Uzun çöl gecelerine çivilenmiş
Kıpkızıl bir akşamın gerisinde kalan yalnızlık gibi
Şu yorgun ayaklarıma dayanak olmaya çalışan annem ve ben
Ve bir de açlığın sinesinde törpülemiş hayatlar…
Hüznün ve mahzun bir bakışın
Hani ana
Ben küçüktüm
Küçücüktüm ya bir zaman
Hani oyuncaklarım vardı ya benim
Birlikte oyun oynadığımız arkadaşlarım
Bir de uçurtmam vardı ya ana…
Hiç beklenmedik yerde, beklenmedik zamanda,
Çalar kapını ölüm hazır mısın demeden.
Alır gider Azrail dünür olduğu anda,
Gelinlik kız misali varır mısın demeden.
Demir alır ölüme her gün işleyen saat,
Yükselir semalara o kutsal çağrı,
Camiler, minareler ezansız olmaz.
Kıyamda ve rükuda, secdede kullar
İşte bu teslimiyet imansız olmaz.
Gecede gerçek namaz Rabbe yalvarış,
Yapılan ibadetler zamansız olmaz.
Allah; Hâkim ve Hakem, Allah; Latif ve Adil...
Kim var ki şu dünyada yüce rabbe muadil?
Hayat bana iğreti, insanlar bana tuzak
Hafakanlar içinde, boğuluyor gibiyim.
Kendi dünyamda mahpus, kendi kendimden uzak
Sanki bütün suçların hakiki sahibiyim.
Gözümün nuru namaz, bahşedilen saltanat
Zaman şirke kenetli, mekan çirkef tutsağı,
Zulüm doruk noktada, belde fuhuş yatağı.
İnsanlarda bin surat kişilere özel renk,
Yalan, rüşvet, iftira sarp kayalıklara denk.
Zulüm kusan zalimler utanmaz ve sıkılmaz,
Ezilen mazlumların göz yaşına bakılmaz.
Zaman
Bin dört yüz küsur yıl öncesiydi.
Ve mekân uzak diyarlarda bir şehir; Mekke
Günlerdense pazartesiydi.
***
Ilık ılık esen rüzgârın
Var_edenin adıyla var edilmiş bir şehir,
Camisi, kilisesi, havrasıyla İstanbul…
Bu şehir ki bu şehir, Fatihiyle bilinir,
Tanktan, toptan ziyade duasıyla İstanbul…
Yavuzlar, Kanuniler, Mimar Sinanları var,
Loş lambalar altında geçiyor gecelerim
Uykunun sarhoşluğu gözlerime inmiyor
Küçük ölüm beklerken şiirler hecelerim
Adressiz bu asırda ızdırabım dinmiyor ___Müjgan Akyüz
Nokta nokta kâinat, ilmek ilmek her nakış,
çok güzel kaleme sağlık