Mehmet Demir Atmalı Şiirleri - Şair Mehm ...

Mehmet Demir Atmalı

TÜRK KAVMİNE GÖNDERİLEN PEYGAMBER
_Bu yazımızı okuyan bazılarının; “Türk’ün Peygamberi de nereden çıktı” dediklerini duyar gibiyim. Her şeye rağmen bir yaraya parmak basmak zorundayız. Her kavme bir Peygamber gönderildiğine göre Türk Kavmine(milletine) gönderilen Peygamberi neden bilemiyoruz? Birer Türk olarak bunu bilmek bizim hakkımız değil midir? İşte bu müktesep haktan ve meraktan hareketle bu araştırmayı yapma lüzumunu gördük.
_Türk denince, hemen ırkçılık damgası vuran, Arap-Fars dendiği zaman ağzının suyu akanların yanlış anlamalarına izin verilmemesi için öncelikle şu açıklamayı yapmak lüzumunu görüyoruz: Hz. Muhammed, “Son Peygamber” olup, bütün Alemlere Rahmet olarak gönderildi. Kainat onun hürmetine yaratıldı. Bütün İnsanlar, Cinler ve Peygamberler ondan Şefaat dileyecekler. O bütün kainatın Peygamberidir. Diğer Peygamberler Kavim Peygamberidirler. Buna hiç birimizin itirazı yok. Bu İman ve İnanç çerçevesi içerisinde kalarak, bu güne kadar diğer kavimlerin Peygamberlerinin bilindiğini, ancak Türk Kavmine gönderilen Peygamberin kasıtlı olarak gizlenmesi düşündürcüdür.
_Şimdi Ayetlerin ışığında bu konuyu aydınlatmaya çalışalım: Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’inde; “Andolsun ki biz, Allah’a kulluk edin diye her Ümmet’e bir Peygamber gönderdik...”(Nahl s.36) buyurmaktadır. Bir başka Ayetinde; “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerinin ana merkezine göndermedikçe, o memleketi helak edici değildir.”(Nahl s.59) buyurmaktadır. Her kavme mutlaka bir Peygamber gönderildiğini bu iki Ayet-i Kerime’den anlamaktayız.
_Bazı araştırmacılar, Hz. İbrahim’in babasının takma adının(Hazar Bölgesinden geldiği için) Azer olduğu, asıl adının Tarekh(Taruh) olduğu ve Tarekh, Tarıkh, Türükh’den hareketle TÜRK olduğunu ve KANTURA adında Türk bir hanımla evlendiğini beyan etmektedirler. Hz. Muhammed’in; “Kantura Oğullarına ilişmeyiniz. Mürüvvet, nimet ve saltanat onların olacak” mealinde bir de Hadisi vardır. İbrahim tezinden hareketle, Hz. İsmail’in soyundan gelen Hz. Muhammed’in de Türk olduğu ileri sürülmektedir. Arap kaynaklarında Peygamber Efendimize ve Ailesine “Arab-ı Müstağribe” denilmektedir. Yani “Garip Arap, Yabancı Arap, sonradan Araplaşan” manalarına gelmektedir. Yine Peyganber Efendimiz; “Ben Arabım, Arap benden değil” derken, bir bakıma “Arab-ı Müstağribe” olduğunu anlatmak istemiş olabilir. Evs ve Hazreç Kabilelerinden olan Hz. Muhammed’in KURT(Hazreç) kabilesinden olması bir tesadüf olabilir mi?
_Mısır Kralı Mukavkis, Peygamber Efendimize dört Cariye(taze genç kız) gönderir. Bu dört kızın Türk Sahabi oldukları beyan edilmektedir. Dedesi İbrahim’in geleneğine uyan Hz. Muhammed, Mariye İsimli Türk Kızı ile evlenir. Mariye’den oğlu İbrahim doğar.(Hz. Hüseyin de Türktür.Ayyıldız Yayınları) Bu konuya başka bir araştırmada geniş yer vereceğiz.

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

-İzmit,Gölcük,Sakarya,
Bolu Depremi.

'Zilzal' demiş Yaradan(1)
İhtar vermiş buradan...
Tedbirsiz Tevekkül sat(!)

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

BARAK BOYU


Barak Boyunun Anayurdu:
Nuh Peygamberin oğlu Yasef, babasının emri ile Cudi Dağına gidip İt-İl(it eli, Atilla at-eli demektir) ve yayık suyunun yakasına vardı. İki yüz elli yıl orada yaşadıktan sonra öldü. Yasefin Türk, Hazar, Saklap(saka-iskit) , Rus, Ming, Çin, Kimeri(Sümer) ve Tarih(Taruh, Tarekh) isminde sekiz çocuğu vardı. Türkün oğlu Barshan söz konusu İt-İl-Yayık bölgesine yerleşti. Barshandan türeyen Baraklar ve Subarlar(Sigur, Sabir, Suvar, Sümer) ın yurdu İt-İl -Volga(nehri) civarı oldu. Bu yerleşim bölgesine Barakların totemine atfen At-İl- İt-İl(At éli, İt éli) denildiğini tahmin etmekteyiz. Oğuz Destanında Oğuzla Kıl Barak arasında geçen savaşın aynı bölgede oluşu dikkat çekicidir. (Gaziantep Yöresinde Barak Boyu. Yrd. Dç. Dr. Mehmet ali YILDIRIM ve Nuh YILDIRIM. Sf.11-12)
Saka Türklerinin Livi(LiGURlar, Lurlar, Litvanyalılar) boyunun bir kolu, Barakların da içinde yer aldığı Karluklardır. Karlukları; Pamir Sakaları, Sagay Türkleri, Kırgızların Sayak Boyu, Yakutlar(Sakalar) oluşturmuştur. ((Sadi Bayram. Kaynaklara Göre Güneydoğu Anadolu Proto-Türk İzleri. Sf.67)) (Barak Boyu) .

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

Okula gidersin, önlük giyersin,
Ders zili çalar da çalar; Zırrr...Zırrr...
Askere gider, tek tip giyersin...
Çavuş'un Düdüğü çalar; Türrr...Türrr...
Teskere alır, işe girersin,
Her sabah saat çalar da; Zırrr...Zırrr...

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

ALEVÎ-ALEVÎLİK VE ŞİA

_Dördüncü halife Hz. Ali'nin soyundan gelen, onu diğer sahâbeden ve diğer üç halîfeden üstün tutan mezhebe mensup kimse. Alevîlik düşüncesi, ister açıkça, ister gizlice, Ali'ye uyup onun Kur'an'daki nâs ve Resulullah (s.a.s.) 'ın vasiyetiyle imamlığa tayin edildiğini ileri süren; imametin onun soyundan dışarı çıkmayacağına inanan ve onu diğer sahâbeden üstün gören zümrelerin başlattığı fikir ve siyasî kavgalarla ortaya çıkan' hareketin genel adıdır. Bu fikir ve harekete katılanlar, Ali'ye (r.a.) uydukları ve onu, öteki sahâbîlerin önüne geçirdikleri için Alevî; buna taraftar olanlara da 'tarafını tutan' anlamında 'Şia' denilmiştir. Şia, Alevîliğin ifade ettiği katılıktan daha mûtedîl bir kelimedir ve İslâm âlimleri Alevîlik için Şia'dan farklı olarak 'Râfıza' 'Ravâfız' tabirlerini kullanırlar. İslâm tarihinde Hz. Peygamber'den sonra halîfe olarak Hz. Ali'yi tanıyanlara, Ali'ye mensup, inancı bakımından, Ali taraflısı anlamında 'Alevî' tabiri kullanıldı. Alevîlik, halifelikte Hz. Ali'nin hakkının yendiğini, sahâbenin Hz. Peygamber'den sonra Ebû Bekr'e bey'at etmekle, İslâm'a aykırı hareket ettiği iddiasını yansıtır. Alevîler Hz. Ali'nin hilâfette hak sahibi olduğunu şu sebeplere dayandırırlar: Ali, Hz. Peygamber'in tabii olarak varisiydi. O, İslam'ı ilk kabul eden kimsedir. Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in amcasının oğlu ve damadıdır. İslâm savaşlarının kahramanıydı. Yaşadığı sürece Hz. Muhammed'in en yakın yardımcısıydı. Onun bütün işlerine bakardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) Ali'ye olan sevgisini ve güvenini bildirerek, onun kendisinden sonra halîfe olacağına işaret etmiştir. Bu yüzden onlar, Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın işbaşına getirilişini batıl saydılar. Yani bunu şerîat kurallarına ve Hz. Peygamber'in sünnetine aykırı görerek bununla savaşmayı dinî bir görev kabul ettiler. Ancak, Hz. Peygamber'in, Hz. Ali hakkında söyledikleri ve Ali'nin üstünlükleri doğru olmakla birlikte, Allah Resulü benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi diğer büyük Sahâbîler hakkında da söylemiştir. Üstelik, hastalandığında imamlığa Hz. Ebû Bekr'i geçirmiştir. Diğer yandan Hz. Peygamber, kendisinden sonra müslümanların başına kimin geçeceğini isim vererek belirtmeden bu dünyadan ayrılmıştır. Böyle bir hadîs olsaydı, Hz. Ebû Bekr'in halife seçildiği sırada yapılan konuşma ve müzâkerelerde bu hadîsin sözkonusu edilmesi gerekirdi. Çünkü ashâb-ı kîrâm, kendi aleyhine bile olsa, Hz. Peygamber'den işittiğini nakletmekten çekinmeyecek derecede üstün mezîyetlere sahiptir. Ancak, Allah Resulü'nün cenaze işleriyle uğraşması yüzünden, halîfe seçimi sırasında hazır bulunamayan Hz. Ali ile bu kadar önemli bir konunun istişare edilmemiş olması bir eksiklik sayılabilir. Fakat, Ensâr'ın hilâfet konusunu müzâkere etmekte olduğu topluluğa Hz. Ömer'le Hz. Ebû Bekr bile sonradan katılmıştı. Bu çok önemli meselede yanlış bir adımın atılması endişesi ve işin kısa sürede çözülmesi zarûreti, seçimin Hz. Ebû Bekir lehine yapılmasını gerekli kılmıştır. Nitekim daha sonra Hz. Ali de Ebû Bekr'e bey'at etmiştir.
_Müslümanlar, Ehl-i Beyt denen 'Ali ve ailesini' öteki Ashâb-ı Kîram'dan ve Allah Resulü'nün öteki halîfelerinden ayırmadan severler. Onun ailesine yapılan haksızlığa ve zulme karşıdırlar ve tarih içinde de karşı olmuşlardır. Meselâ, Ahmed b. Hanbel (rh.a) , 'Ehlü's-Sünne ve'-l Hadîs' taraftarlarının Hz. Muhammed (s.a.s.) ' in ailesine hak ettikleri muhabbeti gösterdikleri ve Ali İbn Ebî Tâlib'in (r.a.) haklarını tanıdıkları için 'Ali'nin 'şiası, taraftarı' olduğunu ifade etmektedir. Aynı tavrı İmam-ı Â'zam da takınarak Abbasîlere karşı İmam Zeyd'i desteklemiştir. Bu anlamda Şia, îtikâdî ve siyasî bir mezhep olarak kabul edilirken, Alevîlik, Hz. Ebû Bekr es-Sıddık'a (r.a.) , Ömer el-Faruk'a (r.a.) ve Osman Zünnureyn (r.a.) 'e ve daha pek çok ashâb-ı kirâm'a buğz ve düşmanlık taşıyan fikirlerle dolu bir tarîkat görünümündedir. Bu ifrata sebep olan Emevilerdi. Emeviler devrinde, Ömer İbn-i Abdulaziz'in hilâfetine kadar cuma hutbelerinde Ali İbn Ebî Tâlib'e (r.a.) ve ehl-i beytine hakaret edilir ve lânetler okunurdu. Onların bu yanlış hareketleri öteki müslümanları bağlamazdı. Çünkü onlar, bütün müslümanları temsil edemezlerdi. Hele hilâfet konusundaki olayları göze alarak öteki, müslümanları zalim görmek ve göstermek haksızlıktır ve hakdan sapmadır. Ne Resulullah'ın üç halifesi ne de Ashâb-ı Kirâm, Ali İbn Ebi Talib hakkında düşmanlık eseri bırakmamışlardır. Alevîlik, zaman içinde parçalanmış ve sayısı yüze varan tarîkatlara ve yollara ayrılmıştır. Ancak bunları İmam Ebu Câ'fer es-Sâdık'ın içtihatlarıyla amel eden ve müslümanlarla aralarında bir fark görmediklerini söyleyen, yeryüzünde Allah'ın hâkimiyetini istediklerini haykıran Ca'feriyye ve Zeydiye kollarına bağlı müslümanlarla karıştırmamak gerekir. Câferî müslümanları Şia içerisinde incelerken, dünü, bugünü ve îman-amel ilişkisiyle gözönüne almak ve ona göre değerlendirme yapmak faydalı olacaktır. Câferîlerle, Zeydîleri Alevîliğin diğer kolları olan Batînîler, Karmatîler, hatta kuzey Afrika ve Mısır'da uzun yıllar hüküm süren Fâtımîlerden, bugün Anadolu'da yaşayan Alevîler'den, Lübnan ve Suriye'deki Dürzî ve Nusayrîlerden ayırt etmek gerekir.
_Alevîlerden Gulât olanlar yani aşırı gidenler Hz. Ali'de, diğer halifelerde bulunmayan ilâhî nitelikler ve özellikler olduğuna inanıyorlar. İslâm tarihinde bu görüşü ve inancı daha da ileri götürerek, Allah'ın Ali'nin varlığında, insan suretinde görünüş alanına çıktığını, onun bir ilâh-insan olduğunu söyleyenler bile çıktı. Ali'nin mehdi olduğunu, ölmediğini ve kıyamet gününden önce çıkarak dünyada adaleti sağlayacağını öne sürdüler. Bunlar 'sebeîler'dir. İslâm'da ilk dînî ayrılık hareketini teşkil eden ilk Alevîlik, Hz. Ali daha hayatta iken San'alı bir Yahudi olan İbn Sebe'nin telkini ile başlamıştır. Bundan sonra Ali'nin ve soyunun, hatta İbn Sem'an, Ebû Mansur el-İclî, Ebu'l-Hattâb, Horasanlı Ebû Müslim gibi Ali ile aile bağı bulunmayan ve sadece taraftarlık yapan birtakım yabancıların öncülük ettiği tenâsüha, ibâhaya, farzları terketmenin caiz olduğuna ve imanın, imamı bilmekten ibaret bulunduğuna inanan birçok Alevî kolları meydana çıkmıştır.
_Dağınık Alevî kollarını birleştiren Câ'fer es-Sâdık'a bir aralık gidip gelen ve inanışlarında İslâm'a aykırı şeyler bulunduğu için kovulan, İmam Câfer'in lânetlemesine uğrayan Ebî Mansur el-İclî ile Ebû'l-Hattâb'ın ekolü, 'İsmâiliye' veya 'Yedi İmam' mezhebini oluşturmuştur. Batınîlik adı verilen bu mezhep Yemen'de kökleşmiş, Irak, İran, Horasan ve Türkistan'a kol atmış ve batıda Endülüs'e kadar yayılmıştır. Bu mezhepten olanlar Bahreyn'de ve Ahsâ'da Karmatiyye mezhep ve hükümetini, Kûfe'de ve Basra'da birçok ihtilâlleri, Mağrip'te önce 'Alevî Hükûmeti'ni, sonra Mısır'da Fâtımî halifeliğini vücûda getirmişlerdir. Cebel-i Dürûz'da Lübnan'da yaşamakta olan 'Dürzîlik'le daha birçok fırka ve mezhepler Batınîlikten doğmuştur. Muhammed b. Nusayr de bu arada bugün Suriye, Lübnan ve Adana yöresinde sâlikleri bulunan 'Nusayrîlik'i kurmuştur.

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

Yetmiş sekiz kuşağı;
Türkiye'nin aşığı...
Geldiler, gittiler;
kanını kattılar...
Yunusça öttüler...
Feleğe çattılar...

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

AHRAZ

Ah keşke bir konuşabilseydim!
Ah keşke ah, bir duyabilseydim!

Karşımda durur da bir içim su;

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

Düşmanı dışarıda ara-ma...!
Şu pis nefsinin içinde ara.
Cami'de-Seccade'de ara-ma...!
Yaş kurumayan kıçında ara...

Köstebek önce Saray'a girdi,

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

Fikrimizi sormaya gerek yok;
Kalbimizin aynası yüzümüzdür...
Zikrimizi sormaya gerek yok;
Mazimizin aynası sözümüzdür...

Dün ne dediysek, bu gün yine odur.

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

Atmalı Manileri


Atmalı’yım ağam ben,
Otmanlı’yım ağam ben.
İster isen kayadan;

Devamını Oku