Kültür Sanat Edebiyat Şiir

attila ilhan sizce ne demek, attila ilhan size neyi çağrıştırıyor?

attila ilhan terimi K E tarafından tarihinde eklendi

  • F
    F

    Sosyalist ve Kemalist Sol Halk Cephesi Kurmalı
    Uluslararası düzeyde içinde bulunduğumuz durum 12 Eylül’den sonra Özal’ın Başbakan olduğu vaziyete benziyor. Yani aynı plan uygulanmaya çalışılıyor. O zaman da Kürdistan’ı orada kuralım, siz de üzerinde fazla durmayın diyorlardı.

    Meraklısı için bir bilgi vereyim hemen, Yunanlıların daha 1970’lerde ABD’de dağıttığı bir broşür var, yazan Yunan İstihbaratı’nda çalışmış General Tagaris. Burada Türkiye’nin pek çok etnik gruptan meydana geldiği, tüm bu etnik grupların devlet kurma hakkının olduğu söyleniyor ve hepsinin Türkiye haritasındaki yeri gösteriliyor.

    Ben daha o zaman bu broşürü yayınladım. Bu adam bir istihbaratçı ve ABD’de bu broşürü yayınlıyor. Ve açık açık Pontus’un yeri şurası, Kürdistan’ın yeri şurası diye gösteriyor.

    O günden bugüne hiçbir şey değişmiş değil. Uygulamanın gecikmesinin nedeni, Sevr Antlaşması’ndan bu yana, önce onları yenmemiz sonra da Sovyetler Birliği’nin varlığı.

    Sovyetler’den öyle korkuyorlardı ki Türkiye’ye dokunamıyorlardı ve biz de kendimizi koruyacak şartlara sahiptik. Ama Sovyetler dağıldıktan hemen sonra bu planları uygulamaya koydular, şimdi Sykes-Picot Antlaşması’nı uygulamayı düşünüyorlar. Türkiye’ye bakışları bu.

    Türkiye’de iktidara gelip de “Canım Kıbrıs’ı da veriverelim” diyen herkes tipik bir Tanzimat sadrazamı durumundadır. Biliyoruz o sadrazamlar “İngiltere’yle aramız bozulacağına bir Osmanlı vilayetini verelim” diyorlardı. Aynı mantık bugün Türkiye’de bir takım insanlarda mevcut.

    Halk Avrupacıları Barajın Altına Sürükledi

    Bu seçimlerde halkın düşündüğüyle seçilenlerin düşündüğü arasındaki farka bakalım. Açık açık Tanzimatçıyız diyenler, yani Avrupa Birliği’yle anlaşalım, ABD’nin istediklerini yapalım diyenleri Türkiye Cumhuriyeti ahalisi barajın altına sürükledi. Yani bunları zararsız hale getirdi halk.

    Halk bunu yaparken geçen seçimlerde yaptığını yaptı. O zaman halk, “ben sizden bıktım, Batıdan bıktım, artık dediklerinizi duymak bile istemiyorum, Türkiye kendi başının çaresine bakmalıdır” mantığı içerisinde o zamana kadar denenmemiş partileri iktidara getirmişti.

    Fakat DSP ile MHP kötü bir sınav verdiler. Çünkü kendi içlerinde karşı tarafın virüslerini taşıyorlardı. Yani olacak iş değil, zora düşünce Kemal Derviş’i getiriyorlar. Ve sonunda başarısız oldular.

    “Lıght” Yeşil Kuşak İçin Tayyip

    Şimdi halk Tayyip’in bu işi temizleyeceğini düşünüyor, denenmemiş olan o, bunun için onu getiriyor. Halbuki Tayyip önceden pazarlığını yapmış, daha iktidara geldiği günden itibaren söylediği her laf, Mesut’un da, Çiller’in de söylediği laflar.

    Öyle bir şey ki Fransız Le Monde gazetesi gibi bir gazete bile AK Parti iktidarını kötü bir olay gibi ele almıyor. Çünkü Tayyip daha seçim öncesi ziyaretlerinde Avrupa’ya tavizler verdi.

    Benim gördüğüm, 1990’larda Graham Fuller’in tavsiye ettiği gibi Ilımlı İslam’ın iktidarı olacak. Yani Atatürk’ü bir kenara bırakıp İslam’la demokrasiyi bağdaştırmaya çalışan, yeni, “light” bir yeşil kuşak için Batının işine yarayacak bir adam iktidarda olacak.

    Erbakan da o nedenle feda edilmiş oldu. Çünkü Erbakan’a, feda edilen başka bir tarafla yani Suudi Arabistan’la ilişkili diye bakılıyordu. Orada da bir prensi başa getirmeye çalışıyorlar. O prens onların tercih ettiği bir prens.

    60’ların Tip’i Bu Seçimi Alırdı

    Şimdi soldaki duruma bakalım. İlk defa tüm sol partiler seçime girdi. Seçime giren işçi partileri var, komünist parti var, sosyalist parti var ama hiçbirinin arkasında işçi yok. O zaman da işçiler Tayyip’in arkasından gidiyor.

    Neden böyle oluyor, çünkü kültürsüzleştirme operasyonuna aydınlar baş eğdikçe işçiler dahil halk onları yadırgıyor, yadırgayınca onların aleyhine oy vermek istiyor ve onların aleyhinde kimi bulursa ona oy veriyor.

    Eğer 60’ların TİP’i olsaydı ona oy verirdi, çünkü o zaman dört dörtlük, ulusal, sosyalist, kültürsüzleşmemiş bir parti olacaktı.

    Buradan ne çıkıyor?

    Buradan şu çıkıyor: işçi partileri, sosyalist partiler ve ortanın sahiden solunda olduğunu söyleyen sosyal demokratlar eğer Türkiye’de iş yapmak istiyorlarsa mutlaka bir halk cephesi kurmak zorundalar.

    Bu, Mustafa Kemal Paşa’nın Halk Fırkası’nı kurarken yaptığı şey. Çünkü bir araya gelmedikleri sürece seçilmeleri mümkün değildir. Fakat biraraya gelirken de mutlaka Batıcılıktan sıyrılmaları lazım.

    Esas Mesele Laiklik Değil, Ekonomi

    Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.

    Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.

    Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.

    Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.

    Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.

    Çok Örgütlü Sağcılığa Karşı Çok Örgütlü Solculuk

    Bizde bütün politikacılar hatta ciheti askeriye dahil işçilerden korkuyor. Ve işçileri bir güç olarak bu işin içine sokmak istemiyorlar.

    Halbuki demokrasi demek sermaye gücü ile üretim gücünün alternatif olarak birbirini iktidara taşıması demektir. Bunu halk yapar. Her seçimde birini başa getirir ve eğer başarısız olursa indirir. Ama bunun için üretim gücünün faal olması ve siyasi olarak ifade edilebilmesi lazım.

    Ama bu böyle yürümez, karşınızdaki çok örgütlü sağcılığa çok örgütlü bir solculukla ve çok örgütlü bir ulusalcılıkla karşı çıkmak gerekir. Bu çok örgütlü ulusalcılıksa işçi konfederasyonları olmadan olmaz. Yalnız öğrencilerle, profesörlerle sosyalizm de olmaz, demokrasi de olmaz.

    Mesela Fransız İhtilali’ni yapanlara bakın, onlara baldırıçıplaklar denir, yani fakir halk. Fakir halk olmadı mı, fakir halk devreye girmedi mi, fakir halk destek olmadı mı hep avcunu yalarsın.

    Tanzimatçı Kafadan Kurtulmak Lazım

    Peki halkın desteğini nasıl alırsın? Kültürde onlara yabancılaşmayarak. Bunun için de önce Tanzimatçı kafadan kurtulmak lazım. Yani ilerici olacağım diye Batılı gibi giyinmek, Batılının müziğini dinlemek, Batılının kitabını okumak değil, o metodlarla ulusalı yaratmak gerek. Sanatta da yaratacaksın, politikada da, iktisatta da...

    Bunun için de eğitim ve kültür politikalarının düzeltilmesi lazım. Kültür Bakanlığı, kültür politikaları için hiçkimsenin hiçbir şey anlamadığı ve hiçbir zaman gitmediği bir takım tiyatro oyunlarına ve sinema filmlerine para veriyorsa, yahut halkın hiçbir zaman ilgilenmeyeceği bir takım işleri finanse ediyorsa, Avrupa’ya benzeyeceğim diye, yanlış yapıyor. Böylelikle Tayyip’in değirmenine su taşıyor.

    Bunun düzeltilebilmesi için eğitimde ve kültürde ulusallığı sağlamak lazım. Bunu sağlamayıp koleje gönderdiğin her çocuğu kaybediyorsun. Bugün kolejlere gönderdiğin her çocuk ya Batıya gidiyor ya da Tayyip’e. Yalnız İmam Hatipleri ortadan kaldırmak yetmez, bu şekilde Tayyip’in arkasından gidenleri kesmiyorsun, takviye gönderiyorsun. O nedenle öncelikle kolejleri çözmen lazım.

    Ulusal Canlanış

    Tüm bunlara rağmen özellikle son beş yıldır bir ulusal canlanış var. Özellikle de gençlikte var. Bunun içine ülkücülerin bir kesimini hatta müslümanların bir kesimini de koyabiliriz. Olayın devletin kaderini, Türk milletinin kaderini ilgilendiren çok hassas bir yere gittiğini anladılar. Anladıkları için de, tüm bu kesimler içinde bir diyalog başladı. Ortak nokta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığının devamı.

    Şimdi Batılı devletler aynı şeyleri istiyorlar diye bırakacak mıyız? Biz Sykes-Picot’u 1919’da uygulamadık da şimdi mi uygulayacağız? O şartlar altında bile karşı çıktık, oysa şimdi çok daha güçlüyüz, çünkü Türkiye çok gelişti.

    Sadece baştaki bir takım Batı yanlıları ve fırıldaklar yüzünden Türkiye bu noktaya sürüklenemez. Buna engel olunabilir. Buna halk engel olacaktır. Halkı harekete geçirecek olan da işçilerle gençlerdir. Bunun için işçilerle gençlerin birleşmesi lazım. Ve devletin bekasına dair sağlam tutumları varsa işçilerden korkmamak lazım.

    Tayyip İçin Turnusol Kağıdı: Avrasya Protokolü

    Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin çıkarlarıyla ne kadar ilgili olduğunu test etmek için turnusol kağıdı şu: Türkiye’nin parafe ettiği fakat henüz imzalanmamış Avrasya Protokolü’nün imzalanması. Putin bunun imzalanması için Türkiye’ye gelecekti ama seçimlerin sonrasına ertelendi.

    Bu antlaşma imzalandığı andan itibaren Türkiye, savunmasını Avrasya’yla birleştirmiş olacak. Bu ise Mustafa Kemal Paşa’nın Batıya karşı savunma anlayışının uygulanması demek.

    Böylelikle Türkiye Rusya ile stratejik ortak olmuş olacak. Türk devleti NATO üyesi olduğu halde bu projeye katıldı. Çünkü tehlikenin nereden geldiğini gördü. Şimdi Tayyip Erdoğan bunu imzalayacak mı yoksa Batının istediği gibi hayır mı diyecek göreceğiz.

    Bu çok hassas bir nokta. Bugün Amerika ve BM Irak’a neden saldırıyor? Çünkü Saddam roket imal ediyor. Saddam’ın elinde bu roketlerin olmasını istemiyorlar.

    Ancak gözden kaçan bir şey var, Türkiye de beş yıldır roket imal ediyor. Bu roketler karadan karaya 200 km menzilde hedefi vuruyorlar. Ve Türkiye bu roketleri yapacak teknolojiyi ABD’den değil Çin’den alıyor. Çünkü ABD Türkiye’nin bu teknolojiyi ele geçirmesini istemiyor.

    Bugün roket imal ediyor diye Irak kötü devlet oldu. Peki yarın öbür gün aynı ABD’nin Türkiye’ye sen roket yapıyorsun diye saldırmayacağının garantisini kim verebilir? Herhalde bu garanti edilemeyeceği içindir ki Türkiye Avrasya’yla işbirliği yolu aramaktadır.

    Fakat bugün Türkiye’de iktidara gelen parti de muhalefete gelen parti de Türkiye’nin hayati meselelerinden bahsetmiyor bile.

    Batılı, Dünyaya “Nasıl Yerim” Diye Bakar

    Bugün Irak’ın parçalanması meselesini ya da Kıbrıs meselesini, Amerika’nın yani sistemin bakış açısıyla değerlendirmek lazım. Çünkü Batılıların bakışlarıyla Doğuluların bakışları başka anlama geliyor.

    Batının gözünde beyaz, Hıristiyan emperyalizm ile onların dünyayı yemesi vardır. Onun dünyayı yemesi için neler lazım, bunu düşünüyorlar. ABD de bunu düşünüyor, Avrupa Birliği de hatta onların denetlediği Birleşmiş Milletler de bunu düşünüyor. Doğu Akdeniz arazisine veya Orta Asya’ya nasıl bakar bunlar?

    Bunların enerji politikaları petrole dayalı. Ama petrol onlarda yok, Orta Doğu’da ve Orta Asya’da var. Şimdi bu arazinin şu veya bu şekilde onların kontrolüne geçmesi lazım. Eğer onların eline geçmezse Avrasya’nın eline geçer.

    Yani Rusya, Çin, Pakistan, Hindistan, İran ve Türkiye. Bunların hepsi çok güçlü devletler ve Türkiye hariç hepsi de nükleer. Bu Batı için ne büyük bir tehdittir.

    ABD Asya’ya Kürdıstan’dan gırmeye çalişiyor

    ABD’nin başarısız olduğu şey de Asya’ya girmek. Çin’den girmeyi denedi başarısız oldu, Çin Hindi’nden, Vietnam’dan girmeye çalıştı başarısız oldu, Irak’tan girmeye çalıştı olmadı. Onun için 11 Eylül’den beri uğraşıyorlar ve Afganistan’dan biraz girer gibi oldular.

    Şimdi bu defa Irak’tan, Kürdistan üzerinden girmeye çalışıyor. Çünkü Kürdistan ve Ermenistan onların eski emelleri.

    Daha 1920 yılında Türk istihbaratçıları İngiltere’nin bir Kürdistan ve Ermenistan kurarak Orta Asya’ya geçişi kontrol altına almak istediğini Gazi’ye rapor ediyor. Zaten onlar da bunu saklamıyorlardı, Azerbaycan’ı ele geçirmişlerdi, Ermenistan’ı kurmuşlardı, Irak’ı Türkiye’den ayırmışlardı.

    Ama Türkiye ve Sovyetler bunları bu bölgeden attı. Ancak Sovyetler’in dağılması ve Türkiye’de de Yeni Tanzimatçıların iktidarı ele geçirmesiyle eski planları uygulamak için düğmeye bastılar.

    Kıbrıs’ta Toprak Demek Vatan Demek

    Onların gözünde bizim devletimizin bulunduğu toprak Bizans. Burası Yunanlılara ait. Yunanlılar da onların kültürlerinin temeli. Ve Yunan topraklarını Müslüman barbarların elinden kurtarmak istiyorlar.

    ABD de Avrupa Birliği de Türkiye toprakları üzerindeki Yunanistan haklarını hiçbir zaman reddetmemişlerdir. Ve el altından da her zaman desteklemişlerdir.

    Şimdi Dışişleri Bakanı “Kıbrıs planını önceden Yunanlılara vermişler” diye bas bas bağırıyor. Bunda şaşıracak bir şey yok. İzmir’in işgalinde de aynısı olmuştu. İzmir İtalyanlara bırakılmıştı ama İngiltere son anda Venizelos’la anlaştı ve Yunan ordusu İzmir’e çıktı.

    Yani hep onlardan yanadırlar. Kıbrıs’a Türklerin girmesi onların bir gafletine geldi. Türklerin Kıbrıs’a girmesi ve orada söz sahibi olması demek Doğu Akdeniz’de daimi bir uçak gemisinin olması demek.

    Orada Türkler var, İngilizler var, Yunanlılar var fakat Avrupalılar yok. Şimdi Avrupalılar da girmek peşindeler. Yunanistan’ı almalarının nedeni bu, stratejik olarak Avrupa da orada asker bulundurmak istiyor. Türklerle ortak bir devlet olduğu sürece bu mümkün değil.

    O nedenle Türkler oradan toptan atılmalı ama bunu bir türlü başaramıyorlar. Ne kadar zayıf hükümetler gelirse sonuçta bir şey engel oluyor.

    Şimdi kimileri toprak o kadar önemli değil, mesele orada güçleri dengede tutmak diyor. Ama toprak çok önemli. Neden önemli? Çünkü bizim milletimiz topraktan anlar. Şimdi topraklarımız gidiyor dedin mi alır silahını gelir hemen. Çünkü o, vatan ne demektir biliyor. O nedenle toprak meselesinde ve hakimiyet meselesinde çok hassas olmak gerek.(Attila İlhan- Ocak 2003)

  • F
    F

    Hangi Atatürk kitabı,
    Ataturkun gercek fikirlerini ve fikirlerinin kronolojik yapisini anlamak isteyen, 1920lerden 1930lara kadar cesitli sebeplerle soyledikleriyle, yaptiklarini nasil dahice onceden planladigini ve yeri geldikce birer birer basariyla uyguladiğini gozler onune seren; devrimden(1923) sonra arkadan gelen insanlarin (inönü, bayar, menderes) nasil devrim karsiti ve alt oyucu eylemler icinde bulunduğu savini ortaya koyan, ataturkun Fransiz ihtilalinden buyuk olcude etkilenmis bir cesit jacobin oldugunu iddia eden ve lenin ile ataturku bir cok anlamda birbirine baglayan bir eserdir.
    yararlidir, sagci, solcu, Şeriatci, terörist herkesin okumasinda buyuk faydalar olan bir tarihsel gercekler silsilesidir.

  • Aram Celil Kaya
    Aram Celil Kaya

    Eskinin mükemmel şairi, şimdinin koyu statükocusu. Sinan Aygün-no2

  • Özlem Külaf
    Özlem Külaf

    şiirlerinde kendimi bulurum tek kelimeyle süper

  • F
    F

    Hadi, Konuşsana İsmet Paşa! ..



    Başvekili İsmet Paşa için, 1920'li yıllarda, Türkiye'nin 'Demiryolu Politikası ' şöyle görünüyordu: '...her sene devlet bütçesinden, ne kadar mütevazı olursa olsun, bir tahsisat ayırarak, memleketi bir ucundan öbür ucuna kadar, yıldan yıla ilerleyen bir demiryolu şebekesine kavuşturmak mümkündür. Tam bir inançla bütçede buna başladık. Hatta Milli Mücadele esnasındaki daha mütevazı bütçe ile bile, Ankara'dan Sakarya boyuna kadar demiryolu ilerletmeye gayret etmiştik. Harpten sonra, demiryolu yapabilmek için her çareye başvurduk.' ('Hatıralar', 1.cilt, s.263, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, 1993) .

    Oysa 1997'yi bitirmek üzere iken, gazetecinizde yayımlanan şu habere bir bakın: '...1980 yılında hazırlanan Ulaştırma Ana Planı'na göre, 1993 yılına kadar demiryollarımızın taşımacılık alanındaki payı 'yüzde 20'ye çıkartılacak, karayollarının payı ise yüzde 36'ya düşürülecekti; oysa bu plan hedefleri için, ciddi hiçbir girişimde bulunulmadığı gibi, tam tersine, aynı plana aykırı olarak 'otoyol hamleleri' başlatıldı.' (Cumhuriyet, 22 Aralık 1997) .

    Oysa Türk halkı öylesine 'demiryolcu' bir halktır ki, 'kara tren' yalnız halk türkülerine girmekle kalmamış; en güçlü şairlerimizin şiirlerinde baş yeri almıştır.Nazım Hikmet, onlardan birisi.İster misiniz, mahvolmaya terk ettiğimiz o demiryolu evrenini, bir de Nazım'ın, pırıltılı merceğinden görelim?


    'Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar'
    1932'de, şöyle bir istasyon resmi çizivermiştir: 'Camların üstünde gece ve kar / Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar / uzaklaşıp kavuşulmamayı hatırlatıyor./ İstasyonun / üçüncü mevki bekleme salonunda / çıplak ayaklı bir kadın yatıyor / Ben dolaşıyorum. / Gece ve kar -pencerelerde- / Bir şarkı söylüyorlar içerde...' ('Bütün Eserleri', cilt 1, s.257, Narodna Prosveta, Sofya 1967) .

    Fakat asıl, 'Memleketimden İnsan Manzaraları'! .. Eserin bütünü,Anadolu Expresi'nin seferi boyunca yürütülmüştür; çarpıcı flash/back' lerle Cumhuriyet Türkiye'sinden -kuruluşundan bu yana- çarpıcı 'insan manzaraları' veriliyor. '...kalktı Pendik'ten 15.45 katarı / Lokomotif / Makinist Alaeddin / çözdü mavi tulumunun göğsünü bir düğme daha / başını dışarı çıkarıp / baktı arkaya. / Furgon / ve beş tane binek vagonu / -yataklı,yemekli dahil - / ve altı tane marşandiz / birbiri peşinde sallanarak / geliyorlar / Ne zaman böyle arkaya baksa Alaeddin / -bilhassa rampalarda- / bir halata bağlayıp vagonları / kendi omuzunda çekiyormuş gibi olur. / Ve inişlerde / korkunç ağırlığını arkadan itilmenin ortasında duyar / Vagonlar geliyorlar sallanarak / Eskişehir-Haydarpaşa, Haydarpaşa-Eskişehir / 28'den beri, / yolcular iner biner / makinalar değişir / Alaeddin yerinde / Alaeddin değişmez! ..'

    Bir de, insanı bilinmez hangi yolculuğun kahredici çağrışımlarına götüren, şu bölümü okur musunuz lütfen: '...Ay ışığında / karanlık bir istasyona girdi / karanlık bir tren / Siyah elbiselerin sarışını baktı pencereden: mavi camdan bakılınca bu karanlık istasyon / ışıksız insanlar / hazin ve telaşlıydılar bir kat daha / Orda sanki fısıltılarla birşeyler konuşuluyor: ölüm için, ayrılık için, sabahsız geceler için / Ve havada şıkır şıkır ay ışığı olduğu halde / yerde rayların parıltısı yoktu / ancak beş on adım görünüp kayboluyordular / Yalnız iki direkte elektrik yanıyordu / arka yola çekilmiş açık yük vagonlarının üzerinde / (ve bunların mühimmat yüklü olduğu belliydi brandalarından) / İstasyon yapısı ve müştemilatı / öyle yığınla simsiyah karmakarışıktı ki / yolcular vagonlarını ve birbirlerini kaybederek / koşuyordu peronda / Bir kadın çığlığı geldi yemekli vagona kadar / -Hatice kız nerdesin? ' (Aynı eser, s.190) .

    Söyler misiniz, hangimiz o ay ışığı istasyonlarının ürkütücü telaşını yaşamamış; hangimiz, arlık 'kara vagon' kapılarından, bacaklarını boşluğa sallamış, cigara içen 'Mehmetçikler' i görüp, içlenmemiştir? Bazı bazı, üstü açık vagonlarda, branda ile örtülü topları görür, irkilirdik; içimizden, kim olduğunu bilmediğimiz birileri, kederli bir sesle: '-Trakya' ya gidiyorlar' derdi. '...Naziler hududa dayandı! '; o zaman, el yazması kopyalarından ezberlediğimiz, o mısralar gelirdi dudaklarımıza: '...gece gündüz cephelere sevkıyat gider / Nerede başlayıp nerede biter / Ocağında çam ağacı yakan trenler / Hat boyları yanmış odun kokusu / Askeriye'de hat boyunun tapusu / Memetçik Memet / Memetçik Memet / dört Cephe içinde koptu kıyamet! ..' (Aynı eser, s.62/64) .


    O demir yolları ki hayatımızdır...
    Anadolu'da demiryolu bir efsanedir: bunu çok iyi kavramış olan Nazım, 'Manzaralar'da öyle bir örgü dokumuştur ki, içisıra kuva-yı Milliye' nin atlılarından, Şoför Ahmet'ten, Arhavi'li İsmail'den; 40 Karanlığı'nın elleri kelepçeli trene bindirilen 'siyasileri'ne, gittikçe palazlanan 'milli' burjuvazinin şampanya kadehlerine kadar, herşeyi bulabilirsiniz.Hiç unutmam,bilinmez kaçıncı defa okuduğum bir akşam, heyecan içinde düşünmüştüm; böyle müthiş bir metin elde iken, acaba niçin televizyon yapımcılarımız,incir çekirdeği doldurmaz lüzumsuzlukları 'dizi' yapacağım diye vakit, emek ve para sarf ederler?

    Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan, adına layık bir dizi, hem Anadolu'nun ve Anadolu insanının hem de demiryollarının 'destanı' olurdu. O demiryolları ki, kırmızı/yeşil bayraklı yorgun makasçıları; tünelleri ve asma köprüleri bekleyen münzevi nöbetçileri; kırmızı şapkalı hareket memurları, vakur şeftrenleri ve ay/yıldızlı vagon pencerelerinden hiç eksik olmayan, çıplak kavakları, narin salkım söğütleri, kederli çınarlarıyla -hiç çıkmamak üzere- hayatımıza girmiştir, zaten hayatımızdır; nasıl gaflete düşer de onları içten içe çürütmeye, dağılmaya, yok olmaya terk ederiz?

    Hadi,konuşsana İsmet Paşa?

    Attila İlhan

    5.1.1998 Cumhuriyet

  • F
    F

    Madalyonun Arka Yüzü



    İsmet Paşa'nin Demiryolu Politikası'nı, bir de,madalyonun arka yüzünü çevirerek,irdelemekte fayda yok mudur? Aslında bu,'erken'Cumhuriyet dönemi iktisat politikasinin, mercek altına alınması demek; o politika,Gazi'nin şu sözlerinde mündemiç sayilabilir:

    '...yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları 'iktisat programı'ndan çıkmalıdır.Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret,ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar,faal olsunlar,ameli bir uzuv olsunlar'. (Enver Ziya Karal,'Atatürk'ten Düşünceler',s.101,İş Bankası Kültür Yayınları,1956) .

    Bu düşüncenin nereden geldiğini anlamak için,Gazi'nin bir başka tesbitine göz atmak gerekiyor; O'nun 'fikr-i sabiti' ekonomiyi, dolayisiyla ticareti ve sanayii 'ağyar'ın elinden kurtarmak, yani 'millileştirmek'di; yarı yarıya sömürge olan Devlet-i Aliyye'nin 'ulusal' bir ekonomisi yoktu,oysa Mustafa Kemal'ulusal demokratik bir devrim'in lideriydi; ekonomide, tam bağımsızlıktan ve kendi içinde tutarlılıktan yanaydı.Demiştir ki:

    '...ticarette düşüneceğimiz şey, ihracat ve ithalatimiza tavassut vazifesini gören ticareti ağyar elinden kurtarmaktadır.Maateessüf bu ticaret artık kendi elimizde değildi.Milli ticaret müesseseleri birer birer elimizden çıkmıştı.Artık halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için, ticaretin hariç ellerde bulunmasına mani tedabiri ittihaz etmek mecburiyetindeyiz...' (Aynı eser,s.195)

    Tadına vardınız mı? Günümüzdeki 'küreselleşme' meraklılarını çatlatmak istermişcesine,'tüccarı zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde bulunmasını önleyecek önlemleri almak zorundayız' demiş! İşte,'Demiryolları politikası'nın, ülkemizde'devlet eliyle burjuvazi oluşturma' teşebbüsü, bu noktadan hareket etmiştir.

    Haksız mıydı? O tartışılabilir,ama gerçek budur...


    İlk milyonerler nasıl yetişmişti?
    Zaten İsmet paşa, o bahis açılınca ne demişti hatırlayınız:'...bu hatta çalışan mühendislerimiz, hiç bir yabancı mühendisin bulunmadığı istikametlerde, kendi başlarına, hatları yapacak hale gelmişlerdi.Muhendislerimiz ilk tecrübeleri kazandıktan sonra, zamanla daha iyi eserler vücüda getiriyorlardı.'(Hatıralar, Cilt 1.s.256. Bilgi Yayınevi, 2.Basım, 1992) Öyleydi de, acaba yalnız mühendislerimiz mi, tecrübe kazanmış, en çetrefil arazide, en müşkül hatları döşer olmuşlardı? İşin içinde 'yerli' müteahhitler de yok muydu? Elbette vardı! Şimdi isterseniz, Doğan Avcıoğlu'nun, söylediklerine bir kulak verelim:

    '...bu(demiryolculuk) politika, yerli kapitalistlerin yetişmesini sağlamıştır:Ankara/Ereğli, Kütahya/ Balıkesir,Keller/Diyarbakır hatlarının inşaı The Swedish Co.Julius Berger gibi yabancı firmalara verilmistir.İnşaatçılık konusunda yerli müteahhitler de, kendi başlarına iş almaya koyulmuşlar, Samsun/Turhal,Kayseri/Sivas,Turhal/Sivas hatlarını yapmışlardır.Mesela Nemlioğlu Galip Bey'in Samsun inşaatına talip olması, Gazi'yi çoşturmuş ve 'Efendiler,Merkezi Anadolu'nun iskelesi olan Samsun'u Sivas'a bağlayacak demiryoluna başlarken, Nemlioğlu'ların hakiki programa fiilen tevessülleri ne kıymetli misal olmuştur'diye onu övmüştür.'(Türkiye'nin Düzeni, s.213. Bilgi Yayinevi,1968)

    Daha da ilginci, ünlü (Limancı) Ahmet Hamdi Bey'e (Başar) göre, ilk milyonerlerimiz demiryollarının yaratmış olması.'Barış Dünyası' Dergisinin 63.sayısında demisti ki:

    '...biz henüz kendi adamlarımızla ve kendi paramızla demiryolu yapamayacağımızı bildiğimizden, bu işleri başlangıçta bir İsveç grubuna vermiştik.Fakat aradan bir iki yıl geçince, bu grubun emrinde çalışan Türk taşeronları yetişmiş ve devletten, doğruca müteahhit olarak, işleri onlar üzerine almaya başlamıştı. En çok ve en çabuk ray döşeyen, hadsiz hesapsız para kazanıyordu.Vahit fiyat üzerine işi taahhüt edenler, bu fiyata esas olan işçi kazması yerine ekskavatör kullanınca maliyetler üç dört misli azalıyor, karlar da o ölçüde çoğalıyordu.İlk milyonerlerimiz böyle doğdu.'

    Nasıl, beğendiniz mi? Mustafa Kemal'ini Sa'y Misak-i Millisi' ile tasarladığı, 'ulusal' ve 'bağımsız' ekonomi politikası; daha 'demiryolu politikası', uygulamada 'yerlileşmeye' başlar başlamaz; sonraki oligarşinin (bürokrasi + burjuvazi) , öteki ayağını 'yaratmaya' koyulmuştu.Bu 'ikinci ayak', zamanla, günümüzdeki Dr.Frankenstein'in yarattığı 'Canavar' haline dönüşecek, 'bürokrasi'ye kök söktürecekti.


    İki devrimin ortak talihsizliği
    Demiryolu bahsini kapatmadan, o eski tartışmaya değinmek isterim:Sovyet Devrimi ile Anadolu Devrimi, ortak bir talihsizliği paylaşırlar; ikisinin de 'tabanlarında', onları yaratması gereken 'sosyal sınıflar' yoktur; ne Rusya'da çok gelişmiş ve kalabalık bir işçi sınıfı vardır, ne Anadolu'da çıkarını bilip ulusal pazarı ecnebiyle bırakmak istemeyen bir ulusal burjuvazi!

    Her iki devrimi de, sonunda talihsiz bir merkeziyetçi bürokrasi diktasına dönüştüren bu olmamış mıdır? Ruslar, sanayileşme ve elektrifikasyon politikalarıyla, işçi sınıflarını 'sereda' yetiştirmeye kalkıştılar; biz, 'demiryolu politikası'yla başlayarak, ulusal burjuvazimizi 'sereda' yetiştirmeye kalkıştık; ne onların işçi sınıfı, klasik şemaya, gelişmiş ülkelerdeki işçi sınıfına benzedi, ne bizde burjuvazi, aynı şemaya göre gelişmiş ülkelerdeki burjuvaziye!

    Şu içinde debelendiğimiz başıboşluğun altında bu yatıyor olmasın?

    Attila İlhan

    7.1.1998 Cumhuriyet

  • F
    F

    'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi

    Sanırım konuşmuştuk: 'Türkçü'nün tabanı Rusya'daki 'Cedit' hareketidir; yani en baştaki 'Türkçüler'! .. Gaspıralı İsmail Bey (Gaspirinskiy) , daha o zaman, Türkçülüğü, Çarlık istibdadı ve emperyalizmi ile işbirliği yapan, Buhara 'irticaı'na karşı anti/emperyalist, laik ve ulusal bir zemine oturtmamış mıdır? : Dilde, işde ve kültürde, Türklerarası bir 'cephe'den yanaydı.

    Bu tarih gerçeğinden, hemen iki önemli sonuç çıkar: 1/ Osmanlı döneminde 'ittihatçı' Enver Paşa'nın Wilhelmstrasse (Kayzer'in Dışişleri Bakanlığı) kökenli İslamcı Pan/Türkizm'inin, Türkçülük'le alakası çok tartışmalıdır. 2/ Buhran döneminin gerçek Türkçüleri, 1919'da Enver Paşa'dan yana değil, Mustafa Kemal Paşa'dan yana çıkmışlardır; çünkü, o da Türkçüydü, hem de gerçeği!

    Örnek kolay: Yusuf Akçura da Ziya Gökalp de, Müdafaa-i Hukuk'un baş destekliyicisi olmuşlardı; Mustafa Kemal Milliyetçiliği, bu ikisinin fikir sentezidir. Daha ilginci, Cihan İslam İhtilali için, Basmacılar'la Türkistan'da ihtilal yapmaya giden, Enver Paşa'yı, yanılmıyorsam, Buhara'da bir başka Türkçü, Zeki Velidi Togan (Validof) bulmuş, konuşmuş, caydırmaya çalışmıştır. Gerçekte, Türkçülük, Gaspirinskiy'den Molla Nur Vahidof'a, Validof'tan Sultan Galiyef'e, Mustafa Kemal'den Ziya Gökalp'e, Mustafa Suphi'den Şevket Süreyya'ya, Türklerin 'tam bağımsızlık'çı anti/emperyalist halk cephesiydi. Bunu böyle saptamadıkça, 'Türkçülüğü', çıkarları için kullanmak isteyen 'ecnebi'nin tuzağına düşülür.

    Düşülmüştür de!


    'Cumhuriyet'e ve laikliğe sahip çıkmak! ...


    Bu yüzden, 'Yeni Hayat' dergisinde ileri sürülen fikirler, her bakımdan ilginç; 'ülkücü' kesimindeki 'intibahı' tescil ettiği için de, anlamı ve önemi, büyük! Dergi, bir yazısında, Enver Paşa 'Turancılığı' ile 'Mustafa Kemal Türkçülüğü' arasında, kesin ve net tercihini, ikinciden yana yapıyor:

    '...bizim yolumuz, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Atatürk'ün yoludur. Bunun için Cumhuriyet'e laikliğe sahip çıkmak, emperyalizme karşı savaşmak, akıl mantık ve bilimsellikten sapmadan, gerçekçilikten uzaklaşmadan ama cesur adımlar atmak zamanı gelmiştir..'

    '...bugünün Türkçüleri de, tıpkı Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp ve Atatürk gibi gerçekçi, akılcı, mantıklı ve bilimsel çizgiden sapmadan, en az onlar kadar cesur olmak ve tabii ki yerlerini iyi tayin etmek zorundadırlar...' ('Yeni Hayat', Ekim 1997, s.21)

    Aynı yazıda, Enver Paşa'yla ilgili olarak şu satırlar dikkat çekiyor:

    '...Enver Paşa'nın 'Türkçü' olduğunu söylemek mümkün değil. Yine aynı şekilde, 'Turancı' olduğunu söylemek de mümkün değildir. Enver Paşa ihtiraslı bir insandı. Yükselmek ve hükmetmek onun başlıca ihtirasıydı. (...) Almanya Enver Paşa'nın bu ihtirasını iyi değerlendirmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında savaşa girişimiz, Enver Paşa'nın Almanların direktiflerini uygulamaktan ibaret olan şahsi kararı ile olmuştur. (...) Savaşa girişimiz ile birlikte 'Kutsal Cihat' ilan edilmiş, bütün Müslümanlar Halife'nin sancağı altında Osmanlı devleti yanında İngilizler'e karşı savaşa çağrılmıştır. (...) Ne var ki İslamcılıktan umduğunu bulamayan Enver paşa, 1917 Ekim devrimi ile Rusya'daki Türklere bağımsızlık yolu da açılınca Turancılık söylemini ve stratejisini öne çıkarmıştır. Görülüyor ki Enver Paşa'nın oturmuş bir fikir yapısı, ideolojik tutarlılığı yoktur. (...) Şimdi Paşa Türkistan'a gitti, Basmacılar'a katıldı ve şehit oldu diye Tuırancı olarak nitelendirmek mümkün değildir, tıpkı, Moskova günlerinde Bolşevik nutuklar attığı için komünist diyemeyeceğimiz gibi'... ('Yeni Hayat' Ekim 1997, s.18/19.)


    İbret verici bir 'intibah tablosu'


    Sanırım asıl önemli mesaj, 'Yeni Hayat'ın, Soğuk Savaş döneminden bu yana, belki de ilk defa,MHP ve yandaşlarını Türkçülük tarihi içinde doğru 'tanımlama' çabasıyla verilmektedir; çünkü bu 'Türkçü' dergiye göre. MHP ve yandaşlarının çoğu, 'Enver Paşa kafasında bir milliyetçilik' yapmaktadır.

    O da açık ve seçik olarak, beyaz üstünde siyah, şöyle belirtilmiş: '...Bugün de milliyetçi olduğunu iddia eden gerek MHP olsun, gerekse pek çok vakıf, dernek vs. Olsun, Enver Paşa kafasında milliyetçidir; yani akıl ve mantık dışı, gerçekçilik ve bilimsellikten uzak, ihtiraslı ve çıkarcı! Tabii ki gerek partinin tabanı, gerekse söz konusu vakıf derneklerin boğaz tokluğuna çalışan gönüllülerini kasdetmiyorum. Kasdettiğim bunların ihtiraslı yöneticileri ve yönetimlere talip olanlarıdır. Ve de bu camianın kimisi akademik unvan sahibi de olan sözde aydınlarıdır...'

    Daha da çarpıcı olanı, MHP'de Türkeş'in ölümünü müteakip yaşanmakta olan envai çeşit çalkantı ve dalgalanmanın, asıl sebebi konusunda ortaya atılan 'teşhis' ve bu 'teşhis'in getirdiği 'mücadele platformu' ile ilgili sözler; açık ve seçik, -beyaz üstünde siyah- deniliyor ki:

    '...senelerdir devlet ve millet adını kullanarak, hem devlet hazinesinden hem örtülü ödeneklerden, hem de temiz ve saf Türk insanının gönlünden koparak verdiği bağış paralarıyla servet üstüne servet yapan, milliyetçilikten geçinen Enver Paşa kafalı sahte milliyetçilerin maskesini bir bir indirmek, gerçek Türkçülerin görevidir....' ('Yeni Hayat', Ekim 1997, s.21)

    Hayır, bu satırlar 'Marksist' ve 'solcu' bir dergiden alınmadı; zaten uzun uzun aktarmamın sebebi de budur; II. Dünya Savaşı'ndaki 'Irkçı/Turancı' - 'Soğuk Savaş'taki 'Ülkücü' görüntünün, SSCB hipoteğinin kalkmasından sonra, savunulamaz hale dönüşmesi, Türkiye'deki gerçek Türkçüleri, Türkçülüğün tabanını ve temellerini aramaya itmiş, bu da ümit verici bir 'intibah tablosu' ortaya çıkarmıştır.

    Bunu her şeyden ve herkesten önce, anti/emperyalist, laik ve tam bağımsız Kemalistlerin ve sosyalistlerin değerlendirmesi gerekir; çünkü onlar da 'akıldan, mantıktan ve bilimsellikten' yanadırlar; aynen Gaspıralı İsmail Bey, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Molla Nur Vahidof, Sultan Galiyef, Mustafa Suphi ve Şevket Süreyya Bey gibi! ..

    Attila Ilhan

    ' 'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi ', (19.12.1997) Cumhuriyet Gazetesi

  • F
    F

    pamuklara sarmalayıp korunması gereken gerçek aydın

  • Musa Kazim Seker
    Musa Kazim Seker

    Imkansiz asklarin,dilsiz sevdalilarin kaleminde can buldugu bir usta.

  • F
    F

    Her cumartesi TRT 2 de 'Zaman içinde yolculuk' isimli programda harikalar yaratan insan.Türkiye de O'ndan 50 tane olsa ülke kurtulur.
    Türkiye'de uygulanması gereken sosyalizmin Türkiye şartlarına uygun olması gerektiğini, ve güleryüzlü bir sosyalizmi savunur.

  • Murat Dalgın
    Murat Dalgın

    Üstada ne desek bos.

  • Özlem Koç
    Özlem Koç

    ben sana mecburum adlı şiirini binlerce kez okuduğum...

  • Ahmed Çetin
    Ahmed Çetin

    Fikirlerine karşıyım ama şiirleri bayağı güzel...

  • Aras Selim
    Aras Selim

    Hakkında sayfalar dolusu yazı göremediğim için üzüldüğüm süper solcu, programı da pek leziz...

  • Selim Sağır
    Selim Sağır

    solcu ve marksist olduğunu ısrarla söylemesine rağmen,eserleri yüzde doksan ülkücüler tarafından okunup,benimsenen insan! ne tezat ama :)

  • Cem Nizamoglu
    Cem Nizamoglu

    Elimden Gelen Bu

    elimden gelen bu ben iki kişiyim
    çoğalmak neyse ne azalmak zor
    birisi seni her an bırakıp gittiğim
    öbürü kan gibi tutulmuş seviyor
    ağzındaki acı alnındaki çizgiyim
    gözlerine kirli bir bulut getirdim
    hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor

    elimden gelen bu ben iki kişiyim
    birisi kapadığın kapılardan gitmiyor
    yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o
    bir yerin üşüse onun sıcaklığı
    öbürü en içten çağrını ısıtmıyor
    hüneri ne dersen duygu kaçakçılığı
    alıp tutmaksa o basıp gitmekse o
    bakışları kıyısız bir deniz uzaklığı

    elimden gelen bu ben iki kişiyim
    ikisi birbirinden çikmaya uğraşıyor
    bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
    birisi yeni baştan serüvene başlamış
    öbürü silahında son mermiyi yakıyor
    çoğalmak neyse ne azalmak zor

    Attila İlhan

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Çok kere karşılaştığım adam,
    her zaman bir atkısı(sanırım açık renk bir kırmızıydı)
    ve şapkası vardır..
    ve sanırım Sayın İlhan ilham almak için maçka parkında dolaşır..