‘Güneş altında her şeyin bir vakti var.’
(Kutsal Kitap’tan)
Kenetliyken ellerimiz,
O ne yangındı öyle, avuçlarımızda.
Artık, söz sırasını savmıştı.
metal yorgunu trenler,tramvaylar
habire bu şehirden kimleri taşır?
son yolcusu kimdir, bu yorgun trenin?
ve hangi sevda,
hangi kör talih,
kör nazarlara gelip,
Adaleti yok kaderin
İnsafı yok zamanın
Dönüşü yok yaşanmışlığın....
Zaman,dengesiz bir topaçtır artık,
Yalpalayarak ilerliyor sonsuz boşlukta...
Oyy temmuz...
Süphan'ın karını eriten temmuz,
Ne zamansız yangınların varmış.
Canlar kavrulurken kızıl alevlerde,
Teğet geçti bulutlar,
Yağmadı,yağamadı yağmurlar...
İsmin yalın halde iken
Gonca güle düşen
Taze kar kadar duru,
Ayışığı kadar efsunlu.
Aslında, isminin beş hali de güzel
Eğer bir sabah,bir sabah ben yoksam;
Mavinin gölgesini de boş bulursan,
Boşuna,küsüp giden günlerin ardına düşme...
Yüreğinin sesini dinlemediğini,
Ve yaşadığın anı es geçtiğini bil...
Yaşadıklarımız;
Bir pandül gibi,
Gitme veya kalma kararsızlığında.
Kara bulutlar gibi sıkıcı.
Bu medcezirler,
Bu pandül sarhoşluğu
Gönül Hanım'a
Çıksam Toroslar'a,
Toroslar'ın en yükseğine.
Uzansam yıldızlara,
Senin için tek,tek derlesem.
Tebdili mekan fikri değildi,
Beni böyle yollara düşüren.
Belki yasak renklerin cazibesiydi,
Adsız coğrafyalardan
Mavi girdaplara sürükleyen.
Haydi sen söyle;
Ay vurgunu gecede
Morötesi hayallerle
Vardığın kapıyı kilitli bulursan,
Ve çaresiz
Hayallerini eşikte bırakıp dönersen,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!