şatoların mahkum kuleleri
ve
sessizliğe bürünen eskiçağ yalnızlıkları
demir parmaklıklarla örülen güneş ışığı
gecelere kapatılan yıldız kümeleri
kaybolan şovalyeler ve onların kahramanlık öyküleri
Sabahların suçu yok
akşamların kendisini eksik hissetmesinde...
Sadece
yatağın üşüyen yanının özlemidir
teninden yoksun geçen anların toplamının
esrikliğini
Kendine çekildi gün.
Sırılsıklam bir deniz yaşıyor
sahilde duran kayalar...
Kaldırımlarda
zerrecikleri dağılmalarımın
ve köpük köpük savruluşum
İstanbul
Sensizlik akıyordu
Işıkları yanıyordu
Ama karanlığına
Bürünmüştü
Caddeler
ve gün
bitiyor
binlerce hüznü kar damlası yapıp döküvermişti saçlarıma
gözlerini kısan insanlar çarparak ilerliyorlardı benden içeri
ve benden geri
gözlerimi açtım yıldız yıldız kar tanesi gördüm
Ben doğmamış olandım, Sen doğuran, Ben nefes idim sen ateş, ben can idim sen ışık. Ben arayan idim, sen bekleyen.
Ben yola düşüp gelen oldum, sen yüreğinin kapılarını açıp kabul eden.
Bir doğumdu yaşadığım. Adına tarihte aşk dedikleri bir terk edişin içinden çıkarak. Sen bilgisin, ben bilmek için yola çıkan.
Yasak meyveyi Havva’mı yedirdi Adem’e, yoksa Adem görüpte Havva’yı BEN’liğini mi terketti. Yılan Adem’in nefsi miydi? Yoksa uyanan bedeni miydi?
Adem Nefsine teslim olup Havva ile birlikte oldu diye mi çekmekte bütün insanlık bu azabı. Değilse kimin uçkuru düştü de cehennem oldu dünya tüm insanlığa.
AŞK,
kamburun içine gömülmüş yürektedir.
Dışardan zor görünür
oysa içerden yanardağ gibidir.
Göze güzel görünen
her zaman mutlu etmez,
ah gecikmişliğin acemi teslimiyeti
ne zaman seni görsem
pencerede
hep
aynı görüntüyü
getirirsin karşıma
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!