Yaşarken kimse bilmez adını
Dosyada “disiplin cezası”,
Sicilde “uyumsuz” yazar
Çünkü o dosyaya
Yalakalık değil, doğruluk iliştirmiştir.
Sözler çürürken dilimde,
sessizliğin yankısını ezberledim.
Ne bir “merhaba” kaldı adında,
ne de vedaya benzeyen bakışların.
Fotoğraflar sarardı,
Üniversite kapısında başlar umut,
Diploma kağıt değil —
Bir ömürlük alın terinin belgesidir.
Ama bu ülkede
Diploma, yoksulluğa mühürdür artık.
Dürüstsen eğer,
İlk gün sorgulanırsın bu ülkede:
“Kimdensin? Necisin? Kimin adamısın?”
Cevabın “kimsenin”se —
İşte suçun budur!
Bir çocuk çizmiş duvara
Ev yok
Baca yok
Yalnızca üç kişi el ele
Güneş, saçma bir yuvarlak
Ve ortasında büyükçe bir gülüş
(“Ve buradaysa sadece beklemek, direnmek ve şiir...”)
Duvarın bu yakasında
Adımı dahi fısıldayamam
Ses, yankıya bile hasret
Nabzım kendi içimde atıyor
12 Kasım 1999,
saat 18.57…
akşamın ortasında
yer sarsıldı.
30 saniyelik bir titreme,
Alnındaki teri sildiğinde
Bir kefaret gibi dökülür toprağa.
Günah işlemedin sen,
Ama her gün,
Sistemin sevabını çoğaltmak için
Sana günah yazıldı farkında olmadan.
(“Bir çorba sırasına, bir dilim hayata girenler için…”)
Kareli bir masa örtüsünde
Sayılara gömülmüş gözleri
İki dilim ekmek,
Bir zeytin,
(“Bir maaşın çalındığı yerde, bir ömür mahkûm olur.”)
Bir maaştı elinde —
Zaten üç gün yetmeyen
Bir eczane kuyruğuydu hayatı
Bir simit bölüştüğü torununa
Şiirlerinizle tanıştığım gün, kelimelerin kıyısında yeniden doğdum. Her dizenizde Ahmet Arif’in o devrimci nefesini, halkın sesini ve aşkın en katıksız halini buldum. Toprağın derdini, göğün öfkesini, sevdanın ve direnişin şiirini bu kadar içten dokuyabilmek ancak büyük bir kalbe ve usta bir kaleme ...