Ağışmaya görün sevdasını alevin
Laleler kıskanır güller tutuşur
Ekseninden vuran yalımlarının
Vezninde var olur gönlü alevin
Alkımlanır güneş göksu bağrında
Lebleri akkordur dili alevin
Adımlarım ışık ışık bir aşka doğru
Açılır yollara küskün yüreğim
Güzelliği gök mavi sevdaya değer
İçimi kuşatan Aleve doğru
Dokunur telime mızrabı aşkın
Bir bahar muştusu arar gözlerim
Gönül bahçesinde gül bana yeter
Mavi duyguların derinliğince
Yitik ufuklara dalar gözlerim
Onu sorar, arar yürek yangınım
Alın benim yalnızlığımı
Sağır kalabalıklar arasından
Boyumdan da küçük gölgemi
En kuytu ormanlara götürün
Sonra bir cümbüş başlasın
Yüreklerinizde davullu zurnalı
Seni ağlarken görmenin
Zorluğunu yaşadım
Erkekler ağlamaz bilirdim
Ağlayan sendin
Sendin ağlayan gözlerim
Bitmez geleceğe dair hayaller ve düşler
Bitmez yaşama dair şu inişler ve yokuşlar
Ya çıkar bir düzlüğe basamaklar aşk olur
Ya iner derinlere bin bir renkli düş olur
Çiçeğin değerini en iyi güz bilir,
Ama önü kıştır...
Güz mevsimde mavi menevişler açar, gözyaşları gibi...
Elleri böğrüne düşmüş ayaz vurgunu,
Bir umutsuzun düşlerine el salladığı gibi...
Düşünce cananin odu yüreğe
Masmavi alevi sarar her yanı
Kıvılcımlar ağıştıkça havaya
Yıldız şölenice başlar bir anı
Gönlün ocağına çıngısı düştü
Geceleyin açık havada gezerken, o ilk yaratılıştan beri nöbet tutan yıldızlara baktığımızda uzaklıkları karşısında bir çeşit saygı, değişmezlikleri karşısında bir hiçlik, büyüklükleri karşısında da bir aşağılık duygusu duyarız. Yüreğimiz durur, soluğumuz kesilir, bütün gövdemiz bir sarsıntı geçirir bu us dışı sonsuzluk karşısında.
O antipüften meraklarımız, kaygılarımız içler acısı bir önemsizliğe bürünür. Büyük bir şiir dinlerken ya da insan ruhuna etki ettiğimizde buna yakın bir iç sarsıntı, bir soluk kesilmesi duyarız.
Birey olarak; farkında olmadan üzerine basarak geçtimiz bir sarı karınaca kadar hükmümüzün olmadığı ve sonsuz evren içinde bir atom zerresince varlığı dahi söz konusu olmayacak bir dünyada yaşıyoruz.
Bu büyüklükleri bizlere taşıyan felsefe, din, sanat, edebiyat işte bu içsel bilinci keskinleştirmeye yarar. Ama bundan bile yararlanmayı düşünemiyecek durumlara sürüklenmişiz.
Hayatın bu yönüne gözlerimizi kapadığımız içindir ki, bilimsel ilerlemelere, ussal gelişmelere karşılık bir düzensizlik, bir karmaşıklık içindeyiz.
Oysa ortaçağ klasik düşüncesinden bu yana çok çok şeyler değişti, bilgi, bilim ve düşünce alanlarında olsun tekno-kültür ve teknolojik atılımlarda olsun büyük gelişmeler yaşandı ve yaşanıyor.
'' Eskiden aşklar şöyle idi, böyle idi...'' diye anlatılan aşklara tanık olacak kadar büyümüşüm. Çünkü bu değişimin, bu ayrıcalığın en vurguncu, en yaralayıcı dozunu yaşayarak geldim buraya.
Eski ya da yeni, romantik ya da bir başka tanımla... Ne denli adlandırılır, ne denli tanımlanırsa tanımlansın.... Hangi kalıba sığdırır ve hangi renge boyanırsa boyansın aşk aşktır. Ve sadece iki kişilik bir duygu dünyasıdır.
Bence gerçek aşkın kök rengi mavidir. Eğer bunu bana dünlerde sormuş olsalardı yaş evresinin verdiği özellikle pembedir derdim. Oysa pembe, duygusal düş dünyasının rengidir. Eğer yarınlarda aşkın rengi ne olacaktır diye sorsalar, pembe ve mavinin karışımından doğan eflatundur derdim. Eflatun renginin daha ötesi ise küf renginin olcağını söylemeye gerek var mı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!