'...fakat,Legrandin bu adı duyar duymaz,baktım ki,dostumuz mavi gözlerinin ortasında,sanki,bunlar gizli bir iğnenin ucuyla delinivermişçesine bir küçük ve siyah kertik peyda oldu ve gözbebekleri gök rengi dalgacıklarla bunu gidermeğe çalışırken göz kapaklarının halkaları kararıp kapandı...Bana öyle geldi ki,ağzı da acı bir ifade ile burkulmuş; fakat Legrandin,yüzünün bu noktasında kendini daha çabuk toplayıp gülümsemişti: 'Hayır,tanımam onları.' demiştir ve bunu söylerken,gözleri vücuduna oklar saplanmış bir güzel martirin ıstıraplı bakışlarını muhafaza etmekteydi ve 'Hayır,tanımam onları...' sözündeki sertlik,bu sade,mahiyeti itibariyle bu kadar az şaşırtıcı bir suale verilmesi lazım gelen cevabın tabii ve harcıalem edasından epeyce uzaktı...Hususiyetle,bu sözü söylerken -güya Guermantes'ları tanımamış olmak vakıası son derece garip bir tesadüfün eseriymiş gibi- kelimelerin üstüne birer birer öyle bir başı eğilerek,kafasıyla selamlar vererek,karşısındakine hakikatte zıt bir iddiayı mutlaka hakikat olarak kabul ettirmek istiyormuşçasına bir ısrar edişi ve yahut da,çok vakitten beri kendisini üzen sıkıntılı bir durumu nihayet açığa vurmak zorunda kalıp da başkalarına,böyle bir itirafta bulunmaktan hiç utanmadığını,hatta bunu kolay,hoş ve tabii bulduğunu göstermek isteyen bir kimsenin yapmacıklı tantanasıyla bir ifade ediş tarzı vardı ki beni hayretten hayrete düşürmüştü...Evet,bence; Legrandin,Guermantes'larla tanışmamış olmayı,kendi arzusu hilafına başına gelip çektiği bir mahrumiyet gibi değil,fakat,bir takım ahlak prensipleri veya bazı mistik adaklar namına onu Guermantes'larla düşüp kalkmaktan meneden bir aile töresine itaat ederek kendi isteğiyle,kendi iradesiyle yarattığı bir vaziyet olarak göstermek istiyordu...Nitekim,deminki,sözünü şu suretle biraz daha genişleterek tekrar etti: 'Hayır,hayır; onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemedim; daima istiklalimi,tam istiklalimi muhafazaya çalıştım...Bilirsiniz ki,benim jakobin bir kafam vardır...Çok kişi bana başvururdu; böyle yabani pek kaba tavırlar takınmada,bir ihtiyar ayı gibi köşeye çekilip kalmada mana yok; git şu Guermantes'larla görüş,dedi...Eğer adım bir ihtiyar ayıya çıkmışsa ne ala; ben bu halimden ve böyle görünmekten hiç korkmam,zira ben gerçekten buyumdur...Dünyada sevdiğim ve alaka duyduğum birkaç eski kiliseden,iki üç kitaptan,iki üç tablodan ibarettir... Bir de,sizin gençliğinizin taze yelini ihtiyar gözlerime artık görünmez olmuş bahçe tarhlarından şu mehtaplı geceye getirmiş olduğu kokuları severim.' Lakin ben,zaten tanımadığımız kimselerin evine gitmemek için neden istiklalimize tutunmak lazım geleceğini ve bundan dolayı neden bir yabancıya,bir ihtiyar ayıya benziyeceğimi anlamıyorum...Fakat,anladığım bir şey varsa,o da Legrandin,hayatta yalnız kiliseleri,mehtabı ve gençliği sevdiğini söylemekte tam hakikati ifade etmiş olmuyordu...O,pek ala şato sahiplerini de seviyordu; hatta o kadar ki,onların yanında bulunduğu vakit hoşlarına gitmeyecek bir şey yapmaktan ödü kopuyor; onların yanında bulunduğu vakit,bir takım burjuva dostlara,noter veya sarraf oğullarına selam vermekten çekiniyor ve bu gibi kimselerle düşüp kalkmak ayıbı,hiç değilse kendi arkasından meydana çıksın da,yüzüne vurulmasın diye,başını önüne eğip geçiyordu...Hiç şüphesiz,bu adam snobun biriydi...Fakat,bizimle konuşurken kullandığı tatlı dilde,bu taraflarından hiçbirini sezdirmiyordu ve ben,ona: 'Guermante'ları tanır mısınız? ' diye sorunca,bu tatlı dilli Legrandin: 'Hayır; diyordu...Onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemem.' Ama,öbür Legrandin,bizimkinin snobizmasına dair kimbilir ince tehlikeli ve yüz kızartıcı hikayeler bilen ikinci Legrandin,yani öz ve hakiki Legrandin,demincek benim sorduğum sual üzerine bakışı yaralanan,ağzı burkulan ve sesiyle sözüne adeta bir facia aktörünün,şişkin edasını veren,vücuduna binlerce ok saplanmış snobizmanın o zavallı Saint-Sebastien'i idi...Ve bu martir bana diyordu ki: 'Aman,hayatımın en büyük yarasını deşmeyiniz; bu sualinizle kalbimi örselediniz,acıttınız...Hayır,heyhat,Guermantes'ları tanımıyorum.' Ve böyle söyleyecek olan asıl Legrandin,için için,bir yaramaz çocuktan,bir madrabazdan başka bir şey olmadığı için,öbürü gibi güzel lafla söyleyemezdi; fakat,buna mukabil sözü daha ani,daha insiyakiydi; tatlı dilli,hoşsohbet Legrandin,onu susturmadan evvel,o çoktan diyeceğini demiş bulunurdu ve bizim dostumuz,öbür benliğinin bu patavatsızlıklarının boş yere önüne geçmek istiyor ve belki,neticeden ancak başkaları üstünde yaptığı kötü tesiri biraz hafifletebilmekle kalıyordu...'
Hoşuma gidiyor da o sivri dilinden korkuyorum :)
Basmamak gerek derim hep.Zira kendisi frenlerin çalışmadığı bir mekanizmadır.
kişinin hassas oduğu konuda konuyla ilgili ters bişey söylemek.
hücumdur. dikkatsiz yapılanı kontra atak demektir. :)
'...fakat,Legrandin bu adı duyar duymaz,baktım ki,dostumuz mavi gözlerinin ortasında,sanki,bunlar gizli bir iğnenin ucuyla delinivermişçesine bir küçük ve siyah kertik peyda oldu ve gözbebekleri gök rengi dalgacıklarla bunu gidermeğe çalışırken göz kapaklarının halkaları kararıp kapandı...Bana öyle geldi ki,ağzı da acı bir ifade ile burkulmuş; fakat Legrandin,yüzünün bu noktasında kendini daha çabuk toplayıp gülümsemişti: 'Hayır,tanımam onları.' demiştir ve bunu söylerken,gözleri vücuduna oklar saplanmış bir güzel martirin ıstıraplı bakışlarını muhafaza etmekteydi ve 'Hayır,tanımam onları...' sözündeki sertlik,bu sade,mahiyeti itibariyle bu kadar az şaşırtıcı bir suale verilmesi lazım gelen cevabın tabii ve harcıalem edasından epeyce uzaktı...Hususiyetle,bu sözü söylerken -güya Guermantes'ları tanımamış olmak vakıası son derece garip bir tesadüfün eseriymiş gibi- kelimelerin üstüne birer birer öyle bir başı eğilerek,kafasıyla selamlar vererek,karşısındakine hakikatte zıt bir iddiayı mutlaka hakikat olarak kabul ettirmek istiyormuşçasına bir ısrar edişi ve yahut da,çok vakitten beri kendisini üzen sıkıntılı bir durumu nihayet açığa vurmak zorunda kalıp da başkalarına,böyle bir itirafta bulunmaktan hiç utanmadığını,hatta bunu kolay,hoş ve tabii bulduğunu göstermek isteyen bir kimsenin yapmacıklı tantanasıyla bir ifade ediş tarzı vardı ki beni hayretten hayrete düşürmüştü...Evet,bence; Legrandin,Guermantes'larla tanışmamış olmayı,kendi arzusu hilafına başına gelip çektiği bir mahrumiyet gibi değil,fakat,bir takım ahlak prensipleri veya bazı mistik adaklar namına onu Guermantes'larla düşüp kalkmaktan meneden bir aile töresine itaat ederek kendi isteğiyle,kendi iradesiyle yarattığı bir vaziyet olarak göstermek istiyordu...Nitekim,deminki,sözünü şu suretle biraz daha genişleterek tekrar etti: 'Hayır,hayır; onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemedim; daima istiklalimi,tam istiklalimi muhafazaya çalıştım...Bilirsiniz ki,benim jakobin bir kafam vardır...Çok kişi bana başvururdu; böyle yabani pek kaba tavırlar takınmada,bir ihtiyar ayı gibi köşeye çekilip kalmada mana yok; git şu Guermantes'larla görüş,dedi...Eğer adım bir ihtiyar ayıya çıkmışsa ne ala; ben bu halimden ve böyle görünmekten hiç korkmam,zira ben gerçekten buyumdur...Dünyada sevdiğim ve alaka duyduğum birkaç eski kiliseden,iki üç kitaptan,iki üç tablodan ibarettir... Bir de,sizin gençliğinizin taze yelini ihtiyar gözlerime artık görünmez olmuş bahçe tarhlarından şu mehtaplı geceye getirmiş olduğu kokuları severim.' Lakin ben,zaten tanımadığımız kimselerin evine gitmemek için neden istiklalimize tutunmak lazım geleceğini ve bundan dolayı neden bir yabancıya,bir ihtiyar ayıya benziyeceğimi anlamıyorum...Fakat,anladığım bir şey varsa,o da Legrandin,hayatta yalnız kiliseleri,mehtabı ve gençliği sevdiğini söylemekte tam hakikati ifade etmiş olmuyordu...O,pek ala şato sahiplerini de seviyordu; hatta o kadar ki,onların yanında bulunduğu vakit hoşlarına gitmeyecek bir şey yapmaktan ödü kopuyor; onların yanında bulunduğu vakit,bir takım burjuva dostlara,noter veya sarraf oğullarına selam vermekten çekiniyor ve bu gibi kimselerle düşüp kalkmak ayıbı,hiç değilse kendi arkasından meydana çıksın da,yüzüne vurulmasın diye,başını önüne eğip geçiyordu...Hiç şüphesiz,bu adam snobun biriydi...Fakat,bizimle konuşurken kullandığı tatlı dilde,bu taraflarından hiçbirini sezdirmiyordu ve ben,ona: 'Guermante'ları tanır mısınız? ' diye sorunca,bu tatlı dilli Legrandin: 'Hayır; diyordu...Onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemem.' Ama,öbür Legrandin,bizimkinin snobizmasına dair kimbilir ince tehlikeli ve yüz kızartıcı hikayeler bilen ikinci Legrandin,yani öz ve hakiki Legrandin,demincek benim sorduğum sual üzerine bakışı yaralanan,ağzı burkulan ve sesiyle sözüne adeta bir facia aktörünün,şişkin edasını veren,vücuduna binlerce ok saplanmış snobizmanın o zavallı Saint-Sebastien'i idi...Ve bu martir bana diyordu ki: 'Aman,hayatımın en büyük yarasını deşmeyiniz; bu sualinizle kalbimi örselediniz,acıttınız...Hayır,heyhat,Guermantes'ları tanımıyorum.' Ve böyle söyleyecek olan asıl Legrandin,için için,bir yaramaz çocuktan,bir madrabazdan başka bir şey olmadığı için,öbürü gibi güzel lafla söyleyemezdi; fakat,buna mukabil sözü daha ani,daha insiyakiydi; tatlı dilli,hoşsohbet Legrandin,onu susturmadan evvel,o çoktan diyeceğini demiş bulunurdu ve bizim dostumuz,öbür benliğinin bu patavatsızlıklarının boş yere önüne geçmek istiyor ve belki,neticeden ancak başkaları üstünde yaptığı kötü tesiri biraz hafifletebilmekle kalıyordu...'
kişinin ısrarla kendisine yapılmasını istemedigi bir şeyi başkasını uygulama istegidir!
genelde suyu çıkana kadar uygulanır! sonrada kurumaya alınır
sinir civatasının yalama olmasıdır.
belirtileri: yüzün kızarması, sesin titreşmesi, gözün etrafta budaklı meşe araması şeklindedir.
beklenilen etki görüldüğü takdirde, kaççç lannn.