Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Bir bukle şiir bırak sizce ne demek, Bir bukle şiir bırak size neyi çağrıştırıyor?

Bir bukle şiir bırak terimi Kasır Galı tarafından tarihinde eklendi

  • Kasır Galı
    Kasır Galı


    Devrilen yükün (neçe)

    Patladı yüreğin mayınları
    Kiminin tutmuyor dizleri, kimi sağır, kimi dilsiz
    kiminin görmüyor gözleri..
    Toplanıp aşıyor engelleri
    Umuda bel bağlamış
    Gece yürek dağlamış neçe...

    Sevdim anason kokan ağız tadını
    Yanık kokan yürek bağını,
    Sevdim kimsenin oralı olmadığı
    Olduğun yerin ağıtlarını,

    Uzunca bi hava tutar dilin
    Yükselen kederinden...
    Dumanı tüten bi havayım şimdi
    Sana ve senden gizlenen...

    Yılların devirdiği yükün hamalıyım şimdi...

    Selda Yetişoğlu

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Sokak Lambaları

    Önceden
    Aydınlandığım karanlık sokaklar vardı
    Bütün eller kirliydi suya değmeden evvel
    Sofralar eskiydi belki
    Ama mis gibi dereotu kokardı
    Şimdiki eller su ile temizlenmez ki

    Sonra
    Lambalar takıldı köşe başlarına
    Aydınlandıkça karardı sokaklar
    Lambaların altında yazıldı
    En acı ayrılıklar

    Kurşun girdi cinnet saatlerinde
    Sağdan
    Soldan
    Ortadan
    Cerihalar bağladı sevdalar

    Kan gülleri yeşerdi
    Kırağıya çaldı üzerinde kestane kavrulan sobalar
    Yürekler kin pompaladı
    Nasibini en çok karanlık sokaklar aldı
    Oysa lambalar yokken
    Takvim yaprakları kendiliğinden kopardı

    Şimdi
    Aydınlık sokakların lambaları şaştı
    Şimdi yurdumun aydını çok karanlıklaştı

    O halde kaldırın
    Kaldırın lambaları sokaklarımdan
    Kaldırın aydınlığınızı karanlığımdan
    Gündüz güneş girsin
    Gece ay yetişsin kapımdan

    Yıldırım Uzun

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Terkib-i Bend -VIII-

    Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
    Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?

    Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
    Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?

    Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
    Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?

    Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
    Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?

    Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
    Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?

    Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
    Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?

    Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
    Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?

    En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
    Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?

    Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
    Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?

    Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
    Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?

    Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
    Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.

    Ziya Paşa

  • Güneşli Melek
    Güneşli Melek

    Bir Gün Sabah Sabah

    Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
    Uykudan uyandırsam seni:
    Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç\'ten.
    Vapur düdükleri ötmededir.
    Etraf alacakaranlık,
    Köprü açıktır henüz.
    Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

    Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
    Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
    Dağ başında beş on haneli köyler,
    Telgraf direkleri yollar boyunca
    Koşuşup durmuş bizle beraber.

    Şarkılar söylemişim pencereden,
    Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
    Biletim üçüncü mevki,
    Fakirlik hali.
    Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
    Sana Sapanca\'dan bir sepet elma almışım..

    Ver elini Haydarpaşa demişiz,
    Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
    Hava hafiften soğuk,
    Deniz katran ve balık kokulu
    Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
    Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

    Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
    -Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
    Saçların dağınıktır, mahmursundur.
    Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
    Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
    Uykudan uyandırsam seni,
    Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç\'ten.
    Fabrika düdükleri ötmededir...

    Turgut Uyar

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Acının Başkenti

    Gözlerinin eğrisi dolanıyor yüreğimi,
    Bir raks, bir dinginlik çemberi,
    Zamanın aylası, gece beşiği ve güvenli,
    Ve eğer hiçbir şey kalmadıysa aklımda yaşadığımdan
    Gözlerinin her zaman görmediğindendir beni.

    Yaprakları günün ve pembe şarabın köpüğü,
    Rüzgarın sazları, kokulu gülücükler
    Işık dünyasını saran kanatlar,
    Gökyüzü ve deniz yüklü gemiler,
    Gürültü avcıları ve renk kaynakları.

    Tanların kuluçka yatağından doğan kokular
    Yıldızların samanı üzerinde yatan
    Saflığa bağımlı gün gibi tıpkı
    Dünyada bağımlıdır senin tertemiz gözlerine
    Ve akar bütün kanım bakışlarında senin.

    Paul Eluard

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Birikmiş Kirlerle Konuşmalar

    İki istasyon arası
    Kırmızıyı seriyorum sözcüklerin altına
    Acıkıyorum okudukça
    Kabar ey iştahım
    Benden uzaklaştıkça güdülen boşlukta
    Kalbimi doyuracaksın
    "Doymak"
    Tenin uyuştuğu ruhun uyandığı denklem
    Değişkenin kuvveti
    Okşanmanın şiddetini belirler
    Kendimi şiire vuracağım muhakkak
    Ateşli başlıkların sofrasını kaşıklayan yüreğin
    Süreğen hikayesidir bu

    Yaşamak deyince
    Göğsümde sesler çoğalır
    Ben sese susarım
    Duyarım
    Nuh çağırınca
    Sele kapılan ağızlara dolan hüsranı
    Kızildeniz'de
    Sığınmanın/boğulmanın zıtlığını
    Değişen kabukla
    Çürüyen kalıp aralığında
    Yüzünü tufana dönen bir hayat
    Ve yanıltan dönüşteki hazinelerin hiçliği
    Çağırmamış beni adımla
    İnsan sessizlikten korkar
    Kendi konuşamadığı zaman

    Ey hayat veren ve öldüren
    Ölüm hangi dünyanın özgürlüğü
    Cesaretimi kırbaçlamak için soruyorum
    Kafamızda
    Çelik yeleklerle girdiğimiz o büyük savaşlarda
    Cinnet geçirmesin cesaretimiz

    Kendini doğuran acı
    Kendini imha et
    Kutsadıkların
    Kitaplarda kalan iadesiz alıntılardır
    Kahramanlıklar
    Bir kostümden ibaret
    Bir biçilme meselesi
    Damarlarımıza aşılanan muştular
    Hangi dogmanın ninnisi

    Söz dinlemek
    Ölümcül bir deyimmiş



    Bahçe Ee

  • Ahmet Erdem
    Ahmet Erdem

    GÖRÜŞ BİTTİ

    şimdi muhtemelen
    bu kör saatlerde
    dönüp durmaktasındır ranzanda
    belki elli kişilik koğuşta
    benden de muhtaçsındır
    bir tek candan dost sarılışına
    zaman ektiğini biçme zamanıdır

    pişmanlığın sivri ucu
    bükmektedir kitapların belini
    kesmektedir şakaların dilini
    elini eteğini de çekmiştir
    çoktan hayallerin
    zaman
    sigara dakikalarını artırma zamanıdır

    yine muhtemelen
    düşünce odalarında
    ben gezinmekteyim
    yine muhtemelen
    gamsız, uçarı bir görüntü çizmekteyim
    onca sevgimi nasıl erittiğini
    gözlerine savurmaktayım
    zaman beni suçlama zamanıdır

    şu an ne yaptığımı düşünüyor olabilirsin
    muhtemelen isabettir tahminlerin
    yine de uzaktan şöyle bir “acaba? ”
    içini kıyıyordur
    zaman hesaplaşma zamanıdır

    pazar görüşlerini çoktan çıkardın da aklından
    epeydir mektuplarım da gelmiyor değil mi?
    yüzdesiz bir umuttasın
    bir zamanlar bana verdiğin gibi
    gözlerin bakamasa da gardiyana
    yüreğinden sesleniyorsun
    kendi adını alışkanlığına
    son mektuba kadardır sabrın
    ve başlamışsındır çoktan küfretmeye
    ya kadere
    ya bana
    ya aşka
    bu sevgi kendi başladı
    kendi kendini bitirdi
    sen yine günahsızsın
    zaman bahtına kahretme zamanıdır

    sana hiç beklemeyi öğretmemiştim
    her zaman vardım değil mi?
    sevgimde savurgandım
    öfkemde cimri...
    hala da öyleyim ama
    ne öfkem kaldı sana
    ne sevgim
    çoktan geçmişti bitirme zamanı da
    zaman erteleme zamanıydı

    masum hatam
    çekildim artık hayatından

    görüş bitti....

    Reşide Sarıkavak

  • Ahmet Erdem
    Ahmet Erdem

    Bütün mevsimleri severim de
    sonbaharı bir başka
    şarkıları da severim
    türlü türlü
    diyecekleri olur insana
    ama eskileri bir başka
    akşamı da
    başka türlü severim mesela
    vanilya kokulu mumlar
    bir fincan kahve
    ortasından başlanmış bir kitap
    yakın gözlükleri
    çiçekli pazen gecelikler
    bir hırka bir çift kısa çorap
    taşralı tarafım yani
    şehirden fersah fersah uzak
    uzanırım içime doğru
    kanatlarımı okşayarak

    Arzu Eşbah

  • Ahmet Erdem
    Ahmet Erdem

    KUYTUDA BİR YAZ


    Seninle uzun bir yaz geçirmeli
    Yaslanıp dut ağacının terli bedenine
    Yaz boyu koyun koyuna dut ağacı gibi terlemeli

    Sevgili,seninle eski bir Rum köyünde bir konakta
    Ahşabın kokusuna kokumuz karışa karışa
    Kulağına usuldan Bitez Yalısı'ndan türküler söylemeli

    Ayrı geçen yaza inat seninle uzun uzun bir yazdan geçmeli
    Kuru ot kokulu keçi yollarından elele
    Şehre deli dolu serkeş çocuklar gibi inmeli

    Tam da bu demde,bu havada
    Ege'den geçmiş gitmiş yazlar anısına...
    Bir yudum nar şarabı bir yudum sen derken...
    Ah,saçları gümüş kırmalı sevgili
    Bütün bir yazı boynunun kuytusunda uykuda geçirmeli...

    25.07.2008/Kuşadası-Davutlar

    Ceyda Çarpan Kutlucan

  • Tfn Nn
    Tfn Nn


    Mısra-i Matem

    Karanlık bir dehliz girizgahıdır sükutum şimdi
    Yaşıyorsam
    Hakkın yüzü suyu hürmetidir
    Kimdi
    Aklım ile kalbim arasında köprü kimdi
    Her zerre güdümlü kurşun misali

    Cehennem yolculuğu
    Ölüm yokluğudur mısra-i matem
    Mabetlerden silindikçe yaz beni

    Kasır Galı

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    ***Sütre ve İnşirah**


    dehşeti gör
    ve
    yeryüzünü siyaha boyayan şehveti

    kasıklarında karanlık patlamalar
    kozmik bağırtılar
    var oluşa bağlı ağrılar
    var olduğunu zannedenlerin

    şiiri kirleten
    aşkı iğfal edip
    apıştan dünya seyredenlerin
    kulak tırmalayan
    ruh karartan
    çığlıklarını duy

    sen
    bir yeryüzü imgesisin artık
    ey
    loşluğuna sabahlar
    sepia eylüller sunduğum hayat
    içimde debelenen dehşeti gör

    ey
    kulaklarından tutup
    dizime yatırdığım yanılış
    aykırı kuramların
    beynime yaptığı basınç
    gör beni
    tenden öte
    candan ziyade
    gör

    bir hazanı
    bir yağmurla
    bir bulutu
    bir kuşla
    değiştir

    bir yangıyı
    bir şehvetten koru

    beni koru
    kara ruhların
    kararmış hiçliğinden
    gecemi esirge
    ve eksik kılma üzerimden
    kuş seslerini

    aşk
    bir tanımdır
    gözlerimin yatağında
    bir kasırga
    bir deprem
    bir okşayış olarak
    aynı zamanda

    geçirgen zıtlığımdan koru beni
    sarsak bilgiçliğimden

    kağıdı kutsayarak
    kalemi
    bir yaraya direnmek
    bir ilenci gidermek savaşında
    silah görerek
    yazıyorum
    yaz dediğini
    yazgının

    beni gör
    ey ruhumu
    saman kağıtların pürüzlerinde konuklayan aşk
    beni gör
    ve beni koru
    seni şehvet sanmaktan

    korkumu gider
    korkunçluğumu sütrele
    cinayetimi sakla
    ve
    ört beni hatice
    dağları ört üstüme
    cehlimin üzerine kapat
    geceyi ve gökyüzünü

    inşirâh ol bana
    kalbimi aç
    göğsümü aralayarak
    karart beni
    ört beni ne olur
    kalbimin vahyi geldi
    az önce

    OKUdum
    anladım
    ağladım ve korkuyorum
    ört beni

    anlayışımı gizle
    süz beni
    evrenin bilgisinden
    geceden ve hayaletlerden

    sez beni
    alemden
    ayetten
    şiirden

    ...

    onsekizmartikibinon



    Şükrü Özmen

  • Zeliha Özen
    Zeliha Özen

    Ne bu sendeki değişim sessizlik yeminimi ettin bana hiç değilse gözlerime bak gözlerin anlatır bana suçumu
    gözlerin de konuşmayacaksa kalbini göster bana o hiç yalan söylemez

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Mahreçsiz Neşide


    Bir mektubun sonuna eklenmiş
    veda cümlesiydi sözlerin ;

    g i t t i m . .

    Ölü kelebekleri avucumda saklayıp
    düş yanığı hayallerimi heybemde toplayıp
    sanki düşmanımdan öç alır gibi . .

    Giderken anladım
    mürekkebi bitmiş bir kalemin
    başka kağıtlara dökülemeyeceğini..

    Hiçbir yere aşina değil kalemim
    ne boş sayfalardaki arı beyazlığa
    ne de silinmişlerdeki griliğe . .
    hangi kağıda gitsem ,
    yaralarım kavlıyor

    Şimdi
    tamam olmaya çalışırken
    mısralarını yitiren uzun bir şiir gibiyim..

    Mürekkep yerine kan damlıyor satırlara. .
    harflere kefeni giydirdim,
    yüklendim cenneti sırtıma
    cehenneme yürür gibiyim . .

    Ey kalemim ,
    telaşında öl !
    Süzdür mürekkebini ..
    Dönme bir daha bitmiş şiirlerine..

    Yazacak yerin yok !


    Vera Erendiz

  • Murat Çakıroğlu
    Murat Çakıroğlu

    Avuçlasam içimin yangınını, bin volkan akar parmaklarımdan.
    Üstünü örttüğüm gecenin açıkta kalan ayak uçları tepemde dolaşan

    Tuttuğum her dilekten
    Yuttuğum bir hıçkırık peydah oldu
    Düğüm alfabesi dizelerinde sesin...

    Üç adımda bitecek bir kumsaldı oysa
    Düştüğüm deniz
    Kırk yerden yaması sökülen şiirlerde..

    Murat Çakıroğlu

  • Murat Çakıroğlu
    Murat Çakıroğlu

    Avuçlasam içimin yangınını, bin volkan akar parmaklarımdan.
    Üstünü örttüğüm gecenin açıkta kalan ayak uçları tepemde dolaşan

    Tuttuğum her dilekten
    Yuttuğum bir hıçkırık peydah oldu
    Düğüm alfabesi dizelerinde sesin...

    Üç adımda bitecek bir kumsaldı oysa
    Düştüğüm deniz
    Kırk yerden yaması sökülen şiirlerde..

    Murat Çakıroğlu

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Gözlerindeki Asal Sayı Ölüsü


    Kimsenin en büyük sayısı yok.
    Herkes kendi sonsuzuna recâ!

    Doğal sayı
    Tamsayı
    Reel sayı

    Bir sayıdan diğerine
    uçuşup dursun formülüm.
    Nasıl da yoksulum
    eşitsizlikleri onaran gözlerinin karşısında!

    Asal sayıyım!

    Tehir edilmiş takvimlerin
    lirik akıntısına sığındığımdan beri
    pusulam yok artık benim.
    Sayıların kalbime hükmeden
    işlemleriyle seni sevdim.

    Çünkü Sen aşk isen
    kalansız bölünebiliyorumdur Sana!

    İki...
    Neden ölü numarası yapıyor bana?

    Çift sayılar tünedi ışığıma
    bölünmek geçmiyor aklımın ucundan.
    Hiç gitmedim senden uzağa,
    mutlak değer oldum varlığına.
    Yine de
    çırpınan bir sayının eksildikten sonra
    eşitliğe fırlattığı o mahzun bakış gibi
    baktım ardından...

    Üç boyuta sığamıyorum;
    bölünmüş bir aşkın
    integralini alıp duruyorum.
    Orijinden bakarken gözlerine
    durmadan merkezim kayıyor
    teğet geçiyorum ellerine.

    Yardım edin bana!
    Bir vektör geçiyor yüreğimden;
    sen yine de
    boyutlarını içime ekmeye devam et,
    ben trigonometriyi oyalarım
    sonra aşk eksenine aldırırsın beni de...

    Ayrıldığımızda hangi buharlaşan ruhtuk
    iyi hatırla!
    Kaç bilinmeyenli denklemin içindeyiz şimdi?
    Bir tek bölme işlemini bağışlama!

    Üç...
    Senden sonra bir zaman belirtmedi.

    Israrla ikiye bölüp durdum uykularımı,
    akrebi çarparak yelkovana.
    Gittin
    ki tüm gece elimde permütasyon hesabı.
    Bir irrasyonel sayıya döndüm,
    gizleyerek doğallığını
    dudaklarımın çözüm kümesine.

    Evrensel kümeye sığdım da
    yokluğunun sonsuzluğuna sığamadım.
    Kalbimden bir yığın yazgı çıkarıyorum
    ekleyerek görüntü kümemize.
    Bir tek çıkarma işlemini bağışlama!

    Beş...
    Cevabı sen ol diye tüm şıkları kodladım.
    Kitapçık sende optik bende kaldı.

    Bir avuç standart sapma yaşadıklarımız;
    sargılı bilinmeyenim eşitsizliğe çarpa çarpa
    devirli ondalıklı sayılar büyüyor şuramda.
    Güya
    köklü sayıların sabrıyla bakacaktın bana.

    Olmadı!
    Çarpanlarına ayırdığım saçların da
    döndü sırtını bana.
    Topuğu kırılmış artılar
    şimdi eksilen avuçlarımda.
    Bir tek toplama işlemini bağışlama!

    Yedi...
    Sesimdeki en hüzün sayı.

    Sen eksilirken,
    yokluğun dünyada yedi kıta.
    Gökkuşağı yedi renk.
    Veda çölünü gezip durdum da
    Sen bahçemde yediveren gül.
    Sayı asal olur
    başka şeyler de anlatırım sana.

    Bilmedin...
    Yokluğun
    tüm işlemlere parantez açıyor
    değer bulmadığım ikslere.
    Sen hangi işlemle vardın karşıya.
    Bir tek çarpma işlemi bağışlama!

    Şimdi
    aramızda sonsuzluğa akıp giden
    ipince bir sayı doğrusu...

    Kümeme düşen senden
    daha vahim bir sayı
    geçmedi denklemimden.
    Özür borçluyum
    bölündükçe kalbi acıyan her sayıya.

    Yine de sendeyim her işlemde.
    Sonsuzun bitişini gördüm gidişinde.
    Unut sayıları...
    Bir tek kendini bağışlama!


    Veysel Toprak

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Hayzeran'ın Uğultusu


    uzanırım sesinin çocuksu buğusuna.
    bir şarkı kımıl kımıl, ruhumun sularında.
    bir cennet kokar rüzgar,
    tütsünelir mevsimler.
    miske bulanır dünya,
    seni her duyduğumda.
    o an bir yağmur başlar,
    bir yağmur uzaklardan.
    yıkanır hüzünlerim, bengisu kuyusunda...

    vezne çeksem hasreti, anlatsam insanlara.
    yağmurlardan seni ben, sabahlara damıtsam.
    ve kazısam adını en derin duvarlara.
    sınırların ardından ellerine uzansam...

    birgün elbet bitecek, bu yaşamak kâbusu.
    sular da anlar artık, insanlar yalan söyler.
    ecelden biraz önce, vuslat gelseydi keşke.
    yoksa neyi sarar ki, âh yitik ellerimiz.
    özü cahil sulara hayzeran ne anlatır.
    ne söyleşir semayla aşkın derin kuyusu...

    uzanırım kitabın en kutsal kelâmına.
    bir esrik temmuz başlar,
    sonsuzluğun namına.
    zeytinlerle söyleşir, siyah giyinmiş kadın.
    günahkâr gözlerime aşktan cemreler damlar.
    şefkatle bakar sokak, şefkatle bakar işte
    kedi, köpek, ne varsa, hepsi de acır bana.
    nasıl unutayım ki, bağbozan o mevsimi.
    ne sözle anlatılır, ne de şiire sığar...

    madem gemiler yandı, düne veda edeyim.
    denizlerim çekilsin, çekilsin kuyulara.
    hayzeran dileğine, içli amin çekeyim.
    çöllerdir asıl mekân en ulvi sevdalara...

    Hasan Tan

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Sesin Yağmur


    Sesin
    Denize açılan sokakları ömrümün.
    Arnavut kaldırımlarında bahar kokusu.
    Hanımeli, portakal çiçeği, ıhlamur...
    Yürürken akşam gün batımına
    Üstüm başım çiçek tozu...
    İçimde renklerden düğün.

    Sesin
    Bir çiğ tanesi hüznüme düşen.
    Rüzgarına kapıldığım turkuaz bir su...

    Bilirim,
    Her mevsim aynı yağmaz saçlara.
    Ayışığı her gece aynı damlamaz.
    Insan aynı hisle aynı yerinden
    Defalarca birleşip ayrılamaz.
    Zaman ki,
    Küflü çerçevesinde
    İnkisârına akarken malihulyanın
    Bilirim...kayıp gider resimler
    Mutlak gider sevilenler...sevenler...
    İcinde arındığımız asi nehirler
    Kirler!
    Yelesindeki hurriyet yılkı atlarının
    Gider
    Azameti dağların
    Asaleti insanın.
    Yasamak... gider...

    Bir tek sesin kalır bende geriye
    Mevsimsiz bir titreyisle Sevgili!
    Sol yanımı hissederim.
    Ebabiller uyanır.
    Annesiz yanıma bir siir düşer.
    Kaybolur sükutu çocukluğumun
    Metruk düşlerimde gövdem doğrulur...

    Bir tek sesin Sevgili...

    Sesin ki
    Y a ğ m u r !
    Hatırlatır kalbime:
    "Bir damlada bir çavlan nasıl var olur?"

    Esra Tabur

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    BEBEKLERİN ULUSU YOK

    İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
    Bebeklerin ulusu yok
    Başlarını tutuşları aynı
    Bakarken gözlerinde aynı merak
    Ağlarken aynı seslerinin tonu

    Bebekler çiçeği insanlığımızın
    Güllerin en hası,en goncası
    Sarışın bir ışık parçası kimi
    Kimi kapkara üzüm tanesi
    Babalar,çıkarmayın onları akıldan
    Analar,koruyun bebeklerinizi
    Susturun,susturun söyletmeyin,
    Savaştan,yıkımdan söz ederse biri.

    Bırakalım sevdayla büyüsünler
    Serpilip gelişsinler fidan gibi
    Senin,benim,hiç kimsenin değil
    Bütün bir yer yüzünündür onlar
    Bütün insanlığın gözbebeği

    İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
    Bebeklerin ulusu yok
    Bebekler çiçeği insanlığımızın
    Ve geleceğimizin biricik umudu.

    ATAOL BEHRAMOĞLU

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Aşka Sevdalanma

    Can verme sakın aşka aşk afeti candır
    Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

    Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
    Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

    Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz
    Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır

    Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma
    Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır

    Aşk içre azap olduğu bilirem kim
    Her kimseki aşıktır işi ahü figandır

    Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin
    Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır

    Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
    Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.

    Fuzuli

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Elhamdülillah

    Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah
    Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah
    Şol karşıki dağları meşeleri bağları
    Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah

    Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
    Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdulillah
    Vardığımız illere şol safa gönüllere
    Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah

    Beri gel barışalım yad isen bilişelim
    Atımız eğerlendi estik elhamdulillah
    İndik Rum'u kışladık çok hayır şer işledik
    Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah

    Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk
    Artık denize dolduk taştık elhamdulillah
    Taptuğun tapusuna kul olduk kapusuna
    Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah


    Yunus Emre

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Aşk

    Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
    Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
    Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;
    Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.

    Özdemir Asaf

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Kuklacı

    ı

    her aşk bir mecnun büyütmez
    ve her insan kendini sever sadece
    zamanı yontan mevsimler
    yıllanmış hüzünler bırakırken kalbime
    aynalarda arama annemdeki yüzümü
    sığınıp tanrı'ya adını andıktan sonra
    bir azize sattım onu taşrada
    sürgün ayaklarım hallaç başımla
    kırdım aşka dair öğrendiğim ne varsa
    kalender bir eda ile kırdım kuklacı
    kanımla suladığım gülün dalını

    yorgun şehrayinlerden artakalan hüzün
    mühürlü gözlerden süzülen damla
    inatla söylüyorum işte tüm insanlara
    bir kez olsun açmadı şakağımda gül
    ant içtim yalan yere tevili yoktur
    yalan tüm kahinler yalancı remil
    ansızın çıkagelen sevgili yoktur

    kayboldu bir bir bindiğim tahta atlar
    ihtiyar çocuklar yaşardı bu şehirde kuklacı
    onlar da binip gitti kaybolan atlarıma
    yıkık kaşlı esmer alınlarının kırışığını
    hangi duvara serip açarlar şimdi kim bilir
    bu şehirde gözleri bulutsu düşleri yeşil
    uğrunda ölünesi sevgililer yaşardı eskiden
    onlar da sırroldular ömrüme ziyan
    yaralı bir hançerdir şimdi kalbimde hicran

    ölüler şehrindeyim kuklacı
    kollarım örümcek gözlerim yosun
    gül yağmuru bekliyorum
    mezarlık kuytusu apartmanlarda
    yoldan uzun düşten kısa bir gecenin ardından
    ince bir bulut akıyor şehre ateşten sudan
    kaçıyor bir bulut aşktan yağmurdan
    bir bulut bir çıngı sis ve hamaylı
    o ve gül yağmuru yok anlıyor musun

    içim insan mezarlığı
    en çok da ben ölmüşüm kuklacı
    adım başı mezar taşım var
    katillerim en sevdiğim insanlar

    ıı

    kuklacı oynatma parmaklarını
    bahtiyar günlerimiz uzakta kaldı
    herkes kendinden kaçıyor şimdi nasılsa
    hatırlatma bize unutamadıklarımızı
    gamlı gözlerinle ağlatıp çağırma
    kalbinde yabancı ölüler taşıyan insanları
    mevsimsiz hayatların sayrı yalnızlığına

    yola vurma beyhude parmaksız çocukları
    ki masal değil yaşadığımız kuklacı
    kim inanır küllerinden doğduğuna anka’nın
    ve kim gökyüzünde kaldığına kanatlarının
    çölün kapısındayım ne serap ne heyula
    ebabil çığlıkları duydum taş duvarlarda
    kurtuluşum yok ve ziyanken ömrüm
    isminin baş harfinde ölüme yattığım gün
    gördüm kuklacı apansız gördüm her şeyi

    bir sabun köpüğü gibi yağarken yağmur
    kaybolup gider sandım içimde bir yerlerde
    ama yok asılı kaldı hep en acıtan hâliyle
    kuklacı uğrunda ölmeye ahdetse de mehlika
    kesik bir şarap hüznü ve uzayan gölgelerle
    kanına yürürken ıslak ve deli taylar
    yıkılası kentlerde yenik düşer şeytana
    kelebeklerden masum eflatun kirpikli kızlar

    her şey gün batarken oldu
    biçti kalbimi bir kırık mısra
    ben gün batarken düştüm aşka
    ay gün batarken anladı yalnızlığını
    dağlar kimsesizliğini kadınlar…
    gün batarken sus dedi bilge. sus unutursun
    o zaman siyahtı saçlarım doğrudur sandım sustum
    kuklacı öğrendim ki yıllar sonra kendimden
    yarım kalan hiçbir şeyi unutamam ben

    ııı

    kuklacı son itirafımdır geç kayıtlara
    şark çıbanı görmüş yüzümde
    en kadim konuk olsa da hüzün
    ben kimseye ağlamadım ömrümce
    bana da ağlamasın canlar esefa
    ne var ki dünyada insan ve eşya yalnızca

    yalancıyız kuklacı mektuplar şarkılar kadar
    ay düşer gölgemize günahtır akşamlarımız
    en sevdiklerimizden alırız en çok acıyı
    kederle sınanırken en coşkun çağımızda
    utangaç katiller gibi yer ömrümüzü
    sevdalısı olduğumuz kızıl şafaklar

    kaç kez yola çıktım sevmek fikriyle
    sakıt ve meczup bir keşiş gibi
    kendimi unuttuğum o yerde
    yadigar bırakıp tüm urbalarımı
    mavinin mavisi sanıp ardınca yürüdüğüm
    şu ölü kadın var ya kuklacı gözleri karanfil
    tanırım onu çok eskilerden
    yüreği mühürlü bir annedir o şimdilerde
    ona bir kez olsun söyleyemedim gençliğinde
    gözlerinde öldüğümü kaç kere

    mahzenimde şarap ruhumda ızdıraptı
    ben uzun bir lal idim o kısa bir hayal
    çaldılar kuklacı düşlerimde büyüttüğüm
    o hüzzam sevgiliyi ki bir sır bilirdim onu
    kimselerin bilmediği ince uzun esmer bir sır
    kim çaldı kuklacı garip ve selis sırrımı kim

    kuklacı son kez vursun boynumu acemi cellat
    söz yeniden doğmayacağım yoruldum artık
    yükü kaygı olan pervaneye ne denir
    topla hatıraları askıda kalsın melal
    kahır yok. sitem yok. pişmanlık hiç.
    suya yenik düşen bir gül olacağım söz


    Kalender Yıldız

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ
    OLUNCAYA DEK


    Aşksız ve paramparçaydı yaşam
    bir inancın yüceliğinde buldum seni,
    bir kavganın güzelliğinde sevdim.
    Bitmedi daha, sürüyor o kavga
    ve sürecek
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.

    Ne dudaklarda yarım şiirler
    Ne solmuş aşk ve deniz
    Uçurumlarda direnen güller
    Törenlerle yakılmıyordu henüz
    Dimdik ayaktaydı bitimsiz coşkular
    Bazen aşılmış
    Bazen aşılmak üzere
    O serdengeçti yaralı tutkular.

    Bir deprem çağının birdenbiresinde
    Önce görevler silahlandı önümüzde
    Sonra kurallar ve kapkara baskılar
    Kesildi sanki sözlerin soluğu
    Türküler yetişmez oldu ahlara
    İşte içlenmenin o en içli anında
    Yalnızca sen kaldın kollarımda
    Yalnızca sen
    Dağlı çiçeklere döndü gözlerin
    Hep mutluluk açtı kırlarımda.

    Su ve ateş çağındaydı soluğumuz
    En umutsuz geceyarılarında
    En ıssız yollarda bırakıldık hep
    Yıkılmadık
    Günün bir yüzünde avuçlarken güneşi
    Bir yüzünde yeniden düştük toprağa
    Korkmadık
    Yüreğimizle parçaladık en sert kayaları
    Filizlenip uzandık dostluğun gökyüzüne
    En bereketli yağmurları
    Hep kendi soluğumuzla yarattık.

    Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
    Aşk ile sevmek bir güzelliği
    Ve dövüşebilmek o güzellik uğruna
    İşte yüzünde badem çiçekleri
    Saçlarında gülen toprak ve ilkbahar
    Sen misin seni sevdiğim o kavga
    Sen o kavganın güzelliği misin yoksa.

    Bir inancın yüceliğinde buldum seni
    Bir kavganın güzelliğinde sevdim
    Bin kez budadılar körpe dallarımızı
    Bin kez kırdılar
    Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
    Bin kez korkuya boğdular zamanı
    Bin kez ölümlediler
    Yine doğumdayız işte yine sevinçteyiz.

    Bitmedi daha sürüyor o kavga
    Ve sürecek
    Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.


    Adnan Yücel

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    DAVET

    Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hürve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...


    Nâzım HİKMET

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    HAN DUVARLARI

    -Osmanzade Hamdi Bey'e-

    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
    Bir dakika araba yerinde durakladı.
    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
    Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
    Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
    İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
    Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

    Ellerim takılırken rüzgârların saçına
    Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
    Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
    Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
    Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
    Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
    Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
    Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

    Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
    Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
    Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
    Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
    "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
    Baba ocağından yar kucağından
    Bir çiçek dermeden sevgi bağından
    Huduttan hududa atılmışım ben"
    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
    Araya gitti diye içlenme baharına,
    Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
    Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
    İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
    Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
    Gönlümde can verirken köye varmak emeli
    Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
    Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
    Biz menzile vararak atları çektik hana.

    Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
    Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
    Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

    "Gönlümü çekse de yârin hayali
    Aşmaya kudretim yetmez cibali
    Yolcuyum bir kuru yaprak misali
    Rüzgârın önüne katılmışım ben"

    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
    Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
    Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
    Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
    "Garibim namıma Kerem diyorlar
    Aslı'mı el almış haram diyorlar
    Hastayım derdime verem diyorlar
    Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
    Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
    Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
    Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
    Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
    Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
    Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
    "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
    Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    Dedi:
    "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
    Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
    Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

    Aradan yıllar geçti işte o günden beri
    Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
    Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

    Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Beni Candan Usandırdı

    Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
    Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

    Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
    Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

    Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
    Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

    Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
    Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

    Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
    Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

    Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
    Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

    Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
    Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

    Fuzuli

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Göğe Bakma Durağı


    İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
    Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    Bu evleri atla bu evleri de bunları da
    Göğe bakalım

    Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
    İnecek var deriz otobüs durur ineriz
    Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
    Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
    Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
    Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
    Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
    Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
    Beni bırak göğe bakalım

    Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
    Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
    Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
    Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
    Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
    Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
    Bana dönesin diye bir bir kapattım
    Şimdi otobüs gelir biner gideriz
    Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
    Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
    Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
    Durma kendini hatırlat.


    Turgut Uyar

  • Kasır Galı
    Kasır Galı

    Gül Bestesi

    Gül mevsimi geldi mi her şey bize yâr olur
    Gönüller gül kokarken geceler nehâr olur

    Bad-ı saba getirir diyâr-ı gülden koku
    Figan eden bülbüle şifayâb rüzgâr olur

    Gözyaşıyla yoğrulur şebnemler yanağında
    Dönüşür yağmurlara damlalar cuybâr olur

    Yağmur damlalarıyla yıkanırken gülistan
    Dile gelir goncalar çiçekler gülnâr olur

    Gül derip gül yüzünden armağanlar taşısam
    Çoraklaşan şu dünya yemyeşil diyâr olur

    Gül renginle boyanır kuşanır özlemini
    Kalbim aşkınla yanıp tutuşarak var olur

    Ey bülbülün sevdası sultanı gülistanın
    Sensiz bütün mevsimler bize sonbahar olur

    Rıfkı Kaymaz

  • Filiz Şahin
    Filiz Şahin

    Bukle ne denek ya da kuble ne demek nerelerde kullanılır diye baksaydınız keşke...