Alman filozof (1788-1860). Berlin'de Hegel'in geç gelen ama pir gelen ünüyle öğrencileri çektiği amfinin hemen bitişiğinde neredeyse bomboş sıralara ders verdi. En önemli eseri; İstenç ve Tasarım Olarak Dünya. Tabii bu eser pop şarkıcı gibi patlayınca, yerleşmiş olduğu Frankfurt'taki Englischer Haf adlı oteldeki konuşmalarına millet akın ediyordu.
İnsanın davranışları üç temelden gelir, bu temellere dayanmaksızın üzerimizde etkili olabilecek bir güç düşünülemez. Bunların birincisi bencillik (kendi iyiliğinden başka bir şey düşünmez ve sınırsızdır). İkincisi kötü ruhluluktur (başkasının kötülüğünü ister gaddarlığa değin varabilir). Üçüncüsü de acımadır. Acıma, başkasının iyiliğini istemektir ve iyilikseverliğe, ruh yüceliğine değin ulaşabilir. İnsan davranışlarının hepsi, bu üç temelden birine ya da aynı zamanda ikisine bağlanabilir.
Doğu felsefesinden etkilenmiştir..Kötülük kavramının onun felsefesinde çok önemli bir yeri vardır...Bu yönüyle Nietzsche'yi etkilemiştir..Nihilist ve karamsar bir bakış açısı vardır. Ona göre "dünyanın özü kötüdür''..
Kadınlar hakkında çok şey söylemiştir.. Annesiyle yaşadığı sorunlar onun hayata ve ilişkilere bakış açısını hep etkilemiştir..
“Gerçekte vahşi ve korkunç bir hayvandan başka bir şey değildir insan. Biz, onu evcilleştirilmiş ve dizginlenmiş haliyle tanıyoruz ki uygarlık dediğimiz şey de budur. Bu yüzden de arada bir gerçek tabiatı ortaya çıkarsa dehşete kapılıyoruz.”
Dinler ateşböcekleri gibidir: Parlayabilmek için karanlığa gereksinim duyarlar. Tüm dinlerin koşulu yaygın olan belirli bir derecede cehalettir. Ki sadece bu havada yaşayabilirler ancak.
Arthur Schopenhaueri psikiyatristim önerdiği kitala tanıştım.Çok beğendiğim 2 cümlesi; 'Çicek cevapladı:seni aptal! görülmek için mi açtığımı sanıyorsun? Kendi zevkim için açıyorum,başkaları için değil,çünkü hoşuma gidiyor.Aldığım zevk varolmaktan ve açmaktan ibaret.' 'Beyin olanca gücüyle ilerlerken,cinsel sistemlerin korkunç etkinliği daha uykuda olduğu için çocukluk,hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi hayatın cennetidir,KAYIP CENNET...' doktor
Kant beyden sonra mevzuuya duhul olmuş, kötümser feylesofların şahıdır...
Formatif batı düşüncesinin aksine, doğu felsefesinden etkilenip, kötülük hadisesiyle uğraşıp durmuştur... Nietzsche bey de en çok bu yönüne vurulmuştur zahir.. Nahif bir kardeşti yani ziyadesiyle; aşkın metafizik kanunlarını bulduğunu düşünür, 'elbet bulacağım ben de aşkı, ikiz ruhu' diyerek otururdu..
TEŞEKKÜRLER JOHANNA Henüz yirmili yaşlara gelmemiştim Arthur SCHOPENHAUR adını ilk kez duyduğumda.Bir zamanlar ünlü filozofunda yaşadığı Mannheim’de iyi eğitimli bir anne ve babanın tek çocuğu olan kimyager Ralph Schpoller tanıştırmıştı beni onunla. Oldukça eski basım kitapların birinde, sayfa aralarında siyah-beyaz karakalem çalışması resimler vardı.Schopenhauer felsefesiyle hayata dair on beş belki yirmi bakış resmedilmişti. Tüylerim ürpermiş ama büyük bir heyecan ve merakla bakmıştım onlara. Ralph kendi ev stüdyosunda büyütüp baskı almıştı onlardan. Birer kopyada bana basmıştı daha sonra. Ne var ki Arthur Schopenhauerin fikirleri ben de ne tür duyguları uyandırmıştı o yıllarda tam olarak anımsamıyorum.Aklımda kalan daha çok kara kalem resimler.Cehennem bundan daha güzel resmedilebilinir miydi, hayır! İşte bunu biliyorum. Arthur Sopenhauer için söylenecek çok şey var ve bir çoğu da söylenmiş olmalı bugüne kadar ben yeni bir şey ekleyebilecek durumda değilim. Belki şunu bilmek ilginizi çekebilir. Onu ilk okuduğumda henüz felsefeyle yeni tanışmış on yedisinde zihni daha berrak yeni bilgilere daha aç ve daha açık bir kadındım.BANA ÇARPICI GELMİŞTİ. Bu gün otuz dokuz yaşındayım ve psikoloğum.ŞİMDİ DE ÇOK ÇARPICI GELİYOR.
Görüyorum. Hiçbir erkek deha yok ki, hayatın ilk yıllarında anne ve/veya anne yerine koyulmuş bir kadın figürü tarafından sevilmemiş, değerli olduğunu hissetmemiş, o kadının yegane hizmetkarı sadık kölesi olduğu duygusunu tatmamış, olduğu halde kendisini ölümcül fırtınadan koruyabilsin.
Nesnel bakışın en büyük engelidir subjektif bakış bundan kendimi ve felsefemi hep korumaya çalıştım der Schopenhauer ama görüyorum henüz edilgen olduğu o ilk çocukluk yıllarında en alt düzeyde ki birkaç temel ihtiyacın karşılanmamış olması Arthuru ,Schopenhauer yapmış. Düşünmeden edemiyorum. Johanna kocasının ölümünden sonra Arthuru her koşulda kendisinden uzaklaştırıp bağımsız bir hayat için seçmeseydi.Onu dizinin dibinde oturtmak ona hükmetmek yolu ile kendi varlığını anlamlandırmaya çalışsaydı (birçok aydın kadınımızın bugün bile yaptığı gibi) Arthur filozof olacak mıydı? Muhtemelen evet olacaktı.O bunun için doğmuştu belki. Ancak bizim bu platformda konuştuğumuz Schopenhauer olmayacaktı. Erkeğin ilk ve neredeyse tek limanı olan, anne kucağına sığınarak yaşadığı güvenli, pozitif ama bol yanılsamalı hayattan kovulmadıkça (gitmek demiyorum kimse isteyerek gitmiyor) erkek dünyaya bu kadar farklı bakamıyor.Ancak ana rahmine sembolik yollardan geri dönüş kapılarının tümü birden kapandığında sokakta kalan erkek DÜNYA ya bakmaya başlıyor ve o zaman görüyor Schopenhauerin gördüklerini. Johanna yüceltilip göklere çıkarılan anne görevini iyi ki yapmadı. Kendisine doğurduğu erkeği ebedi köle yapmak yerine adları değişen farklı erkekleri geçici köleler yapmakla yetindi ve özgür bıraktı doğurduğu erkeği.Arthur acı çekerek özgürleşti onun özneli felsefesinde nesnel oldu.Oldu! İyi ki oldu!
'İnsanların çoğunun hayatı öylesine sefil, öylesine önemsizdir ki, öldükleri zaman herhangi bir şey kaybettikleri söylenemez.
Bu çeşit kimselerde, değerli bir nitelik taşıyan biricik yan,yani insanlığın genel özellikleri ise, onlar ölseler bile, öteki insanlarda var olmaya devam eder.
Devamlılık, bireylerin değil, insanlığın bir özelliğidir. İnsana sonsuz bir hayat verilmiş olsaydı, durmadan yaşayacağı için, en sonunda karakterinin değişmezliği ve sınırlı zekasından ötürü, öyle bir yeksenaklık duygusuna kapılacak ve öyle tiksinecekti ki, sonunda hiçliği tercih etmek zorunda kalacaktı. ' Arthur S.
• Zeki insan öncelikle acisizliga, kötü muameleye maruz kalmamayi, dinginligi ve bos zamani erek edinecektir. Bunun sonucunda, sessiz, mütevazi, ama olabildigince rahat birakildigi bir yasam arayacak, buna uygun olarak da, sözüm ona insanlarla birkaç tanisikliktan sonra yalnizligi, hatta büyük bir zekâ sözkonusu ise inzivayi seçecektir. Çünkü kisi bizzat kendinde ne denli çok seye sahipse, disaridan da o denli az seye gereksinim duyar ve diger insanlar da ona o denli az sey ifade edebilirler. • Zekâ üstünlügünün kisiyi toplumcul olmamaya götürmesi bundandir. Eger toplumun niteligi niceligi tarafindan ikame edilebilseydi, o zaman toplumun önde gelen çevrelerinde bile yasama zahmetine degerdi: Ama ne yazik ki üstüste yüz budalanin toplamindan zeki bir adam çikmaz.
• Tüm sinirlamalar kisiyi mutlu kilar. Görme, etki ve temas alanimiz ne denli dar ise o denli mutlu olururuz; ne denli genis ise o denli siklikla kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüs duyumsariz. Çünkü bu alanla birlikte kaygilar, istekler, ürkünç seyler de çogalir ve büyür.
• Kendine yetmek, kisacasi kendi olmak kuskusuz mutlulugumuz için en yararli niteliktir.
• Mutlulugu ulasmada yüksek sosyete yasamindan, zevk ve sefadan (high life) daha yanlis bir yol seçilemez: Çünkü bu yasam sefil varolusumuzu sevincin, hazzin, zevkin birbirini izledigi bir yasantilar yumagina dönüstürmeyi amaçlar. Bu sirada hayal kirikliginin ortaya çikmamasi ise mümkün degildir.
• O halde, yalnizligi sevmeyen, özgürlügü de sevmez: Kisi ancak yalniz oldugunda özgürdür çünkü.
• Gençligin en basta gelen ögrenimlerinden biri yalnizliga katlanmayi ögrenmek olmali; yalnizlik mutlulugun, ruh dinginliginin kaynaklarindan biridir çünkü.
• Toplumculluga ayrica, yanyana duran insanlarin birbirlerini tinsel olarak isitmasi diye de bakilabilir, tipki çok soguk bir havada biraraya sikismakla bedenlerini isitmalari gibi. Kendisinde epey tinsel sicaklik bulunan kisinin yalnizca bu tür kümelesmelere gereksinimi yoktur.
• Yalnizlik bütün olaganüstü kafalarin yazgisidir: Onlar bu yalnizliktan zaman zaman yakinsalar da ehveni ser olarak hep onu seçeceklerdir.
• Aristoteles’in laf arasinda söyledigi bir cümleyi tüm yasam bilgeliginin en basta gelen kurali olarak kabul ediyorum: “Zevkin degil, acisizligin pesine düser akilli kisi” ya da “Akilli kisi hazzi degil, acisizligi erek edinir.” Bunun dogrulugu tüm hazzin, tüm mutlulugun özünün negatif, acininkinin ise pozitif olmasindan geliyor.
Temel eserleri 'İrade ve Tasarım Olarak Dünya' ve 'Yeter Sebep ilkesinin Dörtlü Kökeni Üzerine' olan 1788-1860 yılları arasında yaşamış ünlü Alman düşünür.
Schopenhauer'e göre insan durmadan isteyen,istediklerini elde etmek için binbir güçlükle uğraşan ve elde ettiğinde de mutluluğu bitip yeni isteklerinin peşinde yine koşan ve bitmek bilmeyen bir yaşam savaşının içinde elde ettiklerinin anlık haz ve mutluluğu ile yetinmek durumunda kalan bir varlık. ona göre bilinçsiz bir iradenin, yaşama isteğinin kendini gerçekleştirme sebebi olan ben, bu dünyanın da sadece ben algıladıkça var olduğunu algılama gücümle, aklımla var kılarken, sürekli devinim içinde olmak zorunda olan irade yüzünden hep mutluluğun peşinde koşacak, kısa anlar için mutluluğu yakalayacak ve mutlu olur olmaz da yeniden yeni arayışlar peşinde koşarken kendimi bulacak ve bunun bilincinde olduğum için de hep acı çekeceğim ta ki herşeyden vazgeçmeyi becerene kadar; ki bu da hiç kolay olmasa gerek.aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür
"Başka bir hayvanı yiyen bir hayvanın hisleriyle yenilen hayvanın hislerini kıyaslayın."
Alman filozof (1788-1860). Berlin'de Hegel'in geç gelen ama pir gelen ünüyle öğrencileri çektiği amfinin hemen bitişiğinde neredeyse bomboş sıralara ders verdi. En önemli eseri; İstenç ve Tasarım Olarak Dünya. Tabii bu eser pop şarkıcı gibi patlayınca, yerleşmiş olduğu Frankfurt'taki Englischer Haf adlı oteldeki konuşmalarına millet akın ediyordu.
Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin.
Bu hoş birşey değildir ama doğrudur.
Çünkü , bırakın insanları, köpekler bile büyük dostluklara katlanamazlar.
Schopenhauer
Ah siz erkekler
ve siz akıllı insanlar!
İnsanın davranışları üç temelden gelir, bu temellere dayanmaksızın üzerimizde etkili olabilecek bir güç düşünülemez. Bunların birincisi bencillik (kendi iyiliğinden başka bir şey düşünmez ve sınırsızdır). İkincisi kötü ruhluluktur (başkasının kötülüğünü ister gaddarlığa değin varabilir). Üçüncüsü de acımadır. Acıma, başkasının iyiliğini istemektir ve iyilikseverliğe, ruh yüceliğine değin ulaşabilir. İnsan davranışlarının hepsi, bu üç temelden birine ya da aynı zamanda ikisine bağlanabilir.
Arthur Schopenhauer
Doğu felsefesinden etkilenmiştir..Kötülük kavramının onun felsefesinde çok önemli bir yeri vardır...Bu yönüyle Nietzsche'yi etkilemiştir..Nihilist ve karamsar bir bakış açısı vardır. Ona göre "dünyanın özü kötüdür''..
Kadınlar hakkında çok şey söylemiştir..
Annesiyle yaşadığı sorunlar onun hayata ve ilişkilere bakış açısını hep etkilemiştir..
“Gerçekte vahşi ve korkunç bir hayvandan başka bir şey değildir insan. Biz, onu evcilleştirilmiş ve dizginlenmiş haliyle tanıyoruz ki uygarlık dediğimiz şey de budur. Bu yüzden de arada bir gerçek tabiatı ortaya çıkarsa dehşete kapılıyoruz.”
Dinler ateşböcekleri gibidir: Parlayabilmek için karanlığa gereksinim duyarlar. Tüm dinlerin koşulu yaygın olan belirli bir derecede cehalettir. Ki sadece bu havada yaşayabilirler ancak.
benim gibi olan filozoflar arkanızdayım
kadınları sevmeyen büyük filozoflardan.ama ben seviyorum çünkü onlar olmazsa bende olmam.
Arthur Schopenhaueri psikiyatristim önerdiği kitala tanıştım.Çok beğendiğim 2 cümlesi;
'Çicek cevapladı:seni aptal! görülmek için mi açtığımı sanıyorsun? Kendi zevkim için açıyorum,başkaları için değil,çünkü hoşuma gidiyor.Aldığım zevk varolmaktan ve açmaktan ibaret.'
'Beyin olanca gücüyle ilerlerken,cinsel sistemlerin korkunç etkinliği daha uykuda olduğu için çocukluk,hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi hayatın cennetidir,KAYIP CENNET...'
doktor
felsefe tarihinde pesimizm'i en iyi ifade edenlerden...
Kant beyden sonra mevzuuya duhul olmuş, kötümser feylesofların şahıdır...
Formatif batı düşüncesinin aksine, doğu felsefesinden etkilenip, kötülük hadisesiyle uğraşıp durmuştur...
Nietzsche bey de en çok bu yönüne vurulmuştur zahir..
Nahif bir kardeşti yani ziyadesiyle; aşkın metafizik kanunlarını bulduğunu düşünür, 'elbet bulacağım ben de aşkı, ikiz ruhu' diyerek otururdu..
'Önemsememek önemsemeyi getirir'
sözü geliyo aklıma hemen schopenhauer deyince...
* yanlızlık
* isyan
* mutsuzluk
* ölüm korkusu
* filiozof
TEŞEKKÜRLER JOHANNA
Henüz yirmili yaşlara gelmemiştim Arthur SCHOPENHAUR adını ilk kez duyduğumda.Bir zamanlar ünlü filozofunda yaşadığı Mannheim’de iyi eğitimli bir anne ve babanın tek çocuğu olan kimyager Ralph Schpoller tanıştırmıştı beni onunla. Oldukça eski basım kitapların birinde, sayfa aralarında siyah-beyaz karakalem çalışması resimler vardı.Schopenhauer felsefesiyle hayata dair on beş belki yirmi bakış resmedilmişti. Tüylerim ürpermiş ama büyük bir heyecan ve merakla bakmıştım onlara. Ralph kendi ev stüdyosunda büyütüp baskı almıştı onlardan. Birer kopyada bana basmıştı daha sonra. Ne var ki Arthur Schopenhauerin fikirleri ben de ne tür duyguları uyandırmıştı o yıllarda tam olarak anımsamıyorum.Aklımda kalan daha çok kara kalem resimler.Cehennem bundan daha güzel resmedilebilinir miydi, hayır! İşte bunu biliyorum.
Arthur Sopenhauer için söylenecek çok şey var ve bir çoğu da söylenmiş olmalı bugüne kadar ben yeni bir şey ekleyebilecek durumda değilim. Belki şunu bilmek ilginizi çekebilir. Onu ilk okuduğumda henüz felsefeyle yeni tanışmış on yedisinde zihni daha berrak yeni bilgilere daha aç ve daha açık bir kadındım.BANA ÇARPICI GELMİŞTİ. Bu gün otuz dokuz yaşındayım ve psikoloğum.ŞİMDİ DE ÇOK ÇARPICI GELİYOR.
Görüyorum. Hiçbir erkek deha yok ki, hayatın ilk yıllarında anne ve/veya anne yerine koyulmuş bir kadın figürü tarafından sevilmemiş, değerli olduğunu hissetmemiş, o kadının yegane hizmetkarı sadık kölesi olduğu duygusunu tatmamış, olduğu halde kendisini ölümcül fırtınadan koruyabilsin.
Nesnel bakışın en büyük engelidir subjektif bakış bundan kendimi ve felsefemi hep korumaya çalıştım der Schopenhauer ama görüyorum henüz edilgen olduğu o ilk çocukluk yıllarında en alt düzeyde ki birkaç temel ihtiyacın karşılanmamış olması Arthuru ,Schopenhauer yapmış. Düşünmeden edemiyorum. Johanna kocasının ölümünden sonra Arthuru her koşulda kendisinden uzaklaştırıp bağımsız bir hayat için seçmeseydi.Onu dizinin dibinde oturtmak ona hükmetmek yolu ile kendi varlığını anlamlandırmaya çalışsaydı (birçok aydın kadınımızın bugün bile yaptığı gibi) Arthur filozof olacak mıydı? Muhtemelen evet olacaktı.O bunun için doğmuştu belki. Ancak bizim bu platformda konuştuğumuz Schopenhauer olmayacaktı.
Erkeğin ilk ve neredeyse tek limanı olan, anne kucağına sığınarak yaşadığı güvenli, pozitif ama bol yanılsamalı hayattan kovulmadıkça (gitmek demiyorum kimse isteyerek gitmiyor) erkek dünyaya bu kadar farklı bakamıyor.Ancak ana rahmine sembolik yollardan geri dönüş kapılarının tümü birden kapandığında sokakta kalan erkek DÜNYA ya bakmaya başlıyor ve o zaman görüyor Schopenhauerin gördüklerini. Johanna yüceltilip göklere çıkarılan anne görevini iyi ki yapmadı. Kendisine doğurduğu erkeği ebedi köle yapmak yerine adları değişen farklı erkekleri geçici köleler yapmakla yetindi ve özgür bıraktı doğurduğu erkeği.Arthur acı çekerek özgürleşti onun özneli felsefesinde nesnel oldu.Oldu! İyi ki oldu!
N.TEMİZKAN
'İnsanların çoğunun hayatı öylesine sefil, öylesine önemsizdir ki, öldükleri zaman herhangi bir şey kaybettikleri söylenemez.
Bu çeşit kimselerde, değerli bir nitelik taşıyan biricik yan,yani insanlığın genel özellikleri ise, onlar ölseler bile,
öteki insanlarda var olmaya devam eder.
Devamlılık, bireylerin değil, insanlığın bir özelliğidir. İnsana sonsuz bir hayat verilmiş olsaydı, durmadan yaşayacağı için, en sonunda karakterinin değişmezliği ve sınırlı zekasından ötürü, öyle bir yeksenaklık duygusuna kapılacak ve öyle tiksinecekti ki, sonunda hiçliği tercih etmek zorunda kalacaktı. ' Arthur S.
• Zeki insan öncelikle acisizliga, kötü muameleye maruz kalmamayi, dinginligi ve bos zamani erek edinecektir. Bunun sonucunda, sessiz, mütevazi, ama olabildigince rahat birakildigi bir yasam arayacak, buna uygun olarak da, sözüm ona insanlarla birkaç tanisikliktan sonra yalnizligi, hatta büyük bir zekâ sözkonusu ise inzivayi seçecektir. Çünkü kisi bizzat kendinde ne denli çok seye sahipse, disaridan da o denli az seye gereksinim duyar ve diger insanlar da ona o denli az sey ifade edebilirler.
• Zekâ üstünlügünün kisiyi toplumcul olmamaya götürmesi bundandir. Eger toplumun niteligi niceligi tarafindan ikame edilebilseydi, o zaman toplumun önde gelen çevrelerinde bile yasama zahmetine degerdi: Ama ne yazik ki üstüste yüz budalanin toplamindan zeki bir adam çikmaz.
• Tüm sinirlamalar kisiyi mutlu kilar. Görme, etki ve temas alanimiz ne denli dar ise o denli mutlu olururuz; ne denli genis ise o denli siklikla kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüs duyumsariz. Çünkü bu alanla birlikte kaygilar, istekler, ürkünç seyler de çogalir ve büyür.
• Kendine yetmek, kisacasi kendi olmak kuskusuz mutlulugumuz için en yararli niteliktir.
• Mutlulugu ulasmada yüksek sosyete yasamindan, zevk ve sefadan (high life) daha yanlis bir yol seçilemez: Çünkü bu yasam sefil varolusumuzu sevincin, hazzin, zevkin birbirini izledigi bir yasantilar yumagina dönüstürmeyi amaçlar. Bu sirada hayal kirikliginin ortaya çikmamasi ise mümkün degildir.
• O halde, yalnizligi sevmeyen, özgürlügü de sevmez: Kisi ancak yalniz oldugunda özgürdür çünkü.
• Gençligin en basta gelen ögrenimlerinden biri yalnizliga katlanmayi ögrenmek olmali; yalnizlik mutlulugun, ruh dinginliginin kaynaklarindan biridir çünkü.
• Toplumculluga ayrica, yanyana duran insanlarin birbirlerini tinsel olarak isitmasi diye de bakilabilir, tipki çok soguk bir havada biraraya sikismakla bedenlerini isitmalari gibi. Kendisinde epey tinsel sicaklik bulunan kisinin yalnizca bu tür kümelesmelere gereksinimi yoktur.
• Yalnizlik bütün olaganüstü kafalarin yazgisidir: Onlar bu yalnizliktan zaman zaman yakinsalar da ehveni ser olarak hep onu seçeceklerdir.
YAŞAM BİLGELİĞİ ÜZERİNE AFORİZMALAR
• Aristoteles’in laf arasinda söyledigi bir cümleyi tüm yasam bilgeliginin en basta gelen kurali olarak kabul ediyorum: “Zevkin degil, acisizligin pesine düser akilli kisi” ya da “Akilli kisi hazzi degil, acisizligi erek edinir.” Bunun dogrulugu tüm hazzin, tüm mutlulugun özünün negatif, acininkinin ise pozitif olmasindan geliyor.
YASAM BILGELIGI ÜSTÜNE AFORIZMALAR
zevki kendisine esir etmiş bi herif...iyi yaşamış
'Aforizmalar' okunmaya değer..
Temel eserleri 'İrade ve Tasarım Olarak Dünya' ve 'Yeter Sebep ilkesinin Dörtlü Kökeni Üzerine' olan 1788-1860 yılları arasında yaşamış ünlü Alman düşünür.
'Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiç bir şeyi olmayandır.' demiş olan filozoftur.
Schopenhauer'e göre insan durmadan isteyen,istediklerini elde etmek için binbir güçlükle uğraşan ve elde ettiğinde de mutluluğu bitip yeni isteklerinin peşinde yine koşan ve bitmek bilmeyen bir yaşam savaşının içinde elde ettiklerinin anlık haz ve mutluluğu ile yetinmek durumunda kalan bir varlık.
ona göre bilinçsiz bir iradenin, yaşama isteğinin kendini gerçekleştirme sebebi olan ben, bu dünyanın da sadece ben algıladıkça var olduğunu algılama gücümle, aklımla var kılarken, sürekli devinim içinde olmak zorunda olan irade yüzünden hep mutluluğun peşinde koşacak, kısa anlar için mutluluğu yakalayacak ve mutlu olur olmaz da yeniden yeni arayışlar peşinde koşarken kendimi bulacak ve bunun bilincinde olduğum için de hep acı çekeceğim ta ki herşeyden vazgeçmeyi becerene kadar; ki bu da hiç kolay olmasa gerek.aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür