FATMA DOĞAN ;Balıkesir doğumlu ZKÜ Makina Mühendisliği veTOGÜ Mimari Restorasyon bölümü mezunu evli ve 3 çocuk annesi
FATMA DOĞAN
2- MİRAÇ SEYRİ SEFERİ
İlahi lütfa boyanmış ,rahmet giysili bir gecenin yanağına dokundu parmaklarımın uçları
büyülü ve esrar gözlü bir gökyüzüne yöneldi bakışlarım o anın hayretiyle
bir zümrüdü ankayla beraber, mercan renkli hayaller kurduk göğün gözlerinden yıldızları kopartıp.
YENİDEN ÇOCUK OLSAM İSTANBULUN KOLLARINDA
#fatma doğan
Yürüyorum adımlarım önde, aklım arkada peşi sıra.
Zihnim de bir dolu yaramaz düşler kuruyorum ellerim cebimde ,
gökten nasıl da çocukluğum yağıyor lapa lapa ,saf ve masum.
İliklerim donsa da yüreğimi ısıtıyor cıvıl cıvıl yağan beyaz kar,
FATMA DOĞAN
ACI
Tarifi mümkün mü acının, desen ki anlat bana;
Yalın yürek basmak gibidir,
kızgın, dikenli, taşlaşmış toprağa
FATMA DOĞAN
ADI NARİN OLSA
Bir çocuk doğsa,
Göz aydınlığı müjdelerle .
Yükleyip getirse rüzgarın terkisine bindirdiği merhameti.
ALIŞMA BANA SEVDA
@FatmaDOĞAN
Alışma bana
tutunma yüreğime mıh gibi, Sevda.
ben bir bir kimleri bırakıp da gittim biliyormusun ardımda
Çapkındır yüreğimin gözleri ,
ALNININ ÇATINA YAZAR BABAM, ŞİİRLERİNİ
#fatma doğan
Soluğun, soluğumun namlusunu tetikler,
yıldırımların tokat gibi çarpınca yeryüzüme.
Her nefesinde, bir zerrem irkilir babam,
Gömüldüğüm yerden çatlar alnının çatı, çatır çatır.
ALTIN DAMLALI TERİYLE GELDİ KUTLU MİSAFİR, BAHAR VE ÇOCUKLUĞUMA
#fatma doğan
Bir kadri kıymetli yadigar gün çıkageldi kozmik seferinden, çaldı kapımızı bugün.
Kanatlı kapının eşiğinde belirdi, azametli duruşuyla Şehr-i Ramazan
İlahi aşk sızıyordu silüetinden, şavkıyordu akik gözlerinden af ve mağfiret
Ben geldim der gibiydi ,alnında altın damlalı teriyle, kutlu misafir
FATMA DOĞAN
KÜÇÜK YİĞİT ZALİM KRAL’A KARŞI
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Barış Ülkesinde ağaçlar, hayvanlar, çiçekler ,böcekler, kocaman yeşil bir orman içinde neşe içinde yaşarlarmış. O zamana kadar o ülkeyi hep iyi krallar yönetmiş. Bu kralların hepsi iyiliksever,ahlaklı, merhametli ve halkını koruyup gözeten doğaya saygılı krallarmış Bu kralların yerine geçen çocukları da hep böyle olmuşlar. Ancak son kral başa geldiğinde nedense bu kralın hiç çocuğu olmamış. Gel zaman git zaman Kral iyice yaşlanmış yerine kimi geçireyim diye düşüne dursun, bu ülkenin yemyeşil ormanları, tertemiz ırmakları, geniş arazileri olduğunu duyan başka bir ülkenin Zalim Kralı bu ülkeyi kendi krallığına katmayı kafaya koymuş. Fırsat bu fırsat deyip yeşil orman ülkesine ordularıyla saldırmaya karar vermiş. Ordusunu hazırlamaya başlamış.Ülkesinde ne kadar zalim asker varsa ordusuna toplamış,katmış. Tabii ki bu haber yeşil orman ülkesine de ulaşmış. Yaşlı Kral kara kara ne yapacağını düşünmeye başlamış. Hem hasta hem de yerine savaşa girecek bir oğlu bile yokmuş. Ülkede çok uzun zamandır mutlu bir şekilde barış içinde yaşandığından dolayı kuvvetli orduları da yokmuş. Ne yapmalı ne etmeli diye vezirlerini yardımcılarını toplamış hepsine akıl danışmış ama görünen sonuç o ki asla onlara kuvvet yönünden karşı koyacak güçte değillermiş. içlerinden birisi krala kralım; bilek gücünü yenebilecek tek şey akıl gücüdür demiş Eğer ülkedeki tüm zeki olanları bulur getirirsek belki bir çıkış yolu bulabiliriz diye söylemiş. Böylece hemen haber salınmış ülkenin dört bir yanına. duyan duymayana anlatmış, zeki olan kim varsa hemen koşup gelmiş ancak bakmışlar ki bu sayı iki elin parmakları kadar ancaymış. Onlar fikirlerini sunmuşlar ancak onların fikirleri de ülkeyi kurtarmaya yetecek gibi değilmiş. İçlerinden birisi tekrar demiş ki cesaret ve akıl sadece büyüklerde bulunmaz. Çocuklar da da bulunur bu yüzden Okullardaki Çocuklara bir gidip bakalım birbir çağıralım soralım demiş.Tüm çocukları çağırıp sormuşlar; siz olsanız ne yapardınız çocuklar? Sizin bir fikriniz var mı ?diye . Tüm çocuklar iyi kötü bir şeyler söylemişler. Ama bu yeterli olmamış. İçlerinden adı gibi Yiğit olan yürekli bir çocuk benim bir fikrim var demiş herkes merakla ne diyecek diye beklemiş bu ülke ne sadece kralımızın ne ordularımızın ne çok zeki ve zenginlerin ülkesi değildir. Bu ülke hepimizin ülkesidir. Kendimizi böyle bölersek hem gücümüz azalır hem de bütün yükü birilerinin omuzuna yıkmış oluruz O nedenle bizler sadece insanlar olarak değil, bu zalim krala karşı ormanda ki ağaçlar, hayvanlar, kurt kuş böcek sinek hep birlikte karşı savunmalıyız demiş. O nasıl olacak ki demişler. Küçük yiğit onlara hemen yeşil ormana gitmemiz gerek demiş. Kral ve yiğit önde hep beraber ormana giderlerken Tüm hayvanları ağaçları kuşları böcekleri bu durumdan haberdar etmeliyiz demiş küçük Yiğit. Hepsi akılları karışık halde ormana doğru yol almışlar hepsinin aklında iyi hoş da biz ormandaki hayvanlarla nasıl anlaşıp da onlara bunu anlatacağız diye soruyorlarmış içten içe. Ormana vardıklarında küçük Yiğit hemen bir ıslık çalmış ve bakmışlar ki koşarak yanına bir kuş bir köpek bir de kedi gelmiş. Küçük Yiğit bunlara elleriyle ve değişik sesler çıkartarak bir şeyler anlatıyor gibi yapmış meğer bu kuş köpek ve kediyi Yiğit yaralı halde yavru iken bulmuş onlara bakmış karınlarını doyurmuş iyileştirmiş bu arada aralarında da sadece kendilerinin bildiği bir dostluk dili oluşmuş.Yiğitin anlatmak istediği herşeyi anlıyorlarmış.Köpeğinin adı Karabaş, kedisinin adı Tekir ,kuşunun adı da AK Kanatmış. Üçü de Yiğit'in bu anlattıklarını dinledikten sonra koşarak yeşil Ormandaki tüm hayvanlara anlatmaya gitmişler. Hatta onlar zaten önceden duymuşlar ki bu zalim kral, kral olduğu ülkelerin ilk önce ormanlarını yakıyormuş ağaçlarını kesiyormuş çünkü yüksek bir yere oturunca Onun gözünün gördüğü her yeri hiçbir ağaç ve orman engellememeli, uçsuz bucaksız topraklarını bir bakışta görmeliymiş.Bunu duyan yeşil orman ahalisi işin ciddiyetini daha da iyi anlamışlar. Artık hem insanlar olarak hem de orman halkı olarak büyük bir Ordu olmak zorundalarmış, zalim krala karşı. Herkes vazifesini anlayıp hazırda beklemeye başlamış. Orman ordularının başına küçük Yiğit geçmiş, Çünkü ormanın ve hayvanların dilinden sadece o anlıyormuş. onlarla dostluk diliyle konuşuyormuş. Aradan günler geçmiş kralın bu ülkeye saldırı zamanı gelmiş ve ordularıyla hücuma geçmiş. Yeşil orman ordusunun başındaki küçük Yiğit, köpeği Karabaş, kedisi Tekir ve kuşu Akkanat ön saflara dizilmişler. Akkanat uçarak düşmanı gözlüyor ,Tekir kedi orman halkı ile şehri ve kralı koruyan askerler arasında yazılan mektupları getirip götürerek haber ulaklığı yapıyormuş. Kara baş ise koku yeteneğiyle açıktan saldırmayıp gizlice sızmaya çalışan düşman askerlerini tesbit ediyor havlayarak haber veriyor, güvenlikten sorumlu bekçilik yapıyormuş. Yeşil Ormanın üzerinden uzakları gözleyen Akkanat uzaktan zalim kralın ordularının geldiğini görünce uçarak Yiğit'e ve yaşlı Kralı haberdar etmiş hemen herkes ormandakiler yavru ve yaşlı hayvanları, insanlar da çocuklarını ve yaşlılarını güvenli yerlere saklamışlar ve herkes vazifeli olduğu işin başına ve cepheye durmuş. Küçük Yiğitin aklı ve orman ahalisinin ortak planını uygulamaya başlamışlar. Ağaçlar dalları ve yapraklarıyla ülkelerini koruyacak savaşçıları saklamışlar, onların görünmelerini engellemişler. Düşmanın geçeceği yollardaki dikenler ve çalılar se düşmanın ayağına dolanmaya başlamış onların ilerlemelerini o kadar zorlaştırmışlar ki ağaçların üzerindeki Sincaplar topladıkları fındık ve cevizleri düşmanın kafalarına kafalarına fırlatmışlar ve onları şaşırtmışlar. Öylece şaşıran ve Ormanın içinde ne olduğunu anlamadan ilerlemeye çalışan düşman ordusu bir anda arıların ve sivrisineklerin saldırısına uğrayarak elleri gözleri yüzleri her yerlerinden sokulmuşlar. Her yerleri balon gibi şişmiş. iyice şaşıran ve ne yapacaklarını bilmez halde sağa sola koşturan düşman askerlerine birçok kurt köpek havlayarak ve uluyarak daha da korkutmuşlar ormanda aslanların kaplanların olduğunu düşünüp birçoğu ardına bakmadan kaçmaya başlamışlar. Bu kadar yeter mi tabi ki yetmez ırmaktan hortumları ile su getiren filler gördükleri askerlerin üzerine su püskürtmüşler. iyice ürken askerler daha da bir panikleyerek sudan çıkmış balığa dönmüş halde kaçmaya çalışırlarken askerlere son darbeyi kralın askerleri kılıçlarıyla vurmuş Düşman çok büyük bir zayiatla geri korkarak kaçmışlar. Zalim kral askerlerini o halde görünce ne yapacağını bilememiş kendisi de onlarla birlikte dönüp kaçmış. Bunu gören küçük Yiğit, yeşil Orman ahalisi ve askerler doğruca şehre koyulmuş yavru ve yaşlı hayvanlar ve insanlar saklandıkları yerlerden alınmışlar ve hep beraber yaşlı ve hasta kralın yanına gitmişler. Ülkede kim varsa sevinç içinde bunu kutlamışlar. Herkes ülkelerini ve ormanı korumak için çaba sarfettiklerinden ülkelerini daha da bir sahiplenmişler.Artık konuşulan tek konu küçücük bir çocuğun nasıl olur da öylesine çok büyük bir orduyu ve zalim kralı aklıyla ve cesareti ile yendiğidir. Bu olay dilden dile dolaşır olmuş methi O kadar uzak diyarlara ulaşmış ki artık tüm dünyadaki Zalim krallar bir yere saldıracakları zaman 40 defa düşünür olmuşlar ve bu olay zayıf olan ve güçsüz olan birçok kişiye ilham olmuş gücün sadece bilekte değil akılda ve yürekte de olabileceğini göstermiş. Küçücük bir çocuk olan Yiğitin dağlar kadar büyük bir yüreği varmış. Aklı ve yüreği ile ve yeşil orman ahalisinin yardımı ile zalim kralı bir güzel yenmiş. Kral düşünmüş taşınmış yerine Yiğit'ten daha iyi bir kralın geçemeyeceğine karar vermiş ve tüm üst düzey vezirlerine büyüdüğü zaman kendisinin yerine Yiğit'in geçmesini emretmiş ve yeşil orman ahalisi ve yeşil orman Ülkesi çok uzun yıllar Yiğit'in adaletle yönettiği bir ülke olmuş. Bu masalı okuyanda dinleyende kendi hissesine 3 pay çıkarmış .akıl ve yürek her zaman büyüklerde olmayabilir. çocuklarda isterlerse çok güzel işler başarabilirler.Bir diğer payımıza düşen hisse ise küçük dediğimiz güçlerimizi birleştirirsek koskoca zorlukların üzerinden elbirliğiyle gelebiliriz .gökten dört elma düşmüş biri bu masalı yazana biri okuyana biri YİĞİT Kralın tacına daha çok fetihler yapsın diye kırmızı elma ülküsü olarak konmuş. Diğer bir düşen kurtlu ve çürük elma ise gitmiş pat diye zalim kralın kafasına düşmüş.
(FATMA DOĞAN 16 EKİM 2024/ TURHAL)
KAÇAK KÜHEYLAN ve KÜSKÜN TAY AKTAY
#fatma doğan
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben bebeğimin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, çok eski zamanlarda yağız atların boylu boyuna bozkırlarda koştuğu, rüzgarlarda yelelerini savurduğu, çeşit çeşit, renk renk atların yaşadığı bir Özgür atlar ormanı varmış. Bu orman, İnsanların yaşadığı yere uzak desek uzak değil, yakın desek yakın değilmiş. Ancak bu atlar, Şehirdeki çiftlikteki atlar gibi boyunduruk altına girmeyi sevmez Özgür özgür dolaşmayı ve gönüllerince yaşamayı severlermiş. Şehirdeki atlar onların bu halini görüp içten içe kıskanırlarmış. Çiftlikteki atların aralarında konuşulan mevzu hep bu imiş küçük küheylan büyüklerden dinlediği bu özgürlük masalları ile yatar kalkar olmuş. Şehir bebesi tay küheylan büyümeye başladıkça içinde hep bir ormanlara bozkırlara kaçma tutkusu da içinde kendisi gibi büyümeye başlamış. Kendisi de sahipleri tarafından bir işe koşulmadan buralardan kaçıp gitse ne güzel olurmuş. Anne ve babasının yaptığı tek şey yük taşımak ve gördükleri tek yer ise sadece gidip geldikleri yer güzergahındaki yollarmış. Küçük küheylan anne babasını ne kadar çok sevse de bütün hayatını bu şehirde ki çiftlikte geçirmek istemiyormuş. Yeni yerler keşfetmek, canı istediğinde özgürce koşmak, canı istediğinde uyumak, dinlenmek onun hayallerini süslüyormuş. Hava şimdi kışmış, hele bir bahar gelsin kaçacağım bu çiftlikten özgürlüğe diyerek, güzel rüyalara dalıp mışıl mışıl uyuyakalmış.
Bizim küçük küheylan uyuyadursun, özgür atlar ormanında büyüyen taylar hepsi birbirinden güzel ve alımlı, hepsinin yeleleri düz, siyah, parlak ve gürmüş. İçlerinde sadece Aktay’ın yeleleri diğerlerinden farklı kısa, kıvırcık ve kar beyazmış. Anne babası onu ne kadar çok sevse de Aktay diğer taylardan farklı olduğunu gördükçe üzülüyor, kendi üzüntüsü yetmiyor gibi bir de bazı tayların alay etmelerine maruz kalıyormuş. Aktay tüm bu olanlar neticesinde giderek içine kapanmış, sürüde ki atlardan uzaklaşmış, ara sıra kendi keşfettiği gizli yerine çekilip orda vakit geçirir olmuş. Anne babasının nasihatleri de artık kar etmemeye başlamış. O da şehirde ki Küheylan gibi oralardan gitme planları yaparak uykuya dalmış. Bakalım bu iki kahramanımızı kader nerelere sürükleyecek diye beklerken bizlerde merak içinde uykuya dalmışız. Tabi ki zaman durduğu yerde durur mu? Günler günleri kovalamış, geceler geceleri, haftalar ayları. Karlar erimiş gitmiş, kışın soğuğu bitmiş, leylekler göçtükleri yerden dönmüş toprak kımıldanmaya, ağaçlar uykudan uyanıp esnemeye, gökyüzü mavileşmeye, güneşte sıcacık kendini hissettirmeye başlamış. Yatanlar yataklarındandoğrulmuş oturanlar kalkmış, duranlar yürümüş, yürüyenler koşmaya başlamış. Hem şehirdeki çiftlikte hem de Özgür Atlar Ormanında bahar iyiden iyiye neşeli yüzünü göstermiş. Bizim delibaş tayların da kanları kaynadıkça kaynamış, akıllarında haylaz fikirler doluştukça doluşmuş. Her ikisi de evden kaçmanın yolunu arar olmuş.
Dışarının tehlikelerinden hiç haberi olmayan bu iki genç tay biri özgürlüğü tatmak için bir yolunu bulup çiftlikten kaçmış, diğeri de kendisi gibi beyaz atlar diyarı varsa onu bulmak için bir sabah vakti düşmüşler yollara. Küheylan özgürlüğün verdiği mutlulukla koşmuş koşmuş, koşmuş. An gelmiş bulutlarla yarışmış, an gelmiş kendi gölgesiyle yarışmış, yemyeşil ovalar ayaklarının atından kayıp gitmiş. Böyle özgürlük ve mutlulukla koşarken bambaşka bir çiftliğin yakınlarında açılan kireç dolu bir çukurun içine bir anda düşüvermiş. Çıkmak için debelendikçe simsiyah rengi beyaza bulanmış, bir türlü çıkmayı başaramamış, hava karardıkça giderek umutları da o oranda sönmüş. Yorgunluktan debelenmeyi bırakmış. Aynı gün beyaz atlar ülkesini bulmak için yola çıkan Aktay da ormandan uzaklaştıkça uzaklaşmış ve gide gide bir ırmak kenarında su içip soluklanmak istemiş, kana kana suyunu içip biraz otladıktan sonra bir ağacın altına uzanmış yorgunluktan uyuya kalmış. Sabah burnuna ve üzerine konan sineklerin kendisini uyandırması ile ayıkmış, günün ilk ışıkları bembeyaz tüylerinin üzerinde ne de güzel parlıyormuş, neden sanki sürüde kendi renginde olan hiç kimse yokmuş ki neden hep yaşıtları kendisiyle alay ediyormuş ki? Aklına böyle sorular üşüşmüşken üzerine de bir sürü at sineği üşüşmüş. Kuyruğu ile hepsini savuşturmak için bir o tarafa bir bu tarafa sallayıp durmuş, sineklerin canını acıtmasına iyice sinirlenip kişnemeye başlamış. Kireç çukurunda debelenmekten iyice güçten düşen küheylana bu kişneme sesi çaresizliğine umut olmuş. Küheylan da başlamış kişnemeye sesini duyurmak için. Aktay hemen sese kulak kabartmış, bu sesin at dilinde yardım istemek olduğunu hemen anlamış ve koşarak sesin geldiği yöne doğru gitmiş. Bakmış ki birde ne görsün kendisi gibi bembeyaz bit tay çukurun içinde öylece duruyor. Nasıl sevinmiş nasıl sevinmiş beyaz atlar ülkesini buldum diye. Hemen büyük bir dalı bulup ağzı ile sürükleyerek bir ucunu aşağı çukura sarkıtmış. Bir de sarmaşık dalları. Küheylan, bunlara tutunarak rahatça çıkmış. Karşısında beyaz tay görmenin sevinci ile Aktay, kurtulmanın sevinci ile de Küheylan hemencecik birbirlerine ısınıp arkadaş olmuşlar. Küheylanın üzerine bulaşan kireç kurudukça hiç çıkmamış. İkisi beraber uçsuz bucaksız özgür atlar ormanında günlerce vakit geçirmişler arkadaşlıkları giderek dostluğa dönmüş ,ancak zamanla küheylanın üzerindeki beyaz kireç dökülmeye kendi tüylerinin rengi ise ortaya çıkmaya başlamış. Aktayı yine bir üzüntüdür almış gitmiş, morali bozulmuş. Küheylan buna bir anlam verememiş. Aktay’a;
-Aktay, Neden bu kadar üzgünsün ne oldu sana demiş?
ANADOLU MASALI 1
TAM TAKIR,KURU BAKIR KÖYÜ MASALI
#fatma doğan
Anadolunun bağrında bir köy varmış bu köy kurak mı kurak,çorak mı çorakmış
Köyün adı; Adı TamTakır ,Kuru Bakır,
Ahalisinden birinin adı Takır Tahir, bir diğerinin adı da Bakır Bahri imiş.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!