Akşamla yatsı arası,
Süzülüyordu gökten, lamba sarısı.
Eksilmişti, çıplak ruhlu ayaklar
Ve onları aldatan dilbazlar…
Mevlana Türbesi ve Selimiye,
Artık rahat edebilirlerdi, gece yarısı.
Köyleri, kasabaları bir bir dolaştım,
Hüzünlendim, duygulandım.
Evler yıkık, kerpiçler sökük,
Bir tek taş kalmamış, ayakta dimdik.
Bahçe duvarları hüzünlü, ağlamaklı,
Ağaçlarda yaş kalmamış ağlamaktan.
İstanbul’un sessiz geceleriyle konuşurum,
Hafifçe esen rüzgâr beni dinler,
On beşini tamamlamış ay, bana kaş eder
Ve etrafı karanlıklardan uzaklaştırır…
Gökyüzü; gecenin yarısında masmavi,
Kapım, komşum, arkadaşım, kardeşim…
Senin derdin ve ızdırabın yürekler acısı.
Her gün elli altmış insanın,
Dünyanın göbeğinde hunharca katlediliyor,
Yaralanıyor; organları kesiliyor durmadan,
Tecavüzlerin ardı arkası kesilmiyor bir an.
Yazmak zorundasın,
Dillerin tutsak olduğu yerde,
Baksana mürekkep şahlanmış
Ver dizginleri eline, gem vurma!
Sen, binmesini bilmiyor musun?
Başıboş bırak, kendi başına…
Baharda çiçekler gibi açan çocuklar,
Güneş gibi dünyaya ışık saldılar.
Yıkık örenin çevrelediği küçük bahçe,
Sevgi dolu dünyaları olmuştu…
Gam, keder; kin ve nefret yoktu,
Hepsi de cıvıl cıvıldı;
Bir ihtiyar gördüm, yolda yürüyordu,
Bastonunu güçlükle bastırarak,
Ayağını zor kaldırıyordu.
Fazla yol katedemeyen yaşlı,
Bir arabanın yanında kaldı.
Derken ellerini attı arkasına,
Seke seke geçti, çakıl taşlarını,
Suyun derinliklerine, uzattı bakışlarını,
Balıkları süzdü ve onları kokladı;
Bir baktı, bir durdu, bir su içti, minik kuşum.
Ortalık çok sıcak, çakıl taşları da;
Yol alırlar, hem de yılmadan,
Emek ve çile yoldaşıdır onların.
Çocukları çok severler,
Onlara, anne ve baba olurlar,
İmkânsızlıklardan sızlanmazlar.
Eğitimin önemini bilirler,
Senelerce başkentlik yapan İslam’a,
Şimdiki hâlini görüyor musun yoksa sende mi?
Evet, yanılmıyorum görünce hakikatleri,
Bizi terk edip gittin, yâdele sen de mi?
Ben böyle miydim; yaşarken oldum,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!