Sözler ve fikirler klişeye dönüştüğünde inananları artar. Bu klişe zaman geçtikçe daha da sabit, daha da mutlak hale gelir. Başlangıçta muğlak olan, sonradan mutlak oluverir. Aksi ispatlansa ya da safsata olduğu ortaya çıksa da sabit kalır o fikrin ardından gidenler. Bunun sebebi o fikrin getirdiği rahatlıktır. Sığ beyinler, rahatlamayı hakikatin o tükenmez yolculuğuna tercih ederler.
Gösteri kendini, hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir parçası olarak, özellikle, bütün bakış ve bilinçleri bir araya getiren sektördür. Bu sektör ayrı olduğundan, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin yeridir; ve gerçekleştirdiği birleşme genelleştirilmiş ayrılığın resmî dilinden başka bir şey değildir.
İnsan eylemde bulunurken sadece bu eylemin ahlaka ve erdeme uygun olup olmadığına bakmalıdır. Bu eylemin dış dünyada nasıl karşılık bulacağına, insanların vereceği tepkilere göre değil! (İmmanuel Kant)
Kötü taraflarının farkında olmayan ya da bunları inkar eden insan, kendi benliğinin yarısını inkar etmiş olur. Yola yarım bir vaziyette, kör topal devam eder. Modern insanın karanlığı burada yatmaktadır. (Carl Gustav Jung)
Temel, Dursun'a ''Savaş çıkarsa ne olur?'' diye sorar. Dursun: ''Savaş çıkarsa iki olasılık vardır.'' demiş. ''Ya çürüğe çıkarız ya da askere gideriz. Çürüğe çıkarsak mesele yok ama askere gidersek mesele var. Orada da iki olasılık var. Ya cephe gerisinde ya da cephe ilerisinde oluruz. Cephe gerisinde olursak mesele yok. Cephe ilerisinde olursak iki olasılık var. Savaşı ya kazanırız ya da kaybederiz. Kazanırsak mesele yok. Kaybedersek iki olasılık var. Ya esir düşeriz ya da ölürüz. Esir düşersek mesele yok. Ama ölürsek iki olasılık var. Ya bizi gömerler ya da kağıt fabrikasına gönderirler. Gömerlerse mesele yok. Kağıt fabrikasına gönderirlerse ya bizi gazete yaparlar ya da tuvalet kağıdı yaparlar. Gazete yaparlarsa mesele yok. Tuvalet kağıdı yaparlarsa işimiz b...ka sarar.''
En büyük düşünürler yaşadıkları dönemin ana akım fikirlerine karşı çıkanlardır daima. Değiştirici ve düzeltici yönleri kuvvetli olanlardır. Kalabalıkların hoşuna gitmeyen, tepedekilerin de işine gelmeyen kişilerdir.
İnsanlık tarihinde mitosları yaratan, insanın temel bir eğilimidir. Dış dünya insanda birtakım duygular meydana getirir. İnsan dünyayı bu duygulardan yola çıkarak anlamaya çalışır ve yorumlar. (Ernst Cassirer)
Eski anlatılar, ilk bakışta mitolojik birer hikaye gibi görünebilir fakat aslında bu metinler olabildiğince siyasaldır. Yunan siyasetini ve düşüncesini ciddi biçimde etkilemiştir. Diğer yandan Batı siyasal dünyasının temel karşıtlığı olan hiyerarşi-eşitliğin ilk bölümünü teşkil eder. Çünkü Titanlar insan doğasının arketipini temsil eder. Zeus ise insanın vahşi doğasını bastıran, onu kontrol altına alan yasa yani hükümdardır şayet insanlar doğaları itibariyle Titan ise eski krallar da soy itibariyle Zeus‘un yani düzenleyicinin tezahürü idi.
Bir insanın benliği, en iyi dilinde, bir ulusun niteliği en iyi tarihinde belli olur. Ama ne dil ne de tarih belli birer başlangıç ve bitimi olan sınırlı varlıklardır. Her dem canlı süreçlerdir. Bilinçli bir çalışma sonunda kültür doğup gelişir. Yoksa kültür kuşaktan kuşağa olduğu gibi aktarılan donmuş bir varlık değildir. Türkiyeli insan bugün dil konusundaki incelemeleri ve araştırmaları ile kendini bulmak, yansıtmak ve çeşitli düşünce yapıtları ile yaratıcı olmak olanağına kavuşur. Topraklarımızın üstünde ve altındaki araştırmalar geçmişimizi insanlığın en erken doğuş çağlarına götürmektedir. İnsanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye, ve yaşamaya çağırmıştır bizi Atatürk. (Azra Erhat)
"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz. Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..
Liyakat aslında tüm dünyada sorun. Üçüncü dünya ülkelerinde bariz. Gelişmiş ülkelerde de bir parça. Elitler, kültürel sermayesi olanlar avantajlıdır. Onlar daha doğuştan belli kodları gizlice alırlar. Hep çizginin bir tarafındadır, çıtanın üstündedirler. Diğerleri olan bitenden habersizdir. Dikey hareketlilik pek mümkün değildir. Kimin neye göre seçileceği bir sorundur çünkü kültürel kalıpları belirleyenler daima azınlıktır.
‘’Coğrafya kaderdir!’’ sözü İbn Haldun’a ait değildir ama onun tezlerinin dışında kalan bir söz de değildir. Düşünüre göre toplumsal olaylar belli bir bağlamın üzerinde gerçekleşir. Bu bağlam en temelde iktisattır -ki bu iktisatta alt yapı üst yapıyı belirler anlayışı İbn Haldun'da da mevcuttur.- Tüm bunların da temelinde iklim ve coğrafya vardır. Coğrafya kader kadar güçlü olmasa da deterministik bir role sahiptir.
Antik Yunanlıların Daimon dediği daha yüksek, daha otantik bir ben vardır. Bu benlik diğer insanlarla, doğayla ve tüm evrenle olan içsel bağlantısının farkındadır. İçsel daimonumuz düzenli bir durumda olduğunda iyi ruh hali, tatmin durumu olan Eudaimonia’yı deneyimleriz.
Ahlaksız çağda, ilişkilerin çıkar üzerine kurulu olduğu, her şeyin alınır satılır cinsten olduğu bir çağda en zor fakat en güzel şey ahlaklı yaşamak için direnmektir.
İnsanlar sorunlarınızı alaycı bir ifadeyle dinliyorsa, bu sorunlara alaycı bir tutumla yaklaşıyorlarsa bu onların zalim oldukları anlamına gelir. (Epiktetos)
21.asır insanı: Yapabileceği şeylerden haberi bile olmayan insan. Bu habersiz olma hali, sadece cehaletten değil egonun aşırılıkları ya da gereksizlikleri nedeniyle mevcut enerjisini ve zamanını fazla tüketen, kendini gerçekleştirmek yerine sadece yap denileni yapan, kendi iç sesini unutmuş insan!
İnsan yapılanmasında çok küçük yaştan itibaren inkar vardır. Hırsızlık yapan bir çocuk sessizliğe bürünür ya da inkarcı olur. Yetişkin de öyle. Suçu yüzüne vurulduğunda dahi derhal inkar eder. İşte esas mevzuu, kişinin içinde boşalan o alanın nasıl doldurulacağıdır. Bu insan ruhu için bir rahatsızlıktır. Ben nesnesinin kuruluşu oldukça zorlu bir süreçtir. (Sigmund Freud)
Marks’ın emek-değer teorisi eski insanların, metalara bakış açısı ile alakalıdır. Eskiden, yani paranın yaygın olmadığı dönemde ürünler takas edilirdi fakat bu takasta, söz konusu ürünler için ne kadar emek harcandığı ön plana çıkardı. Söz gelimi 50 saatte üretilmiş bir ürünü alabilmek için 10 saatte üretilmiş bir üründen 5 adet vermek gerekirdi.
Raphaello gibi resim yapmak dört yılımı aldı. Bir çocuk gibi resim yapmaksa bütün ömrümü… (Pablo Picasso)
Sözler ve fikirler klişeye dönüştüğünde inananları artar. Bu klişe zaman geçtikçe daha da sabit, daha da mutlak hale gelir. Başlangıçta muğlak olan, sonradan mutlak oluverir. Aksi ispatlansa ya da safsata olduğu ortaya çıksa da sabit kalır o fikrin ardından gidenler. Bunun sebebi o fikrin getirdiği rahatlıktır. Sığ beyinler, rahatlamayı hakikatin o tükenmez yolculuğuna tercih ederler.
Cahil insan kendisi ile hemfikir olunduğunda sevinç naraları atan, fikirlerine karşı çıkıldığında akılsallığı çöpe atıp duygulara sarılandır.
Hayatın absürtlüğü ile baş etmenin tek yolu gevşemektir. (Samuel Beckett)
Gösteri kendini, hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir
birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir parçası olarak, özellikle, bütün bakış ve
bilinçleri bir araya getiren sektördür. Bu sektör ayrı olduğundan, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin
yeridir; ve gerçekleştirdiği birleşme genelleştirilmiş ayrılığın resmî dilinden başka bir şey değildir.
(Guy Debord-Gösteri toplumu)
İnsan eylemde bulunurken sadece bu eylemin ahlaka ve erdeme uygun olup olmadığına bakmalıdır. Bu eylemin dış dünyada nasıl karşılık bulacağına, insanların vereceği tepkilere göre değil! (İmmanuel Kant)
İnsanları araç olarak görmek ahlaken kabul edilir değildir. (İmmanuel Kant)
Kötü taraflarının farkında olmayan ya da bunları inkar eden insan, kendi benliğinin yarısını inkar etmiş olur. Yola yarım bir vaziyette, kör topal devam eder. Modern insanın karanlığı burada yatmaktadır. (Carl Gustav Jung)
Temel, Dursun'a ''Savaş çıkarsa ne olur?'' diye sorar. Dursun: ''Savaş çıkarsa iki olasılık vardır.'' demiş. ''Ya çürüğe çıkarız ya da askere gideriz. Çürüğe çıkarsak mesele yok ama askere gidersek mesele var. Orada da iki olasılık var. Ya cephe gerisinde ya da cephe ilerisinde oluruz. Cephe gerisinde olursak mesele yok. Cephe ilerisinde olursak iki olasılık var. Savaşı ya kazanırız ya da kaybederiz. Kazanırsak mesele yok. Kaybedersek iki olasılık var. Ya esir düşeriz ya da ölürüz. Esir düşersek mesele yok. Ama ölürsek iki olasılık var. Ya bizi gömerler ya da kağıt fabrikasına gönderirler. Gömerlerse mesele yok. Kağıt fabrikasına gönderirlerse ya bizi gazete yaparlar ya da tuvalet kağıdı yaparlar. Gazete yaparlarsa mesele yok. Tuvalet kağıdı yaparlarsa işimiz b...ka sarar.''
En büyük düşünürler yaşadıkları dönemin ana akım fikirlerine karşı çıkanlardır daima. Değiştirici ve düzeltici yönleri kuvvetli olanlardır. Kalabalıkların hoşuna gitmeyen, tepedekilerin de işine gelmeyen kişilerdir.
Ne ekersen onu biçersin.
İnsanlık tarihinde mitosları yaratan, insanın temel bir eğilimidir. Dış dünya insanda birtakım duygular meydana getirir. İnsan dünyayı bu duygulardan yola çıkarak anlamaya çalışır ve yorumlar. (Ernst Cassirer)
Çok kişiyle konuş, az kişiyle düşün, tek başına karar al.(Konfüçyüs)
Eski anlatılar, ilk bakışta mitolojik birer hikaye gibi görünebilir fakat aslında bu metinler olabildiğince siyasaldır. Yunan siyasetini ve düşüncesini ciddi biçimde etkilemiştir. Diğer yandan Batı siyasal dünyasının temel karşıtlığı olan hiyerarşi-eşitliğin ilk bölümünü teşkil eder. Çünkü Titanlar insan doğasının arketipini temsil eder. Zeus ise insanın vahşi doğasını bastıran, onu kontrol altına alan yasa yani hükümdardır şayet insanlar doğaları itibariyle Titan ise eski krallar da soy itibariyle Zeus‘un yani düzenleyicinin tezahürü idi.
Kötülük yapmaması için insanı zor da olsa frenlemek, iyilik yapması için de onu bir hayli iteklemek gerekir. İşte insan böyle bir canlı.
Bir insanın benliği, en iyi dilinde, bir ulusun niteliği en iyi tarihinde belli olur. Ama ne dil ne de tarih belli birer başlangıç ve bitimi olan sınırlı varlıklardır. Her dem canlı süreçlerdir. Bilinçli bir çalışma sonunda kültür doğup gelişir. Yoksa kültür kuşaktan kuşağa olduğu gibi aktarılan donmuş bir varlık değildir. Türkiyeli insan bugün dil konusundaki incelemeleri ve araştırmaları ile kendini bulmak, yansıtmak ve çeşitli düşünce yapıtları ile yaratıcı olmak olanağına kavuşur. Topraklarımızın üstünde ve altındaki araştırmalar geçmişimizi insanlığın en erken doğuş çağlarına götürmektedir. İnsanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye, ve yaşamaya çağırmıştır bizi Atatürk. (Azra Erhat)
"Şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
"Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..
Can Yücel
Her yerin yabancısıyım. (Boris Vian)
Cahil toplumların en büyük sorunu ''Çoğunluğun tiranlığı'' meselesini çözememektir.
Liyakat aslında tüm dünyada sorun. Üçüncü dünya ülkelerinde bariz. Gelişmiş ülkelerde de bir parça. Elitler, kültürel sermayesi olanlar avantajlıdır. Onlar daha doğuştan belli kodları gizlice alırlar. Hep çizginin bir tarafındadır, çıtanın üstündedirler. Diğerleri olan bitenden habersizdir. Dikey hareketlilik pek mümkün değildir. Kimin neye göre seçileceği bir sorundur çünkü kültürel kalıpları belirleyenler daima azınlıktır.
‘’Coğrafya kaderdir!’’ sözü İbn Haldun’a ait değildir ama onun tezlerinin dışında kalan bir söz de değildir. Düşünüre göre toplumsal olaylar belli bir bağlamın üzerinde gerçekleşir. Bu bağlam en temelde iktisattır -ki bu iktisatta alt yapı üst yapıyı belirler anlayışı İbn Haldun'da da mevcuttur.- Tüm bunların da temelinde iklim ve coğrafya vardır. Coğrafya kader kadar güçlü olmasa da deterministik bir role sahiptir.
Antik Yunanlıların Daimon dediği daha yüksek, daha otantik bir ben vardır. Bu benlik diğer insanlarla, doğayla ve tüm evrenle olan içsel bağlantısının farkındadır. İçsel daimonumuz düzenli bir durumda olduğunda iyi ruh hali, tatmin durumu olan Eudaimonia’yı deneyimleriz.
Ahlaksız çağda, ilişkilerin çıkar üzerine kurulu olduğu, her şeyin alınır satılır cinsten olduğu bir çağda en zor fakat en güzel şey ahlaklı yaşamak için direnmektir.
Kuşkuculuğun son noktası ve yitimi, insanın kuşkulanabileceği bir hakikatin varlığından da kuşkulanmaya başlamasıdır. (Jean Baudrillard)
İnsanlar sorunlarınızı alaycı bir ifadeyle dinliyorsa, bu sorunlara alaycı bir tutumla yaklaşıyorlarsa bu onların zalim oldukları anlamına gelir. (Epiktetos)
21.asır insanı: Yapabileceği şeylerden haberi bile olmayan insan. Bu habersiz olma hali, sadece cehaletten değil egonun aşırılıkları ya da gereksizlikleri nedeniyle mevcut enerjisini ve zamanını fazla tüketen, kendini gerçekleştirmek yerine sadece yap denileni yapan, kendi iç sesini unutmuş insan!
İnsan yapılanmasında çok küçük yaştan itibaren inkar vardır. Hırsızlık yapan bir çocuk sessizliğe bürünür ya da inkarcı olur. Yetişkin de öyle. Suçu yüzüne vurulduğunda dahi derhal inkar eder. İşte esas mevzuu, kişinin içinde boşalan o alanın nasıl doldurulacağıdır. Bu insan ruhu için bir rahatsızlıktır. Ben nesnesinin kuruluşu oldukça zorlu bir süreçtir. (Sigmund Freud)
Zamanın para olduğu yerde insanı silmeniz kaçınılmazdır.
Marks’ın emek-değer teorisi eski insanların, metalara bakış açısı ile alakalıdır. Eskiden, yani paranın yaygın olmadığı dönemde ürünler takas edilirdi fakat bu takasta, söz konusu ürünler için ne kadar emek harcandığı ön plana çıkardı. Söz gelimi 50 saatte üretilmiş bir ürünü alabilmek için 10 saatte üretilmiş bir üründen 5 adet vermek gerekirdi.
Güçlü yönlerinizi olumlu yönde kullanamamak, zayıf yönlerinizi geliştirememekten çok daha kötüdür.