Damla damla düşüyor içimden zaman,
her biri senin adını fısıldıyor sessizce.
Bir damla, gözlerimden süzülen hasret,
bir damla, yüreğimden taşan yangın.
Damla damla büyüyor içimde aşk,
Gece, şehrin uykusuna sarılırken,
ben hâlâ senin adını fısıldıyorum.
Rüzgâr, sessiz sokaklarda dolaşıyor,
ama senin yokluğun kadar keskin değil.
Kalbim bir kapı gibi,
Bir sabah, yastığımda unuttuğum bir rüyanın içinden uyandım, oysa sen hiç gelmemiştin, ama tenin kalmıştı odamda
Yokluğunun bile bir kokusu vardı, tarifsiz, dokunulmaz, silinemez, zamanla karışmış, içime sinmiş bir hâl
Adını her andığımda titredi dudaklarım, sanki bir öpüşe varmadan hemen önceki o suskunlukta bekliyordun hâlâ
Gezindim ömrünün kıyılarında,
ne bir davet vardı ne de bir yasak
yalnızca suskun taşlar,
Gözlerin,
Yalnızlığa müebbet yiyen ömrümün beratı...
Bir gece vakti, hüznün içinden
İniveren yıldız gibi dokundun karanlığıma.
Hangi kitabın adaletinde yazıldı bu hikâye?
Sevenin sustuğu, terk edenin azâd olduğu...
Ben sana bir ömürle geldim,
Sen beni bir vedayla yıktın.
Adını andıkça üşüyen bir ömür kaldı geride,
Gözlerimin en ıssız kıyısında
Senin adın yankılanır,
Bir rüzgâr taşır bana
Yanına varamayan dualarımı.
Hoş geldin sabahımın güneşi,
Geceyle mühürlenmiş bir kalbin anahtarı gibi,
Sana dek susmuştu kelimeler,
Sensizlik, zamana serilmiş bir ağıttı sanki.
Geldin…
Ben ki
zulmün taşında ısınmamış bir gölge,
yoksul bir yolcuyum sevdanın kıyısında.
Sen gelince
yağmurun alnı buğulanır,
toprak kokusu çoğalır,
Bu sabah…
Güneş değil, yokluğun doğdu pencereme.
Göz kapaklarımda ağır bir sis,
Kalbimde taş kesilmiş geceden kalma bir susuş vardı.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!