İki sen iki ben,
Yeşil çuha kare bir masada boy ölçüşelim
Soyunalım sandalyelerin omuzlarına
Tedirgin elbiselerimizi.
Sen beni al karşına ben seni
Mekanizmaları işliyor zamanın
İstanbul’a yağmur yağıyor,
Usul, usul
Bir
Bir
Şimdi sen sızı gibisindir.
İstanbul’a yağmur yağıyor,
Gözlerimde aşkın bandajı,
Tutup ellerimden,
Savurdun mahşerin ortasına.
Kör iklimlerin yaşandığı
Karanlıklarda...
Yabancıladım, yılmadım,
Ah palikarya
Sen miydin,
Agobun meyhanesinin
Arka tarafındaki sokakta,
Aşı duvarlı odamın
Yan odasında yatan?
Tanrıya minnetarım içime aşkı kattığı için.
Hayat sana borçluyum kanatlarımı kırdığın için. İmkansızım benime acıyı yaşattı, bende beni buldurdu. En güzeli umuttu. Kendime saygı duyuyorum uçmayı denediği için. Toprağa düştüm, yıldızları geçtim.
Şimdi toprak ne o toprak, yıldızlar ne o yıldızlar, ne ben o ben. Bir daha dünyaya dönemem. Etiket bilgilerini hiçe sayan bir deli yürektir tahtdaki.
Temmuz ortalarında bir ateşti. Bir ateştin sen de. Göğümde uçuyordun, dokunup geçiyordun, “Beni al” dedin... Değemiyordun kendine, dokunamıyordun hiçbir yerine, “Yaralarımla beni sar” dedin. Sarıldım sana. “Sensizlik ölümüm olur” dedin. “Ölmeye kalabilmektir sevmek, kal” dedim, “ Benimle böyle yan” dedin. “Yanmaksa yanmak, sönmekse sönelim birlikte” desem de her dokunuş bir vedâya dönüşüyordu sende. Gittin. İçinden geçtiğin herhangi bir şey gibi, gittin. Denizden uzak çalılar ülkesindeki suya... Su, seni sandı. Götürdüğünse yangınındı.
Kalamıyordun gittiğin yerde. Üzerinde durmaksızın sıçrayan o ateş delik deşik ediyordu seni. Acıyla sıkışıyordun, bir vazgeçip bir dönüyordun. Kendi yersizliğini yaşıyordun bende.
Zamanın geçtiği yerden dönsen de seninle yanmaya sever bulurdun beni. Razı olurdum gelişine. Nasıl da sarılırdım sana, acına... Istırabın bana, serinliğim sana. Yanan sevdaydın sarıp sarmaladığım, koşulsuzluğumla.
Acın diniyordu, çırpınışların bitiyordu, içindeki o dayanamadığın sızın siniyordu. Uyurken sancıların, sıcaklığın bana karıştıkça, kendine acıyışının, hayatın acımasız ellerinin sana yaptıklarının, kendini bulamayışının, kendini kurtaramadığın yanışının farkına varıyordun. Serinliğinle süzülürken üzerimde, gözlerinde o uzak bakışlar uyanıyordu yeniden. İki uzağın arasındaki o boşluğa bakıyordun.
Tamamlayamadığın, ruhundaki o kaybolmuşluk duygusuyla kendi esaretine dönüyordun yine. Sen hayatın ikiyüzlü kölesiydin. O öksüz acın uğruna... Göğüs kafesimde tutuyordum her bırakıp gittiğinle ateşini. Sen neye dokunsan kaygıda, ben elde var gibiydim biraz da.
Bir gün yine is kokulu rüzgârlarla geldin. Bu kez unutmaktan söz ettin.
Geçmiş zaman göğüslü bir masada
Rakıdan atlar koştu duvarlara
Yalaz çakıyordu nalları
Su"ya Şarkılar
Aynada kuş talanı
Durgun suyun üzerinde
Kanatlanıyordu sessizce
Elimi uzattım, harelendi su
Aynada kuş var dedim Leyla"ya
Bu şarkılar orada başlamış olmalı
Aynada
Düş
Tüm
Sessizlik bize geldi.
Necla Maraşlı
Ayağının önünde bir taş var
ve sen sürekli o taşa takılıp sendeliyorsun.
Almama da izin vermiyorsun,
düşeceğiz,
anlamıyorsun...
Gülleri Öğrendim Senden
İki vakit arası
Eski minare dibinde secdeye durduk
Bir elden bir ele giden namenin
Yağmur sonrası saki
Gül kokan harcı.
Adını kalbimin atışlarına gömdüm sevdiğim,
Zaman ne tuhaf bir dost,
Renkleri bağışlamıyor akşam seccadesine,
Seni getirdi bana yine,
Biriktirdiğim senden.
Zamanın paletleri uğulduyor tenimde,
Aşina güz sessizlikleri, gözlerimde gezinen gölgelerde,
İçim ezildi,
Senin uyanıp,
Benim, takılıp takılıp düştüğüm yerde.
Gerçeğin köpeği havlıyor,
Mısır püskülü kokan tarlalarda,
Aşkı doğurmak ve bırakmak,
Umudun kundağına,
Cesur yalnızlığıyla, ne eza.
Sapsarı bir zamandır şu an
Kollarımda uyuyan,
Yenilmedik diyebilsem,
Dikenimde kanayan son yaprağıma.
Silahım yok ki kokumdan başka,
Ellerinin unutmasında kalan.
Canımın kırığı,
De,
Külü temizlemek ne zor şimdi,
Bizi gösterenlerin kaba ve cüretkâr ellerinden.
Beni başka sevsen,
Başka severdim ben de seni,
Gülleri öğrendim senden.
Necla Maraşlı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!