Ne baharın gelişi,ne küresel ısınma ne de seçim…Hele işim; gidip geliyorum işte..
Var la yok arasına sıkışmış, bakıp ta görmeyen bir çift göz, işitmeyen kulak… vel hâsıl duyarsız mıyım? Çok şeye tanık olmuş bir duvar misali… Süzülerek gelin gibi renk armonisi yaratan çiçeklerde öksüz kaldı benden yana… Çiçekleri severim oysa…
Yılların çetelesi mıh gibi aklımda saklı kaldı… Sadece bu… Bu işte… Ne atılan nutuklarda, ne unutulan sözlerde takıldım… Önüme bakmadım hiç… Hep dikti başım. Dik ve mağruru oynamayı sevdim… Kendimle yarıştım. Hep kalabalıklar içinde yalnız… Söz de de özde de… Söz söyledim tokat gibi çarptı duvarlara… Duvarlardan ses geldi… İnsandan tıs yok… Yürürken adımlarım yeri kucaklarcasına sertti… Fincancı katırlarını ürküttü mü ne? Üzerine çekti hak etmediği şimşekleri… Durup dururken mi yalnızlaştı hep… Neden? Öğretilen doğrular mıydı? İnsanın çıkarına değişken sözde doğrular mıydı? Sahi neydi? Hak ve adalet duygularının zamana göre oynadığı tahterevalli oyunu muydu bu? Sıkıldım artık… Mış gibi yaşamaların içinde yapayalnız kalpleri görmekten… Ve sahte gülüşleri seyretmekten…
Can,can en çok takıldığım anlam yüklü olması kelime…Akan sular durmalıydı..Oysa nerde,nerde can olmak…Can olmak bu kadar zor muydu? ha…Sahi çok mu zordu? Kendi kanından bile kaçışları yaşamak..Nerde can…Küçücük çıkarlar uğruna yakılmış gemiler…Derya da sessizce dalgalarla boğuşmak neye değdi? Hiç gelmedi ki insan denizine vefa…Bir pula satılan vefanın vefasızlığına neden ağıtlar yaktık uzun uzun…İnsanoğlunun tanımadığı limanlara rüzgarlar ektik farkında olmaksızın mı acaba? Gün doğuşunun o muhteşem güzelliğine yüz çevirerek hep gün batımı hüzünlere dalıp ağlamaklı oluşumuz neden di? Hep bekledik gelenimiz olacak diye…Anne yavrusunun yolunu gözledi…Can cananını,dost yarenini…Ne gelen vardı,ne giden…Ay ışığında geceyi yaren bildik gönüle..Gündüzün güneşinde kamaştı gözlerimiz ve göremedik…Ne yazık!
Yokum hiçbir şeyde…Hiçbir yerde yokum…Gönül çağlayanının önünde setleri yıkarak koştum…Yorulmaksızın…Ama yoruldum işte…Ne Mevlana’nın dünyalara bedel hoşgörüsü,ne Pir Sultanın haksızlığa baş kaldırışı,Hacı Bayram Velinin Balım sultan ı sahiplenişi vardı bu devirde…Darağacı hep kurulu…Giyotinler hazırdı hep biçmeye Fransız usulü..İngiliz entrikaları hiç bitmedi ki…Oyunlar oynandı dizi dizi…Ne kadar çok senarist varmış meğer..Yorulmaksızın bir daha,bir daha seyredilen…Kulaklarımı tıkadım ve gözlerimi bağladım…Bu dünyayı çirkinleştiren her şeye bayrak açtım bende…Yokum…Hiçbir şey de yokum! ! ! ...Oynamıyorum işte…
Eteğinde gamsızcasına oturmuş
Fakir akşamların
Cılız ışığında
Kendince kaynaşan
Bir takım gölgelerin ardında
Ben miyim?
Benden vazgeç diyorsun? Olur, mu sözle
Söyle nasıl yaşarım, yanan bu közle
Bil ki! Ben bir canım, sen de benim kanım
İçimde dinmez sızı, garip insanım
Sessizliğin,
O soğuk duvarlarını
Kor ateşlerde eritebilmenin
Emeğinin değerini bilmeli insan
Şöyle bir maziye bakıp
Sevdiklerine sımsıkı sarılarak
Deliyim arkadaş!
İnanın
İpleri kopardım gitti…
Bağlasalar elimi, kolumu, bedenimi
Ya ruhumu,
Alamazlar, çalamazlar
Sana ne diyeyim
Dostum ne diyeyim
Kar beyazı akşamlarda
Yoksul kalan halkımın
Titremelerine mi yanayım çaresizliğin
Yoksa…
Caddede
Vitrinlere dalmıştı
Yanından geçip, gittiler
Yabancı gibiydiler
Sanki fark etmediler
İçi burkuldu
Hırsına yenilip çıkmazlara saptın
Ne geçti eline, başına taç mı taktın
Gün gelir anlarsın, nerde hata yaptın
Yalnız kalırsın inan, günün birinde
Saygıyı, sevgiyi bir yana iterek
“Yazmak” olmuş derdi, çilesi
Beyninde yaşamın bilmecesi
Işıktan yol çizer hep geleceğe
Kalemi onun tek eğlencesi
Yokluğuna alışamadım
Alışamadım bir tanem
Ne hayaller kurdum senin için
Güneşin solduğu akşamlarda
Hüzün duvarları arasında
Saatleri saydım bir bir
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!