Dünya, dünya, bu dünya,
Ölüm geldiği zaman.
Anlarsın ki bir rüya,
Ölüm geldiği zaman.
Faydasız malın, mülkün
O’dur “gaye insan, ufuk peygamber”
O ki; ne hayal, ne rüya, ne de zan,
Ondan bize en kutsi haber;
Kur’an, sünnet, ölüm, mahşer ve mizan...
O ki tüm çileye, derde hekimdir,
Önünde iki büklüm ‘bîçareyiz’ diyerek,
Ağlamaklı bir gözle rahmet dilenmekteyiz.
Sabır tacı bir beden, şükür nârı bir yürek,
Biz günahkâr kulların himmet dilenmekteyiz.
Gözyaşımız tutuklu, vicdanımız gardiyan,
Uzun bir yoldan gelmiş ihtiyar yolcu gibi,
Omzumda hayatın nasırlanmış yükü var.
Yığın yığın dertlerin sanki benim sahibi,
Benim sanki toprağı azap kokan o diyar.
O diyar ki Sodom ve Gomore’den kalıntı,
Benim bu dünyadaki meskenim yırtık çadır.
Azığım kuru ekmek ve bir de acı soğan.
Mutluluksa sorduğun o diğer taraftadır,
İstemem dünyadaki mutluluğu diyorsan.
Hangi servet sahibi neyini götürüyor?
Nasıl geçti bilmem,
Akşamım sabahım.
Sevabım hiç yok ki
Çoğalan günahım.
Geçen her şey geçti,
Günah ve eyvahım.
Bu ne dünya sır küpü, bu ne dünya nedamet,
Onda gizem hilkati,onda Rab'be alâmet.
Bu zaman, ah bu zaman,
Ne kor, ne köz, ne duman,
Ateşten daha yaman,
Kahrolur dertten insan,
Bu zaman, ah bu zaman.
Kamçılanan yerküre derin derin soluyor,
Toz pembe hayatımız sararıyor, soluyor.
Tüm şiirini kaybetmiş bir şairim ben,
Belki de sevgilisinden habersiz aşık.
Karanlıklar bana fikir, sokaklar mesken,
Mevsimler azığım, gökte yıldızsa ışık.
Ben her gece çekilmeyen dertle ağlarım,
çok güzel kaleme sağlık