Bir insanın benliği, en iyi dilinde, bir ulusun niteliği en iyi tarihinde belli olur. Ama ne dil ne de tarih belli birer başlangıç ve bitimi olan sınırlı varlıklardır. Her dem canlı süreçlerdir. Bilinçli bir çalışma sonunda kültür doğup gelişir. Yoksa kültür kuşaktan kuşağa olduğu gibi aktarılan donmuş bir varlık değildir. Türkiyeli insan bugün dil konusundaki incelemeleri ve araştırmaları ile kendini bulmak, yansıtmak ve çeşitli düşünce yapıtları ile yaratıcı olmak olanağına kavuşur. Topraklarımızın üstünde ve altındaki araştırmalar geçmişimizi insanlığın en erken doğuş çağlarına götürmektedir. İnsanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye, ve yaşamaya çağırmıştır bizi Atatürk. (Azra Erhat)
"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz. Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..
Liyakat aslında tüm dünyada sorun. Üçüncü dünya ülkelerinde bariz. Gelişmiş ülkelerde de bir parça. Elitler, kültürel sermayesi olanlar avantajlıdır. Onlar daha doğuştan belli kodları gizlice alırlar. Hep çizginin bir tarafındadır, çıtanın üstündedirler. Diğerleri olan bitenden habersizdir. Dikey hareketlilik pek mümkün değildir. Kimin neye göre seçileceği bir sorundur çünkü kültürel kalıpları belirleyenler daima azınlıktır.
‘’Coğrafya kaderdir!’’ sözü İbn Haldun’a ait değildir ama onun tezlerinin dışında kalan bir söz de değildir. Düşünüre göre toplumsal olaylar belli bir bağlamın üzerinde gerçekleşir. Bu bağlam en temelde iktisattır -ki bu iktisatta alt yapı üst yapıyı belirler anlayışı İbn Haldun'da da mevcuttur.- Tüm bunların da temelinde iklim ve coğrafya vardır. Coğrafya kader kadar güçlü olmasa da deterministik bir role sahiptir.
Antik Yunanlıların Daimon dediği daha yüksek, daha otantik bir ben vardır. Bu benlik diğer insanlarla, doğayla ve tüm evrenle olan içsel bağlantısının farkındadır. İçsel daimonumuz düzenli bir durumda olduğunda iyi ruh hali, tatmin durumu olan Eudaimonia’yı deneyimleriz.
Ahlaksız çağda, ilişkilerin çıkar üzerine kurulu olduğu, her şeyin alınır satılır cinsten olduğu bir çağda en zor fakat en güzel şey ahlaklı yaşamak için direnmektir.
İnsanlar sorunlarınızı alaycı bir ifadeyle dinliyorsa, bu sorunlara alaycı bir tutumla yaklaşıyorlarsa bu onların zalim oldukları anlamına gelir. (Epiktetos)
21.asır insanı: Yapabileceği şeylerden haberi bile olmayan insan. Bu habersiz olma hali, sadece cehaletten değil egonun aşırılıkları ya da gereksizlikleri nedeniyle mevcut enerjisini ve zamanını fazla tüketen, kendini gerçekleştirmek yerine sadece yap denileni yapan, kendi iç sesini unutmuş insan!
İnsan yapılanmasında çok küçük yaştan itibaren inkar vardır. Hırsızlık yapan bir çocuk sessizliğe bürünür ya da inkarcı olur. Yetişkin de öyle. Suçu yüzüne vurulduğunda dahi derhal inkar eder. İşte esas mevzuu, kişinin içinde boşalan o alanın nasıl doldurulacağıdır. Bu insan ruhu için bir rahatsızlıktır. Ben nesnesinin kuruluşu oldukça zorlu bir süreçtir. (Sigmund Freud)
Marks’ın emek-değer teorisi eski insanların, metalara bakış açısı ile alakalıdır. Eskiden, yani paranın yaygın olmadığı dönemde ürünler takas edilirdi fakat bu takasta, söz konusu ürünler için ne kadar emek harcandığı ön plana çıkardı. Söz gelimi 50 saatte üretilmiş bir ürünü alabilmek için 10 saatte üretilmiş bir üründen 5 adet vermek gerekirdi.
Nicedir hissettiğim bir şeyler var. Her yerde memnuniyetten başkasını görmüyorum ama tuhafım. Gizli bir halsizlik, sıkıntı, kalbimin derinliklerine sızmış durumda! Bir zamanlar senin de hakkında söylediğin gibi onun boş ve şişmiş olduğunu hissediyorum adeta. Değer verdiklerime duyduğum bağlılık, kalbimi meşgul etmeye yetmiyor. Ne yapacağını bilmediği işe yaramaz bir güçle başbaşa kalıyor sanki. Biliyorum, böylesi bir acı tuhaf ama gerçek. Dostum, çok mutluyum ama bu mutluluk beni çok sıkıyor. (Jean Jack Rousseau- Julie ya da yeni Heloise)
Cahil ve aptal toplulukların enerjisi, kendi yarattıkları sorunları çözmek için harcanır. Elde kalan daima sıfırdır. Bu tarz topluluklarda yenilik beklemek güçtür.
Zevk almanın birinci şartı gereksiz yükleri atmaktır. Gereksiz yükleri sırtlarında taşıyarak yola devam edenler zevkleri, acıların ve fuzuli görevlerin arasına sıkışıp kalmış minik fasılalar olarak yaşarlar.
Değişimi evetlemeli, kaçınılmaz olanı onaylamalı insan! Değişenin ruhuna nüfuz etmeli! Çağın ruhunu yakalamalı. İtiraz etmeden önce anlamaya, tanımaya, dinlemeye çalışmalı! Bu olmadığında kaçınılmaz bir çatışma başlar benlikte. Bu dönüştürücü, değiştirici ve ileri götürücü bir çatışma değil, tırtılın yaprağı kemirmesi gibi imha edici bir çatışmadır. Cahil sadece kendini tüketen bir döngü içinde kıvranır durur ömür boyu!
Bir tiyatronun kulisinde yangın çıkmış. Bir soytarı sahneye çıkıp seyircileri durumdan haberdar etmiş. Herkes şaka yapıyor sanmış. Bir alkış kopmuş; soytarı yine aynı sözleri tekrar etmiş; alkışlar daha da artmış. Ben dünyanın, bunun bir şaka olduğunu sanan cin fikirli şaka severlerin alkışları arasında yok olacağını düşünüyorum. (Soren Kierkegaard-Ya ya da)
Aynı satırları okumama rağmen bazen neşelenir, bazen heyecanlanır, bazense sıkılırım. Aynı yolda yürürken bazen zevk alır, bazen de almam. Hayat der geçerim.
Kağıda tutku duyduğunuz 20 şey yazın. Sonra iyice düşünün ve bunların içinden beş tanesini seçin. Kalan 15 tanesini ise tamamen unutun, çıkarın akıldan. İşte o beş şeye odaklı kalın yoksa hayatınız boyunca sürünürsünüz. (Warren Buffet)
Başkasına yaptığımız, başkasıyla sınırlı kalmaz. Başkasına yaptığımızı aynı zamanda kendimize de yaparız. Diğerinin özgürlüğünü yok ettiğinde, onunla birlikte senin özgürlüğün de yok olur.
Acı çekmek insan yaşamının bir parçasıdır. Dünyayı iyileştirmeyi amaçlayan düşünceler her zaman bir kusur içerir. Acıyı ortadan kaldırmazlar, sadece acının şeklini değiştirirler. Hayat, acıların odak noktasının sürekli değişimine şahit olmaktır. İnsan beyni başka türlüsünü düşünememekte, tasarlayamamaktadır.
Kötülük yapmaması için insanı zor da olsa frenlemek, iyilik yapması için de onu bir hayli iteklemek gerekir. İşte insan böyle bir canlı.
Bir insanın benliği, en iyi dilinde, bir ulusun niteliği en iyi tarihinde belli olur. Ama ne dil ne de tarih belli birer başlangıç ve bitimi olan sınırlı varlıklardır. Her dem canlı süreçlerdir. Bilinçli bir çalışma sonunda kültür doğup gelişir. Yoksa kültür kuşaktan kuşağa olduğu gibi aktarılan donmuş bir varlık değildir. Türkiyeli insan bugün dil konusundaki incelemeleri ve araştırmaları ile kendini bulmak, yansıtmak ve çeşitli düşünce yapıtları ile yaratıcı olmak olanağına kavuşur. Topraklarımızın üstünde ve altındaki araştırmalar geçmişimizi insanlığın en erken doğuş çağlarına götürmektedir. İnsanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye, ve yaşamaya çağırmıştır bizi Atatürk. (Azra Erhat)
"Şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
"Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..
Can Yücel
Her yerin yabancısıyım. (Boris Vian)
Cahil toplumların en büyük sorunu ''Çoğunluğun tiranlığı'' meselesini çözememektir.
Liyakat aslında tüm dünyada sorun. Üçüncü dünya ülkelerinde bariz. Gelişmiş ülkelerde de bir parça. Elitler, kültürel sermayesi olanlar avantajlıdır. Onlar daha doğuştan belli kodları gizlice alırlar. Hep çizginin bir tarafındadır, çıtanın üstündedirler. Diğerleri olan bitenden habersizdir. Dikey hareketlilik pek mümkün değildir. Kimin neye göre seçileceği bir sorundur çünkü kültürel kalıpları belirleyenler daima azınlıktır.
‘’Coğrafya kaderdir!’’ sözü İbn Haldun’a ait değildir ama onun tezlerinin dışında kalan bir söz de değildir. Düşünüre göre toplumsal olaylar belli bir bağlamın üzerinde gerçekleşir. Bu bağlam en temelde iktisattır -ki bu iktisatta alt yapı üst yapıyı belirler anlayışı İbn Haldun'da da mevcuttur.- Tüm bunların da temelinde iklim ve coğrafya vardır. Coğrafya kader kadar güçlü olmasa da deterministik bir role sahiptir.
Antik Yunanlıların Daimon dediği daha yüksek, daha otantik bir ben vardır. Bu benlik diğer insanlarla, doğayla ve tüm evrenle olan içsel bağlantısının farkındadır. İçsel daimonumuz düzenli bir durumda olduğunda iyi ruh hali, tatmin durumu olan Eudaimonia’yı deneyimleriz.
Ahlaksız çağda, ilişkilerin çıkar üzerine kurulu olduğu, her şeyin alınır satılır cinsten olduğu bir çağda en zor fakat en güzel şey ahlaklı yaşamak için direnmektir.
Kuşkuculuğun son noktası ve yitimi, insanın kuşkulanabileceği bir hakikatin varlığından da kuşkulanmaya başlamasıdır. (Jean Baudrillard)
İnsanlar sorunlarınızı alaycı bir ifadeyle dinliyorsa, bu sorunlara alaycı bir tutumla yaklaşıyorlarsa bu onların zalim oldukları anlamına gelir. (Epiktetos)
21.asır insanı: Yapabileceği şeylerden haberi bile olmayan insan. Bu habersiz olma hali, sadece cehaletten değil egonun aşırılıkları ya da gereksizlikleri nedeniyle mevcut enerjisini ve zamanını fazla tüketen, kendini gerçekleştirmek yerine sadece yap denileni yapan, kendi iç sesini unutmuş insan!
İnsan yapılanmasında çok küçük yaştan itibaren inkar vardır. Hırsızlık yapan bir çocuk sessizliğe bürünür ya da inkarcı olur. Yetişkin de öyle. Suçu yüzüne vurulduğunda dahi derhal inkar eder. İşte esas mevzuu, kişinin içinde boşalan o alanın nasıl doldurulacağıdır. Bu insan ruhu için bir rahatsızlıktır. Ben nesnesinin kuruluşu oldukça zorlu bir süreçtir. (Sigmund Freud)
Zamanın para olduğu yerde insanı silmeniz kaçınılmazdır.
Marks’ın emek-değer teorisi eski insanların, metalara bakış açısı ile alakalıdır. Eskiden, yani paranın yaygın olmadığı dönemde ürünler takas edilirdi fakat bu takasta, söz konusu ürünler için ne kadar emek harcandığı ön plana çıkardı. Söz gelimi 50 saatte üretilmiş bir ürünü alabilmek için 10 saatte üretilmiş bir üründen 5 adet vermek gerekirdi.
Güçlü yönlerinizi olumlu yönde kullanamamak, zayıf yönlerinizi geliştirememekten çok daha kötüdür.
Nicedir hissettiğim bir şeyler var. Her yerde memnuniyetten başkasını görmüyorum ama tuhafım. Gizli bir halsizlik, sıkıntı, kalbimin derinliklerine sızmış durumda! Bir zamanlar senin de hakkında söylediğin gibi onun boş ve şişmiş olduğunu hissediyorum adeta. Değer verdiklerime duyduğum bağlılık, kalbimi meşgul etmeye yetmiyor. Ne yapacağını bilmediği işe yaramaz bir güçle başbaşa kalıyor sanki. Biliyorum, böylesi bir acı tuhaf ama gerçek. Dostum, çok mutluyum ama bu mutluluk beni çok sıkıyor. (Jean Jack Rousseau- Julie ya da yeni Heloise)
Cahil ve aptal toplulukların enerjisi, kendi yarattıkları sorunları çözmek için harcanır. Elde kalan daima sıfırdır. Bu tarz topluluklarda yenilik beklemek güçtür.
Zevk almanın birinci şartı gereksiz yükleri atmaktır. Gereksiz yükleri sırtlarında taşıyarak yola devam edenler zevkleri, acıların ve fuzuli görevlerin arasına sıkışıp kalmış minik fasılalar olarak yaşarlar.
Aklıyla duygusunu birleştiren değişimi yakalar, değişimle bir olur, değişimde kaybolur. Diğerleri sadece değişime maruz kalır.
Değişimi evetlemeli, kaçınılmaz olanı onaylamalı insan! Değişenin ruhuna nüfuz etmeli! Çağın ruhunu yakalamalı. İtiraz etmeden önce anlamaya, tanımaya, dinlemeye çalışmalı! Bu olmadığında kaçınılmaz bir çatışma başlar benlikte. Bu dönüştürücü, değiştirici ve ileri götürücü bir çatışma değil, tırtılın yaprağı kemirmesi gibi imha edici bir çatışmadır. Cahil sadece kendini tüketen bir döngü içinde kıvranır durur ömür boyu!
Upanishadlar, yaşamımın tek avuntusu oldu. Ölümümün de avuntusu olacaktır. (Arthur Schopenhauer)
Joker gibi bir psikopat, Gotham gibi empati yoksunu ve menfaatperest insanların yoğun olduğu bir şehirde ortaya çıkmıştı.
Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir iş, o işle ilgili katılınan iş görüşmesi kadar ciddi değildir. (John Budd)
Bir tiyatronun kulisinde yangın çıkmış. Bir soytarı sahneye çıkıp seyircileri durumdan haberdar etmiş. Herkes şaka yapıyor sanmış. Bir alkış kopmuş; soytarı yine aynı sözleri tekrar etmiş; alkışlar daha da artmış. Ben dünyanın, bunun bir şaka olduğunu sanan cin fikirli şaka severlerin alkışları arasında yok olacağını düşünüyorum. (Soren Kierkegaard-Ya ya da)
Parasız insana en çok annesi küfreder.
Aynı satırları okumama rağmen bazen neşelenir, bazen heyecanlanır, bazense sıkılırım. Aynı yolda yürürken bazen zevk alır, bazen de almam. Hayat der geçerim.
Kağıda tutku duyduğunuz 20 şey yazın. Sonra iyice düşünün ve bunların içinden beş tanesini seçin. Kalan 15 tanesini ise tamamen unutun, çıkarın akıldan. İşte o beş şeye odaklı kalın yoksa hayatınız boyunca sürünürsünüz. (Warren Buffet)
Başkasına yaptığımız, başkasıyla sınırlı kalmaz. Başkasına yaptığımızı aynı zamanda kendimize de yaparız. Diğerinin özgürlüğünü yok ettiğinde, onunla birlikte senin özgürlüğün de yok olur.
Acı çekmek insan yaşamının bir parçasıdır. Dünyayı iyileştirmeyi amaçlayan düşünceler her zaman bir kusur içerir. Acıyı ortadan kaldırmazlar, sadece acının şeklini değiştirirler. Hayat, acıların odak noktasının sürekli değişimine şahit olmaktır. İnsan beyni başka türlüsünü düşünememekte, tasarlayamamaktadır.