Arzunun gerçeklikte nesnesi yoktur. İnsanın atası çocukluk yıllarıdır. arzularımızın kaynağı da orasıdır. Oradan kalma hayallerle dünya kurarız. Sonrası sadece teferruat ya da ekstra aksesuarlardır.
Yorumlardan sözde hakikatler türettiler. Bunlar kişisel ihtiyaçların ürünüdür. Kendi ürettikleri sözde ideal olanı hakikat diye pazarladılar. Üretilmiş hakikatin dışında kalan her şeye de yalan dediler.
Orman İyesi (Tatarca: Urman İyäse veya Urman Hucası "Orman Sahibi") – Türk, Tatar ve Altay mitolojisinde ve halk inancında orman ruhudur. Ağaç İyesine çok benzer özellikler taşır. Urman İyesi veya Meşe İyesi ya da Yış İyesi olarak bilinir. Tokay İyesi de denir. Moğollar ise Seber (Sibir) Ezen veya Oy (Oyın) Ezen derler. Ormanın koruyucu ruhudur. Her orman için farklı bir İye vardır. Keyfi yerinde olduğunda kalın sesle şarkı söyler. Meşe ağacı kılığındadır. Ağaçlara her yıl yeni bir halka ekleyerek onları büyütür. Kır saçlı, aksakallı bir ihtiyardır. Uzun boyludur, elinde uzun bir sopa vardır. Tunguzlar Ura Amaka diye bahsederler. Tatar halkı tarafından ormanda yaşayan varlıklar arasında Şüräli (bir çeşit dev) adı ile bilinen bir varlık olduğuna da inanılmaktadır. Şüräli, meşhur Tatar şairi Abdullah Tukay tarafından kaleme alınan bir peomanın da konusu olmuş ve halk arasında, bilhassa çocuklar ve dolayısı ile yeni nesiller arasında, daha da yaygınlaşmıştır.
Şüräli’yi şöyle tasvir etmiştir:
“Korkunç, çirkin, acaba nasıl bir varlıktır bu! Burnu eğri büğrü, kıvrımlıdır, tıpkı tırmık gibi; Çarpık çurpuktur elleri, ayakları dal budak gibi. Işıl ışıl ışıldar, çukura kaçmış gözleri, Ödün patlar, değil gece, görsen gündüzleri. Çırılçıplak, incecik, ancak insana benzer kendisi; Alnında vardır, orta parmak uzunluğunda boynuzu. Eğri değildir parmakları, dümdüzdür, Çirkin parmakları, yarım arşından uzundur.”
Parrhesia: Hakikati söylemek anlamına gelir. Parrhesia kavramının içerdiği hakikatte egemen olan bir kişiye, bir zümreye ya da bir genel görüşe karşı doğru bildiğini, doğru olanı söylemek vardır. Bu söyleyiş de risk ve cesareti içinde barındırır. Herkesin bildiği ve kimseyi rahatsız etmeyecek bir doğruyu söylemek parrhesia değildir.
Bir bambu kamışı üzerine ne kadar yük binerse binsin eğilir, bükülür ama kırılmaz. O yük üzerinden kalktığında ise bir önceki haline döner. Esnek ve dayanıklıdır. Başınıza gelenleri unutmayın. Bünyenizden atmaya çalışmayın. Bu saplantı geliştirmek değildir. Sadece sorunları iç dünyanızda inşa ettiğiniz binanın birer tuğlası haline getirmektir.
İnsan beyni, arzulanan nesneyi şekilde şekile sokar. Öyle değiştirir ki onu, ortada ne nesne kalır ne de eski bakışlar. Bambaşkadır hayat, bambaşkadır tutku, bambaşkadır içeride olanlar!
Eski sadece eskidir. Kadim ise eski olanın bugün de kıymetinin geçerli olmasıdır. Bugün de anlamlı, değerli olmasıdır. Yani eski olmak, kadim olmaya yetmez. Hem eski hem de fonksiyonel olandır kadim.
Belki de sandığımızdan daha kolaydır başarı. Doğru insanı doğru mevkiye atamaktır belki de tek gereken. Hakkaniyetli olmaktır. Akraba sevgisinin millet sevgisinin önüne geçmemesi için sıvamaktır kolları.
Yalakalık yapmak, alın teriyle çalışmaktan daha kolaydır. Bunu herkes bilir. Alın teriyle elde edilen paranın ve başarının kalıcı olduğunu, sadece bireyi değil topyekün milletin başarı hanesine yazıldığını ise sadece erdemli birey bilir.
Hitabet, iyi yönde de kötü yönde de kullanılabilir. İnsan hitabeti, başkalarını hesaba katmadan, genellikle sadece kendi şahsi emelleri için kullanma eğiliminde bir canlıdır.
Gülen filozof olarak bilinen Demokritos, eğlendiği için gülmüyordu. Onun gülüşünün ardında yatan çok daha derin ve trajik bir neden vardı: Hakikat özlemi. Ve bu özlemden kaynaklanan öfkeyi bastırmanın göstergesiydi kahkahaları. Tıpkı Herakleitos’un gözyaşları gibi. Hipokrat bile onun bu duruşu karşısında önce dehşete kapılır. Ancak onun hasta değil büyük bir bilge olduğunu anlar. Gülümsemesinin bir tür savunma işlevi gördüğünü fark eder. İçindeki acıyı azaltmaya çalıştığını belirtir. Demokritos, bir yandan toplumun bayağılığına, banallığına da gülüyordu.
Doğallık, insanı ideolojiler üstü bir noktaya çıkarır. Pek çoğunun rüyasında bile göremeyeceği bir doruğa benzer doğallık. Bazılarını ise nefessiz bırakacak, rahatsız edecek bir doruktur doğallık.
İnsan keyif almayı unuttu hayattan. Senin benim tartışmasından, lüzumsuz karşılaştırmalardan. Dünyayı unuttu insan, doğayla arasına sınır çizerken, en büyük payı isterken. Kendini unuttu insan, gücünü göstermek için çabalarken, etrafta av peşinde koşarken.
Elektrikçi ya da telefoncu her ne kadar rahatımıza hizmet eden acayip şeyler yapsa da biz onlara ne birer büyücü gözüyle bakarız, ne de kendilerini kızdırırsak gökten yıldırım yağdırabileceklerini düşünüyoruz. Bunun nedeninin fen bilgisinin güç olmakla birlikte gizemli olmayıp öğrenmek için gerekli zahmete girmeyi göze alan herkese açık bulunuşudur. Bu nedenle modern allame insanda saygıyla karışık korku uyandırmaz. Sadece işçi gibi görünür. İlkel topluluklarda bu bilge tipini büyücüler temsil ediyordu. Ortaçağda bu kişiler rahiplere şimdi ise bilginlere evrildi. Modern allamenin iktidarda uyandırdığı saygı, büyücünün uyandırdığı saygının çeyreği kadar bile değildir. Eskiden büyücüyü yanına alarak halkı korkutan lider, şimdi bilgini yanına bile sokmamaktadır. (Bertrand Russell-İktidar)
Dünya, gördüğümüz gibi değil de aslında kodlar yığınından ibarettir. Bu dünyaya tutunmamızı sağlayan, bu kaotik yığını anlamlı ve ahenkli bir bütün gibi gösteren, aslında duyu organlarımız ve verileri bizim kaldırabileceğimiz ya da katlanabileceğimiz şekle sokan beynimizdir. İnsan denen varlık da tıpkı diğer canlı-cansız varlıklar gibi çorbada bir damladan ibarettir. Kendini farklı bir bütün gibi görüp üstünlük taslayanlar, insanı ayrı bir yere koyanlar yanılsama içinde yanılsama yaşıyor demektir. Bu tam bir bitkisel hayat halidir.
Romalıların en sağlam olduğu döneme bakarsak, o dönemde felsefenin de çok yüksek seviyede yapıldığını görürüz. Romalıları sağlam yapan felsefe değildi. Felsefe toplum sağlamken yapılan bir faaliyettir. Uygarlık hastalandığında felsefe de yapılamaz olur. (Friedrich Nietzsche-Yunanlıların trajik çağında felsefe)
Post-truth hakikatin yok edilmesi değildir. Öneminin kalmamasıdır. Bu yüzden de sosyal mutabakat ne ise hakikat de o olmuştur. İçinde bulunduğumuz çağda hakikat zorunlu olarak sosyal hakikattir. Bu tercih ilk kez kitlelere bırakılmıştır.
Arzunun gerçeklikte nesnesi yoktur. İnsanın atası çocukluk yıllarıdır. arzularımızın kaynağı da orasıdır. Oradan kalma hayallerle dünya kurarız. Sonrası sadece teferruat ya da ekstra aksesuarlardır.
Toy insan çevresindeki insanların tüm eylemlerini haklı gerekçelerle yaptıklarına inanır. Bilmez onların çamura daha fazla saplanmş olduklarını.
Yorumlardan sözde hakikatler türettiler. Bunlar kişisel ihtiyaçların ürünüdür. Kendi ürettikleri sözde ideal olanı hakikat diye pazarladılar. Üretilmiş hakikatin dışında kalan her şeye de yalan dediler.
İnsanlar beni o kadar anlamıyorlar ki, beni anlamadıklarına yönelik şikayetlerimi bile anlamıyorlar. (Soren Kierkegaard- Ya ya da)
Orman İyesi (Tatarca: Urman İyäse veya Urman Hucası "Orman Sahibi") – Türk, Tatar ve Altay mitolojisinde ve halk inancında orman ruhudur. Ağaç İyesine çok benzer özellikler taşır. Urman İyesi veya Meşe İyesi ya da Yış İyesi olarak bilinir. Tokay İyesi de denir. Moğollar ise Seber (Sibir) Ezen veya Oy (Oyın) Ezen derler. Ormanın koruyucu ruhudur. Her orman için farklı bir İye vardır. Keyfi yerinde olduğunda kalın sesle şarkı söyler. Meşe ağacı kılığındadır. Ağaçlara her yıl yeni bir halka ekleyerek onları büyütür. Kır saçlı, aksakallı bir ihtiyardır. Uzun boyludur, elinde uzun bir sopa vardır. Tunguzlar Ura Amaka diye bahsederler.
Tatar halkı tarafından ormanda yaşayan varlıklar arasında Şüräli (bir çeşit dev) adı ile bilinen bir varlık olduğuna da inanılmaktadır. Şüräli, meşhur Tatar şairi Abdullah Tukay tarafından kaleme alınan bir peomanın da konusu olmuş ve halk arasında, bilhassa çocuklar ve dolayısı ile yeni nesiller arasında, daha da yaygınlaşmıştır.
Şüräli’yi şöyle tasvir etmiştir:
“Korkunç, çirkin, acaba nasıl bir varlıktır bu!
Burnu eğri büğrü, kıvrımlıdır, tıpkı tırmık gibi;
Çarpık çurpuktur elleri, ayakları dal budak gibi.
Işıl ışıl ışıldar, çukura kaçmış gözleri,
Ödün patlar, değil gece, görsen gündüzleri.
Çırılçıplak, incecik, ancak insana benzer kendisi;
Alnında vardır, orta parmak uzunluğunda boynuzu.
Eğri değildir parmakları, dümdüzdür,
Çirkin parmakları, yarım arşından uzundur.”
Parrhesia: Hakikati söylemek anlamına gelir. Parrhesia kavramının içerdiği hakikatte egemen olan bir kişiye, bir zümreye ya da bir genel görüşe karşı doğru bildiğini, doğru olanı söylemek vardır. Bu söyleyiş de risk ve cesareti içinde barındırır. Herkesin bildiği ve kimseyi rahatsız etmeyecek bir doğruyu söylemek parrhesia değildir.
İnsan bildiği şeylerden korkar, bilmediği şeylerden endişe eder.
Bir bambu kamışı üzerine ne kadar yük binerse binsin eğilir, bükülür ama kırılmaz. O yük üzerinden kalktığında ise bir önceki haline döner. Esnek ve dayanıklıdır. Başınıza gelenleri unutmayın. Bünyenizden atmaya çalışmayın. Bu saplantı geliştirmek değildir. Sadece sorunları iç dünyanızda inşa ettiğiniz binanın birer tuğlası haline getirmektir.
İnsan beyni, arzulanan nesneyi şekilde şekile sokar. Öyle değiştirir ki onu, ortada ne nesne kalır ne de eski bakışlar. Bambaşkadır hayat, bambaşkadır tutku, bambaşkadır içeride olanlar!
Eski sadece eskidir. Kadim ise eski olanın bugün de kıymetinin geçerli olmasıdır. Bugün de anlamlı, değerli olmasıdır. Yani eski olmak, kadim olmaya yetmez. Hem eski hem de fonksiyonel olandır kadim.
Belki de sandığımızdan daha kolaydır başarı. Doğru insanı doğru mevkiye atamaktır belki de tek gereken. Hakkaniyetli olmaktır. Akraba sevgisinin millet sevgisinin önüne geçmemesi için sıvamaktır kolları.
Yalakalık yapmak, alın teriyle çalışmaktan daha kolaydır. Bunu herkes bilir. Alın teriyle elde edilen paranın ve başarının kalıcı olduğunu, sadece bireyi değil topyekün milletin başarı hanesine yazıldığını ise sadece erdemli birey bilir.
Kalbi yorgun olanın dili keskin olurmuş. Ya kalbi yorgun olanın yanında olmayacaksın ya da yanında olduğunun kalbini yormayacaksın..
Serdar Tuncer
Hitabet, iyi yönde de kötü yönde de kullanılabilir. İnsan hitabeti, başkalarını hesaba katmadan, genellikle sadece kendi şahsi emelleri için kullanma eğiliminde bir canlıdır.
Bir ülkenin gelişmişliğini ölçmenin en basit yolu, meşru olmayan yoldan gelir elde edenlerin miktarına bakmaktır.
Medeni toplum, siyasetin kültürü taciz edemediği toplumdur.
‘’Ne biçim çağa denk geldik. Bunlar insansa öncekiler melekti muhtemelen!’’ der Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig adlı eserinde.
Gülen filozof olarak bilinen Demokritos, eğlendiği için gülmüyordu. Onun gülüşünün ardında yatan çok daha derin ve trajik bir neden vardı: Hakikat özlemi. Ve bu özlemden kaynaklanan öfkeyi bastırmanın göstergesiydi kahkahaları. Tıpkı Herakleitos’un gözyaşları gibi. Hipokrat bile onun bu duruşu karşısında önce dehşete kapılır. Ancak onun hasta değil büyük bir bilge olduğunu anlar. Gülümsemesinin bir tür savunma işlevi gördüğünü fark eder. İçindeki acıyı azaltmaya çalıştığını belirtir. Demokritos, bir yandan toplumun bayağılığına, banallığına da gülüyordu.
Ne zaman bir çocuk ölse
gözü evlerinde
annesinin kavurduğu
helvada
kalır
Yoksul bir çocuk görsem
yağmur altında üşüyen
köprü olmak geçer
hiç değilse
içimden
Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından
çocuk ellerinin
izlerini
siler
Sunay Akın
Doğallık, insanı ideolojiler üstü bir noktaya çıkarır. Pek çoğunun rüyasında bile göremeyeceği bir doruğa benzer doğallık. Bazılarını ise nefessiz bırakacak, rahatsız edecek bir doruktur doğallık.
İnsan keyif almayı unuttu hayattan. Senin benim tartışmasından, lüzumsuz karşılaştırmalardan. Dünyayı unuttu insan, doğayla arasına sınır çizerken, en büyük payı isterken. Kendini unuttu insan, gücünü göstermek için çabalarken, etrafta av peşinde koşarken.
Bilim, mutlaklık iddia etmeden mevcut durumu daha iyi açıklama çabası içindedir.
Elektrikçi ya da telefoncu her ne kadar rahatımıza hizmet eden acayip şeyler yapsa da biz onlara ne birer büyücü gözüyle bakarız, ne de kendilerini kızdırırsak gökten yıldırım yağdırabileceklerini düşünüyoruz. Bunun nedeninin fen bilgisinin güç olmakla birlikte gizemli olmayıp öğrenmek için gerekli zahmete girmeyi göze alan herkese açık bulunuşudur. Bu nedenle modern allame insanda saygıyla karışık korku uyandırmaz. Sadece işçi gibi görünür. İlkel topluluklarda bu bilge tipini büyücüler temsil ediyordu. Ortaçağda bu kişiler rahiplere şimdi ise bilginlere evrildi. Modern allamenin iktidarda uyandırdığı saygı, büyücünün uyandırdığı saygının çeyreği kadar bile değildir. Eskiden büyücüyü yanına alarak halkı korkutan lider, şimdi bilgini yanına bile sokmamaktadır. (Bertrand Russell-İktidar)
Dünya, gördüğümüz gibi değil de aslında kodlar yığınından ibarettir. Bu dünyaya tutunmamızı sağlayan, bu kaotik yığını anlamlı ve ahenkli bir bütün gibi gösteren, aslında duyu organlarımız ve verileri bizim kaldırabileceğimiz ya da katlanabileceğimiz şekle sokan beynimizdir. İnsan denen varlık da tıpkı diğer canlı-cansız varlıklar gibi çorbada bir damladan ibarettir. Kendini farklı bir bütün gibi görüp üstünlük taslayanlar, insanı ayrı bir yere koyanlar yanılsama içinde yanılsama yaşıyor demektir. Bu tam bir bitkisel hayat halidir.
Saplantı bir insana, şarkıya, kitaba aşırı anlam yüklemek veya gereğinden fazla değer vermektir.
Romalıların en sağlam olduğu döneme bakarsak, o dönemde felsefenin de çok yüksek seviyede yapıldığını görürüz. Romalıları sağlam yapan felsefe değildi. Felsefe toplum sağlamken yapılan bir faaliyettir. Uygarlık hastalandığında felsefe de yapılamaz olur. (Friedrich Nietzsche-Yunanlıların trajik çağında felsefe)
Sorunlar ve haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, yeni sorunlara ve haksızlıklara davetiye çıkarmaktır.
Sebeplerimi bilmiyorsan seçimlerimi yargılama.(Charles Bukowski)
Zihin şartlanarak çalışan bir yetimizdir. Şartlanmak onun temel özelliğidir. Cahil ve ahmak olanın zihni ise şartlandırılarak çalışır.
Post-truth hakikatin yok edilmesi değildir. Öneminin kalmamasıdır. Bu yüzden de sosyal mutabakat ne ise hakikat de o olmuştur. İçinde bulunduğumuz çağda hakikat zorunlu olarak sosyal hakikattir. Bu tercih ilk kez kitlelere bırakılmıştır.