve Elazığ Ovası'nda kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız.
- Türklerle Kürtler aynı okulda okumalıdır. Bu Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktır.
- 'Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.
- 'Düşman unsurlar içinde saldırgan olan teşkilat Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat zabitleri her istedikleri anda Kürt reislerini çeteler halinde memleketimize saldırtmağa muktedirdirler.'
- 'Mardin vilayetinden çıkarılacak Hıristiyan ve Arapların yerlerini Kürtler derhal dolduracaklardır. Bu hal bizim için pek zararlıdır.'
Bunları okuyunca okadar okadar isyanın niye çıktığı, bu günlere nası gelindiği çok iyi anlşılıyor. bi başka şey artık bu kardeşlik, abilik palavralarını geçin. Değişen dünyada bütün halklar artık çıkarına bakıyor ve kürtlerde bir halk olduğuna göre(Kürtlerin olmadığını kanıtlamak için bin dereden su getirsenizde) onlardada çıkarına bakıyor. Kürtlerin devlet kurmadığı, kuramadığı yalanına gelince bu gün herkesin bildiği gibi şu anda hasankeyf'te ılısu barajı yapılmak isteniyor. sorarım size o güzel tarihi yapılar niye sular altında bırakılmak isteniyor? ? ? yoksa oda komagene devletinin başkenti olan Samsat yada Samusata'dan kalan bütün tarihi kalıntıları yok edilmekmi isteniyor (oda atatürk barajının suları altında bırakıldı şu an yeni yeni yapılan kazılarda eski saraylar, Su kemerleri, kaleler çıkmaktadır.) çünkü bakıyorumda türkiyede başta Kürtler olmak üzere bütün Aydın'lar ve yeşilc'iler karşı çıkmasına rağmen ve hatta Avrupa devletlerinin vereckleri krediyi vermekten vazgeçmelerine rağmen enerji bakanı canlı yayında inatla biz barajı yapacaz diyor. çünkü bir devlet yada bir halk bir yeri sömürdüğü zaman ondan önce geldiği yerde bulunan halkın atalarından kalan bütün tarihi yoketmlidir, yokedeceki o, halkın olmadığını ispatlayabilsin. Mesela bü gün lazlar asimile olmuştur şu anda yetişen yeni nesil ne dilini biliyor ne tarihini merak ediyor(laz gençliği) eğer biz Kürtlerden istediğiniz buysa kusura bakmayın biz yokuz. kimseninde üvey kardeşi değiliz.
Her doğulu Kürt değildir, her Kürt'te pkk lı değildir.
5000 yıllık tarihi olduğu söylenen ve hep isyan edenleri bir kenara ayıralım, Vatanını satmayan, başka ülkelerin uyuncağı olmayan, emperyalist batı ve ABD ye maşalık yapmayan bilinçli, vatansever Kürt'ler kardeşimizdir.
kürtçe yerel bir dildir,hiç kimse bunun ulusal bir dil oladugunu idaa edemez,bir dilin ulusal olması için o dile ait devlet o devletin bir bayragı,sınırları vs vs olması gerekir,bu duruma göre ordan alınmış buraya geçmiş gibi cümleler komık oluyor.. benim yaşadıgı topraklardan,dalgalanan bayrağımdan,dilimden sıkıntısı olmayanla sorunum yok,ben pkkyı kendine avukat sayan hainlerle sorunluyum,eline sofra bezi gibi bir çarşafla bu bayragım diyenleredir lafım,imralıdakini baş önder sayanadır lafım,üstüne alan alsın yarası olan gocunur
Alevilik ve bektaşilikte kullanılan sözcüklerin büyük bir bölümü Kürtçe'dir. Samah,derviş,dergah,Payı maçan,çelebi pir,aşura,Nevruz Erkanı,Dem,Manguş,Gülbank' gül sesi',dost,Sımat(somat) ' Bektaşi sofrası',Tennure,Tac,Çerağ,vs.Bkn: Bedrettin Noyan Bektaşilik-Alavilik nedir? S.379
Dunyanin fizik yasalarinin zorunlu sonucu olarak meydana gelmis olup gunes etrafinda döndugunu, insanin biyoloji yasalarinin zorunlu sonucuyla evrimleserek olusup gelistigini, sosyolojik yasalar geregi feodalizmin yikilip yerini kapitalizme biraktigi gibi kapitalizmin de yikilip yerini komunizme birakacagini ve daha birçok gercegi bilim ortaya koymustur. Hem de dinciligin ve dincilerin sayisiz ve kuvvetli engellemelerine ragmen! Ayni bilim ve bilimin isiginda emekçi insanin yuruttugu ve yurutecegi mucadeleyle her çesitten milliyetçilik ve milliyetçilere ragmen bir gerçek daha inkar edilemezcesine ortaya konulmaya devam edecektir. O da Kürtlerin, Kürt ulusunun, Kürdistan'in, Kürt tarihinin, Kürt toplumunun, Kürt ulusal ve genel-toplumsal haklarinin, Kürt kulturunun ve Kürt uygarliginin varliginin ve kadimliginin gercegidir! Kürt ulusunun Kendi Gelecegini Belirleme Hakki'ni kullanip yerine getirecegine butun insanlik taniklik edecektir! Lakin her sey gibi bu da elbette zaman meselesidir!
Kürt ırkı diye bir ırk yoktur ki Tarihleri olsun. Kızıldereliler nasıl Türk soyundan gelmişlerse..Kürtlerde Türk soyundan gelmişlerdir. Dünyadaki tüm türklerin Anavatanları Orta Asyadır. Orta asyada yaşarken nevruz kutlanırdı, nevruzu kutlayan tabiata hayvanlara saygı duyan tek ırk Türklerdir, Nevruzu sadece Kürtler kutlamaz, Oğuzlar,Uygurlar, Kazaklar, Çeçenler, Azeriler, Özbekler, Hunlular, İskitler, avarlar, Türkmenler, Kırgızlar, Moğollar, hatta Kızıldereliler, bunlardan Oğuzları ele alsak 24 boydan meydana gelirler...Kızıldereliler deseniz en az 15 kabileden meydana gelir.. Gelelim dil meselesine her boy her kabile gittikleri coğrafyada öz dilleri dışında çevrelerindeki komşularıdan etkilenip onların dillerini de öğrenip, zaman içinde diller zenginleşmiş fakat yozlaşmıştır. öz dillerini koruyamamışlardır. Kürtler de Oğuzların boylarından birirdir, Orgun abidelerinde yazar '' Kürt ilinin hanı Alp Urungunun altın okluğını belime bağladım'' ben kısa kesiyorum, Aynı şey kitabelerinde de var. Türklerde bir adet vardır, Türk olmayan hiç kimse Türk boyuna Bey olamazdı. Alp Urungu da Kürtlerin beyiydi. Birk kere Mantık Yürütün, TÜRK-KÜRT ikiside aynı harflerden meydana gelmiş, bu kadar benzerlik hangi boyda var. Üstelik 1000 yıldır aynı ülkeyi aynı bayrağı aynı dini aynı kültyürü paylaşıyoruz Kız alıp kız vermişiz. Gelelim PKK meselesine..PKK asaladan sonra kurulmuş bir ermeni örgütüdür Aponun anası türk babası ermenidir.amaçları türkiyede türk ve kürt halkını birbirine kırdırıp BÜYÜK ERMENİSTANI kurmaktır. PKK nın örgütü Ermeni, kürt, yunanlı, rus, hollandalı, danimarkalı iranlı ıraklı suriye içinde bulunan ermeni militanlardan oluşmuştur..
TÜRK KÜRT Kardeştir
PKK ERMENİ Kalleştir.
En komik seylerden birisi, kürtlerin Anadolu'ya Türklerden evvel gelmis olmasi iddiasidir.
Ki bu iddia dogru ise, kürtler hristiyandir. Çünkü Selçuklular gelmeden önce Roma imparatorlugunun ikiye bölünmesinden olusmus olan Bizans topraklarinda, Bizans'in müslüman bir tebaasi yoktu. Eger Selçuklulardan önce zaten Anadoludaydik diyorsaniz, Bizans'in hristiyan ahalisi olmus olmaniz gerekir.
Ki siz buna da evet der hristiyanligi kabul edersiniz, Túrklerden evvel Anadoludaydik iddiasinda bulunabilmek için, fakat bu seferde baska konu olur yine kivirirsiniz, biz Túrklerden önce müslümandik dersiniz.
Simdi eger Türklerden evvel müslüman idiyseniz, Bizans'in elinde olan Anadolu'da olmus olamazsiniz, çünkü Bizans müslüman azinlik güruh kabul etmiyordu topraklarinda.
Kürtlere hala tarih uydurulamadi, devlet kurmayi bilmediklerinden, sürekli aileler súlaleler arasi eften püften mevzular için barbarliklar yapip birbirini öldürmek ve kan davasi güdüldügünden.
Fakat üzülmeyin, dünyanin Türk düsmani tüm milletleri elbirligiyle size tarih uydurmaya çalisiyorlar. 2015'e yetismedi ama 3015'te kürt tarihi tamamlanacak, Holywood olmasa, Bollywood, o da olmadi Kro-wood kurulur, Los Angeles'in ermenileri sponsor olur, bulunur cani birseyler.
Asurlar'i kürt yapamadik, çünkü paradokslar çikti ortaya, ee dedik, Asur'la savasmis olan Kommagene'yi kürt yapalim, ee tevekkeli degil, Kommagene'de hep eski yunanca adlar var, kürt yapilamiyor Antiokhos'lar Mitridat'lar...
Med'leri kürt yapalim dedik, Pers'ler kiziyor.
Durun bulucaz, olmadi evrim teorisinin maymun tekamül sistematiginden birseyler bulucaz, er geç bulucaz sakin olun.
aslında burada şu gerçekleri hiç fark edemiyoruz.
dünyada etnik gruplaşmanın kime ne gibi bir faydası olabilir.bakın arkadaşlar zaten en büyük yanlış özümüzü bilmemekten geliyor.ben şahsen lazım hemde mohdi lazım.ama şunu da kabul ediyorum türkiye devletinin vatandaşıyım.kürt kardeşlerim şunun farkına varamıyoruz bir türlü türkler müslüman mı evet kürtler müslüman mı evet.ee daha niye yiyoruz birbirimizi.hah işte burda bazı unsurlar devreye giriyor.
1) biz birbirimizi yiyecez ve allah korusun bölünecez ki sonra batılı devletlerde bizi yesin.
2) bizi bölmek istiyorlar çünkü türk ve kürt kardeş oldukça bizi asla yiyemezler.
şimdi kürt kardeşlerime şu soruyu soracağım:
KÜRT KARDEŞLERİM DİYELİM Kİ KÜRT DEVLETİ KURULACAK.TAAMAM EYVALLAH.EYVALLAH DA SONRA NE OLACAĞINI SİZE MADDE MADDE ANLATAYIM.
1) ŞU AN SİZE DESTEK OLAN VE TÜM LOJİSTİK UNSURLARINIZI SAĞLAYAN ABD VE İSRAİLİN SEÇTİĞİ BİR BAŞBAKAN KÜRDİSTANDA YÖNETİMİ ELİNE ALACAK.
2) HANİ DEVLET OLURSAK DOĞU ANADOLUDA BOLCA BULUNAN PETROLÜ KULLANARAK ZENGİN BİR ULUS OLURUZ DİYORSANIZ YANILIYORSUNUZ.TAM BİR HAYAL.ABD O BÖLGENİN PETROLÜNÜN ANCAK 100/1 İNİ SİZE YEDİRİR.
3) ABD VE İSRAİL SİZİ ORTADOĞU ÜLKELERİNE KARŞI MAŞA OLARAK KULLANIR.
4) ŞU AN Kİ GELİR SEVİYESİNDEN ÇOK DAHA İYİ BİR GELİR SEVİYESİNE TIRMANACAĞINIZ DA TAM ANLAMIYLA BİR RÜYA.
5) ZATEN KÜRT NÜFUSUNUN YOĞUNCA YAŞADIĞI DİYARBAKIR.MARDİN BİNGÖL HAKKARİ ŞANLIURFA VS....İSRAİLİN VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR HARİTASI İÇERİSİNDE.YANİ BİZİ BÖLDÜKTEN SONRA SİZİ ORADA RAHAT BIRAKMAYACAKLAR.
6) BİR ZAMAN SONRA FENA ŞEKİLDE KANDIRILDIĞINIZI ANLAYACAK(ŞU AN IRAKIN DURUMU GİBİ) AMA İŞ İŞTEN GEÇMİŞ OLACAK.
KARDEŞLERİM UNUTMAYIN BİZ BİR BÜTÜNÜZ.EĞER BİZ BİRBİRİMİZDEN BU BATILI ŞER ODAKLARI YÜZÜNDEN KOPARILIRSAK BİZİ RAHATLIKLA YUTARLAR.ZATEN AMAÇLARIDA BU YA BÖL PARÇALA YOK ET.BİZ BİRLİK OLDUĞUMUZ SÜRECE BİZE KİMSE KARŞI KOYAMAZ AMA ALLAH KORUSUN BİR BÖLÜNÜRSEK EYVAH OZAMAN ÇOK ARARIZ BU DEVLETİ VE BU TOPRAKLARI.
Kürtlerle ilgili yazıldığı bilinen en eski eser Ebu'l-Hasan el-Medaini(M:Ö840) tarafından kaleme alınmış ve islam'ın yayılmaya başladığı dönemde,Kürtler ve İslam ordusu arasında meydana gelmış olan savaşları anlatan el_Qila' Wel-Ekrad (Kaleler ve Kürtler) isimli eseridir.
Buhar,bulut oluyor.Havada yağacak yağmurun sıkıntısı var.
'Wilson ilkelerini bağımsızlık bildirisi gibi yorumlayan azınlıklardan Ermeniler ve Kürtler bu ilkelerden cesaret alarak Osmanlı'dan toprak talebinde bulunmuşlardı.
Esasen, Ermeniler ve Kürtler sürekli mücadele halinde olmalarına rağmen 'bu uğurda' nedense birlikte hareket etme kararı almışlardı!
Ermeni lideri Bağos Paşa ile eski Stokholm Büyükelçisi Kürt Şerif Paşa 20 Aralık 1920'de Paris'te ortak bir bildiri yayınlayarak, bu bildiriyi Paris Barış Konferans'ına sunmuşlardı. Bildiride çıkarları ortak olan iki ulusun kendilerine uzun zamandan beri 'zulm eden' Türklerin boyunduruğundan kurtulmayı ve bağımsız olmayı istedikleri söylenerek, bağımsız bir Kürdistan ve Ermenistan devleti kurularak, büyük devletlerden birinin koruması altına verilmesi talebinde bulunulmaktaydı.'
...
Leach(2001:92-93) aşiretle rarasındaki çatılmaları,toplumsal kenetleşmeyi sağlayan ve başka gruplara karşı besledikleri ortak düşmanlık duyguları sayesinde aralarındaki cemaat birlikteliklerini güçlendiren bir tutunum aracı olarak değerlendirilmektedir.
Geçmişte yoğun olarak görülen aşiretler arası çatışmaler Kürt folklorunu da derinden etkilemiştir.Dengbejlerin söylediğ,aşiretler arası savaşları ve bu savaşlardaki,özellikle aşiret reislerinin göstermiş olduğu yiğitlikleri anlatan pek çok klam(kılam) örneği vardır.
benim anlamadığım 5000 yıllık bir kürt tarihi varya bu 5000 yıllık bir kürt tarihinden sadece 1 yıllık tarihini yazarmısınız bana tez olarak değil kaynak olarak gösterirseniz sevinirim olmayan bir tarihi savunmayın mümkünse
Çağdaş Eğitim Vakfı’nın, “Baba beni okula gönder”,” Haydi kızlar okula” kampanyalarının, Türkler için ve Kürtler için anlamları çok çok farklıdır. Köy Enstitüleri de Türkler için ve Kürtler için farklı anlamlar ortaya koyar. [[ Bide bunun nasıl bir farklılık gösterdiğini söylermisiniz rica etsem
Dersim yöresinde ve çevresinde yaşayan Kürt halkı Zerdüşt inancının kurallarını hala uygulamakta bu inançlarını,Bektaşilik,Alevilik ve şia şekilleri altında korumaktadır.Günümüzde bile İslam'ın çıkış ülkesi olan Suudi Arabistan da dahil,hiç bir İslam ğlkesinde müzikli,rakslı bir ayin geleneği mevcut değildir.
Fırat'ın suyu, Marmara'ya karıştı.Ape Musa.
Evet ismail beşikiçi bu yazısında herşeyi çok güzel açıklamış gerizekalı olmayan anlar. ve bir çok önemli noktaya parmak basmıştır. Tabi oda hemen vatan haini ilan edilecektir.
BABA BENİ ASİMİLE ETMELERİNE İZİN VERME!
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumlar, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, örneğin Bulgaristan’daki, Batı Trakya’daki, Kıbrıs’taki, Kerkük’teki Türklerin asimle edilmelerine, asimile olmalarına kesinlikle karşılar. Bunun gerçekleşmemesi için her önlemi alıyorlar. Ama, Kürtlerin Türklüğe asimile edilmeleri konusunda da yoğun çabalar sarf ediyorlar.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski Başkanı, kısa bir süre önce vefat eden Prof. Dr. Türkan Saylan hakkında, ölümünden sonra çok övücü yazılar yazıldı. Profesör Saylan’ın çabaları erdem, çağdaşlık, ezilenlerin yanında yer alma gibi kavramlarla değerlendirildi. Profesör Saylan, 1960′ larda, 1970′ lerde, 1980′ lerde, Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde cüzam hastalığıyla ilgili taramalar yapıyormuş. Bu taramalar sırasında, kız çocuklarının, aileleri tarafından okulu gönderilmediklerini fark etmiş. Bunun için çareler aramış. Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği, 1989′ da bu arayışlar doğrultusunda kurulmuş.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, özellikle Kürt kız çocuklarını okutabilmek için okullar, pansiyonlar kuruyor. Çocuklara burslar dağıtıyor. 2000′ li yılların ortalarında, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalarla, bu proje destekleniyor. Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) lar erkek-kız bütün Kürt çocuklarına eğitim verirken, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, daha çok Kürt kız çocuklarını hedef alıyor. Devlette, “anadil anadan öğrenilir. O bakımdan geleceğin annelerini, bugünkü çocukları Türklüğe asimile etmek çok daha önemlidir” şeklinde bir bilgi var. Bu bilgi doğrultusunda Kürt kız çocukları, birinci planda hedef alınıyor. Evlerinden, ailelerinden, koparılarak bu okullara, pansiyonlara yerleştirilen çocukların Türk dili ve kültürü içinde yetiştirildiği, Kürtçe”nin yasaklandığı, böylece, Kürt dilinden ve kültüründen koparılmaya çalışıldığı açıktır.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar Okula” kampanyalarının düşüncesi ve eylemi Kürt sorunundan kopuk bir şekilde, Kürt sorununa hiç gönderme yapılmadan dile getiriliyor. Bu süreçte, Kürtler konusunun bilinçlere çarpmaması için ciddi bir çaba sarf ediliyor. ÇYDD’nin yoksullardan, ezilenlerden yana tavır koyduğu vurgulanıyor. Yoksul kesimlerin kız çocuklarının eğitimi için gayret sarf edildiği belirtiliyor.
Türk düşüncesi, bu çabaları erdem olarak değerlendiriyor. Bu yoksul kesimlerin daha çok Kürtler olduğu çok açıktır. Ama, örneğin Kürtlerde, yoksulluğun neden yaşandığı ise hiç irdelenmiyor.
ÇYDD ve eski genel başkanı hakkında şu şekilde, temel bir soru sorulabilir. Profesör Türkan Saylan, Kürtlerin yaşadıkları alanlarda cüzam taraması yaparken, ailelerin kız çocuklarını okula göndermediklerini fark ediyor. Ve bu olumsuzluğu giderme doğrultusunda uğraş veriyor. Peki, Profesör Türkan Saylan, cüzam taraması yaptığı bu bölgelerde, Kürtçe’nin yasaklandığını, devletin, Kürtleri, özellikle Kürt çocuklarını asimile etmek için, çok yoğun bir çaba içinde olduğunu neden fark etmiyor? Halbuki, Kürtçe’nin yasaklanması, her tarafta Türk dilinin ve kültürünün egemen kılınması daha görülür bir olay değil mi?
Kürtlerde, yoksullaşmanın neden yaşandığı, neden sürüp gittiği irdelenmesi gereken bir olaydır. Bu olay, ağalıkla, şeyhlikle, aşiretle vs. açıklanamaz. Çünkü bu kurumları destekleyen, bu kurumlara kan veren, can veren devletin bizzat kendisidir. Bu çerçevede koruculuk, devletin ısrarla ayakla tutmaya, can vermeye çalıştığı bir kurumdur. Bu çerçevede, YİBO’lar, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumların, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” kampanyaları ne işe yarıyor? Bunların işlevi nedir? Bu, devletin uyguladığı asimilasyon programına katılmak, devletin yapamadığını, “sivillik” görüntüsü altında daha iyi yapmak anlamına gelir. Devletin, Kürtlere karşı, temel bir politika olarak uyguladığı asimilasyonu sivil toplum örgütleriyle desteklemek… Yapılan budur. Erdem denen, çağdaşlık denen, ezilenlerden yana olmak denen süreç budur.
Şöyle düşünelim: 1985-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa karşı isim değiştirme kampanyası vardı. Bulgaristan yönetimi, Türklerin Türk isimlerini bırakmalarını, Bulgar isimleri almalarını dayatıyordu. “Bulgar isimleri alırsanız, Bulgaristan Komünist Partisi’nde ve Bulgaristan devlet bürokrasisinde hızla yükselirsiniz. Aksi halde, yani Türk isimlerinizde ısrar ederseniz, günlük yaşamda çok büyük güçlüklerle, çok ağır sorunlarla karşılaşırsınız…” diyordu. Diyelim ki, Türkler isimlerinde ısrarlı oldular. Bulgar isimleri almayı reddettiler. Devletin bu baskı politikaları yüzünden fakirleştiler. Çocuklarına gerekli ilgiyi gösteremediler. Onlara eğitim veremediler. Bu ilişkiler ağında, Bulgaristan yöneticileri bu çocukları toplayıp kendi kurduğu okullarda eğitmeye başladı. Çocuklara burslar vermeye başladı. Şüphesiz, Bulgar dilini ve Bulgar kütürtünü esas alan bir eğitim, Türk dilini ve Türk kültürünü unutturmaya çalışan bir eğitim. Bu eğitim sağlıklı bir eğitim midir? Bu eğitim aydınlık getiren bir eğitim midir? Bu eğitimde erdem var mıdır?
Bulgaristan’da yaptırımlar şüphesiz gerçekleşmedi. Türkiye’nin ve dünya devletlerinin, uluslararası kurumların, insan hakları örgütlerinin eleştirileri, suçlamaları karşısında, Bulgaristan geri adım attı. Türklerin asimilasyonu politikasını, uygulamaları durdurdu. Bugün Türk azınlığı Bulgaristan’da, Türk olarak iktidar ortağıdır. Türkiye’de Kürtlerin asimilasyonuna yönelik politikalar, uygulamalar ise, yoğun bir şekilde sürdürülüyor.
Bulgaristan’ın geri adım atmasında Türkiye’nin evrensel değerleri savunmasının yanında, uluslararası politikada, uluslararası örgütlerde, Türkiye’nin arka çıkılan bir devlet olmasının rolü büyüktür. Kürtlere karşı uygulanan asimilasyon politikasının sürüp gitmesindeyse; Kürtlerin, Kürdistan coğrafyasının bölünmesinin, parçalanmasının ve paylaşılmasının büyük rolü vardır. Bu, Kürt toplumunu çürütmüş, Kürtleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını arttırmıştır.
Kürtlerin ve Kürtçe’nin inkarı, köylerin yakılması, yıkılması, temel geçim kaynaklarının tahribi, onbinlerce Kürt ailesinin yerlerini-yurtlarını, evlerini barklarını terke zorlanmaları, binlerce kişinin “faili meçhul” cinayetle yok edilmesi sürecinde yoğun bir yoksullaşma meydana gelmiştir. Ailelerin terke zorlandıkları alanlarda, su da var, toprak da var. Fakat aileler koruculuk dayatmaları nedeniyle buraları terk etmek zorunda kalmışlar. Bu alanlara dönemiyorlar. Şehirlerin varoşlarında yoksul bir yaşam, başkalarına muhtaç bir yaşam sürdürüyorlar. İşte, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi sivil toplum örgütleri, “Baba beni okulu gönder”, “Haydi kızlar okula” kampanyaları bu mağdur Kürt ailelere, bu ailelerin çocuklarına, özellikle kız çocuklarına bu noktada sahip çıkıyorlar. Böyle bir eğitimde temel amaç asimilasyondur. Devletin asimilasyon uygulamalarına katkıdır. Bu süreçte erdem yoktur, çağdaşlık yoktur, ezilenlerden yana olma durumu yoktur. Eğitimin verimli olması anadilde eğitim yapıldığı zaman gerçekleşir. Kürtçe’yi yasaklayarak, Kürtleri ve Kürtçe’yi aşağılayarak, Kürt kültürünü yasaklayarak, Türk dilini ve kültürünü egemen kılarak gerçekleştirilen bir eğitimde çağdaşlık yoktur. Eğitim çocukların yetişmesinde elbette çok önemli bir kurumdur. Eğitime karşı çıkmak söz konusu olamaz. Ama, asimilasyona yönelik bir eğitimin de sorgulanması gerekir.
Bulgaristan’da yaşanan süreç ile Kürtlere uygulanan politikaların niteliği arasında çok önemli farklar da vardır. Bulgaristan, Osmanlılar döneminde, 13. yüzyılın sonlarında, fethedilmiş bir ülkedir. 19. yüzyıl sonunda, bağımsızlık mücadelesi sunucunda, bağımsız Bulgaristan devleti ortaya çıkmış, fetihle birlikte, oralara yerleştirilen Türklerin bir kısmı da Anadolu’ya dönmek durumunda kalmıştır. 1912 Balkan Savaşı’ndan sonra bu süreç hızlanmıştır. Bugün hala Bulgaristan’da yaşayan Türkler geri dönmeyen Türklerdir. Kürtler ise, İsa’dan önceki asırlardan beri, diyelim İsa’dan önce 4000′ lerden beri kendi ülkelerinde, Kürdistan’da yaşıyorlar. Türklerin Ortadoğu’ya, Anadolu’ya gelmeleri ise onbirinci yüzyıldır. Türkler, ancak bin yıldır buradalar.
İnsanlaşma
Yukarıda 1985-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da, oradaki Türk azınlığa yönelik isim değiştirme operasyonlarından söz edilmişti. Bu operasyonlar, Türkiye’de, devlet ve sivil toplam kurumları tarafından, çok yoğun bir şekilde eleştirildi, suçlandı. Devlet, hükümet, üniversiteler, yargı organları, TBMM, basın, operasyonları şiddetle eleştirdiler, suçladılar. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, gibi kurumlar, bu eleştirileri devamlı yaptılar. Siyasal partiler, sendikalar, spor kurumları, eleştiri ve suçlama sürecinde aktif olarak yer aldılar. Bu kurumlar, Bulgaristan’daki Türklerin isimlerinin değiştirilmesine, onların Bulgarlığa asimile edilmelerine şiddetle karşı durdular. Bulgaristan yönetimi, emperyalist olmakla, sömürgeci olmakla, faşist, gerici, çağdışı olmakla, suçlanıyordu. Türklerin bu operasyonları asla kabul etmeyecekleri vurgulanıyordu. Türk isminden vazgeçip Bulgar ismi alan bazı görevliler “hain” olmakla suçlandı.
Bulgaristan’daki Türk azınlığın asimilasyonuna karşı çıkanlar, bunu engellemek için her önlemi alanlar Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu için yoğun bir uğraş içindeler. Devlet, hükümet, TBMM bu konuda her olanağı kullanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda yoğun çabalar harcamaktadır. Üniversitelerin, yargı organlarının, hukuk kurumlarının, basınının bu konudaki gayretleri büyüktür. Sivil toplum örgütleri devlet ve hükümetle birlikte, aynı doğrultuda çok yoğun çaba sarf etmektedir. Devletin ve hükümetin yapamadığını yapma hırsı içindedir.
Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu konusunda okul, şüphesiz çok önemli bir kurumdur. 27 Mayıs Darbesi”nden sonra, (1960) yaşama geçirilen Bölge Yatılı İlkokulları’yla, asimilasyon sistematik bir uygulama haline getirilmiştir. Günümüzde uygulanan, Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’yla (YİBO) bu uygulama daha da geliştirildi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Derneği gibi sivil toplum örgütleri, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, devletin düşüncesini ve amacını gerçekleştirmede önemli rol aldılar.
İşte insanlaşma bu noktada beliriyor. İnsanlaşma nedir? İnsan nasıl insan olur? İnsan ne zaman insan olur? İnsanlaşmanın, insan olmanın ölçütü nedir? Bu konudaki temel ölçü, insanın kendisi gibi insan olanlara yaptığı muamelede ortaya çıkar. Devlet ve hükümet, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumlar, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, örneğin Bulgaristan’daki, Batı Trakya’daki., Kıbrıs’taki, Kerkük’teki Türklerin asimle edilmelerine, asimile olmalarına kesinlikle karşılar. Bunun gerçekleşmemesi için her önlemi alıyorlar. Ama, Kürtlerin Türklüğe asimile edilmeleri konusunda da yoğun çabalar sarf ediyorlar. Düşüncenin ve davranışın çifte standartlı olduğu açıktır. İnsanlaşma ölçütü açısından bu süreçleri nasıl değerlendirmek gerekir?
Bu olay bize, Türk düşüncesinin, Kürt sorunundan ne kadar kopuk olduğunu da gösteriyor.
Yazarlar, aydınlar, Kürt sorununu biliyorlar. Ama bazı temel toplumsal süreçleri Kürt sorunuyla birlikte analiz etmekten, analize Kürt sorununu, Kürt olgusunu katmaktan kaçınıyorlar. Sanki böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu’nun, “Saylan ve ÇYDD’ye Yapılan Saldırı” (Cumhuriyet, 21 Mayıs 2009 s.2) ve Prof. Dr. E. Fuat Keyman’ın, “Erdemli Vatandaşlar Ölmez” (Radikal İki, 24 Mayıs 2009 s. 5) yazıları bu bakımdan dikkate değer.
Halbuki bazı temel olgular Türkler için ve Kürtler için çok farklı anlamlar ifade etmektedir. Örneğin Lozan Antlaşmasının Türkler için ve Kürtler için anlamı aynı mıdır? Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Çağdaş Eğitim Vakfı’nın, “Baba beni okula gönder”,” Haydi kızlar okula” kampanyalarının, Türkler için ve Kürtler için anlamları çok çok farklıdır. Köy Enstitüleri de Türkler için ve Kürtler için farklı anlamlar ortaya koyar.
TÜRK AYDIN VE YAZAR İSMAİL BEŞİKÇİ.
Son dönem Kürt tezlerinde Azerilerin ve Şah İsmail’in Kürt olduğu noktasına gelinmiştir. Oysa ki deminde söylediğim gibi Şah İsmail’in dayandığı tüm kabileler Ustaşlı, Varsaklı, Rumlu Türkmen kabileleridir. Ve tüm şiirleri Türkçe’dir. Ve kendisi de anne tarafından dört kuşak boyunca sürekli Akkoyunlu soyundan gelmiştir. Keza Şah Tasmaph da anne tarafından aynı soydan, Uzun Hasan soyundan gelmektedir. Bu boyutuyla bakıldığı zaman çarpıtmanın hangi boyuta geldiğini görmek mümkün olmaktadır.
Şerefhan’da da bu kabilelerin bu bölgede 1500’li yıllarda yer aldığını ve esas olarak da ilk Kırmanç etnisinin oluşturulduğunu görmekteyiz. Araplardan, Türkmenlerden ve Farslılardan oluşmuş bir yapının, Müslümanlık kimliği altında yani Şafi kimliği altında Kızılbaşlara karşı örgütlenmiş etnik bir oluşumu meydana getirdiğini görüyoruz. Ve bu nedenle de İran hududuna yani o zamanki Safeviler hududuna yerleştirilmiş kuzey Kürtleri ile, güneyde Diyarbakır’a yerleştirilmiş Milanları esas aldığımız zaman, bunların Osmanlının Kızılbaş Türkmenlere ve Kızılbaş İran’a karşı bir operasyonu ile varolduğunu görmekteyiz.
Keza benzer bir operasyonu da Hamidiye Alayları’nda görmekteyiz. Ve bu anlamda baktığımızda, Kürt yapısının Osmanlı inisiyatifinde, önce Kırmança ve sonra Zorani dediğimiz kimliklerle Müslümanlık altında geliştiğini, keza Zoranilerin Kadıri, Kırmançların Nakşibendi tarikatından olduğunu; onların da Caferilere karşı Şah İsmail’in amcası İmam Cafer, İmam Haydar, İmam İsmail’den gelen tekkeye karşı Sünni bir tekke, Sünni bir tarikat oluşturma çabası ile örgütlenmiş bir yapı olduğunu görmekteyiz
Etnik yapıya baktığımız zaman demin de söylediğim gibi İranlı, Fars, Türk ve hatta Ermenilerden oluşmuş bir topluluk olduğunu Nikitin söylemektedir. Diğer taraftan da dil olarak Gorani, Helvani, Zaza gibi dillerin Orta İran’da ve kuzeydeki topluluklar içinde yer alan, ama Türkiye’ye Cengiz Han döneminde geldiğini gördüğümüz topluluklarda olduğunu görmekteyiz.
Tarih tezi olarak örnek verirsek, bir topluluğun bırakın 5.000 yıldan beri Ortadoğu gibi bir bölgede var olmasını, Cengiz Han’ın İsfahan’da, Timur’un Sivas’ta, Bağdat’ta ve Şiraz’da ve keza Şah İsmail’in Tebriz’deki uygulamalarına baktığımız zaman etnilerin çok büyük miktarda yok olduğunu görmekteyiz. Onu da bırakın, Kuyucu Murat Paşa’nın Türkmenleri tasfiyesine baktığımız zaman tarih boyunca bir dizi etninin yok olarak yerine yeni etnilerin geldiğini görüyoruz.
Tarih Bulamadıysan Tarih Uydur
O anlamda 7.000 yıl aynı yerde kalmış otokton Kürtler buradan Avrupa’ya gitmiş, Avrupalıları oluşturmuş, geride bunlar kalmış gibi tezler ancak tarihi bir masal olmakta. Diğer taraftan antropolojik özelliklere, etnik özelliklere ve dinsel özelliklerine baktığımız zamanda bunların sürekli bir etnik oluşum içinde olduğunu ve Osmanlı’nın inisiyatifinde geliştiğini görmekteyiz. Ve bu anlamda da günümüzde bu tarih tezlerinin niçin bu kadar çabalarla oluşturulduğunu ve kendi içinde bir dizi çelişkileri gizleyerek, ciddiyetten uzak durmasına karşın sanki ciddiymiş gibi ele alınmasını anlamamızın bir pratik anlamı olmaktadır. Buna baktığımız zaman, yüzyılın başındaki Wilsonculuk, tarihsel ulusal devletlerin yani Marks’ın deyimiyle büyük uluslar olan Türkler, Ruslar gibi ulusların parçalanmasına yarayan, küçük ulusları yaratan bir tavırdır. İdeolojik olan bu yaklaşımın, bir etniyi oluşturmak, bir bölgeye o etniyi yerleştirmek ve orada bir devleti oluşturmak çabasının ürünü olduğu görülmektedir. Batılı devletlerin bu tarzdaki çabasının nedenleri nedir, son dönemdeki Kürdoloji Enstitülerinin ciddiyetten uzak ama ciddi gibi gösterilmeye çalışılan bu çabalarının nedenleri nedir sorusunun yanıtını Hobsam’dan alalım:
“Tarih de milliyetçi, etnik, şeriatçı ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin belki de asıl öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa her zaman yeniden icat edilmelidir.
Aslında şeylerin doğasında genellikle tümüne uygun bir geçmiş yoktur bu tip ideolojilerin ve bu tip etnik grupların. Bu etnik ideolojilerin meşru olduğunu iddia ettikleri fenomen eskiye dayalı ya da ebedliği olmayıp tarihsel açıdan yeni bir fenomendir.”
Yani burada Eric Hobsam’ın söyledikleri, bugünkü Kürt tarihi yaratımının gereklerini vermektedir. Yani ebedliği olmadığı gibi tarihsel bir tabanı da yok. Ama bugün yaratılmak istenen bir fenomen için geçmiş arama çabasının olduğunu görüyoruz. Etnik milliyetçiliğin yaratılması için ideolojik bir tarih yaratmak ve fenomen olan bir tarihi oluşturmak, olmuyorsa zorla oluşturmak gibi bir olgu söz konusudur. 1000 yıldan beri kesiksiz bir Türk yönetiminde olan İran, Türkiye ve Türkistan’da bir dizi yeni etni yaratılması çabasını da bundan dolayı görmekteyiz.
Yani burada, 600’li yıllarda Göktürklerin Türkistan’a girmesi, ondan sonra 1000’li yıllarda Selçukluların Anadolu ve İran’a girmesi ve 1200’li yıllarda İlhanlıların buraya Türkmen kabilelerini göndermesi ve burada Akkoyunluların, Karakoyunluların, Osmanlıların hanedanlık oluşturması, arkasından Timur’un gelerek bu bölgeyi tekrar bütünleştirmesi ve bir tarafta Osmanlı ve bir tarafta Safevilerin yer aldığı 16. yüzyıl ve ondan sonra Safevilerin Afşar oluşuna ve Afşarların Kaçarlara döndüğü 20. yüzyıla kadar uzanan, İran ve Osmanlıdan gelen Türkiye denklemine baktığımız zaman, birbirini tazeleyen bir etnik oluşum sürecinin devam etmekte olduğunu görmekteyiz. Ve bu sürece bakıldığı zaman Kürt etnisi dediğimiz gruplar, Türkmenlerin Anadolu’ya girmesiyle burada varolan İran unsurlarını kendi yapılarına almalarıyla oluşmuş bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Egemen soylular, gulam askerler, Gorani köylüler diye açıklanan bu üçlü yapıyı, daha sonra Kürtleri Kırmançlar ve Goraniler diye ayırma çabası gelmektedir.
İlkel Kömünal Yapıdan Çıkamadan Ulus Devlet Kurulamaz
Aslında Kırmançlar ve Goraniler diye bir ayrım yoktur. Tersine, Kırmançlar Osmanlının ürettiği bir etnidir. Büyük olasılıkla da Ermenice bir kelimeden o dönemde üretilmiş bir yapıdır. Şah İsmail’e karşı kullanılan Kırmançlar, komünal yapının Osmanlı aristokrasisi tarafından feodalleştirilmesidir.
Bu halle bakıldığı zaman en son Kürt tezlerini savunan Batılı Kürt etnolojistler, Kürtlerin ulus devlet olabilmesi için hanedanları, kralları, prensleri gibi yapıları olması gerektiğini söylerler36. Nikitin ve Minorsky gibi ikinci kuşak Kürt tezini yazan kişiler, Kürtlerin ilkel komünal yapıda topluluklar olduğunu ve ulus devlet oluşturabilmek için ilkel komünal yapıdan çıkabilecek durumda olmadıklarını özellikle vurgularlar. Nikitin’in bu vurgulamasında demektedir ki: Kürtler bu boyutuyla, bu biçimiyle ilkel komünal yapı içerisindedirler. Ve bu ilkel komünal yapı aşılmadıkça çoban-üretim ilişkilerinden çıkamamakta ve bu da orta barbarlık dönemini temsil etmektedir. Ama Osmanlıya bağlı, İlhanlıya bağlı veya Abbasilere, Karakoyunlulara bağlı Kürt bölgelerindeki emirler aslında oradaki feodal yapıları temsil eden gruplardır. Diğerleri ise komünal yapılardaki göçer komünlerdir. İsmail Beşikçi bu yapıyı açıklıkla incelemiştir. Mesala Alikan ve Velikan aşiretleri hâlâ göçer aşiretlerdir. Daha sonra çobanlık konumundaki bu topluluklardan Osmanlının vergi alması ve yerleştirmesi ilk defa İdrisi Bitlisi’ye verilen ferman ile gerçekleştirilmiştir. Ama buna rağmen Kürt toplumundaki bu komünal yapının aşılamamış olması, 1920’lerdeki araştırmalarda Bazil Nikitin’in de açıkca vurguladığı gibi Kürt ulusu oluşturmanın önündeki en büyük engeldir.
Bu noktadan bakıldığında Kürtler, Abûl Farac’ın tanımıyla anaerkil yapıda olan ve henüz komünal yapıdan çıkamamış olan topluluklardır. Türklerin İran’da tarihsel devrimler yapması yani Orta Asyalı Türkmenlerin İran’a girerek buradaki üretim tarzını yeniden biçimlendirmesi, daha sonra bu tarihsel devrimi Selçuklulardan sonra İlhanlıların yapması sürecinde bir dizi Türkmen beyliğinin Kürt köyleri üzerinde egemenliklerini kurması, Ermenilerin Kürt diye tanımladığı yapıyı ortaya çıkarmıştır.
Keza Kürt soylularının kökenlerine baktığımızda, Mollazadeler, Molla Haydar soyundan gelen Haydariler, Revanduzlu Hılanı Aşireti’ne mensup Molla Ömer Efendi soyundan gelen Hılanzadeler gibi şeyh soyundan gelenler, şeyhzadeler benzeri ifadeleri görmekteyiz. Bunlar Botan ve Revanduz Emirlerinden gelen Miri Emirzadeler, Serdar Baba Miri Mükri, Süleyman Bebe gibi veyahut da aşiretlerden gelen begzadeler ya da sonunda Zevandanlar gibi ya dinsel ya da beyliklerden oluşmuş soylu kabilelerdir. Ama bu soylu kabileleri biraz daha incelediğimiz zaman ya Arap beyliklerinden ya Timur’un getirdiği Kara Osman Bey’in Hakkari’de beyliği oluşturması gibi yapılardan geldiğini görmekteyiz. Bu yapılar komünal yapıdaki topluluklar üzerinedir. Emir ve bey aşiretler üstü merkezi yapının temsilcisidir ve feodaller zamanla Kürtleşmişlerdir.
Kürtlerin kökenini Ortadoğu’daki tüm antik halklara bağlayan anlayıştaki tutarsızlık Kürtlerin dininde ortaya çıkar. İzady, Kürtlerin dinlerinin Zerdüşt, Mazdeki, Yezdeki, Yezidi gibi, bugün ne Kurmançlarda ne Soranilerde hiçbir zaman kabul edilmeyen dinler olduğunu ileri sürer.
Oysa Kurmanç ve Soranlar Tanrı’ya Orta Asya Türkleri gibi otantik olarak Huday derler. Tatarların Khuday dedikleri ismi Türk kamlarının kullandığı bir isimdir.
Tanrı ismi toplulukların kültürel kökeninde önemlidir. Arapların Allah ismine rağmen, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Tatarların Huday-Khuday ismini otantik olarak kullanması önemlidir. Keza bugün Soraniler Kadiri, Kurmançlar ise Nakşibendi tarikatlarındandır. Geçmişte Kadiri olan Kurmançlar günümüzde Nakşibendi olmuştur (Bakınız: Faik Bulut) .
Nakşibendilik Orta Asya’da çıkmış, Bahaddin Nakşibendi’nin sufi yoludur (Togan’a bakınız) . Kafkasya ve İran’da Türkistan kafileleri ile yayılmıştır. Bu olgu da, Kürt beylerinin Türkistan ile ilişkisine işaret eder. Diğer taraftan Kurmanç-Gorani farklılaşmasının dilsel, dinsel, etnisel, sınıfsal karşıtlığı, Kürt etnileri farklılığından çok, fetheden ile fetih edilen olarak bir araya gelen iki kimliğin aynı süreçte farklı gelişimleridir.
Keza Anadolu Aleviliğinde esas dil Türkçe yanında Gorani-Helvani-Zazaki gibi ikinci dillerin konuşulması daha önce bahsettiğimiz Hazremşahlar döneminde kurulan Türkmen - Goran - Lur ilişkisi nedeniyledir.
Tatarların girişi sürecinde Anadolu’ya geçen Türkmen, Tacik, Goran gibi İrani halkların beraberliği nedeniyledir. Türkmen kimliği ile Goran kimliği, Kurmançların Anadolu’da yerleşmesi ile kimlik olarak geriletilmiş ve yok edilmiştir.
Kürtler, dillerinin İrani olmasına karşın, peygamber ismini Tatarlar gibi “Mamed” olarak telafuz ederler, uzatmazlar. Çünkü Tatarcada iki sesli harf bir arada kullanılmaz. Kelimeler Farsçada olduğu gibi uzatılmaz. İki “M” harfi bir arada kullanılmadığı için peygamber ismini Tatarlar “Mbamet” olarak Kürtlerin kullandığı gibi kullanırlar.
Gorani dediğimiz dilin bir kalıntısını, Zazalar diye tanımladığımız Aleviler içinde görmekteyiz. Oysaki Zazaların kökeninin Kürtlerle bir ilişkisi olmadığını, bizzat Kürtlerin burada varoluş sebebinin buradaki Alevilerin Anadolu’dan yok edilmesi olduğunu göz önüne aldığımız zaman, Zazalardaki Gorani, Helvani Zazaki gibi dillerin aslında Harzem bölgesinden gelen ve Harzemşahlar dönemindeki İranlı topluluklarla Türkmen toplulukların hareketinden doğan bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.
Köylü olarak tanımlanan Harzemşah Türkmenleri ile birlikte göçen bu gruplar Bayat ve Bayındır boyları ile geldiklerinden, zaman içinde Kızılbaş-Alevi topluluklar olarak tanımlanmış ve Kürtlerin yani Şafilerin Güneydoğu Anadolu’da varlıklarının Kırmanç olarak gelişmesi, Türkmen kimliklerinin Anadolu’dan temizlenmesi, atılması amacının güdülmesi nedeniyledir. Bunlar birbirlerini yok eden antagonist topluluklardır.
Bunlarda kullanılan Zaza dilinin, yani Goran dilinin sebebi, Harzemşahlarda hem Türkçe hem Goranca kullanılmasıdır. Zazaca’yı Türkmen olduklarını saklamak ve katledilmelerini önlemek için kullanmışlardır. Ama gerek dinsel ayinlerinde gerek ozanlarının şiirlerinde Türkçe kullanmışlardır. Bu iki dillilik Türk toplulukları içinde hep söz konusu olmuştur. Keza tüm Alevi ozanların da şiirleri Türkçe’dir.
5.000 yıllık kürt tarihinin özeti
Diyarbakır Nasıl Alındı?
Ve bu bölgeler bütünüyle İran ve Doğu Anadolu Türkmen kabilesi olan Akkoyunluların iktidarındadır. Daha sonra bu bölgede Safeviler iktidar olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i Çaldıran’da yendikten sonra Uzun Hasan’ın Diyarbakır’daki sarayı Tebriz’e taşınmış ve ve ülke Tebriz’den idare edilirken, Diyarbakır Valilik durumuna gelmiştir. Ve bu Valiliğin başkanı da Türkmen Ustaçlı Kurt Bey’dir. Diyarbakır da Yavuz Sultan Selim tarafından bu Türkmen Ustaçlı Beyliği’nden alınmıştır. Şerefname’de bu olay şöyle anlatılmaktadır:
“Sultan’ın ordusu Tebriz’den Rum tarafına dönünce düşünür İdris, Kürdistan beyleri adına Sultan’a bir rapor sunarak; Sultan’ın merhametinden irsi görevlerini eskiden olduğu gibi kendilerine vermek lütfunda bulunmasını ve komutası altında hep birlikte Diyarbekir’e gidip Safevi Valisi Kara Han’ı oradan çıkarmak için başlarına Beylerbeyi rütbeinde olacak büyük bir şahsiyeti tayin etmesini istediklerini bildirdi.
Sultan dileklerini olumlu karşılayarak şu cevabı verdi: ‘kendi aralarından Kürdistan beylerinden ve hükümdarlarından beylerbeyi görevi alabilecek ve bütün Kürt beylerinin boyun eğecekleri komutası altında Kızılbaşlarla çarpışmaya ve onları ülkeden kovmaya gidecekleri birini seçsinler’
Bunun üzerine düşünür İdris bir rapor daha sunarak şöyle dedi: ‘Burada öznel birlikten fazla çokluk vardır. Herkes ‘yalnız ben olayım, benden başkası olmasın’ diyor. Ve kimse kimseye itaat etmiyor. Yüce amaç Kızılbaşlar topluluğu parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre; Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün Kürt beylerinin itaat edecekleri, boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur; böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.”
Buradan şu anlamı çıkartmaktayız: Bu ordunun oluşmasında Kürtler tarafından herhangi bir aktör rol oynanmamıştır ve Kürt denilen kabileler arasında kollektif bir aksiyon olmadığı görülmüştür. Keza buraya tayin edilen Merzifonlu Mehmet Paşa, serdar olarak Diyarbakır’ı almış ve Diyarbakır’ın valisi olmuştur. Diyarbakır Valiliği yaptığı dönemde de Yavuz Sultan Selim tarafından İdrisi Bitlisi’ye gönderilen fermanda bölgedeki Kızılbaş Türkmenlerin kökünün kazılması emredilmiş, bölgedeki Müslüman beyliklerine tımar ve zeamet olarak belli yerler verilerek buralara yerleşmeleri sağlanmıştır. İdrisi Bidlisi’ye gönderilen name şu şekildedir:
Kürtler Diyarbakır’a Yerleştiriliyor
“…Diyarbakır yöresinde size inanarak gelen beylerin durumları, ad ve sanları, değerleri senin bilginde olduğundan, devleti süregelsin Diyarbakır Beylerbeyi Mehmed’e nişan-ı şerifimle damgalı beyaz, şanlı hükümler gönderildi. Gerektir ki, ol beylerin ad ve sanları, değerleri ne biçimde olmak yerinde ise beratları düzenlenip yazıveresiniz. Ol yazılmış beratların örneklerini ve tımarların sayısını da bir deftere geçirip yüce eşiğime gönderesiniz ki, bundan da saklanıp her özellikleri anlaşılıp biline. Her beye ne sancak verildiği ve ne biçimde işe başlatıldığı, sanaları nece yazıldığı, in’amları ve riayetleri ne biçimde olduğu, geniş ve açıklayıcı biçimde bildirile. Ama öyle düzenlenip hazırlana ki birbiri arasında olan bağlantı karışıp altüst olmaya.(Yukarıdaki satırlar bold olarak kalacak) Ol beratlardan başka itimatnameler gönderilmesi gereken beyler için beyaz nişanlı kağıtlar iletildi. Anlar dahi her beye ne biçimde istimalatname gönderilmek uygun ise yazılıp in’amları birle gönderile. Anların geniş açıklamalarının ve in’amda ne biçimde ilgi gösterildiklerinin ol beratları örnekleriyle bir defter idüp cihana gölge salan otağıma yollansın ki her yönü bunda açık ve seçik bilinmiş ola…”
Yukarda görülen alıntıdaki tarz ve otoriter tavır göstermektedir ki, Sultan Yavuz bu bölgedeki yapılanmayı feodal bir biçimde kayda geçirmekte ve kurallarına harfiyen uygulanmasını zorunluluğunu belirtmektedir. Bu da bize göstermektedir ki Kürt tarih yazıcılarının söylediği gibi Osmanlı buradaki Kürt beylerini resmi olarak tanımak zorunda kaldığı için değil, tam tersi burada varlığını sürdüren Türkmen beyliklerinin ve kabilelerinin bu bölgeden sürülebilmesi için bu bölgeye yerleştirilen göçebe Kürt aşiretlerinin kalıcı bir şekilde dağıtılması ve yerleştirildikleri bölgelerin kayıt altına alınmasını amaçlamaktadır. Keza Doğu Anadoludaki bir çok Kürt kabilesi (Zilanlar) buldukları bölgeye, Van kuzeyine Sultan Selim’in döneminde yerleştirilmiştir. Bu yerleştirme, Şah İsmail’in Türkmen kabilelerinin bu bölgeye geri dönüp yerleşiminin engellenmesini amaçlamaktadır. Bu süreçte Güneydoğu ve Doğu Anadoluda kalan Türkmenler kimliklerini değiştirerek Kürt kimliği ile varlıklarını sürdürmüşler ve Kürtleşmişlerdir.
Yine Tori’den aldığımız kaynaklarda Türkmen Ustaç Bey’in kovulmasından sonra Diyarbakır’ın taksiminin daha da detaylandırılmış olduğunu görmekteyiz. Buna göre Diyarbakır şu sancaklara ayrılmıştır. Bunlar Amid, Kemah, Harput, Arapkir, Ergani, İspir, Bayburt, Kıği. Aynı zamanda Diyarbakır Beylerbeyliği’ne bağlı 28 sancak oluşturulmuştur. Bunlar da Çemizgezek, Hizo, Atok, Palu, Süleymaniyen, Birecik, Eğil, Hasankeyf, Çapakçur, Fusul, Hilvan, Bidlis, Sason, Cizre, Nizan, Siverek, Berdinç, Haytan, Zeriki, Musul, Cüngüş, Poşadı, Hâchuk, Sincar, Genc, Aşiret ve Ulus sancaklarıdır. Bunların beyleri ve bu beylerin oluşturdukları araziler deftere yazılarak Osmanlının vergi topladığı tımarlar olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka ifade ile Kurmanç etnik oluşumunun başlangıçı olarak, ilkel komünal toplulukların Osmanlı feodal düzenine göre yerleştirilmesini alabiliriz.
Sanıldığı gibi Osmanlı, Kürt beylerinin varlığını kabul etmiş değildi. Tam tersine, Kızılbaş Türkmenlerin bu bölgeden çıkarılması için bu bölgeye Şafii Müslümanlar yerleştirilmiştir. Kızılbaş Türkmenler katliamlar ile bu bölgeden uzaklaştırılırken, Osmanlılar tarafından Kürt etnisi dediğimiz yapı bu bölgede oluşturulmaya başlanmıştır. Daha evvel Arap kökenden gelen topluluklar Osmanlı tarafından Müslüman olarak deftere yazılmış ve bu anlamda Türkmen olmanın Kızılbaş olmayla eşit olduğu noktada İdrisi Bidlisi’nin ve Şerefhan’ın tarihinde kaleme aldığı gibi bölgeden Türkmenlerin tasfiyesini amaçlayan bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu da bize göstermektedir ki “Burası Kürt bölgesiydi ve burada yaşayan topluluklar Kürt’tü” tezinin bir temel dayanağı bulunmamaktadır. Keza Şerefhan bile Diyarbakır’ı, Meyyafarkın’ı Kürdistan içinde saymaz.
Günümüzde Kürt kabilelerini sınıflandırmaya kalkacak olursak temel alacağımız kaynaklardan biri de Ziya Gökalp’in Kürtler üzerine yaptığı sosyolojik araştırmadır. Ama onun dışında burada varolan Hamidiye Alayları’nın yapılarıdır. Hamidiye Alayları, Osmanlının buradaki aşiretlerden oluşturduğu yapıları tanımlamaktadır. Milanlar ve Zilanlar’dan oluşan bu aşiretlere baktığımız zaman iki ayrı partiden oluşturulan Hamidiye Alayları şöyle oluşmaktaydı: Başkanlığını Milan Aşireti Reisi’nin yaptığı Mil partisinde Cibran Aşireti 4 alay, Hasenan Aşireti 6 alay, Zirkan Aşireti 2 alay, Karakeçili Aşireti 1 alay ve Milan Aşireti 5 alay olmak üzere 20 alay vardı. Haydaran Aşireti Reisi’nin başkanlığını yaptığı Silif partisinde ise Hayderan Aşireti 5 alay, Ademan Aşireti 1 alay, Tokariyen Aşireti 1 alay, Zilan aşireti 1 alay, Celali aşireti 1 alay, Şıpkan aşireti 1 alay, Zilanlı Selim Paşa Aşireti 1 alay, Tutak Aşireti 1 alay ve bölge Alay Kumandanları Alayları 3 olmak üzere toplam 16 alay vardı. Hamidiye Alayları toplam 36 tane idi.
Antropolojik olarak bakıldığında Milanların Arap kökenine girdiğini Marc Sykes söylemektedir. Keza kuzeydeki aşiretlerden Zilanların ise Türkmen tipine girdiğini, diğer üçüncü bir tipin Girdi tipi dördüncü tipin ise Nasturi-Hakkari tipi olduğu bilgisini vermektedir. Bu boyutuyla baktığımız zaman antropolojik olarak da bir Kürt tipinden bahsedilemeyeceğini Nikitin söylemektedir
Alın size eski tarihçiler ama biliyorum yine bazı çok bilmişler bunlarada bir kulp bulacatır. Ebul hasan el mesudi ‘’murucuz-Zeheb ve Meadin El-Cevahir’,943 yılı Kitab el tenbih ve el işraf, ‘’ Pers Ebu İshak İbrahim El İstağri ‘’kitap mesalik el-memalik’’,951 yılı) ve ebul kasım ibn Hewkel‘’Kitab el-Mesalik’ vel memalik’’972yılı) . Ve ebu Abdallah Muhammed el mukadesi ahsan‘’ahsan et tekasim fi ma’rifat elakalim’’, 985 yılı) , Kürtler, kürt eyaletleri ve şehirleri hakkında çok değerli bilgiler vermektediler Kürt eyaletleri ile ilgili Kürt eyaletler ile ilgili enn geniş bilgiyi öncelikle İstağrinin kitabında yer alan 33 göçer Kürt Aşiretinin listesini yeniden düzenleyen Hewkelin ve mukdisinin kitaplarında buluyoruz. Orta Çağ Arap coğrafya biliminin doruğu kabul edilen El Mukadisi’nin çalışmasında Kürtler’de dahil olmak üzere ayrı ayrı halkların ve onların yaşasığı bölgelerin,şehirlerin,,eyaletlerin ve ülkelerin tanımı verilmiştir… şerafhan Bidlis’inin (1543-1604) ‘’Şerefname’’ adlı eseri, 16. yüzyılın sonuna değin Kürt kürt tarihinin en önemli kaynak kitabı idi ve bu özeliğini bu gün de korumaktadır. ‘’Şerefname’’nin kaynak kitap olarak değeri, yazara daha yakın olan 15. ve 16 yüzyıldan daha geniş zamanları kapsamasındandır. Geniş bir kültüre sahip bir entelektüel ve siyaset adamı ve 16.yüzyıl Kürt elitinin bir temsilcisi olarak şerefhan bidlisi, kürt tarihini ilk kez yazmayı, kendine ödev edinmiş ve bu amaçla kendi halkının tarihi geçmiş ile ilgili olarak bütün bildiklerini tek tek derleyip bir araya getirmiştir.Ama bu çapta bir ödevin üstesinden ancak birkaç yüzyıl sonra seçkin Kürt tarihçisi Mehmet Emin Zeki (1880-1948) gelebilmiştir.*
Kürtler bizden daha önce gelmişti anadoluya… Ermenilerin yazılı tarihi dördündücü asırda başladığı biliniyor. Kürtlerinde. Tabi bunu kesin olarak kestirmek mümkün değildir. (İlber ortaylı, teke tek programı, 21,06,2009)
* Kaynak:Kürdistan tarihi, M.s Lazarev,S.x mıhoyan, E.i vasilyeva, M.a Gasretyan, O.i. Jigalina
Madde1 BBM,Türk milletinin medeniyetinin gerekleri doğrultusunda ilerlemesini sağlamak amacıyla,Kürt milleti için kendi milli gelenekleriyle uyum içinde bir ÖZERK YÖNETİM kurmayı taahhüt eder.10 Şubat 1922-63 red oyuna karşı 373 kabul oy ile.
Zalim Dakkak'a karşı Demirci Kawa'nın önderliğinde halk ayaklandı.kurtuluşunu sağladı. Newroz,özgürlüğü muştalayan bir bayramdır.
Kürt ve Türk kökenli topluluklar Horasan'dan Anadolu'ya gelmişlerdir.Bektaşilik ve Aleviliği önce Orta Asya'ya bağlayıp Sonra Türkleştirmek isteyenler bu felsefeyi Şamanizm gibi bir inanç sistemine dayandırırlar.
P.Wilhelm Schmith:'Eski Türklerin dini' 1964
Kürtçe,'Ci-di' yani 'yeri buldu/yer buldu anlamında kullanılan tümce; dağın adına Cudi'ye dönüşmüştur.
Yılanla ilgili Kürtçe Atasözleri.
Mare reş sipi nabe:Kara yılan ak olmaz
Jehra mara derman e.:Yılanların zehri ilaçtır.
Kürtler'de,yaygın olan bir inançta şudur:'Bir yılanı öldürüp ağaca asarsan yağmur yağar,öldürüu suya atarsan yağmur durmaz sel olur.
Saz,Kürtçe bir kelimedir.Aynı kökten türeyen sazbend(çalgıcı) , sazendeve sazengan kelimeleri de Kürt dilinin ürünleridir.İşin bu yanını bilmeyenler,Halk şiirini de, ozanı da asya'dan getirmiş, ya da İslam dininin yayılışından sonra doğan bir eylem olarak göstermişlerdir.Halk arasındaki 'saza gidelim sözü',çalgıya gidelim demektir.Kürtçe ilk gramer,1700 sonlarında Diyarbakır'da misyonerlik yapan bir papaz tarafından İtalya'da yayımlanmıştır.Arkeolog Sabinaro,Mezopotamya Uygarlığının bitim tarihini Kürt Med Devleti'nin yıkılış tarihi olarak' vurgular.Bkn.Mezopotamya Sanatını tanıyalım S5 İnkilap kitapevi 1985.
Saygı Öztürk'ün geçen yıl yayınlamış olduğu “İsmet Paşa’nın Kürt Raporu” adlı kitaptan bazı bölümler..
- Ağrı'da Kürtlerin medenileşip, sükunet bulmaları bile kardır. Karaköse, hükümete bağlı bir Kürt şehridir. Erzincan Kürt merkezi olursa Kürdistan'ın kurulmasından korkarım.
- Iğdır'da Kürtlerin yerinden oynatılmasına ne lüzum, ne imkan vardır. - Türklüğe hevesli bir Arap şehri olan Siirt'in doğuya naklini tercih ederim
- Van ve Erzincan'da acele olarak, Muş Ovası'nda tedricen ve Elazığ Ovası'nda kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız.
- Türklerle Kürtler aynı okulda okumalıdır. Bu Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktır.
- 'Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.
- 'Düşman unsurlar içinde saldırgan olan teşkilat Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat zabitleri her istedikleri anda Kürt reislerini çeteler halinde memleketimize saldırtmağa muktedirdirler.'
- 'Mardin vilayetinden çıkarılacak Hıristiyan ve Arapların yerlerini Kürtler derhal dolduracaklardır. Bu hal bizim için pek zararlıdır.'
Bunları okuyunca okadar okadar isyanın niye çıktığı, bu günlere nası gelindiği çok iyi anlşılıyor. bi başka şey artık bu kardeşlik, abilik palavralarını geçin. Değişen dünyada bütün halklar artık çıkarına bakıyor ve kürtlerde bir halk olduğuna göre(Kürtlerin olmadığını kanıtlamak için bin dereden su getirsenizde) onlardada çıkarına bakıyor. Kürtlerin devlet kurmadığı, kuramadığı yalanına gelince bu gün herkesin bildiği gibi şu anda hasankeyf'te ılısu barajı yapılmak isteniyor. sorarım size o güzel tarihi yapılar niye sular altında bırakılmak isteniyor? ? ? yoksa oda komagene devletinin başkenti olan Samsat yada Samusata'dan kalan bütün tarihi kalıntıları yok edilmekmi isteniyor (oda atatürk barajının suları altında bırakıldı şu an yeni yeni yapılan kazılarda eski saraylar, Su kemerleri, kaleler çıkmaktadır.) çünkü bakıyorumda türkiyede başta Kürtler olmak üzere bütün Aydın'lar ve yeşilc'iler karşı çıkmasına rağmen ve hatta Avrupa devletlerinin vereckleri krediyi vermekten vazgeçmelerine rağmen enerji bakanı canlı yayında inatla biz barajı yapacaz diyor. çünkü bir devlet yada bir halk bir yeri sömürdüğü zaman ondan önce geldiği yerde bulunan halkın atalarından kalan bütün tarihi yoketmlidir, yokedeceki o, halkın olmadığını ispatlayabilsin. Mesela bü gün lazlar asimile olmuştur şu anda yetişen yeni nesil ne dilini biliyor ne tarihini merak ediyor(laz gençliği) eğer biz Kürtlerden istediğiniz buysa kusura bakmayın biz yokuz.
kimseninde üvey kardeşi değiliz.
Her doğulu Kürt değildir,
her Kürt'te pkk lı değildir.
5000 yıllık tarihi olduğu söylenen ve hep isyan edenleri bir kenara ayıralım,
Vatanını satmayan, başka ülkelerin uyuncağı olmayan, emperyalist batı ve ABD ye maşalık yapmayan bilinçli, vatansever Kürt'ler kardeşimizdir.
kürtçe yerel bir dildir,hiç kimse bunun ulusal bir dil oladugunu idaa edemez,bir dilin ulusal olması için o dile ait devlet o devletin bir bayragı,sınırları vs vs olması gerekir,bu duruma göre ordan alınmış buraya geçmiş gibi cümleler komık oluyor..
benim yaşadıgı topraklardan,dalgalanan bayrağımdan,dilimden sıkıntısı olmayanla sorunum yok,ben pkkyı kendine avukat sayan hainlerle sorunluyum,eline sofra bezi gibi bir çarşafla bu bayragım diyenleredir lafım,imralıdakini baş önder sayanadır lafım,üstüne alan alsın yarası olan gocunur
Alevilik ve bektaşilikte kullanılan sözcüklerin büyük bir bölümü Kürtçe'dir.
Samah,derviş,dergah,Payı maçan,çelebi pir,aşura,Nevruz Erkanı,Dem,Manguş,Gülbank' gül sesi',dost,Sımat(somat) ' Bektaşi sofrası',Tennure,Tac,Çerağ,vs.Bkn: Bedrettin Noyan Bektaşilik-Alavilik nedir? S.379
Tarihi kimse değiştiremez, evet. :)
İstençli olarak tarihi yok sayabilirsiniz,ama tarihi değiştiremezsiniz.