Babam Necip Bahri sonunda muradına ermişti. Gaziantep'in Gazeteler Genel Bayieliği'ni ele geçirmişti. Suburcu’ndaydı dükkanımız. Ben o yıllarda 12-13 yaşlarındaydım. Geçmiş 3-4 yılda olduğu gibi onun yine değişmez çırağıydım yine.
Ankara’da, İstanbul’da yayımlanan bütün gazeteler Gaziantep’te bir tek bize gelirdi. Öbür tüm bayilere gazete, dergileri biz verirdik. Topu topu üç beş bayii vardı kentte gazete satan da zaten.
O zamanlar bir okuyucu gazete almak için bayiye, büfeye gitmek zorunda değildi.
Babama abone kaydınızı yaptırırdınız mı, gazeteniz evinizde ya da işyerinizde ayağınıza gelirdi.
Üç tekerlekli, önü geniş sepetli, benden bir kaç kat büyük olan bisikletimle kapı kapı dolaşır, her gün gazetelerini dağıtırdım abonelerimize.
Adı güzel Bedrettin Büdeyri, abonelerimizden biriydi. Cumhuriyet’le Ulus okurdu.
11 yaşımdan 18 yaşıma kadar çırağı oldum babamın. Hem geceleri, hem de gündüzleri… Anlatacağım olay çıraklığımın ilk yıllarında oldu. On bir yaşlarımdayken yani…
Suburcu’daki gazeteci kitapçı dükkânımızda oturuyorum. Vakit öğlen üzeriydi. Fazla gelip giden yoktu. Mevsimlerden yaz. Havalar sıcak. Ağaçlar yapraklarını, kuşlar kanatlarını kıpırdatamıyorlar örneği...
Bense elime aldığım bir kitabı okuyorum. Pekkos Bill... Böyle kitaplar uyanık tutabilir ancak insanı bu havada. En meraklı yerindeyim. Kızılderililer Bill’in sevgilisi Küçük Sü’yu kaçırmış...
Bir amca geliyor.
“Baban yok mu Fevzi? ..” diye soruyor.
Yanıt vermek kimin umurunda şimdi. Aklım küçük Sü’de. Neredesin Pekkos Bill! Yetiş! .
Çocukluğumda hayran olduğum yerlerden biri de Suburcu’daki Nümune Lokantası’ydı. Babamın kitapçı dükkanının karşısındaydı. Sık sık yemeğemi oradan yerdim. Burada, çalışanları da müşterileri de gözlemlemekten büyük keyifler duylardım.
Yemek ısmarlamaya bile gerek duymazdı bu lokantada müşteriler. Yiyecekleri yemekler masaya ısmanlanmadan getirilirdi çoğu zaman. Nurettin usta, kimin hangi yemeği sevdiğini çok iyi bilirdi...
Müşteriler yemeklerini yedikten sonra doğruca Patron masasına giderlerdi. Para mı öderlerdi? Hayır... Masanın üstünde duran kutudan kendi adlarını taşıyan küçük defteri alırlardı. Yediklerinin bedelini kimseye danışmaya gerek görmeden o deftere kendi elleriyle yazarlardı.
Hiç değişmezdi Nümune Lokantasında yemeklerin fiyatları? Çünkü Türkiye’miz o yıllarda henüz Amerika’yla, IMF’yle de enflasyonla da tanışmamıştı.
Müşteriler masalardan hiç eksik olmayan kürdanlardan biriyle dişlerini temizleyerek Nümune lokantasından çıkarlardı. Çıkarken Oman Metin’le de, Kadir Ustayla da ayrı ayrı esenleşmeyi ihmal etmezdi.
Hiç bir müşterinin Osman Metin’e “Bereketli olsun ağa! ”, Kadir ustaya “Eline sağlık ustam,” demeden çıktıkları görülmüş, değildi. Özellikle de Kadir usta bu “eline sağlık”ları son derece hakkederdi. Çünkü onun pişirdiği yemeklerdeki lezzeti hiç bir aşçı tutturamazdı.
Sevgili, değerli Mitat Enç’in adını her anışımda kendisiyle birlikte, aklıma “Uzun Çarşı’nın Uluları” da gelir. 'Uzun Çarşının Uluları' onun bir öyküler dizisinin adı. Okumayı öğrendiğim günden bu yana böylesine büyük keyifle başka öyküler okuduğumu anımsayamıyorum.
Bu kitabın ilk baskısını İstanbul İnkılap Yayınevi yapmış. Kısa sürede tükenmiş kitap. Yeni bir kaç baskısı daha yapılmış başka yayınevlerince. Ama yine de aramayla bulunmuyor. Demek ki her baskısı kısa zamanda tükeniyor.
Ah, keşke belediyelerimizden biri himmet etse de onu yeniden bastırsa...
Gaziantep’te Uzunçarşı çevresinde yaşayan ailelerin başından geçen bu keyif verici öyküleri 'Gaziantepliyim diyen, hatta edebiyata, öyküye ilgi duyuyorum' diyen herkes mutlak okumalı. Bu öyküler Gaziantepli'nin gerçek babacan kimliğini yansıtıyor da onun için. Siz de okumadıysanız hemen okumalısınız.
Mihat Enç, gözleri görmeyen bir hemşehrimizdir. Gözlerini 1930 yılında, “İstanbul Erkek Lisesi”ni bitirdiği sıralarda yitirmiştir.
Gözlerinin görmemesine karşın yüksek öğrenim ve master da yapmıştır. 1933-35 yllarında “Viyana Pedogoji Enstitüsü”nde “Özürü Çocukların Eğitimi” dalında öğrenim gördü. Üst Öğrenimini 1939-40 yıllarında Amerika’da yaptı.
Ali Nadi Ünler herkes için çok şey yazdı ama hiç kimse onun hakkında hiçbir şey yazmadı
Ali Nadi Ünler bir yazardır. Antep harbi hakkında çok şey yazmıştır ama kendinden hiç söz etmemiştir. Gerek kendisi gerekse başka yazarlar, hatta Gaziantep’in topal karıncası hakkında bile destanlar yazan Sevgili Cemil Cahit Güzelbey amcamız dahi bu konuya değinmemiş. Dolayısiyle Ünler hakkında hiç bilgi edinemedim. İşin bu yanı ilginç.
Ünler Antep savaşına katıldığında bir yedek subaydı. Kendisine verilen göreve bakıyoruz, Astsubay Şahin’in yanında çetelik. Bir muvazzaf subayın bir astsubay emrinde çalışması garip değil midir sizce?
Ali Nadi amcayı çocukluğumda tanıma şansına eriştim. O zamanlar yazar olacağımı, kendisi hakkında yazı yazacağımı nerden bileyim? Bunu bilemeyeceğim için de aklımı kurcalayan soruları sormamıştım ona.
Ali Nadi Ünler o zamanlar benim için sadece bir dede arkadaşıydı. Ailece bize gelirlerdi. Ailece kendilerine giderdik. Eşi Fatma hanım teyze kanını gönünü sererdi önümüze. Sanırım ki birbirlerine gidip gelen tek aile dostlarıydık.
Benim Güzel Gazianteplilerim:
Bahçesinde ebruli hanımelleri açan kahraman: Gazi Mustafa Fevzi Akdoğan
Adımı Mustafa Fevzi bey amcadan almışım. Dedemle o kadar iyi arkadaşlarmış ki, içtikleri su ayrı gitmezmiş bir zamanlar. Bu dostluğu pekiştirmek için de dedem onun adını vermiş bana.
Ne yazık ki hiç çocuğu olmamış Mustafa Fevzi bey amcanın. Olsaydı belki o da silah arkadaşı Ökkeş Bahri’nin adını koyardı ona.
Savaştan sonra, Belediye Başkan Yardımcılığı, Özel İdare Müdürlüğü gibi görevlerde bulunarak emekliye ayrıldıktan sonra inzivaya çekilmiş gibi kapandıkları Eblahan’daki Çıkmaz sokakta eşi Şükriye hanımla uzun yıllar yaşadı.
Şakir Sabri Yener Başöğretmenimin “Gaziantep Büyükleri” kitabı “Bir çok “Benim Güzel Gazianteplilerim” yazılarımın kaynağı oldu. Bir yazarımız bu kitaba atıfta bulunarak şunları söylüyor:
“Asıl Gaziantep büyüğü kendisidir.”
Bu tanı mestetti beni. Çok yerinde bir tanıydı. Söyleyene tüm yüreğimle katılıyorum. Gerçekten engin gönüllü bir insandı Başöğretmenim.
Onun “Halkevi”nde etkin görevleri olduğunu, 1939 yılında Ali Nadi Ünler ile birlikte, Başpınar Dergisini çıkarttığını, sayılamayacak kadar çok araştırma, derleme yaptığını, öğretmen, başöğretmen olduğunu, şiir yazdığını, beste yaptığını biliyorum.
Yener’in yapıtlarının tümünü belgeleyen bir araştırmayı da içeren “Gaziantep Halkevi Yayınlarını”nı araştırmak, yazmak hangi şanslı Gaziantep yazarına nasip olacak bakalım?
“Öğretmenlerin öğretmeniydi” tanımı yetmez anlatmaya Şakir Sabri Yener başöğretmenimi. O tanıdığım en büyük başöğretmen değildi sadece. İyi bir dilci, iyi bir şair, iyi bir müzisyendi aynı zamanda.
Cemil Cahit Güzelbey’le Gaziantep’te son buluşup görüştüğümüzde İstanbul’da Milliyet grubunda çalışıyordum. Bana bir görev vermişti. Lütfi Güceylioğlu’nun bastırmak amacıyla alıp İstanbul’a götürdüğü iki kitabı yitmişti. İstanbul’a gidince araştırıp soruşturup bunları bulacaktım.
Daha çocukluk yaşlarımda nerdeyse fanatiği olmuştum Cimcim’in. Kısa adlarından biri buydu Cemil Cahit’in. Bir ikinci mahlası da Emrak’tı. Asıl adını sadece kitaplarında kullandı.
Cemil Ağabey politik yazılarında Cim-Cim mahlasını kullanırdı. Şiirlerinde ise Emrak olurdu. Ben en çok Emrak’ı severdim. Çünkü şairdi Emrak.
Şiiri yeni bir şiir değildi. Ölçülü uyaklı, aşık şiiriydi yazdıkları. Gerçi 50’li yılların başında pek o kadar da yaygın değildi yeni şiir. Gerçi Nazım Hikmet 40’lı yıllarda tanıştırmıştı şiir severleri serbest şiirle…
Onu “Üç Garipler” izlemişti. Başını Orhan Veli Kanık’ın çektiği “Üç Garipler” şiir akımının öbür iki şairi kimdi? Bugün şiir yazan ve şair olduğunu sanan pek çok şiirbaz ne yazık ki öbür iki Gariplerin kim olduğunu bilmez.
Oysa Türk şiirinin büyük ustalarıdır o iki şair. Birisi Oktay Rıfat Horozcu. Onu yitireli yıllar oldu. İkincisi Melih Cevdet Anday. Anday’ı da geçtiğimiz yıl yitirdik.
BENİM GÜZEL GAZİANTEPLİLERİM: 139
50 yıl önce bugünkü kadar taze şiirler yazmıştı Hüseyin Bayaz
Bayaz öğretmenimizin günlük olarak yayımlanan Halkın Dili Gazetesini uzun süre basımını yaptıktan sonra Rüştü Hoca’ya sattığı baskı makinasını çok iyi anımsıyorum. Bir ara Hoca’nın matbaasında Cevdet Ustanın çırağı olarak çalışmıştım.
Babamın beni niçin bir matbaaya çırak koyduğunu düşünüp dururken bu makinenin satın alınıp Suburcu’daki dükkânımıza taşındığını görerek çok sevinmiştim.
Güzel Gazantep’imde doğup büyüyen “Güzel Gazianteplilerim”den biri de Beşir Göğüş’tür. 12 Şubat 1915’te yaşama gözlerini açan bu güzel insan, İlk ve ortaöğrenimini kentimizde yaptıktan sonra 1933’te Öğretmen okulunu,1938’de “Gazi Eğitim Enstitüsü”nün Dil - Edebiyat bölümünü bitirdi. Aynı yıl Ankara Devlet Konservatuvar’ında, fonetik ve diksiyon asistanı olarak çalıştı ve “Müzik Öğretmen Okulu”nda Müdür Yardımcılığı yaparak Türkçe dersleri verdi.
Kendisiyle tanışma mutluluğunu na yazık ki tadamadığım Göğüş, 1939-1950 yılları arasında Ankara’da orta dereceli okullarda Türkçe öğretmenliği, müdür yardımcılığı görevlerini sürdürdü.
1943 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı Ortaokullar için Türkçe ders kitabı yarışmasını, Kemal Demiray’la birlikte kazandı.
İlk kez 1945 yılında basılan bu kitap uzun yıllar okullarda ders kitabı olarak okutuldu.1950 yılında “Gazi Eğitim Enstitüsü”nün uygulama okulu olarak çalışacak olan “Namık Kemal İlk ve Ortaokulu”nu kurmak üzere müdür olarak atandı ve bu okulu kurdu.
1954 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi raportörlüğüne alındı. 1959-60 yıllarında high school programlarını incelemek üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. Bu ülkede yaptığı incelemeler, anadili eğitimi konusunda sonraki yıllarda yaptığı çalışmalar için önemli bilgilere ulaşmasını sağlamıştır.
1963 yılında Öğrtemen Okulları Genel Müdür Yardımcılığına, 1964 te de Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliğine atandı.1966 yılında Türk Dil Kurumu’ndan kendisine yönetmen olarak çalışması önerilince, emekliye ayrılarak bu kurumda çalışmaya başladı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!