İşçinin alın terini kurutmaları yüreğimi yaralıyor. Uzaklara gitmek istiyorum. Çok uzaklara. Yorgun gözlerim topraktan ve gökyüzünden başka şey görmesin artık.
İlkbahardaki bir nehir gibi hızla akıp gidiyordu ömrümüz. Akıp giden geri gelmiyor. Bu nedenle bu yedi yıl sonsuzluk gibi gelmişti biz sabırsızlara! Bedenlerimiz birbirini bu kadar arzularken, dudaklarımız sevdiğinin öpücüğüne bu kadar susamışken katlanılacak gibi değildi bu yedi yıl. Fakat yüce tanrım, Yakup yine de boyun eğdi bu hükme. Ben de uydum babamın buyruğuna. Yüreğimizi elimize aldık ve ona itaat etmeyi, sabretmeyi öğrettik. Sabretmek aciz kullar için ne zor! Çünkü yanan yüreği canlı bedenimize sen koydun. Yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğunu, bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yerlere sen yerleştirdin. Ömrümüzün sonbaharı ilkbaharının çok yakınındadır. Yazı ise hiç uzun değildir. Bu nedenle böyle bir sabırsızlık çalkalanır kanımızda! Bu nedenle büyük bir açlıkla uzanır ellerimiz sevdiğini almaya! (Stefan Zweig- Rahel tanrıyla hesaplaşıyor)
Oz büyücüsü adlı eserdeki Dorothy’yi diğer masal kahramanlarından ayıran, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmasıdır. Ama tıpkı erkek masal kahramanlarını koruyan iyilik perileri gibi, kendisini de iyilik cadısı korumaktadır. Yolculuğu esnasında Dorothy üç kişiyle tanışır. Korkuluk kendine güveni düşük, aptal olduğuna dair inancı tam, aşağılık kompleksine sahiptir. Teneke adam ise kalbi olmayan biridir. Hissedememekten yakınır. Korkak aslan, çalıların arasından gelene geçene kükreyen ama karşı karşıya gelince korkudan titreyen biridir. Yazarın bu eserinde bu üç figür toplumun üç sınıfını sembolize eder. Korkuluk aklına güvenmediği için popülist siyasetçilerin peşinden giden cahil çiftçiler, teneke adam sanayileşmeden ve kapitalizmden dolayı kendine yabancılaşan işçi, korkak aslan ise esip gürleyen ama asla harekete geçmeyen politikacılardır.
Çoğu insan kendine değil aslında dış faktörlere güvenir. Bunlardan parayı, malı ve statüyü çekip aldığınızda çırılçıplak hissederler kendilerini. 21.asır insanı dışarıdan sağlam görünen bir enkazdır.
Kapitalizmin işleyiş mekanizmasının temelinde, insanı eksik hissettirme gücü bulunur. İnsan eksik olabilir lakin onun eksiğini giderecek olan, sistemin ürettiği mal ve hizmetler değildir.
Metafizik, felsefenin konusudur ve önemlidir. İnsanlara metafizik öğretmezseniz sosyal çürümeyi, toplumsal dağılmayı ancak son evrede yani sokaklar cehennem yerine döndüğünde fark ederler.
Galiba gülebilen tek varlığın insan olmasını anlayabiliyorum. O kadar acı çekmiştir ki insan, bu acıların üstesinden gelebilmek için gülmeyi keşfetmiştir. (Friedrich Nietzsche- Ecce Homo: İnsan nasıl kendisi olur.)
Şişli’de bir apartman, yoksa eğer halin yaman, nikel kübik mobilyalar, duvarda yağlı boyalar, lüküs hayat… Bu bir güldürü idi ama aynı zamanda son derece ciddi bir toplumsal eleştiri idi. Olumsuz ekonomik şartlardan haberi bile olmayan, yoksulların geçim sıkıntısına karşı duyarsız kalan, sosyete tabir edilen kimselerin menfaatlerine dayalı vıcık vıcık ilişkilerin aynasıydı lüküs hayat müzikali.
Kavram: Gündelik hayatta karşılaşılan olay, ilişki ve durumları, yani sosyoloji biliminin konusu olan her şeyi anlamlandırmak için ihtiyaç duyulan temel düşünce araçlarıdır. Diğer deyişle yol bulmayı sağlayan, harita görevi üstlenen adlandırma, tanımlamalardır.
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir! Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir! Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Zihinsel zincirlerini kıramayanlar, kendilerindekini masaya yatırıp enine boyuna incelemeyenler, değişime sırt çeviren ve sadece eldeki mevcut eski malzeme ile yaşam tesis etmeye çalışanlar, dış dünyadan gelen sert darbeler karşısında her zaman seyirci kalmak durumundadır.
İnsan ve toplum sorunlarına akıl perspektifinden bakmak gerekir. Bunu söylemesi kolay, uygulaması ise çok zordur. Nitekim dünyanın dörtte üçü bunu uygulamaya koyamamaktadır.
Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin. Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü bırakın insanları, köpekler bile büyük dostluklara katlanamazlar. (Arthur Schopenhauer-İsteme ve tasarım olarak dünya)
Ne yazık ki tüm ömrünü gündelik yaşamda kullandığı en fazla 300-500 kelime ile geçiren insanların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bu ülkede yaşıyor ve edebiyat yapmaya çalışıyoruz. Bazı uluslararası kuruluşların her ülkede yaptığı geniş kapsamlı araştırmalarda kendi ana dilinde yazılanları okuyup anlamada listenin son sıralarında yer alan ülkelerden biri olduğumuzu hatırlatmak bir yurttaş olarak da, Türkçe sevdalısı bir yazar olarak da canımı yakıyor. Yine uluslararası kuruluşlarca dünya genelinde okullarda yapılan araştırmalarda Türkiye’deki öğrencilerin başarısızlığının nedenlerinden birinin ana dillerinde yazılı olarak sorulan soruları anlamakta çektikleri güçlük olarak saptanmıştır. Bilmek gerekir ki dil kaybı düşünce ve sosyal iletişim kaybı demektir. (Murathan Mungan)
Fakirliğin insana kaybettirdiği çok şey varken zenginliğin insana kazandırdığı elle tutulur bir şey yoktur. Fakiri ele geçiren gelecek endişesi ve zengini ele geçiren eğlence çeşitliliği ruhu boşaltır niteliktedir.
Atatürk dil konulu 252 adet kitap okumuştur. O, dil mevzuuna büyük önem veriyordu çünkü dilin iyi kullanımı, iletişimin güçlü ve sağlıklı olması, aynı dili konuşanların o dil ile ilgili düşünce geliştirirken yeni kavramları da meydana getirmeleri, dili derinleştirmeleri üzerinden yeni fikirler üretmeleri demekti. Dil aynı zamanda toplumsal bütünleşmenin en önemli unsurlarındandı.
Albert Banduranın meşhur öğrenilmiş çaresizlik kavramı önemlidir. Bireyler, içlerinde bulundukları durumu değiştiremeyeceklerine inandıklarında pasif ve çaresiz hale gelirler. Bu durum bireylerin etik seçimlerini ve sosyal etkileşimlerini derinden etkiler.
Sistem sizi sadece kontrol etmez. Bir tür kontrol malzemesi olarak da kullanır. Yani siz sadece kontrol edilen değilsinizdir, aynı zamanda kontrol eden ve tahakkümün elini güçlendirensinizdir. (Michel Foucault)
Kader insana benzer. Eğer bize yaptıklarından etkilenmediğimizi ona gösterirsek o zaman bizi rahat bırakır. (Fernando Pessoa– Ophelia’ya mektuplar)
İşçinin alın terini kurutmaları yüreğimi yaralıyor. Uzaklara gitmek istiyorum. Çok uzaklara. Yorgun gözlerim topraktan ve gökyüzünden başka şey görmesin artık.
İlkbahardaki bir nehir gibi hızla akıp gidiyordu ömrümüz. Akıp giden geri gelmiyor. Bu nedenle bu yedi yıl sonsuzluk gibi gelmişti biz sabırsızlara! Bedenlerimiz birbirini bu kadar arzularken, dudaklarımız sevdiğinin öpücüğüne bu kadar susamışken katlanılacak gibi değildi bu yedi yıl. Fakat yüce tanrım, Yakup yine de boyun eğdi bu hükme. Ben de uydum babamın buyruğuna. Yüreğimizi elimize aldık ve ona itaat etmeyi, sabretmeyi öğrettik. Sabretmek aciz kullar için ne zor! Çünkü yanan yüreği canlı bedenimize sen koydun. Yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğunu, bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yerlere sen yerleştirdin. Ömrümüzün sonbaharı ilkbaharının çok yakınındadır. Yazı ise hiç uzun değildir. Bu nedenle böyle bir sabırsızlık çalkalanır kanımızda! Bu nedenle büyük bir açlıkla uzanır ellerimiz sevdiğini almaya! (Stefan Zweig- Rahel tanrıyla hesaplaşıyor)
Onu görmek, sesini duymak, çöpü atmak için sokağa çıkıp yıldız kaymasına şahit olmak gibiydi. (Beyza Alkoç-Sınırsız)
Oz büyücüsü adlı eserdeki Dorothy’yi diğer masal kahramanlarından ayıran, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmasıdır. Ama tıpkı erkek masal kahramanlarını koruyan iyilik perileri gibi, kendisini de iyilik cadısı korumaktadır. Yolculuğu esnasında Dorothy üç kişiyle tanışır. Korkuluk kendine güveni düşük, aptal olduğuna dair inancı tam, aşağılık kompleksine sahiptir. Teneke adam ise kalbi olmayan biridir. Hissedememekten yakınır. Korkak aslan, çalıların arasından gelene geçene kükreyen ama karşı karşıya gelince korkudan titreyen biridir. Yazarın bu eserinde bu üç figür toplumun üç sınıfını sembolize eder. Korkuluk aklına güvenmediği için popülist siyasetçilerin peşinden giden cahil çiftçiler, teneke adam sanayileşmeden ve kapitalizmden dolayı kendine yabancılaşan işçi, korkak aslan ise esip gürleyen ama asla harekete geçmeyen politikacılardır.
Çoğu insan kendine değil aslında dış faktörlere güvenir. Bunlardan parayı, malı ve statüyü çekip aldığınızda çırılçıplak hissederler kendilerini. 21.asır insanı dışarıdan sağlam görünen bir enkazdır.
Kapitalizmin işleyiş mekanizmasının temelinde, insanı eksik hissettirme gücü bulunur. İnsan eksik olabilir lakin onun eksiğini giderecek olan, sistemin ürettiği mal ve hizmetler değildir.
İnsan, diğer insanların bedensel acılarına üzülen, ruhsal acılarına ise kayıtsız kalan, zaman zamansa sevinen bir varlıktır.
Metafizik, felsefenin konusudur ve önemlidir. İnsanlara metafizik öğretmezseniz sosyal çürümeyi, toplumsal dağılmayı ancak son evrede yani sokaklar cehennem yerine döndüğünde fark ederler.
Dünyada cennet ülkesinin kurulamama nedeni, herkesin krallığa soyunmak istemesidir.
Toplumlara özgürlüğe giden yolda yardımcı olan, yaralı yüreklere merhem, sorunlu bireylerle hemhal olan şairlere çok şey borçluyuz.
Galiba gülebilen tek varlığın insan olmasını anlayabiliyorum. O kadar acı çekmiştir ki insan, bu acıların üstesinden gelebilmek için gülmeyi keşfetmiştir. (Friedrich Nietzsche- Ecce Homo: İnsan nasıl kendisi olur.)
Ey duymayan insanı,
Ey hayat dedikleri büyük kusur.
....
Ey kimselere değişmediğim
Ayrılığın neden bunca ağır?
Hani adalet?
Bir kasım'dan öteki kasım'a
Bir yanım kör bir yanım sağır.
Birhan K.
Şişli’de bir apartman,
yoksa eğer halin yaman,
nikel kübik mobilyalar,
duvarda yağlı boyalar, lüküs hayat… Bu bir güldürü idi ama aynı zamanda son derece ciddi bir toplumsal eleştiri idi. Olumsuz ekonomik şartlardan haberi bile olmayan, yoksulların geçim sıkıntısına karşı duyarsız kalan, sosyete tabir edilen kimselerin menfaatlerine dayalı vıcık vıcık ilişkilerin aynasıydı lüküs hayat müzikali.
Kavram: Gündelik hayatta karşılaşılan olay, ilişki ve durumları, yani sosyoloji biliminin konusu olan her şeyi anlamlandırmak için ihtiyaç duyulan temel düşünce araçlarıdır. Diğer deyişle yol bulmayı sağlayan, harita görevi üstlenen adlandırma, tanımlamalardır.
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret
Hayat hiçbir şey için üzülmeye değmez. Aslında neşelenmeye de değmez. (Albert Camus-Yabancı)
Zihinsel zincirlerini kıramayanlar, kendilerindekini masaya yatırıp enine boyuna incelemeyenler, değişime sırt çeviren ve sadece eldeki mevcut eski malzeme ile yaşam tesis etmeye çalışanlar, dış dünyadan gelen sert darbeler karşısında her zaman seyirci kalmak durumundadır.
Erdem öğretilebilirdir. İyi yönetilmek için erdemli bireyler yetiştirmek ve bu erdemlilerden uygun olanlarını yönetici konumuna getirmek gereklidir.
Mutlak bilgi yoktur. Bilgi çağa ve koşullara göre değişmektedir. Her toplumun belli iç ve dış dinamikleri, belli yaşam şekilleri, koşulları vardır.
İnsan ve toplum sorunlarına akıl perspektifinden bakmak gerekir. Bunu söylemesi kolay, uygulaması ise çok zordur. Nitekim dünyanın dörtte üçü bunu uygulamaya koyamamaktadır.
Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin. Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü bırakın insanları, köpekler bile büyük dostluklara katlanamazlar. (Arthur Schopenhauer-İsteme ve tasarım olarak dünya)
Ne yazık ki tüm ömrünü gündelik yaşamda kullandığı en fazla 300-500 kelime ile geçiren insanların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bu ülkede yaşıyor ve edebiyat yapmaya çalışıyoruz. Bazı uluslararası kuruluşların her ülkede yaptığı geniş kapsamlı araştırmalarda kendi ana dilinde yazılanları okuyup anlamada listenin son sıralarında yer alan ülkelerden biri olduğumuzu hatırlatmak bir yurttaş olarak da, Türkçe sevdalısı bir yazar olarak da canımı yakıyor. Yine uluslararası kuruluşlarca dünya genelinde okullarda yapılan araştırmalarda Türkiye’deki öğrencilerin başarısızlığının nedenlerinden birinin ana dillerinde yazılı olarak sorulan soruları anlamakta çektikleri güçlük olarak saptanmıştır. Bilmek gerekir ki dil kaybı düşünce ve sosyal iletişim kaybı demektir. (Murathan Mungan)
Fakirliğin insana kaybettirdiği çok şey varken zenginliğin insana kazandırdığı elle tutulur bir şey yoktur. Fakiri ele geçiren gelecek endişesi ve zengini ele geçiren eğlence çeşitliliği ruhu boşaltır niteliktedir.
Ruh, emel ve karakter kazandırmadan bir toplumu ayağa kaldırabilmeniz mümkün değildir. (Mustafa Kemal Atatürk- Zabit ve kumandan ile hasbihal)
Atatürk dil konulu 252 adet kitap okumuştur. O, dil mevzuuna büyük önem veriyordu çünkü dilin iyi kullanımı, iletişimin güçlü ve sağlıklı olması, aynı dili konuşanların o dil ile ilgili düşünce geliştirirken yeni kavramları da meydana getirmeleri, dili derinleştirmeleri üzerinden yeni fikirler üretmeleri demekti. Dil aynı zamanda toplumsal bütünleşmenin en önemli unsurlarındandı.
Albert Banduranın meşhur öğrenilmiş çaresizlik kavramı önemlidir. Bireyler, içlerinde bulundukları durumu değiştiremeyeceklerine inandıklarında pasif ve çaresiz hale gelirler. Bu durum bireylerin etik seçimlerini ve sosyal etkileşimlerini derinden etkiler.
Sistem sizi sadece kontrol etmez. Bir tür kontrol malzemesi olarak da kullanır. Yani siz sadece kontrol edilen değilsinizdir, aynı zamanda kontrol eden ve tahakkümün elini güçlendirensinizdir. (Michel Foucault)
Demokrasi size hak ettiğinizden daha iyi yönetilmeyeceğinizi garanti eden bir sistemdir. (George Bernard Shaw)